Koşun koşun, kulzos film topluluğu kasım 2021 etkinliğinin detaylarını paylaşıyorum. Sinemasever kulzos yazarlarını bu etkinliğe katılmaya davet ediyorum. havaların soğuduğu, açık havada takılmanın zorlaştığı şu günlerde sıcacık evlerinizde oturup, battaniyeye sarınıp film izleyiniz.
Bu topluluk genellikle belirli bir tema çerçevesinde izlenen filmlerin başlıklarının altına o filmle ilgili girdilerin yazılması, eğer yoksa başlığının açılması ve bu başlık altında da o girdilere bakınız verilmesi şeklinde faaliyet gösteriyor.
bu tema bir yönetmen olabilir, o yönetmenin filmlerinden seçilip izlenir.
belirli bir dönem olabilir
veya belirli bir konu olabilir; misal bir önceki faaliyetin teması ikinci dünya savaşı filmleri idi.
Bir oyuncunun filmleri olabilir.
falanca ödülü almış filmler olabilir.
vs vs vs
Doğrusunu söylemek gerekirse ben bu topluluğun bundan önceki etkinliklerinin hiçbirine katılamadım. Bazen gözden kaçırdım, bazen vaktim olmadığı için katılamadım, bazen de seçilen tema ilgimi çekmedi. Lakin şunu dile getirmek isterim ki; film kategorisi altında 225 adet girdim var. çok süper değil ama kötü de sayılmaz bence. Bu kadar film yazmış olmamın hatırına “vay da sen hiç katılmamışsın kaç yıldır, biz de buna katılmıycaz” demez ve bu ayki etkinliğe katkı sağlarsınız diye ümit ediyorum. ay olabilir mi öyle bir şey lütfen olsun çünkü
Bu kadar laf salatasından sonra bu ayki konu önerisini iletiyorum efenim. biyografik filmler. Konu önerisi @ben buyum abi ya’dan geldi. Konuyla ilgili filmler için ise @halis muhlis ve @lily mars’ın şu girdilerinde listelediği filmlerden faydalanabilirsiniz:
#242509 biyografik film/#242567 hatta yine ben buyum'un önerdiği şekilde o girdilerdeki kırmızı bakınızları mavileyebilirsiniz.
Ben şahsen bizzat kendim o listelerden seçtim filmimi. Konu ve listeler birazcık armut piş, ağzıma düş oldu ama olsun o kadar.
Ben kasım ayı içerisinde oscar wilde’ın hayatını anlatan (bkz: wilde) filmini izleyip yazacağım. belki bir de üstüne bonus olarak ed wood yazarım. sizler de kasım ayı boyunca izlemek istediğiniz film(ler)i bu girdiye yorum olarak yazabilirsiniz. hatta başlığı başa tutturalım da benim gibi gözden kaçıranlar olmasın.
Değerli katkılarınızı bekliyorum.
Du bakalı noolcek
kulzos radyo'da mahmut'un yayınını dinlerken laedri'nin kitap kulübü fikrini ortaya atmasının ardından kurulması planlanan oluşum, aktivite.
sistem şöyle işleyebilir: yönetmen ya da aktör/aktris seçilir. önümüzdeki 1 ay içinde haftada 1 olmak üzere 4 filmi izlenir. ondan sonra da girdiler yazılır. hem kulzos'a girdi kazandırılmış olur hem de film kültürümüz genişledikçe genişler. nasıl?
fikrilerinizi ya yorum olarak ya da girdi olarak yazabilirsiniz. gazamız mübo ola.
sözlüğün ayakta kalmaya ısrarla (ve belki de oldukça acınası bir şekilde) devam eden tek topluluğu.
2019'a girince zaman hızlı akmaya başladı sanırım. ocak ayının film listesini ben hazırlayacaktım. sanki ben hazırlamayacakmışım gibi hissettiğim için, kendi kendime "ee, bu ayın listesi nerede?" dedim. cevap tabii ki tokat gibi beynimde patladı: "sıra sende".
2019'un ilk film listesini daha önce yapmadığımız bir konsept üzerinden belirleyelim istedim. bilim kurgu yapmışız ama fantastik kurgu yapmamışız. bilim kurgu konseptli film listesi hazırladığımızda pek ilgi olmamıştı (veya yazarlar izledikleri filmler hakkında girdi yazmaya erinmişlerdi). fantastik kurgu söz konusu olduğunda, bilim kurguda yaşadığımız sorun tekrarlanabilir. bu yüzden, biraz yumuşatmak lazım gelir. bu ayın listesi hem fantastik kurgu olacak hem de listeden izleyeceği filmi seçen yazarı, söz konusu film dışında, bir de çok sevdiği, birkaç kere izlediği ya da izlemek istediği, "başucu filmim budur benim, hastasıyım" dediği bir film hakkında daha girdi yazmaya zorlayacak. yani, özetle; bu ay "fantastik kurgu+1" mottosunu belirledim. umarım hoşunuza gider. gerçi, katılım olsun da, hoşunuza gidip gitmemesi pek de mühim değil aslında.
not: fantastik kurgu adı geçtiği anda, aklınıza the lord of the rings, the hobbit, harry potter, the hunger games, maze runner gibi seriler ve percy jackson, eragon gibi filmler geliyor olabilir. aşağıdaki listede bunlardan herhangi birini göremeyeceksiniz. biraz farklı olsun, sadece hayaller aleminde yaşayan ben ve benim gibiler değil, daha farklı izleme zevklerine sahip yazarlar da 2019'un ilk listesinden film seçebilsin istedim. yer yer "bu bilim kurgu değil mi abi yaae" ya da "bunun burda ne işi var?" şeklinde serzenişlerde bulunabilirsiniz, sorun değil. fantastik kurgu sadece canavarları, yemyeşil, ütopik arazileri kapsamıyor neticede. aşağıdaki listeden zevkinize uygun en az 1 film seçebilirsiniz umarım.
(listeyi yıl yıl düzenleyemedim*, kendime göre bir sıralamayla oluşturdum)
- the sorcerer's apprentice (2010): vergi borcunu ödemek için nicolas cage'in yılda 4-5 filmde yer aldığı yıllarda, içinde bulunduğu en garip filmlerden biriydi bu. kendisinin oyunculuğuna tahammül edebilecek olanlar için filmin en değerli kısmı, kadrosunda yer alan alfred molina. cage'in national treasure'daki oyunculuğunu beğendiyseniz (o da bu ayın listesinde var aşağıda), beklentinizi aynı düzeyde tutmanız şartı ile bu filmden de hoşlanırsınız.
- the polar express (2004): forrest gump'ını bilmeyenin kalmadığı robert zemeckis'in yönettiği animasyon. film vizyona girmeden beklenti çok büyütülmüştü. 165 milyon dolar gibi akıllara ziyan bir bütçesi vardı. imdb verilerine göre de, gişede sıkıntı yaşamamış görünüyor. tom hanks'in seslendirmesi ve bir çocuğun christmas hayallerini gerçekleştirmesi üzerine fena bir film değil. fazla beklenti beni bu filmden soğutmuştu.
- bright (2017): netflix'in yapımcılığını yaptığı ilk büyük filmlerden biriydi bu sanırım. will smith ve bambaşka bir hale gelmiş joel edgerton'a noomi rapace ve lucy fry eşlik ediyor. genç senarist max landis'in yarattığı işleri seven biri olarak, bana göre en kötü işi buydu. gene de, distopik filmlerden hoşlanan, vurdulu kırdılı filmlere bayılanlar için önerilebilir.
- bridge to terabithia (2007): "aile filmi olarak başlasın, sonradan animasyon eklediğimiz çok belli olan sahnelerle yetişkinleri filme çekmeye çalışalım, en son da filmi çocuklarla bitiririz" mantığına sahip film. reklamı müthiş yapıldığı için gişesi de çok iyiydi. çocukların gerçek dünyadan kaçmak istemeleri size "izlenebilecek bir film" fikri veriyorsa, buyrun izleyin.
- jumanji (1995) ve jumanji: welcome to the jungle (2017): robin williams'lı ilk filmin üzerinden geçmiş 22 yılda dwayne johnson'a kadar gelmiş seri. ilk film ne kadar derinlikliyse, geçen yılki de o derece berbattı. yukarıda önerdiğim the polar express'in ve zathura'nın da yazarı olan chris van allsburg'un eserinin sinema uyarlamalarıymış. 1995 yapımı olanın efektleri o kadar kötü değildir. ayrıca, dönemin genç yıldızı olarak gösterilen kirsten dunst da kadroda. jumanji hikayesini seviyorsanız, ikisini birden izlemenizi önerebilirim.
- inkheart (2008): gene brandan fraser, gene bir fantastik kurgu uyarlaması, gene komple berbat oyunculuklara sahip bir film. ükemizde gişesi gayet iyiydi ama dünya çapında battı. babasının, kitaplardaki karakterleri hayata döndürebildiğini fark eden bir ufaklığın maceralarını anlatıyor.
- the jungle book (2016): rudyard kipling'in eserinin modern dünya uyarlaması. iyi eleştiriler almasının nedenini, geçmiş uyarlamalarının bok gibi olmasına bağlamış ve izlememiştim. 2 yıl sonra, kipling'in kısa hikayelerinden birinden uyarlanan mowgli (2018) de vizyonda fena iş yapmadı. seri olarak da izleyebilirsiniz.
- lady in the water (2006): m. night shyamalan'ın en iyi işlerinden biri olarak görüyorum. vizyona girdiğinde sinemada izlemiş ve bayılmıştım. bob balaban, bryce dallas howard ve paul giamatti'yi seviyorsanız, hemen izleyin. benim başucu filmlerimden biri olmuştu. sonlarına doğru tempo, gerçekçilik ve özellikle nedensellik bağlantıları fena halde düşüyor filmin. bunlara çok takılmazsanız, güzel film.
- nightbreed (1990): clive barker'ın kendi romanının (cabal) sinema versiyonu. yönetmeni de kendisi. 1980'lerin nefis korku filmleri furyasını seven kitledenseniz, yapılmış en iyi örneklerinden birine hazırlıklı olmalısınız. cabal'ı lise sonda okumuştum, üniversite'de de nightbreed'i izlemiştim. romandan filme uyarlanmış en iyi eserlerden biri olarak görmeye devam ediyorum. +18 olabilir film. buna göre izleyin.
- the colour of magic (2008) (dizi): ingiliz usta terry pratchett'ın diskdünya'sının ilk 2 kitabının sinema uyarlaması bu. 1'er saatlik 2 dizi bölümü olarak da düşünebilirsiniz. sean astin'in dev bir pratchett hayranı olması ile birlikte bu proje hayata geçirilebilmiş. kadrosundaki christopher lee'yi sesinden rahatlıkla tanıyabilirsiniz bence. güzel işti. serinin en az 3 kitabını okumamış olanlara önermemek gerek tabii.
- national treasure (2004) ve national treasure: book of secrets (2007): "modern dönemin indiana jones'unu yapmışlar bee" diye bok atanlar bile oturup zevkle izlemişti. nicolas cage'in en iyi işlerinden biriydi ilk film. dönemine göre ilk filmin bütçesinin 100 milyon, ikinci filmin 130 milyon dolar olması gözünüzü korkutmasın. fena bir macerası yok başrol karakteri olan ben gates'in.
- the imaginarium of doctor parnassus (2009): terry gilliam'ın brazil ile birlikte başyapıtlarından biri olarak görüyorum. heath ledger'ın ölmeden önce içinde yer aldığı son filmlerinden de biriydi. gezici tiyatro grubunun seyircilerine görmek istediklerinden daha fazlasını vermeleri üzerine müthiş bir hikayeye sahip. kadrosu da nefis. ve hepsinden önemlisi, beklentilerinizi sonuna kadar karşılayacaktır.
- labyrinth (1986): dönemin en absürt filmerinden biri. 16 yaşındaki jennifer connelly ve yıldız sanatçılığının doruklarındaki david bowie'nin oyunculuğu ile sesame street'in kermit'ini yıllarca seslendirmiş jim henson'ın yönetmenliğindeki filmin dönem ayrıntıları müthişti. hikayesi biraz çocukça kalabilir, goblinleri gördüğünüz zaman "bu ne be? puhaaha" diyebilirsiniz. etkileyiciliği tartışmasız bir film olduğu için önermek istedim.
birkaç tane daha vardı aslında ama liste çok kabardığından dolayı burada bitireyim. yukarıdaki listeden en az 1 film seçip topluluğun ocak ayına destek verebilirsiniz. seçeceğiniz film hakkında girdi yazmanız gerekiyor sadece. bu ayın "fantastik kurgu+1" mottosu gereği, seçtiğiniz filmden ayrı olarak, çok sevdiğiniz, tekrar tekrar izlediğiniz ya da izlemek istediğiniz bir film hakkında da girdi girmenizi bekliyorum. yani toplamda en az 2 film girdisi girmeniz süper olacak; hem sözlüğe girdi hem de topluluğa can vermiş olacaksınız.
kulzos film topluluğu'na katılmak isteyenler bu girdiye yorum yaparak hangi filmi izleyeceklerini bana belirtebilirler. bu ayın konsepti olan "+1 film" girdisini de istedikleri bir film hakkında yazabilirler. kimler, hangi filmleri izleyeceklerse, ayrı bir girdide onları da listeleyeceğim. hepinize şimdiden iyi seyirler. şubat ayında görüşmek üzere...
katılmak isteyen yazarlarla bir tema etrafında filmlerle bir etkinlik düzenleyebileceğimiz topluluk. tema bir yönetmen olabilir, bir oyuncu olabilir, bir dönem olabilir, bir ülke olabilir, bir film türü olabilir. ama bu seferlik daha çok kişinin katılabilmesi açısından ikinci dünya savaşı gibi daha genel bir konuyla alakalı filmleri tercih edebiliriz.
çok basit, katılmak isteyen kişi kendine ikinci dünya savaşı temalı bir film seçip filmin adını yorumlara yazabilir. filmi 9 gün içinde (17 ekim 2021 gece yarısına kadar) izleyip, filmin kendi başlığında tanıtır. sonra da girdi linkleri bu girdiye eklenir. (edit: daha düzenli olması açısından kulzos film topluluğu/#268842 nolu girdiye eklendi)
etkinliğe katılmak istiyorsanız ama aklınıza film gelmiyorsa şu linklere göz gezdirebilirsiniz:
listelist.com/... onedio.com/... şüphesiz konuyla ilgili bu linklerde verilenlerden çok daha fazla film vardır.
henüz ben de film seçmedim, seçince güncelleyeceğim. bu gece yarısına kadar katılım olacağını belirten yorum olmazsa etkinlik iptal edilecektir.
filmler:
ben buyum abi ya: korczak (1990)
krupp: allied (2016)
la campanella: piano piano bacaksız (1991)
becoolnotfool : la vita e bella (1997)
bir gocmen: Die Falscher (2007)
you are no longer prisoner of fate: stalingrad (1993)
sekeseke: ladri di biciclette (1948)
iskiski: Der Hauptmann (2017)
laedri'nin önerisiyle "edebiyat eserlerinden uyarlanan filmler" listesini yapmaya karar verdim.
sayıca çok azız ve genellikle film girdilerini birkaç yazar hariç kimse yazmıyor. bu topluluğun amaçları da hem sözlüğe nitelikli girdi kazandırmaktı hem de topluluk olarak birlikte film izliyormuşuz gibi bir ortam yaratmaktı. eh, her iki amaçta da pek başarılı olduğumuzu söylemek zor. gene de, gittiği yere kadar devam edelim. belki bir aydınlanma yaşanır ve yazarlar akın eder bu topluluğa, kim bilir?
listeyi kendi beğenilerime göre değil, çeşitlilik üzerine hazırladım. yoksa, şu listede hellraiser'ın, watchmen'in olmaması mümkün değildi. illa ki birçoğunu izlemişsinizdir. unuttuklarınıza ya da izlemeyi ertelediklerinize şans vermenizi umuyorum.
- gone with the wind (1939): margaret mitchell'ın pulitzer ödülü de almış aynı adlı romanından uyarlama bir klasik. amerikan iç savaşı ve sonrası hakkında romantizm rüzgarları estiren bir filmdi. clark gable'la tanışma filminiz olabilir.
- to kill a mockingbird (1962): harper lee'nin dünya çapında milyonlarca satmış aynı adlı romanından uyarlama bir dram. romandan daha iyi eleştiriler almış. gregory peck'in yaşlandığında bile değişmeyen delici bakışlarını deneyimlemek, ırk ayrımcılığı ve adaletsizliğin doğurduğu ön yargıların çocuklar üzerinde bıraktığı etkileri gözlemlemek adına iyi bir deneyim olabilir.
- lolita (1962): vladimir nabokov'un, derinlikleri pek de iyi kokmayan bilinçaltından fışkırıp çıkmış aynı adlı romanından uyarlama film. romanı okurken yer yer tiksinme yaşayıp ahlâki çıkmazlara girdiyseniz, film sizi daha da beter etkileyecektir. nabokov'un pedofil olduğunu düşündüğüm için ne roman ne de stanley kubrick yönetmenliğindeki bu film benim için değerli.
- the railway children (1970): ingiliz işçi partisi'nin kurucularından olan, edebi yönü ve dile hakimiyeti etkileyici, genelde çocuk kitapları yazmış edith nesbit'in en bilinen 1900'lerin başında yazdığı aynı adlı çocuk kitabından uyarlanan film. babasızlığı küçük yaşlarından itibaren deneyimlemek zorunda kalmış 3 çocuğun hikayesini anlatıyor. değeri bilinmemiş, başarılı dramlardan biri.
- apocalypse now (1979): joseph conrad'ın kongo'ya yaptığı seyahat notlarından oluşan heart of darknessnovellasından uyarlanan, francis ford coppola'nın godfather ve godfather: part ii'den sonra hem yönetmeni hem de senaristlerinden biri olduğu savaş filmi. vietnam savaşı zamanındaki amerikan askerlerini konu ediyor. henüz izlemediyseniz ama uyarlandığı novellayı okuduysanız, filmin novellaya göre oldukça kötü eleştiriler aldığını hatırlatmak isterim. tek başına ise film, tam bir başyapıt.
- once upon a time in america (1984): harry grey'in the hoods romanından uyarlanmış, uzun süresi (yaklaşık 4 saat) ve oyuncu kadrosuyla dikkat çeken, başarılı suç filmi. yer yer godfather tadı almak mümkün.
- a room with a view (1985): edward morgan forster'ın (e. m. forster) aynı adlı romanından uyarlanan romantik dram. 1990'lı yılları çok başarılı geçirecek olan james ivory'nin rüzgarı arkasına aldığı film buydu. kostüm ve set dallarında oscar alan filmin en sağlam yönü, elbette ki helena bonham carter'ın nefis oyunculuğu.
- lord of the flies (1990): nobel ödüllü ingiliz yazar william golding'in çocuklar ve barbarlık üzerine yazdığı aynı adlı romanından uyarlama film. değeri bilinmemiş filmlerden biri daha.
- wuthering heights (1992): kendi hayatı ayrı garip, kardeşlerininki ayrı garip emily bronte'nin "ellis bell" takma adıyla yayınladığı, ölümünden sonra kardeşi charlotte bronte'nin kendince iade-i itibar yaparak ablasının adıyla tekrar yayınlattığı aynı adlı romandan uyarlanan dram. aslında "uğultulu tepeler"in birçok uyarlaması yapılmış. tom hardy'nin başrolünde yer aldığı 2009 yapımı da fena değil. ama juliette binoche ve ralph fiennes'li olan bu uyarlamasının yerini tutmuyor hiçbiri bence.
- of mice and men (1992): ülkemizde en çok okunan yabancı romanlar arasında ilk sıralarda olan, john steinbeck'in romanından uyarlanan dram. gary sinise'in hem yönetmen hem de başrol oynaması ve kadrosunda john malkovich'i barındırmasıyla öne çıkıyor. henüz izlemediyseniz, şiddetle öneririm.
- great expectations (1998): charles dickens'ın aynı adlı romanından uyarlanan, yönetmeni alfonso cuaron'un yaklaşık 10 yıl sonra children of men ve gravity gibi sükseli filmleri çekmesi için gereken şöhreti kendisine sağlayan, ethan hawke ve gwyneth paltrow'un döktürdüğü romantik dram. "büyük umutlar"ın da gırla uyarlaması mevcut. 1946 yapımı uyarlamasını da listeye ekleyecektim ama bu hali daha etkileyici geliyor bana.
- american psycho (2000): bret easton ellis'in '90'larda yazdığı aynı adlı romandan uyarlama olan, aksiyonu bol, şiddeti yer yer oldukça kanlı, gerilim filmi. christian bale'in oyunculuk açısından en iyi filmi bu olabilir.
- blow (2001): bruce porter'ın otobiyografik ögeler de taşıyan romanı "Blow: How a Small Town Boy Made $100 Million with the Medellin Cocaine Cartel and Lost It All"'dan uyarlanan, johnny depp'in keskin oyunculuğunun ekrana sığmadığı aksiyonlu film.
- the hours (2002): genellikle karıştırıldığı üzere virginia woolf'un değil, pulitzer ödüllü michael cunningham'ın romanından uyarlanan, woolf'un mrs dalloway romanından etkilenmiş 3 farklı nesilden kadının hayatını anlatan, başarılı dram. hem woolf'a bir saygı duruşu olarak hem de başroldeki meryl streep, nicole kidman ve julianne moore'un performanslarından keyif alarak izlenebilecek bir film. moore'un en iyi filmlerinden biri olarak görüyorum.
- cold mountain (2003): charles frazier'ın aynı adlı tarihi romanından uyarlanan, amerikan iç savaşı'ndan yaralı dönen bir askerin eski hayatını yeniden inşa etme hayalini anlatan dram. kadrosunda jude law, nicole kidman, renee zellweger olduğu için beklentisi de çok fazlaydı. law ve kidman arasındaki uyum gayet iyiydi.
- revolutionary road (2008): richard yates'in ilk romanından uyarlanan dram. 1950'lerde küçük bir kasabada yaşayan genç bir çiftin problemlerini anlatan filmin başrollerinde kate winslet ve leonardo dicaprio var. filmdeki sevişme sahnelerini de çeken yönetmen sam mendes o yıllarda winslet'in eşiydi. filmin sadece bu sahnelerle popüler olmasına halâ üzülüyorum.
- the reader (2008): hukuk profesörü bernhard schlink'in der vorleser eserinden uyarlanan, ikinci dünya savaşı ve yahudi soykırımına oldukça farklı bir bakış açısına sahip tarihi film. kate winslet'ın canlandırdığı "hanna schmitz" karakteriyle izleyicinin empati yapabilmesi gerçekten müthişti. henüz izlemediyseniz, şiddetle öneririm.
- where the wild things are (2009): maurice sendak'ın her şeyini yaptığı (çizimler, kapak ve içerik) resimli çocuk kitabından uyarlanan, listenin en neşeli filmi. seslendirmeleri ve animasyonları sadece çocuklara değil, bilhassa yetişkinlere hitap ediyor. benim başucu filmlerinden biridir. kafanız doluysa ve bir şeylerden uzaklaşmak istiyorsanız, bu filmi izleyebilirsiniz.
liste 20 küsur filmden oluştu ve biraz da uzun oldu sanırım. dilediğiniz bir ya da birkaç filmi seçip bana haber verirseniz, listeye sizi de eklerim. seçim listesinin bu kadar çok filmden oluşması umarım sizi ürkütmez; aksine, haziran ayında topluluğa katılım patlaması yaşatır. şimdiden iyi seyirler.
ite kaka birkaç ay boyunca devam ettirdik. geçen ayla birlikte hem ilgi çok azaldı hem de seçilen filmleri izleyen yazarların sayısı dibe vurdu. şubat ayı için liste önerisini de ben yapayım istedim. belki ilgiyi yeniden artırırım böylece.
bu ayın filmleri, yakın dönem türk sineması üzerinden olsun istedim. özellikle 2000 sonrasındaki türk sineması içinde yer alan, ses getiren ya da getiremeyen, beğendiğim, izlediğim ya da izlemek istediğim filmleri aşağıya bırakıyorum. topluluğa katılıp bu ayın filmlerini izledikten sonra girdi yazmak isteyen yazarlar, seçtikleri filmleri bana belirtirlerse, bütün girdileri tek bir yere toplayabilirim.
- kusursuzlar (2014): iki kız kardeş, anneannelerinin ölümü üzerine izmir çeşme'ye gelirler. aralarındaki problemlerin ve hayata bakış açılarının farklılığı nefis anlatılmış. biraz durağan gelebilir size. gene de bir şans verin bence.
- takva (2006): islamiyet'e getirilen eleştiriler açısından önemli bir film. izlemeyen kaldıysa şiddetle öneririm.
- gözetleme kulesi (2012): ıssızlığı ve yalnızlığı anlatan iyi türk filmlerinden biri. pelin esmer'in hem senaristliği hem de yönetmenliği gayet iyidir. bu film de bunun kanıtlarından biri.
- nar (2011): adalet ve inanışlar üzerine iyi bir film. ümit ünal'ın üçlemesinin en iyi halkası bence. diğer filmlerle bağlantıları çok derin değil. o yüzden tek başına da anlam ifade edecektir.
- sen aydınlatırsın geceyi (2013): fantastik mi, dram mı, kara mizah mı; yoksa hepsi birden mi olduğu tartışılan onur ünlü filmi. kafa açan filmlerden. listedeki en riskli film olabilir çünkü seveni çok sevmişti, sevmeyeni de nefret etmişti.
- vavien (2009): yağmur ve durul taylan kardeşlerin çapı oldukça küçük hayatlarda aslında ne kadar büyük dramların saklı olduğunu gösteren filmi. zamanında büyük ses getirmişti. belki izlemeyen kalmıştır halâ.
- korkuyorum anne (2004): hafıza kaybıyla ilgili başarılı bir film. reha erdem'in en iyi filmlerinden biri olarak görüyorum.
- atlıkarınca (2010): gene bir küçük hayatların büyük götürüleri üzerine başarılı bir film. eğer izleyecekseniz, hakkında hiçbir şey okumamanızı, izlememenizi öneririm. bütün büyüsü kaçabilir.
- başka dilde aşk (2009): dilsizlik üzerine güzel film. mert fırat'ın oyunculuğunu en yükseğe çıkardığı film bence buydu. vıcık vıcık aşk filmlerine göre değeri halâ altın gibidir benim gözümde.
- 11'e 10 kala (2009): normal hayatların normal görünen hikayelerini anlatan keskin bir film. pelin esmer'in yönetmeni olduğu film, nejat işler'in en iyi oyunculuk performanslarından birini göstermesi ile de değerliydi. temposu biraz durağan gelebilir size, uyarayım.
10 film oldu. bunlar arasından seçebilirsiniz. izledikleriniz illa ki vardır. ben aklıma gelenleri ve google araması yapıp karşıma çıkan, beğendiğim filmleri önereyim istedim. birçoğunu edinmeniz kolay olacaktır. sıkıntı yaşarsanız haber edin, yardımcı olayım.
seçtiğiniz filmleri bana belirtmeyi unutmayın lütfen. 1 ay sonra görüşürüz.
edit: (laedri'nin önerisiyle) kosmos (2010): izledikten sonra derin çözümlemeler yapılabilecek, temposu ağır olsa da, hayal kurmanıza yardımcı olabilecek bir reha erdem filmi. vizyona girdiğinde genel türk izleyicisine hitap etmemişti.
mart ve nisan ayları kapsamında akademi ödüllü kadın oyuncu susan sarandon'ın filmlerinden izleyeceklerimiz. kısa kısa filmler, yılları, yönetmenini yazıp listeyi hazırlamış olayım. toplamda 16 tane film ekledim listeye. abarttım galiba. çok filmi vardı ablanın neyse buyrun;
-dead man walking, oyuncunun oscarı kazandığı filmi. 1995 yapımı yönetmen The Shawshank Redemption'dan tanıdığımız tim robbins. sean penn'de oyuncu kadrosunda bulunuyor.
kör topal yaşamaya devam eden, kulzos bünyesindeki ilk topluluk.
bu ayki listeyi hazırlamak için biraz geç kaldık. hem benim hırsız mevzusu hem zaten topluluğa aktif olarak katılım sağlayan yazarların gün geçtikçe azalması temmuz ayının listesinin bu kadar geç hazırlanmasına sebep oldu. daha önce de yazdığım gibi, "gittiği yere kadar" mottolu topluluğun bu ayki teması "politik ve biyografik filmler" olacak. "ama ben ocak dışıyım, nasıl dahil olurum?" diye düşünenler olabilir (lütfen olsun). onlara çekinmemelerini, bir yerinden tutunup topluluğun trenine atlamalarını öneriyorum. altı üstü film seçip izledikten sonra girdi yazıyoruz, hepsi bu. çok uzun olmamasını umarak başladığım ama biraz "zibilyondan seçmeli*" haline bürüneceğinden emin olduğum liste aşağıda (önce biyografik, sonra politik):
- serpico (1973): polis memuru frank serpico'nun hayatından çok etkilenen yazar peter maas'ın yazdığı kitaptan uyarlama, döneminin en iyi filmlerinden biri. belirli aralıklarla al pacino dozu almak isteyenler için güçlü bir antidepresan olabilir.
- amadeus (1984): o zaman için 16 milyon dolarlık bütçesini gişede batırdığı söylenmiş ama 8 oscar aldıktan sonra adından "başyapıt" olarak söz edilmiş film. besteci antonio salieri tarafından anlatılan wolfgang amadeus mozart'ın hayatını izleyeceksiniz. müzikte başarılı olmuş insanların hayatını anlatan filmler genelde müzikal olur ama bu değil. uzun süresi (2 buçuk saatten biraz fazla sürüyor) gözünüzü korkutmasın, izlerken yağ gibi akacaktır.
- telets (2001): joseph stalin'in, ölümüne birkaç ay kalmış, sağlığı gayet kötü durumdaki vladimir lenin'i ziyaretini anlatan, düşük bütçeli rus filmi. hem stalin'i hem lenin'i kadraja koyma başarısı gösteren rus yönetmen aleksandr sokurov filmden sonra ölüm tehditleri aldığını açıklamış. sokurov'un 2011'de çektiği faust'unu beğenmiş biri olarak telets'ini de önerebilirim.
- diarios de motocicleta (2004): jared leto ile sıkça karıştırılan, amores perros'un octavio'su gael garcia bernal'ın rol aldığı, che guevara'nın yazdığı iddia edilen günlüğünden uyarlanan film. filmin çekimleri başladığında büyük beklenti oluştuğunu hatırlıyorum. müziğiyle aldığı oscar bir yana, palme d'or adaylığı ile de adından söz ettirmişti. izlerken yer yer sıkıldığımı hatırlıyorum. comandante'nin hayatından bir kesit olarak izleyebilirsiniz.
- marie antoinette (2006): "francis ford coppola'nın kızı" etiketinden kurtulabileceğini sanmadığım sofia coppola'nın the virgin suicides ve lost in transition'dan sonraki 3. filmi. hem kuzeni jason schwartzman'ı oynatmasıyla garantici olarak eleştirilmiş hem de kristin dunst'ı oynattığı rol ile dunst'ın kraliçenin ağırlığını ekrana yansıtamayacağına yönelik yıkıcı eleştirilere uğmasına neden olmuştu. ben beğenmiştim filmi. 16. louis ile 15 yaşında evlenmesi ve 19 yaşında kraliçe olması güzel anlatılmıştı.
- the imitation game (2014): alan turing'in almanların enigma'sını kırma denemelerini anlatan film. benedict cumberbatch'in en iyi, keira knightley'nin de en kötü rolünü oynadığı film olabilir. 2. dünya savaşı atmosferini seyirciye pek veremese de, turing'in hayata bakış açısını güzel özetlemiş bir filmdi.
- the theory of everything (2014): stephen hawking'in hem özel hayatına hem de bilime bakış açısına odaklanmış film. filmi izleyen herkes, hawking'in yetişkinliğini canlandıran eddie redmayne'in oscar alması gerektiğinden bahsediyordu, böyle de oldu. felicity jones'un hawking'in eşi jane rolünde ışıl ışıl parladığını hatırlıyorum. nefis filmdi.
- lincoln (2012): amerikan iç savaşı zamanında başkan abraham lincoln'un iç dünyasının ne denli boka sardığını anlatan film. steven spielberg yönettiği için daha çekimlerine başlanmadan pohpohlanmıştı ama filmin daniel day-lewis etkisinin muazzam olmadığını da yazamam. politik film seçenekleri arasında en iyilerinden birisi olduğu kuşkusuz.
- hotel rwanda (2004): ruanda'da tutsiler ile hutular arasındaki bitmek bilmeyen çatışmaları en iyi anlatan filmlerden biri. bir otel müdürünün bu savaş ortamında kimlere yardım etmesi gerektiğini vicdan sosuyla izleyeceksiniz. don cheadle'ın en iyi oyunculuğunu gösterdiği film olmaya devam ediyor. joaquin phoenix'in kameraman rolü de belirleyici rollerden biriydi.
- wag the dog (1997): amerikan başkanlığı seçiminde medyanın ne boyutta propaganda yapabileceği, amerikan halkının ne kadar aptal olabileceği ve tabii ki medya patronlarının ülkeler kriz yaşarken ne kadar çok para kazanabileceğini gösteren film. dustin hoffman ve robert de niro gibi iki büyük isim var kadrosunda. ben oyunculuklar hariç, müthiş bir senaryo olduğunu düşünüyorum.
- gandhi (1982): mahatma gandhi'nin hayatını anlatan, ben kingsley'nin devleştiği, 8 oscarlı film. yönetmeni richard attenborough'un bizzat hindistan'a gidip çekimlerin bir kısmını da orada gerçekleştirdiğini okumuştum. süresi nedeniyle değil (3 saatten biraz fazla sürüyor), gandhi'nin savaşsızlık üzerine verdiği mesajların boyutunun çok fazla yer kaplaması nedeniyle sıkıldığımı hatırlıyorum. halen en iyi gandhi filmlerinin tepesinde yer alması ise gayet normal çünkü ben kingsley bile "yer aldığım en iyi projelerden biriydi" açıklamasını yapmıştı.
10 film oldu, birkaç film daha ekleyecektim listeye ama üşendim. bu liste ağustos sonuna kadar geçerli olsun. içinden seçmek ve izlemek istediklerinizi bu girdinin altına yorum olarak yazın bana.
eylül'de yeni bir listeyle devam ederiz umarım. topluluğa katkı veren nöronlarınızı ve parmaklarınızı odin kutsasın.
edit: biyografik filmlerle ilgili bakınırken, bu nu gördüm. güzel yazılmış. ilgilenirseniz okumanızı öneririm.
kulzos film topluluğu/#268290 kapsamında ikinci dünya savaşı'yla doğrudan ya da dolaylı olarak alakalı bazı filmlerin tanıtıldığı topluluk. üstteki girdinin çok karışmaması için buraya yazıyorum.
ben buyum abi ya : janusz korczak olarak bilinen bir pedagog ve pediatristin, ikinci dünya savaşı sırasında yetimhanesinde kalan 200 çocuğu korumak için verdiği mücadeleden bahseden, gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanmış korczak adlı filmi tanıttı.
korczak/#268457
bir gocmen : Usta bir kalpazan olan Salomon Sorowitsch’in toplama kamplarındaki hikayesinden bahseden, bunun üzerinden almanların ikinci dünya şavaşı sırasındaki sahte para operasyonlarına değinen, yine gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanmış die falscher adlı filmi tanıttı.
#268458
iskiski : ikinci dünya savaşı'nın son dönemlerinde, alman savaş suçlusu willi herold'un tesadüf eseri bulduğu bir yüzbaşı üniforması sonucu, yeni kimliğiyle davranışlarından bahseden der hauptmann adlı filmi tanıttı.
der hauptmann/#268743
katılacağını belirten bazı yazarlar muhtemelen yoğunluktan ya da unuttuklarından katılamadı. katılanlara teşekkür ederim ve bu başlığın daha aktif olmasını dilerim.
mayıs ayını pas geçmiş, haziran ayına zıpkın gibi, fişek gibi, atmaca gibi hazırlanan topluluk.
şaka bi' yana, kaldığımız yerden film izlemeye devam edeceğiz. zaten üç beş kişiyiz; birbirimizi itekleye itekleye bu topluluğu kör topal da olsa, sürdüreceğiz. haziran ayı için fikirlerinizi bu girdinin yorumu olarak yazabilir, topluluğa katılım için başlığa girdi yazarak "ben de varım!" diyebilirsiniz.
haziran ayı listesiyle görüşmek üzere... öksüz koymayın başlığı.
temmuz-ağustos ayında lake of the hell'in uzun emekleri sonrası hazırladığı listeden seçtiğimiz filmleri izlememiz nedeniyle bir özür babında bu ay listeyi ben hazırlayacağım. tür-tema konusununda çok zorluk çeksem de en son büyük bir oyuncunun filmlerinden bir liste hazırlamakta karar kıldım. umarım herkes bu seçtiğim oyuncudan memnun kalır. seçtiğim büyük isim 3 oscar ödüllü usta oyuncu daniel day-lewis. öyleyse yavaşça filmlere geçeyim...
- my left foot: the story of christy brown (1989): ilk olarak kendisinin ilk oscar'ını aldığı film ile başlayalım. beyin felçli Christy Brown'ın sadece sol ayağını kullanarak yazdığı romanlar ve şiirlerle irlanda edebiyatında yer edinmesi konu alan bu filmde lewis oyunculuğu ile ders niteliğinde bir performans ortaya koymuş.
- the last of the mohicans (1992): bu filmi izlemediyseniz de müziğini bilmeyeniniz yoktur. bence tüm zamanların en iyi soundtrack'lerinden biri. film amerikandaki ingiliz-fransız çekişmelerinin olduğu dönemlerde geçiyor.
- in the name of the father (1993): 7 oscar adaylığı bulunan bu filmde irlandalı bir gencin haksız suçlamalarla içeri alınması, ardından babasının da aynı muameleyi görmesi sonucu yaşadığı süreci ve babası için olan mücadelesini anlatıyor.
- the boxer (1997): Filmde, gençliğinde geleceği parlak bir boksörken iRA ile bağlantısı olduğu anlaşılan ve bu yüzden 14 yıl ingiliz hapishanelerinde yatan Danny Boy Flynn'ın, tekrar ringlere dönmesini ve art arda aldığı galibiyetlerle kuşatma altındaki Belfast kentine umut aşılamasını seyrediyoruz.
- there will be blood (2007): muhtemelen bu listedeki en çok bilinen ve lewis'in en büyük oynadığı, döktürdüğü, şov yaptığı başyapıt. bu filmle ikinci oscar'ını da cebe koymuştur. üzerine çok okunur, çok yazılır. ben kısa kesiyorum.
- lincoln (2012): geçen ay lake of the hell'de listesine almıştı bunu ama izlemediğimiz için yeniden listeye almam sorun olmaz sanırım. son oscar'ını aldığı film. abraham lincoln'ü canladırmak için kamera karşısına geçip, abraham lincoln'ün kendisi olmuştur. başkan mezardan çıkıp gelse onun kadar gerçekçi oynayamazdı herhalde.
- phantom thread (2017): kendi açıklamalarına bakarsak onun son filmi.(umarım değildir) huysuz bir role bürünmüş lewis bu filmde. yılların terzisi olarak devam ettirdiği işinin yanında kavgalı-gürültülü ilginç bir ilişki içine de giriyor. oscar'ı gary oldman'a kaptırsa da gönüllerin şampiyonu.
8 filmden oluşan bir liste oldu. eylül ayı boyunca bu filmleri izleyip, yorumlarınızı esirgemeyin. katılımın yüksek olması dileğiyle...
müzik gruplarının "ne dağıldık ne de birlikteyiz" deme şekli olan hiatus haline girmemiş olan topluluk. böyle görünüyor olabilir ama halen ayaktadır.
sözlük içinden pek destek görmese de, her geçen ay katılımcıları birer ikişer eriyor olsa da; gittiği yere kadar ayakta kalmaya devam edecektir. bu ayın film listesini pas geçtik gibi duruyor. kasım 2018 nefes alıp dinlenme ayı olsun. aralık'la birlikte yeni yıl için güzel planlar ve konseptlerle tekrar yola düşeriz. hem dinlenmiş ve enerji toplayarak ayağa kalkmış oluruz hem de dinlenmişken kafamız daha iyi çalışır, daha çok film izleriz.
kulzos bünyesinde kurulmuş ve henüz ölmemiş tek topluluk olarak ayaktadır. söylentilere takılmayın. aralık'ta görüşeceğiz.
dünya emekçi kadınlar günü sekiz mart. mart ayı film listesini kadın filmlerinden oluşturmak istedim. kadın filmi deyince çok militan bir şeyler değil. içlerinden en militanı suffragette. diğerleri keyifle izlenecek filmler korkmayın. her telden altı film. hepimize yeter. ha olmadı, ben şunu izlemek istiyorum diyenler olursa. o iş girdi altında bir yoruma bakar. ekleriz.
suffragette 1912 yılında geçiyor olaylar. oy hakkı talep eden kadınların mücadelesi. 2015 yapımı filmin yönetmeni de bir kadın: sarah gavron. www.imdb.com/... the piano yine bir kadın yönetmenin filmi. jane campion filmi 1993 yılında çekmiş. tuhaf bir aşk hikayesi. harvey keitel gibi bir adamı bir dönem filmi izleyen kadınların arzu nesnesi haline getirmiş bir film. hayret bişe. www.imdb.com/... thelma and louise ridley scott tarafından çekilmiş maceralı, kaçma kovalamalı bir yol filmi. filmin iki yıldzı susan sarandon ve geena davis. bradd pitt de ufak bir rolde görünüyor. 1991 yapımı. www.imdb.com/... agora antik dönemin iskenderiye kentinde geçiyor bu film. yönetmeni alejandro amenabar. 2009 yapımı. filmin başlığı açılmış, bir kaç girdi de var ama hakkında ne kadar yazılsa az diyebileceğim bir film. o nedenle listeye ekledim. mona lisa smile julia roberts ve kirsten dunst. 1950'li yıllarda amerika'da bir kız okulunda öğretmen ve öğrenci rolündeler. 2003 yapımı filmin yönetmeni mike newell. www.imdb.com/... big eyes bu film de 1950 li yılların amerikasında geçiyor. 2014 yapımı film gerçek bir hikayeden yola çıkıyor. margaret keane adlı ressam bir kadının hikayesi. yönetmen tim burton tarzını belli ediyor tabii. www.imdb.com/...
aramıza yeni katılan yazarlara not: daha önceki girdilerde de ifade edildiği gibi topluluğa katılım kayıt kuyut gerektirmiyor. bu girdi altına izlemek ve hakkında bir girdi yazmak istediğiniz filmin ismini bildiriyorsunuz. sonra izleyip girdiyi yazdıktan sonra yine yorumlarda linkini veriyorsunuz. o kadar.
birkaç aydır ilgisizlik sebebiyle dibi görmüş, mayıs'la birlikte tekrar eski günlerine geri dönmesini umduğum topluluk.
@laedri'nin önerisiyle, 1 mayıs'ı da içermesinden dolayı, bu ayın listesini işçi filmlerinden oluşturdum. çok fazla film seçemedim. bilindik filmlerden oluşmamasına dikkat ettim sadece. kıyıda köşede kalmış olanlar belki ilginizi çekebilir.
- la commune (paris, 1871) (2000): 6 saatlik bir belgesel olarak görülebilir. yönetmenlik kariyerinde genellikle işçi sorunlarına odaklanmış peter watkins'in en bilinen filmlerindenmiş. 1800'ler fransa'sında burjuva ve işçi kesimi arasındaki hem düşünsel hem de fiziki savaşın ayrıntılarını anlatıyor. tam olarak belgesel değil, gırla yan hikayecikle kurgu dozu artırılmış. süresi korkutmasın sizi.
- kollektivet (2016): 2015'in sonlarında hayatını kaybeden danimarkalı oyun yazarı mogens rukov'un oyunundan uyarlanan, jagten ve festen'in de yönetmeni olan thomas vinterberg'in 1970'ler danimarkası'ndaki işçi sorunlarına dikkat çekmeye çalıştığı film. vinterberg'in pek bilinmeyen işlerinden.
- land and freedom (1995): i, daniel blake'i ile tanıdığım ingiliz yönetmen ken loach'un yönettiği, ispanyol iç savaşının ortasında kalmış bir ingiliz işçiyi anlatan film. birçok yerde loach'un en iyi filmi olduğuna dair eleştiriler okumuştum. temposu biraz yavan gelmişti bana.
- 1900 (1976): birkaç ay önce hayatını kaybeden efsanevi italyan yönetmen bernardo bertolucci'nin en iyi işi olarak görülmeye devam eden, 1900'lü yıllar italya'sında hayatta kalmak için çalışmak zorunda olmayı güzel özetleyen, yaklaşık 6 saatlik film. bertolucci'ye yöneltilen en büyük eleştiriler, tabi ki, filmin uzunluğu ile ilgiliydi. "filmin montaj ve kurgusunu yapmayı mı unuttunuz?" diye soranlar bile olmuş. bertolucci ise "aslında 10 saate yakın sürmesini planlıyordum, daha çok eleştirirsiniz diye 6 saat civarında tuttum" diye cevap vermiş. 3 bölüm halinde, dizi gibi izleyebilirsiniz.
- punishment park (1971): gene bir peter watkins filmi. bu sefer hippiler, askerler, şiddet, büyük büyük egolar ve baskı toplumunun fikirsel doğurganlığı kadrajın merkezinde. 1980'ler öncesi hiçbir filmi izlememeye and içmiş benim gibi cahil izleyiciler için ideal bir toplumsal film olduğunu düşünüyorum. filmin savunduğu konular, sanki 1990'larda çekilmişçesine güncel.
- ressources humaines (1999): görüntü yönetmenliği daha çok bilinen laurent cantet filmi. hikayesi tam bir orta doğu işçi köleliği üzerine kuruluymuş gibi hissettirse de, fransa'daki "haftalık 35 saat çalışma süresi" üzerine güzel bir işçi-işveren çatışma filmi. ayrıca, kıyıda köşede kalmış, pek bilinmeyen işçi filmlerinden biri.
- les neiges du kilimandjaro (2011): fransız yönetmen robert guediguian (robert guédiguian)'ın, senaryosunu victor hugo'ya dayandırdığı filmi. filmin en etkileyici yanı, şüphesiz ki, bazı çekim açılarının can acıtması. fimi birkaç cümlede özetlemek ve spoiler tufanı yaratmak mümkün. bütünüyle bir işçi filmi sayılmıyor olsa da, bahsedilen çalışma ve karşılığında kazanılanların hiçbir zaman yetmeyeceği vurgusu bence çok önemli.
- made in dagenham (2010): artık oscarlı aktrislerden biri olan sally hawkins'in başrolünü oynadığı, kadın işçilerin cinsiyet ayrımcılığına karşı seslerini yükselmesi üzerine, 1968 dönemine odaklanan film. ilk izlediğimde, senarist william ivory'nin nefis bir iş başarıp derinlikli bir senaryo ürettiğini düşünmüştüm. hawkins zaten her zamanki gibi ışıl ışıl parlıyor.
- pride (2014): altın küre adaylığıyla dikkat çekmiş film. 1984'te patlak veren madenci grevine ingiliz eşcinsellerin destek verme hikayesini izliyorsunuz. konu biraz kısıtlı ve "ne anlatılabilir ki?" denebilecek kadar dar bir çerçeveye hapsolmuş gibi görünüyor. filmin eleştirileri gayet iyiydi ve hiçbir eleştirmen filmi yerin dibine sokmadı; yiğidi öldürüp hakkını verdi.
liste dışı 2 film daha var: germinal (1993) ve the full monty (1997). emile zola'nın bana oldukça sıkıcı gelen romanından uyarlanan germinal, romana göre oldukça başarılı. yukarıdaki listede hiç komedi filmi olmadığını düşündükten sonra, bir ingiliz kara komedisi eklemek istedim. the full monty'yi, özellikle işçilerle ilgilenen filmlerin güldürme potansiyellerini büyük çoğunlukla heba etmesine karşı adeta bir başkaldırı olarak görüyorum. liste içi ya da dışı olması fark etmeksizin, seçenekleriniz arasında yer alabilecek, izlerken büyük çözümlemeler yapmanızı beklemeyen en azından 1 film de olsun.
mayıs'ın yarısına geldiğimiz için, yukarıdaki liste haziran ayını da kapsasın istiyorum. temmuz sıcağına kavrulurken, serinlemek için yeni bir liste oluştururuz. yukarıdaki liseden en az 1 film seçmek, seçiminizi bu girdinin yorum kısmında belirtmek ve izledikten sonra da girdi yazmak; kulzos film topluluğu'nun mayıs-haziran aylarında destekçisi olmanız için yapmanız gereken tek şey. umarım önceki ayların ölü toprağını bir hışımla üzerimizden atarız. hepinize iyi seyirler, temmuz'da görüşmek üzere.
seçimler yapıldıkça listeyi güncelleyeceğim. topluluğa destek olanlara şimdiden çok teşekkür ederim. "çocuklar eğleniyor yha, ne güzel" şeklinde görmediğiniz için de bol bol şuku (böyle görüp uzaktan seyredenler olduğundan eminim).
inisiye bir topluluk değildir. aylık film listesinin altına şu filmi izleyeceğim yazmak katılmak için yeterli. buna karşılık izlediğiniz filme dair bir girdi bekleniyor.
dün akşamki girdiyi editlerim demiştim ama önerdiğim oyuncuların filmlerinden sizler için seçtiğim listeyi ayrı girdi olarak yazayım da başlık uplansın bari dedim. aralık ayı için jane fonda ve robert redford'u önermiştim dün. neden? çünkü hatun güzel, adam da yakışıklı, hiç bir şey olmasa resimlerine bakılır. yok, şaka, iyi filmleri var ikisinin de. nedense ilk aklıma gelenler onlar oldu.
önce jane fonda filmleri:.
cat ballou- 1965. intikam temalı bir western. lee marvin bu filmdeki rolüyle oscar almış. film eski filan demeyin, benden genç.
barbarella -1968. fransız yönetmen roger vadim tarafından çekilmiş. bir dönemin çizgi roman karakteri barbarella'nın uzay maceraları, hafif, keyifli bir fantazi.
they shoot horses, don't they?- 1969 amerikanın büyük ekonomik krizi döneminde yaşanan bir dram, trajedi hatta. insanın içine oturan ağır bir film sayılabilir.
julia-1977, ikinci dünya savaşı yıllarında geçen film lilian hellman'ın bir öyküsünden filmleştirilmiş. filmin ikinci yıldızı vanessa redgrave. üç tanecik oscar almış.
on golden pond-1981. ileri yaşlardaki ebeveyn evlat ilişkisini irdeleyen filmde jane fonda gerçek hayatta da babası olan henry fonda ile baba kız rolünde. bu dahi üç oscarlı bir film.
biraz da robert redford diyelim. redford'un çok fazla filmi var. aktörlüğünün yanında yönetmenliği ve prodüktörlüğü de var. yalnızca oyuncu olduğu filmler arasından bir seçim yaptım. yakın dönem, herkesin bildiği filmlerini de es geçtim.
the great gatsby-1974 f. scott fitzgerald'ın romanından uyarlanan filmin senaryosunu francis ford coppola hazırlamış. leonardo di caprio'dan farklı bir gatsby izlemek isteyenler buyursun. bütün karakterler sağlam ve gayet başarılı. iki de oscar almış.
three days of the condor-1975 cia komploları üzerine bir gerilim. filmin kadın oyuncusu faye dunaway. bir oscar adaylığı var.
all the president's men-1976 watergate skandalının ortaya çıkış hikayesi. olayı patlatan iki gazetecinin yazdığı kitaptan filmleştirilmiş, gazetecileri dustin hoffman ve robert redford canlandırıyor. gazetecilik etiği üzerine ders niteliğinde bir film. dört de oscarı var.
brubaker- 1980 aktörümüz filmde çürümüş sistemle mücadeleye girişen bir hapishane müdürünü canlandırıyor. bir oscar adaylığı var.
the last castle- 2001 bu film bir askeri hapishanede geçiyor. kahramanımız emirlere uymaması nedeniyle hapise düşmüş bir general. sağlam bir direniş öyküsü.
iki oyuncunun birlikte oynadığı filmler de var. bunlardan iki tanesi yeter dedim. biri komedi diğeri dram.
barefoot in the park- 1967 neil simon'ın tiyatro oyunundan perdeye aktarılmış bir komedi. tutucu bir avukat ve yeni evlendiği havai eşinin ev içi hallerine dair bir komedi. hiç kafam yorulmasın güleyim eğleneyim diyenler için. çok da hafife almayın ama. komedi gibi komedi. bizim özel tiyatroların biri de oynamıştı galiba bir zamanlar.
our souls at night-2017 bu yılın filmi. yepisyeni, dumanı üstünde daha. iki yaşlı, dul komşunun ömürlerinin sonunda birbirleriyle kurduğu ilişki üzerine bir dram.
on iki film etti, çeşit çeşit, elbet bir uyan bulunur kafalarınıza. izleyin, yazın. ikisi ile ilgili girdi de yazmışım tesadüfen, siz izleyip daha iyisini yazın.
lake of the hell'den iki oyuncunun daha yeni tarihli filmlerinden öneri geldi. onları da ekliyorum.
robert redford:
- a walk in the woods: 2015. fena değil. yaşlanma bunalımına "doğada kamp yaparım lan!" tepkisiyle karşılık vermek ilginizi çekebilir.
- spy game: 2001. son dönemdeki en iyi işi. kadro iyi, senaryo sağlam. keşke oscar'a da aday olsaydı demiştim.
- the clearing: 2004. gene kovalamacalı, gene adrenalin pompalatma amaçlı bir film. kadro güzel.
- quiz show: 1994. redford'un yönetmenlik tecrübelerinin en iyisi. zaten gerçek bir hikaye. eğer yönetmeni olduğu filmler de olabiliyorsa, bunu şiddetle öneririm.
jane fonda:
- stanley & iris: 1990. fonda'nın romantik komedilerinden. robert de niro da filmin bonusu.
- monster-in-law: 2005: 15 yıl boyunca hiçbir filmde oynamayan fonda'nın yeminini bozduğu film. bence kötü ama seçeneksiz kalırsanız deneyin.
- fathers and daughters: 2015. fonda yan rolde burada. russell crowe ve amanda seyfried'ın oyunculuklarını seviyorsanız, fonda da kreması olacak bu film. film güzel, fonda'nın rolü az.
Ama bunun yerine günün anlam ve önemine binaen bir film izlemek isteyenler için seçenekler bol. Ben yine 2 film önerisinde bulunacağım. Ki bir tanesi zaten üzerinden yüzyıllar geçse de izlenecektir elbette.
şubat ve mart ayında yok olmuş gibi görünmesine rağmen @laedri'nin çabaları ve @uyurgezer'in desteği ile ayakta kalabilmiş, bu ay ise bahar rehavetine kapılarak uyuyakalmış olan, sözlüğün ilk ve -galiba- en uzun soluklu topluluğu.
mayıs'la birlikte tekrar ayağa kalkacak. mayıs ayı içinde izleme önerisinde bulunmak istediğiniz bir konsept olursa, bu girdinin yorumlarına yazın, konuşalım. 1 mayıs olduğu için mayıs'ta işçi filmleri izleyebileceğimizi önerdi laedri. en mantıklı seçim bu gibi görünüyor ama aklınıza bi' şeyler gelirse, yazmaktan, önermekten çekinmeyin lütfen.
Bu kısımda işler nasıl yürüyor pek emin değilim fakat birkaç yazar arkadaş birleşip @wtf önderliğinde bu hafta sonu film izlemeye karar verip (bkz: the lord of the rings) serisini izlemeyi uygun bulduk. Daha sonra da filmlerle ilgili ya da bu konularda girdi yazmayı düşünüyoruz. Katılmak isteyenler için hala zaman var ehehehe^^
kendi kendime almış olduğum bir karar neticesinde harry potter serisini izlemeyi düşünüyorum bu hafta. Siz sevgili kulzos sakinlerinin de Aklına iliştireyim dedim^^
ocak ayı da geçmiş gitmiş. bir kaç kişiciktik zaten. lake of the hell'de bir süredir yazmıyor. joker arada bakıp kaçıyor. tek kişi kalmış gibi görünsem de şubat için bir kaç filmlik bir liste yapayım. aradan birini izleyip girdisini yazarım. fazla abartmadan üç beş film ile bu ayı geçiştirelim. birini ben izlerim. başka izlemek isteyen olursa bir kaç seçenek olsun.
bu aralar gelen yazarlardan ilgilenen olur belki. biraz bilgi vereyim. her ay belirli bir tema, oyuncu, yönetmen üzerinden sayıları on taneyi geçmeyecek şekilde film listesi yapıyoruz. ben de varım diyen izlemek istediği filmin ismini bu girdi altında yorumlarda yazıyor. sonra filmi izliyor, film hakkında bir girdi yazıp yine yorumlarda girdi numarasına yönlendirme yapıyor. topluluğa kayıt olmak, aman ben yeniyim endişelerine girmek gibi şeylere gerek yok. her yazar bir film izleyecek diye bir şey yok. birden fazla izleyip yazılabilir. bu film seçilmiş diye bir şey de yok. bir film üzerine birde fazla girdi de farklı bakış açıları sağlar.
bu ay tema üzerinden film seçeyim dedim, köleci toplumlar ve özgürlük üzerine bir kaç film bir araya geldi.
amistad - gerçek olaylar üzerine kurulu 1839 yılında geçen ve bir köle gemisinde çıkan ayaklanmaya dair bir film. www.imdb.com/... bunu da ben izlerim. izledim nitekim. amistad/#131014
spartacus -bu eski bir film. 1960 yapımı. üstüne çekilmiş bir yığın spartaküs konulu aksiyon filmi, diziler filan var. tarihteki ilk köle isyanını en doğru aktaran bu film. bütün demodeliğine, teknolojik olarak günün çok gerisinde kalmış olmasına rağmen yine de izlenir. spartaküs efsanesinin gerçeğe en yakın anlatımı bu filmde. www.imdb.com/...