1. Bir filmi. yaratılarının en minimalisti. Kendisinin en iyi yönetmen ve 'in 'nde en iyi erkek oyuncu adayı da olduğu, artık oyunculuk yapmayacağını açıkladığı, son rol aldığı yapım. Teknik açıdan da çok başarılı.

    Bu filmle ilgili aklımda kalacak olan ilk şey; iyi ki varsın
    #79236 krizantem | 7 yıl önce
    0film 
  2. hakkı yendiği için her gece sessizce ağlamama sebep olan, daniel day-lewis'in döktürdüğü şahane pta filmi! her anlamda öylesine güzel, öylesine naifti ki bu film, ödül alamadığını düşündükçe akademi'yi tokatlama isteği hasıl oluyor.

    yanacaksınız!
    #94185 ofelia | 7 yıl önce
    0film 
  3. 'ın yazıp yönettiği, 'nde "en iyi kostüm tasarımı" dalında oscar kazanmış 2017 yapımı film. hem paul thomas anderson'ın hem de başrolündeki 'in vasat işlerinden biri olduğunu düşünüyorum. ayrıca 'nun bu ayki listesindeki () filmlerden biriydi.

    day-lewis, anderson'la bu film için anlaştığında "artık kariyerimin sonuna geldiğimi hissediyorum. içinde yer aldığım son proje bu olabilir" dediği için akademi'nin radarına girdiğini ve filmin 6 dalda adaylık aldığını düşünmüştüm. kendimce yanılmamışım. anderson'ın şu ana kadar yönettiği 30 küsur uzun ve kısa metraj filmde bu yılki kadar dikkat çektiğini düşünmüyorum. öyle ki; bile phantom thread kadar pazarlanmamıştı. keşke akademi'nin ikiyüzlü tavrını sineye çekmeseydi anderson. ve 'ya bile 3 dalda adaylık ve 0 heykelcik veren akademi'nin ne mal olduğunu gayet net bir şekilde gösteren bir film olmuş.

    anderson'ın romantik filmlerinde odak noktası bellediği nokta hiçbir zaman oyuncular veya karakterler olmaz, fikirler ve duygular olur. phantom thread de böyle aslında. yüksek sosyete modacısı "reynolds woodcock"'ın kişiliği değil; duyguları ve işine, hayata bakış açısı filmin oturduğu çizgiyi belirliyor. "alma elson" ile ilişkisi bile romantizm değil, buram buram fikirler sıçratıyor çevresine. ancak film, tam da bu sıçratmayı bir düzene oturtamadığı ve aslında izleyenlere bu fikirleri açıklamak yerine, oldukça bulanık olan "oldukça fazla yaş farkına sahip bir çiftin ilişkisi" sığ sularına gömüldüğü için ne söz konusu fikirleri ne de anlatılabilecek duyguları fark ettirebiliyor. hele ki; filmin hemen hemen tamamı alma elson'ın anlatımı ve bakış açısıyla oluşturulduğu için "kadın bakış açısıyla bir ilişki" sığlığına kadar yavaş yavaş iniyor.

    day-lewis'in oyunculuğu sadece mimikleri üzerinden bir süre daha ilerleyebilir bence. there will be blood'ın bile üzerinden 11 koca yıl geçmişken, kendisinin oyunculuğunu sabit tutabildiğini düşünmek fazlaca romantik bir düşünce olacaktır. zaten hollywood'daki kalbürüstü oyuncular arasında en fazla iş seçen, ince eleyip sık dokuyanların başında gelen day-lewis'in anderson, , , gibi müthiş birer hayal gücüne sahip yönetmenler haricinde, hollywood dahilinde çalışabileceği yönetmen sayısının çok az olduğunu düşünüyorum. belki de bu yüzden kariyerini bitirmek istiyor bile olabilir. filmin ön planında kendisi yer alsa da, filmi izleten kesinlikle kendisi değil bana göre. "reynolds woodcock"'ın ablası cyril rolündeki ('daki performansı nefisti, belki oradan hatırlarsınız) filmin can damarı. "alma elson"'ı canlandıran 'in oldukça donuk, samimiyetsiz yüz hatları ve sanki elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen vücut dili beni filmin başından sonuna kadar rahatsız ettiği için kendisini es geçiyorum. zaten bu roller ve oyuncular dışında, göze çarpan, filme doğrudan etki etmiş bir rolden bahsetmek mümkün değil.

    hayal kırıklığı ile "eh işte" arasında bir yerde tutacağım bu filmi ben. anderson'ın kariyeri kağıt üzerinde yükseliyor gibi görünüyor olabilir ama '90'lardaki işlerinden bu yana düşüşte olduğunu düşünmekteyim. kısmen yüksek bütçeli işler değil de (phantom thread'in bütçesi yaklaşık 35 milyon dolar. bu paranın büyük kısmının zaten kostümlere harcanmış olduğunu düşünüyorsanız, haklısınız), senaryonun hakkını veren, izleyiciyi allak bullak etme noktasında başarılı filmler çekmeye devam etse keşke... day-lewis'e güle güle diyerek, anderson'a da "abi, daha iyisini yapabilirsin" gazı vererek filmi izlemek isteyenlere şu öneriyi yapabilirim: eğer 1950'ler modasını seviyorsanız, o dönemin londra'sı ve genel olarak aristokrasisi içinizi açıyorsa, elit ortamların ipe sapa gelmeyen duygusal buhranlarını izlemekten hoşlanıyorsanız, buyrun izleyin.

    afiş

    fragman
    #108088 lake of the hell | 6 yıl önce
    0film