başlığı neredeyse 1 yıldır boş kalmış olan izmir'in gururu.
geçen sezon bence mucizevi bir şekilde play-off'a kalmıştık. özellikle gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'ndeki samsun maçı büyük kırılma yarattı. o samsun ki, 20 maçtır kaybetmiyor, 7 maçtır da aralıksız kazanıyordu. biz de keçiören'le play-off'a girme savaşı veriyorduk ve 6 maçtır da kaybetmiyorduk. maçtan sonra şirinler'le ilgili baya bi' goy goy döndürmüştük ("gargamel burada!" pankartı müthişti). samsun kalan 6 maçını 5 galibiyetle bitirip şampiyon oldu. biz ise kalan 7 maçımızda yenilmeyerek play-off'a son sıradan girebildik.
değişen sistemle birlikte 1. lig'te 3-4-5-6-7 olan takımlar play-off oynuyor. sistem biraz saçma: 3. takım play-off finaline çıkıyor ve rakibini bekliyor. 4. ve 5. takımlar ev sahibi olarak 6. ve 7. takımlarla tek maç üzerinden eleme maçı oynuyorlar. kazananlar, play-off yarı finalinde 2 maç üzerinden elemeli karşılaşıyorlar. finalde ise 3. takımla tek maç üzerinden oynuyorlar. ligin fikstür olarak haziran ayının neredeyse ortasında bitirilmesi böyle olmuştu. ayrıca 6. ve 7. olarak play-off'a girmek "son bir maçlık şans" yakalamaktan fazlası değil. sistem çok kötü oldu böyle. 3. olan doğrudan beklemeye geçip günlerce dinlenirken, özellikle 6. ve 7. olan takımlar önce 3 maç yapıp finalde bu 3. takımla karşılamak için perişan oluyor. bu sistem artık on yıllarca sürer böyle. eski sistemde 7. olup oturup ağlayan da yoktu. neden değiştirildiğini kimse bilmiyor.
biz play-off'ta bodrum'la eşleştik. ilk yarı bittiğinde 2-0 gerideydik ve hem rakibi hem ilçeyi kolay lokma gördüğümüz her yerimizden akıyordu. 86. dakikada 2-1'i bulsak da maçın son dakikasında bodrum skoru 3-1 yaparak fişimizi çekti. sakarya'yı 120+bilmem kaçta saçma sapan bi' golle eleyen eyüp'ü de deviren bodrum, play-off finalinde pendik'e de vurdu, vurdu ama deviremedi. pendik play-off'tan süper lig'e çıktı.
geçen sezondan sonra bizim taraftar "zaten bu takımdan hiçbir şey beklemiyorduk. iyi geldik" ile "madem play-off'a kadar geldik, sonunu da iyi getirmeliydik" arasında gidip geldi. özellikle 2022 eylül-ekim aylarında düşme potası civarında gezen takımın play-off'a hem de bilmem kaç maç kaybetmeden, deli gibi şahlanarak kalması moral verdiği kadar, beklentilerimizi de kaf dağı'nın ötesine gönderdi. belki de bu yüzden rakibi neredeyse yok sayarak ve sonuna kadar hak ederek elendik. 36 maçta 60 puan toplamış bir takımı, bahsettiğim aylarda ön görebilecek bi' babayiğit yoktu. gaza gelmekte de haklıydık bence.
yaz kampı son 10 yıldır falan berbat geçer bizim. ya transfer edilen oyuncular kampa çok geç katılır ya takımdaki eksiklikler ağustos'un son günlerinden önce inatla görülmemeye çalışılır ya taktik düzen ve alternatifler ortaya çamur gibi saçılarak gösterilir ya da illa ki 2-3 ciddi sakatlıkla takımın omurgasını oluşturan oyuncular sakatlanır. bunların birkaçı gene oldu tabii, şaşmaz. geçen seneden beri takımı arka planda yönettiğini cümle alemin bildiği radomir kokovic, değişen sistemle birlikte teknik direktör sıfatını aldı ("1. lig'te yabancı teknik direktör olabilir" maddesi geldi. eskiden yoktu). kokovic zaten geçen sezon da kadro mühendisimiz olduğu için oyun mantığında hiçbir şeyin değişmeyeceğini bal gibi biliyorduk. şakir özkayımoğlu ve ekrem dağ yardımcı hoca oldular. ivan mance ise, ağustos ayının sonundan beri ceo görevinde. kulüp o kadar berbat yönetiliyor ki, ceo aradığımızı başkan rasmus ankersen kulüpten yapılan bi' basın açıklamasıyla duyurdu ve geçici olarak mance'nin ceo olduğunu belirtti. yani, linkedin'den falan ceo arıyoruz. taraftar olarak bundan ötesini anlamadık. mance'nin eski görevi olan sportif direktörlüğü şimdi kim yönetiyor; onu da bilmiyoruz. bu yönetimsel saçmalıkları daha geniş anlatacağım aşağıda, şimdilik boş yere sinirlenmeyeyim.
taraftar mevzusuna da en son geleyim. transferlerden ve takım içi düzenden bahsedeyim:
- geçen sezon altınordu'da neredeyse hiç maç kaçırmamış olan ali dere, 4 sezondur kasımpaşa'da rotasyonda 15-20 maçtan az oynamayan tarkan serbest, 3 sezon önce bursaspor 1. lig'teyken parlayan taha altıkardeş, bu lige fazla mateusz lis, geçen sezon tuzla, bir önceki sezon da keçiören'in savunma sağlamlığı tek başına sağlayabilmiş ogün bayrak, süper lig'te malatya ve rize'de oynamış, geçen sezon da 1. lig'te rize ile 30 küsur maça çıkmış "deve forvet" kubilay kanatsızkuş, 3 sezon önce 32 yaşında hatay'da oynarken süper lig'te önce 19, sonraki sezon 12 gol atmış mame diouf, alanya altyapısı ürünü ümit akdağ, geçen sezon samsun'un şampiyonluğunda orta sahanın vazgeçilmezi olan celil yüksel, 3 sezon önce belçika ligi'ne geçerek parlamaya çalışan cezayirli apaçi billal messaoudi, yaşı henüz 26 olmasına rağmen bu ligi en iyi bilen orta sahalardan ahmet ıldız, eskişehir altyapısı ürünü olan ve 2 sezon önce adana ile 1. lig'te 29 maça çıkıp iyi de katkı vermiş olan fıratcan üzüm ve malmö'den aldığımız 35'lik ağır defans lasse nielsen. bu sezonun dişe dokunur transferleri bunlar. gidenler arasında ise sadece michee ngalina ve uğur kaan yıldız'ın kiralanmaları önemli bence. geçen sezon bittiği gibi dino arslanagic ve marko mihojevic'in ayrılması ise moral bozmuştu tabii. özellikle dino'nun avrupa'da kalacağını düşünenler de yanıldı çünkü adam arabistan'a gitti. marko halâ kulüp arıyor sanırım.
david tijanic'in geçen sezonun ortasında elin arabına yok yere kiralanması infial yaratmalıydı. "al adalah" küme düşerek arap pro ligini bitirirken, tijanic takıma katılmasından takım küme düştüğü maça kadar 18 maçta ilk 11 oynadı, 4 gol, 1 asistle sezonu tamamladı. birkaç maçının özetini de izledim. adamı araplar bile mc olarak oynatmaz, sürekli serbest 10 numara gibi denerken, bize geri döndüğü gibi hazırlık maçlarında gene yalçın-palmer-tijanic orta sahası görmeye devam ettik. belki de celil ve ahmet'le birlikte farklı bi' oyun anlayışı görürüz, tijanic de daha serbest oynarak gerçek mevkisine döner diyorduk ama olmadı. özellikle savunma hattının tamamen değişmiş olmasının de, hazırlık maçlarında sürekli farklı bi' şey denemeyle de alakası var. bu yüzden de eylül ayının sonuna geldiğimizde bile oturmuş bir takım değil, oturmuş bir savunma bile göremiyoruz yer yer.
- transferler arasında özellikle tarkan, taha ve ogün önemli çünkü 3'ü de atınç nukan'la uyumuna göre sahada olabiliyor. nielsen 3 maç 11 oynayarak hızının artık hiç olmadığını, ayaklarının da beyniyle bazen uyumsuz kalabildiğini gösterdiğinden beri, savunmadaki 3 stoper bu 4 kişi arasında seçiliyor. 3-5-2 gibi oynamıyoruz. özellikle geçen sezonki gibi katı bir 3'lü yok ama geride kalan 3'lünün hepsinin stoper olma özelliği devam ediyor. dino-atınç-emir ortakaya düzeninden ogün-atınç-taha ya da taha-atınç-tarkan'a dönmüş durumdayız. ogün-dino karşılaştırması berabere bile bitebilir ama taha ya da tarkan'ı ve hatta bazen forma şansı bulabilecek olan ümit'i emir'le karşılaştırmak çok yersiz. emir'i tekrar kiralamak için hiçbir şey yapmayıp kocaeli'ne kiralandığını ağustos'un son günlerinde öğrenmek çok can yaktı. halen 3'lünün solunda oynayacak olan isim değişip duruyor işte. sol bekte ismail köybaşı geçen sene bittiği gibi sakatlandı ve şu ana kadar sakat deniyor. bence futbolu bırakmış bile olabilir. yunus emre gedik ise, ümit ile birlikte orayı yedekleyebilecek tek oyuncu. şimdilik 4 maçta 2 asisti var ve sürekli 11 de başlayabilir. sağ bekte ise, geçen senenin saçmalıklarından tarık çamdal'la yollar ayrıldıktan sonra sürekli ogün denendi. galiba ali de burada oynayabiliyor ama çabuk sıkıldı ondan teknik ekip. ogün'ün yedeği gibi denenen fıratcan da var ama ogün buranın adamı oldu şimdiden. savunma 3'lüsü, yukarıda da yazdığım gibi ogün, atınç, taha, tarkan'a emanet. bazen ümit ve nielsen de forma şansı bulur ama ana 3'lü bunlar. orta saha kurgumuz halen aynı: mümkünse yalçın kayan-romal palmer, yalçın-celil ya da yalçın-tijanic. önlerinde sağda kenneth mamah veya billal; solda belki palmer, belki aliou traore, belki altyapı ürünü izzet malak, orta sahada oynamazsa belki palmer. hücumda ise tek olarak diouf. yedeği de kubilay. alternatifsizliği "seçenekli çaresizlik" yapmış bir takım yapısı görüyorsunuz.
kimilerince "6 maç için hiçbir şey söylenemez", kimilerince de "ulan, bunlar aylarca kamp yaptı. sadece 6 maç olarak bakmayın, topa tutun" mantığı geçerli. ben ikinci kısma kaydım artık çünkü her sezon "eylül sonuna kadar vakitleri var, hunharca yenilebilirler" der, sessizce maç izler, haber takip ederdim. yukarıda bütün parçalarını saydığım takım 6 maçta sadece 4 gol atabildi. bu 4 golün 1'i de altay'a karşı 90+bilmem kaçıncı dakikada bi' duran toptan bala göte he, yanlış olmasın. hücum organizasyonu yaratmada fazlasıyla beceriksiziz. orta saha elemanı açısından sayısal olarak bakarsak ligin iyilerinden olabiliriz ama bunun sahaya yansıması, savunmada pozisyon alınmışken yalçın'ın halâ adamını takip etmemesi, tijanic'in sürekli yerini yadırgaması, celil'in geçen senelerden kabusumuz olan "aşiretçilik" yeltenmelerine karşı facepalm yapmak falan oluyor. geçen sezon da kağıt üzerinde iyiydik ama aktörler sahne alınca "küme düşmesek iyi bu sezon ya" derken bulmuştuk kendimizi, hem de gene eylül-ekim gibi dedik bunu. bu sene ise değişen sadece isimlerin bazıları olmuşa benziyor.
taraftarlık mevzular da olmadı değil. geçen sezon türkiye kupası finali gürsel aksel'de oynandı. 25 mayıs'ta belirlenen tarih, finalin 11 haziran'da oynanmasıydı. 16 mayıs'ta ligteki son iç saha maçımızı oynamıştık. 16 mayıs-11 haziran arasında 26 gün var; neredeyse 1 ay işte. bu, aklınızda kalsın. kupa maçı oynandı, bitti. sonra yeni sezon hazırlıkları dahilinde bizim takım, sport republic'in sahibi olduğu southampton fc ile hazırlık maçı ayarladı. tarih 15 temmuz'du. 11 haziran'dan 15 temmuz'a da 34 gün var; neredeyse 1 ay diyelim gene. bu da cepte. biletler satışa çıktı, her şey tamam gibi. ama kulüp 13 temmuz'da, yani maçtan 2 gün önce maçın bornova'daki doğanlar stadı'na alındığını, satın alınan biletlerin 9 gün içinde ilgili hesaplara iade edileceğini, yeni biletlerin ise maçtan 1 gün önce satışa çıkacağını duyurdu. biz "n'oluyo ya?" derken, özellikle stadın içinden görüntü alabilen eşin dostun, taraftarların paylaştıkları kanımıza dokundu çünkü gürsel aksel'in zemini patates tarlasından beter bir haldeydi. yukarıdaki gün hesaplamalarına göre, lig bittikten 1 ay sonra kupa finali oynanmış, bu finalden de 1 ay sonra bir maça ev sahipliği yapacak olan, ülkedeki statlar arasında görece en yenilerinden biri olan stadın zemini böyle olmamalıydı. taraftar önce kuzu oldu, paşa paşa bilet alıp maça gitti, southampton'la kardeş takım goy goyunu pekiştirdi, maç bitti. sonra ise fitili ateşledi: "bunun sorumlusu kim kardeşim?". göztepe'yi bilmeyenler bunun için bir açıklama yapılacağını falan düşünecektir ama böyle bir şey uzun bir süre olmadı. sanırım ankersen, taraftar tepkisinin maçlara da yansımasından korktuğu için sahanın fiziksel olarak altyapısıyla ilgilenen şirkete açıklama yaptırdı. şirket bütün suçun kendilerinde olduğunu, kupa finalinin zemini kötü etkilediğini falan anlattığı upuzun bir metin yayınladı. ancak southampton maçı ile kupa finali arasında 1 ay zaman vardı ve hiçbirimiz bu masalı yemedik. biraz daha araştırınca, kulübün gürsel aksel'in zeminini izmir ekonomi üniversitesi'nin mezuniyet kutlamalarına tahsis ettiğini (yanlış hatırlamıyorsam 18-19 temmuz, 2 gün boyunca), kiralık ücretini paşalar gibi aldığını okuduk. yani, southampton maçını başka stada alıyor ama sikik bir okulun mezuniyet törenini aynı çimler üzerinde yapmaktan geri adım atmıyor. bu mezuniyet mevzusu sosyal medyada bi' patladı; kulübün ceo'su olan emre can'a kadar herkes topa tutuldu. konu burada kapandı mı? tabii ki hayır çünkü bok gibi yönetiliyoruz biz, selam!
çimlerle ilgilenen şirketin osuruktan açıklaması ve mezuniyet zıttırısı bittikten sonra, kulüp sessizliğe büründü ve transfer açıklamalarından başka bi' şey açıklamadı taraftarına. 13 ağustos'ta ilk maç gürsel aksel'de kardeş sakarya ile oynanacak. artık "18/19 temmuz-13 ağustos arasında kaç gün var?" demiyorum, kendiniz hesaplayın. 8 ağustos'ta, izmirli, bilinen ve saygı duyulan bir gazeteci olan ergin karataş bu haberi yazdı: göztepe'de stadyum krizi ". şaka gibi ya. gürsel aksel'in zemini halen bok gibi olduğu için ve tek bir çim yapılandırması mayıs'taki son maçtan beri yapılmadığı için yeni sezonun ilk maçını da başka yerde oynayacaktık. taraftar infial etti artık tabii. bornova doğanlar stadı'nda faşşolig uygulamaları bulunmadığı için izmir'de de oynayamıyorduk. adamlar o kadar beceriksiz ki, altınordu 1. lig'ten düştükten sonra doğanlar'daki elektronik giriş sistemlerinin sökülüp urfa'daki gap stadı'na götürüldüğünden bile habersiz. bu sırada "bursa'da mı oynarız, sakarya'da mı oynarız?" falan konuşuluyor. akhisar'da karar kılınmış (büyük ihtimalle bizimkilerin vereceği para az olsun diye orası oldu). maç oraya alındı, "taraftar sayısı gözle görülür şekilde düşer, tepki basına yansımaz" diye düşündüler. ama olmadı. biletini gürsel aksel için alan bütün taraftar oraya aktı, trt'de bangır bangır "emre can istifa" seslerini duyduk. sonunda ankersen basın açıklaması yaptı. yazılı olarak 21 ağustos'ta üzgün olduğundan, bütün suçun zeminle ilgilenen firmada olduğundan falan bahsetti gene. ardından da, girdinin başında yazdığım ceo değişikliği oldu, emre can kovuldu, yerine sportif direktör olan mance getirildi. ama onu da geçici yaptıklarını, ceo aradıklarını duyurdular. korkunç yönetiliyoruz ve biz bunu bu gavurlar çerçevesinde 1 yıldır söylüyoruz.
şu anda hiçbir taraftarın aklındaki temel endişe "takım nasıl oynamalı?", "oyun kurgusundaki hatalar neler?" falan değil. yönetimsel bir değişiklik için hazır kıta bekliyorlar. önce kokovic ve bütün ekibin, ardından da ankersen'in türkiye şartlarına alışamamasının hesabının sorulmasını bekliyorlar. öyle çorum'a yenilmişiz, altay'ı, manisa'yı yenmişiz diye mutlu olan pek yok. bizim için sezon bu kadar berbat yönetimsel düğümlerle başladı. daha futbola odaklanamadık, kulübe ingilizce mail atıp "ne yapıyorsunuz siz ulan?!" diyen taraftarlar bile var. biz bu yönetim-taraftar iletişimsizliğini, değil mehmet sepil'de, şirketleşmeden sonraki bütün başkanlarda yaşamış ve bunun çözülmesi gereken en büyük sorun olduğunu bağıra çağıra söylemiştik (2 eylül 2006 isyan yürüyüşü bile bunun bir yansımasıydı aslında ama kulübü yönetmeye talip olan kimse göremedi). aynı tas aynı hamam bizde. yabancı da olsa, bu işin mutfağından gelip bütün tecrübeyi yaşayarak öğrenmiş de olsa, sport republic bile aynı hataları yapmaya devam ediyorsa, bu ülkede yapısal olarak kambur olan hiçbir şeyin değişmeyeceğini rahatlıkla öne sürebilirim. ama işte umut bu; söküp atamıyorsun içinden. göztepe bu; kolunu kessen, bacağındaki atardamar "hayırdır sen?" diye yükleniyor, takımı bütün hücrelerinle desteklemeye itiyor seni. bu çıkmazı taraftarın çözmesi mümkün değil. "yönetim"in kelime anlamını bilen profesyoneller lazım bize. şu anda kulübün içindeki mamacılar bile sepil döneminden kalanların bir kısmını oluşturduğu bir yapı. taraftarlar olarak içimizdeki hümanizmi boğup hepsini kurşuna dizsek, gene de hiçbir şeyin değişmeyeceğini, yeni mamacıların, beceriksizlerin pire gibi çoğalabileceğini biliyoruz. izmir'i komple avrupa'ya taşımak iyi bir fikir bence halâ. evet, halâ.
neredeyse 3 hafta sürecek ligin devre arasına son 6 maçta topladığı 7 puanla girmiş, play-off potasıyla puan farkı 2 maç civarında kalmış, küme düşme potası ile de 3 maç uzakta ne akan ne de kokan bir oyun anlayışıyla devam eden izmir'in gururu.
geçen ayın sonlarına doğru oynanan eyüp deplasmanında kötü ve bence korkak oyun, başa baş gidebilecek ve eyüp'e sahasında ilk mağlubiyetini tattırabilecek bir sonucu engelledi. ligin devre arası oldu, adamlar iç sahada halâ namağlup. kaçan balık büyük oldu bence. saçma sapan yaptırılmış ve haklı olarak kazanılmış bir penaltıyla, 90 dakikayı tek değişiklikle bitirip puansız kalmıştık. 27 kasım 2022 göztepe altay maçı oynanabildiği 20 küsur dakikaya göre iyi doneler veriyordu ki, saha dışı bok bok işler nedeniyle takımın dengesiz ruh hali parçalanma kıyısına gelmiş oldu. ardından gelen adana deplasmanı, teknik ekibin iyi hazırlandığı, "topu rakibe ver, açık alan kovala" mantığıyla 90 dakika boyunca devam etti. yenilen 2 gol kötü adam paylaşımı ve ekrem kılıçarslan'ın pozisyon hatasıyla geldi. bizim 2 gol de, amaca uygun açık alan kovalama ve müthiş bir tek vuruşla geldi. maçın hakkı beraberlikti, adana'dan puan alarak altay maçının etkilerini nötrledik. manisa maçı 5-3 falan kazanabileceğimiz bir maç oldu ama 1-0'a tamah ettik. özellikle hücum hattına romal palmer'ın iyi pas dağıtımı, david tijanic'in iyi bir ön libero gibi oynaması yalçın kayan'ın gene saç baş yoldurmasının önüne geçti ve iyi pozisyonlar ürettik. marko kvasina'nın 2 net pozisyonu harcaması da "net bir golcümüz halâ yok, bu sene böyle geçecek herhalde" hissini pekiştirdi. 1-0 da olsa, galibiyet fena moral oldu. rize deplasmanının ilk yarım saati kolaylıkla 2-0 yenik duruma düşebilirdik. bence bu ligin en tehlikeli hücum oyuncuları olan yannick bolaise ve deniz hümmet hem yarattıkları hem de ürettikleri pozisyonları güzelce harcadılar. ismail köybaşı kariyerinin en güzel frikik golünü attı. sonrasında da palmer gene tek vuruşun önemini hatırlattı. özellikle son yarım saatte fark 4 bile olabilirdi çünkü rize'nin 2 gol yedikten sonra ne kadar dağınık bir takım olabileceğini görmüş olduk. tuğbey akgün yalçın'ın yerine ilk 11'e göz kırparken, palmer 11'in değişmezi olmayı garantilemişti.
lige verilecek 3 haftalık aradan önceki son maçı da bugün bodrum'a karşı oynadık. saçma sapan bir karar olmasına rağmen, iki takıma da hükmen mağlubiyet kararı çıkmış altay maçı haricinde, takım 3 maçtır mağlup olmuyor, 2 maçtır da puan kaybetmiyordu. ayrıca keçiören eyüp'ü yenmiş, altay tuzla'ya yenilmiş, manisa pendik'le berabere kalmış, rize altınordu'yla berabere kalmış, erzurumspor bolu'ya kaybetmişti. yani, bodrum maçı "hedefin ne?" sorusuna cevap maçıydı. kazanmak play-off potasına girmek, 3 maçlık galibiyet serisi yakalamak, alt taraftaki takımlarla araya uçurum koymak demekken, mağlubiyet play-off'la arayı uzatmak, alt taraftan tamamen kopamamak, gel-gitli performansa devam anlamı taşıyordu. belli ki, teknik ekip bu maçın önemini böyle anlatmamıştı. çekilen 16 şutun 1'i kaleyi buldu, 83. dakikaya kadar gözle görülür bir teknik değişiklik yapılmadı, son 10 dakika 4-1-5 planıyla "hurra hücum!" moduna girildi. bodrum biraz akıllı ve ayağı iyi oyuncu kadrosuna sahip olsa 4-5 yerdik. 1-0 kaybederek bu yılın da rüzgarda savrulmaya gebe olduğunu kendimize itiraf etmiş olduk.
ligin devre arasında ne olacağını kestirmek zor. bodrum maçı bu yüzden de önemliydi. rasmus ankersen ve sport rebuplic, play-off potasına giren ve rüzgarı hafiften arkasına aldığını gösteren bi' takımı görmezden gelemeyecek, illa ki üst sıralar ve nihai bir amaç için kadro planlaması yapmak zorunda kalacaktı. şimdi ise, durum sezonun başındaki "bu sene çok da acele etmeyelim" havasına bürünmüş oldu. üzücü tabii. ayrıca, teknik ekibin başına olduğunu yazın sonundan beri bildiğimiz asıl teknik direktör radomir kokovic'in elindeki oyuncuları tanımak için ne ekrem dağ'a ne de şakir özkayımoğlu'na ihtiyacı olduğu da ortaya çıktı bence. yalçın'ın sürekli 11'de olması, top bizdeyken 3-5-1-1, rakipteyken 5-3-1-1 oyununun can damarı olan 3'lü stoperde yapılan hatalara karşı önlem alınmaması, ekrem'in kaledeki dengesiz form durumu, sağ-sol bek yedeklerinin (yunus emre gedik ve uğur kaan yıldız) 2. lig seviyesinde kalmaya devam etmesi, tijanic'in dmc olarak oynamasına artık kimsenin şaşırmaması ve oyuncunun da bu role saplanıp kalması, ali akman'ın da, kvasina'nın da bitirici olmamaları, kenneth obinna mamah ve isaac atanga'dan istenen verimin hiçbir zaman alınamayacağının anlaşılması, tuğbey, efe can saçıkara, izzet furkan malak gibi gençlere yeterince fırsat verilmeyeceğinin görülmesi bu sezonun temel problemleri olmaya devam ediyor. taraftarın da büyük kısmının istekleri bu sorunlarla paralellik gösteriyor zaten. "sağ-sol bek alın!" diye diye yıllardır kıvranıyoruz biz. ismail ve tarık çamdal'ın bu performanslarına "amin!" demek zorundayız. ben kendimce devre arasında nelerin olmasını istediğimi iliştirip bitireyim girdiyi:
1- olmazsa olmaz bir mc: tijanic'i dmc'ye evrilttiysek, yalçın'ı kadrodan şutlayıp tuğbey'in de forma için kendini parçalamasını sağlayabilecek bir mc'nin kadroya monte edilmesi lazım. palmer diğer mc kontenjanını garantiledi sayılır. yukarıda anmayı unuttuğum mesut emre kesik de sakatlanmadan önce iyiydi, sağ beki bile yedekleyebileceğini göstermişti çocuk. böylece orta sahada alternatifsiz tek yer, palmer'la yan yana oynayabilecek bir mc oluyor. geriye gelip top alıp dağıtabilecek ve böylece tijanic'in esas görevine yardımcı olacak, iyi bir top kesici olması elzem, ayakları pas ve şut için iyi olmasa da iş görebilecek bir mc şart oğlu şart. bunu türk oyuncular içinde bulamıyoruz biz, belli bu (yoksa tuğbey de, yalçın da formayı giyip sahaya çıktıklarında "işte bu" dedirtirlerdi bize). palmer'ın, atanga'nın alındığı championship ve amerika ligi mls gibi yerlerden genç oyuncu getirmek iyi bir fkir olabilir. uyum sorunlarını geç aşıyorlar ama tutarsa "orta saha 3'lüsüne beddua etmeye elveda" diyebiliriz.
2- net bir bitirici: kvasina hem çok geç form tuttu hem de atınç nukan'ın şişirdiği toplardan başka bir alternatif üretemeyen teknik kadronun aslanların ağzına yem olarak attığı bir oyuncu haline dönüşmesine ramak kaldı. iyi top indiriyor (ligin hava topu kazanma istatistiklerinde en iyi 3. oyuncu) ama bu bize yetmiyor. biz hala adis jahovic, demba ba tipi, hem top indirebilen hem de kendine pozisyon yaratıp gol atabilen santrafor arıyoruz. önde illa ki tek santrafor oynayacağımız da belli olduğuna göre (gönül halâ ali-kvasina yan yana oyunu görmek istese de), kvasina'dan formayı alabilecek kadar fiziksel açıdan güçlü, hava topu alabilen, özellikle yasin öztekin'le iyi bir uyum yakalayabilecek, kendisine pozisyon yaratıp skor üretebilecek bir santrafor gerekiyor. kadroda bulunan hüsamettin yener çapraz bağlarını kopardı ve sezonu kapattı. ali çok az forma şansı buluyor. kvasina'nın durumu ortada ve yetmiyor. belki mamah orada denenebilir ama o zaman da "hücum hattının sağına kimi koyacağız?" gibi bir sorun çıkıyor. bu noktada atanga kanat bek olarak bile denendi ama ayaklarına pek hakim bir oyuncu olmadığı için tek maç iyi görünüp diğer maç 2 hata yapıp ya da geriye gelmeyip gol yedirebileceğini de gösterdi. bu yüzden mamah da santraforda tek oynayamaz gibi görünüyor.
3- sağ-sol beki yedekleyebilecek en az 1 kanat beki: ismail hem temposuz oyunda var olabilen hem de içe kat edebilen bir beke fiziksel yetersizliklerinden dolayı evrildiği için 60. dakikadan sonra sahada yok olan bir oyuncu. tarık'ın fiziği ise, daha önce de yazdığım gibi, 10 yaşındaki çocuktan farksız; ben bile birkaç omuz darbesiyle kendisini yere düşürürüm rahatlıkla. ligin içinden geçen, "pır pır kanat" olarak tabir edilen zenci kanat oyuncularıyla karşılaştıklarında bu ikili aciz durumlara düşüyor. gene de, ismail saha içindeki organizasyonun stoperlere kalmamasında etkili oluyor, aktif dinlenme yapabiliyor. tarık ise, oyundan fiziken düştüğünde orada kalıyor, posa gibi. kuvvetli, iyi top kesebilen, ters kademesi olan, rakibi karşılamada nerede duracağını bilen, hücuma çıkmasa da olabilecek bir sağ bek gene şart oğlu şart. ismail-yunus emre ikilisinin sezonu tamamlayabileceğine inanmaya başladım ben. mümkün olursa, her iki beki de yedekleyebilecek, saydığım özellikleri ortalama bir joker eleman da alınabilir.
4- kaleci sorunu zannedilenden daha büyük: ekrem bu ligin kalecisi olamaz. bunu her hafta gösteriyor. boyu kısa olduğu için köşelere uzanması için önceden iyi pozisyon alması gerek; pozisyon alamıyor. stoperlerle iyi anlaşıyormuş gibi görünüyor; önündekilerin hangi adamı arkalarına kaçırdığından haberi yokmuş gibi davranıyor. cepheden iyi gibi görünüyor; bire bir pozisyonlarda öne çıktığı için açıyı değil, kaleyle arasındaki mesafeyi artırmış oluyor. topu ayağında gereksiz yere tutuyor; bazen kendi taraftarından bile ıslık yiyebiliyor bu yüzden. altyapıdan çıkmış arda özçimen ise yıllardır bir göktuğ bakırbaş bile olamadı, formayı alamadı. gelişiminin tıkandığını düşünüyorum. altay'dan southampton'a giden, eylül başında da troyes'a kiralanan mateusz lis benzeri bir kaleci lazım bize. bu ligi sözde bilen ekrem'in hali ortada. bilmeyen ama kalitesi tartışılmayacak bi' yabancı görelim bi' de.
5- teknik ekibin görevleri netse, sahadaki problemlere karşı çözüm yolu nerede?: kokovic takımın başında, onu biliyoruz. hatta ekrem ve şakir hocalardan bilgi alıp sahaya takımı çıkaran da kendisi. ama yasin'in bencilliğinin takıma zarar verebileceği zamanın, kvasina ya da ali'nin skorer olma sınırı olduğunu da unutmaması lazım. şu anda yasin'den başka takımı sırtlayan net bir oyuncu yok. olduğunda, zaten play-off ve üstü hedefler için daha net konuşacağız. kenar yönetimin, şimdiki planda, sahada 60.-70. dakikalardan sonra hayalete dönen oyuncuları yedekleme ya da performanslarını 90 dakikaya yayma konusunda hiçbir varlık gösteremedikleri en az 10 maç hatırlıyorum, daha ligin yarısı tamamlanmışken. iç sahada öyle ya da böyle "yenilmeme serisi" yakalar bu takım, orası kolay. ligin ve bence türkiye'nin en iyi taraftarı arkalarında olacak. ama deplasmanlardaki karne şu anki gibi 9 maçta 7 gol atıp 10 puan toplamak olamaz. bu gel-git, takımın temel bir oyun omurgası üretememesinin de ana nedeni bence. rakiplerin "göztepe'ye karşı 2 silahımız var: yasin ve tijanic'e yakın markaj. stoperler oyun kurmaya başladığında önde baskı" anlayışı, artık her maç olacak. buna alternatifleri b, c, d ve e olarak dizmek lazım. çağ dışı futbol olan "stoperler top şişirsin, en uzun stoper forvet gibi oynamak için ileri çıksın, öndeki uzunlar topları indirdikçe abanın kaleye alüminyum" mottosu bizde işlemez. taraftar bu oyunla gelecek şampiyonluğa bile küfür eder. alternatifsiz tek oyunlu plan, oyun içindeki karar değişikliklerinin ya hiç olmaması ya da oldukça cılız ve bağnaz kalması teknik ekibin başındaki kokovic'in şapkasını önüne koyduğunda düşünmesi gerekenler olmalı. messi de kadroda olsa, sahadaki bu alternatifsiz ve yer yer sıkıcılaşan, bayağı oyunla başarı gelmez.
şubat'a kadar seyircisiz iç saha maçları devam edecek. 11-12 şubat haftasında oynanacak bolu maçıyla taraftar gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'ne dönmüş olacak. devre arasındaki transferler ve ara kamp dönemi ile birlikte 4 maç var (sakarya, erzurum, bandırma, gençlerbirliği). kayıpsız geçilebilecek bu 4 hafta, bize bambaşka hayaller gördürür. geri kalan hiçbir ihtimal benim gibi taraftarları kesmez, tepkiler kelle istemeye doğru gider. umarım teknik ekip de, futbolcular da, artık ankersen ve yönetim ekibi de bunun farkındadır. şimdiden iyi yılların olsun en büyük sevgili.
tuzla'dan sonraki 4 maçta 9 puan toplayarak gerçek hedefi olan play-off potasında kalmaya devam eden izmir'in gururu.
malatya gibi ligden düşmesine kesin gözle bakılan bi' takımı ite kaka ve kötü bir oyunda 1-0 yenmek moral bozmuştu. ardından gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'nde denizli'ye gol olup yağdık. ilk 2 gol müthişti, ki orta-kafa-gol düzenine alışması şart olan bi' takımız biz. öyle 15 pas yapıp oyun kuralım, ardından 2 ara pasla rakip savunmayı felç edelim, bitiricilikte de zaten lig standartları üstünde işler yapalım demek mümkün değil. hem de taraftarla takım arasında bağın arasında bir kat daha tutkal konulmuş oldu. ama denizli'nin de malatya ile birlikte ligden düşmesine kesin gözle bakılan bir takım olduğu gözümüzü boyamıştı. kısaca, farklı galibiyetten sonra gene götümüz kalkmıştı.
denizli maçından sonraki fikstür, bu seneki en zor sürece girdiğimizi göstermeliydi aslında. samsun, keçiören, eyüp ve altay maçlarını 3 haftada oynamak bir yana, arada bir de ziraat türkiye kupası 4. tur maçı oynayacaktık. samsun, ligin başında eyüp ile birlikte "doğrudan üst lige çıkar" denilen takım. kadro kalitesinin fersahlarca uzağında bir yere yerleştirildiler ve sahadaki oyunları ne yazık ki bir bodrumspor bile değil. denizli maçındaki kadroyu korumak bence hataydı. önde başı kesik tavuk gibi çırpınıp çabalayan ali akman bazı aklı gidik taraftara "koşuyor çocuk" imajı veriyor olabilir ama tek başına etkisi sıfır. samsun da bunu bildiği için ahmet sagat'ı önde tek bırakıp menajerlik oyunlarının alt lig takımlarındaki vazgeçilmez tek santrafor douglas tanque'yi kanada çekmiş, takımın en etkili silahı olan gaetan laura'yı da yedek bırakmıştı. ilk yarı oyunu tutup ikinci yarı laura-tanque ikilisiyle gerideki 3 ağır stoperimizi zorlamayı düşündüklerini kör sultan bile biliyordu. ekrem kılıçarslan'ın berbat pozisyon almasına müzmin konsantrasyon eksikliği de eklenince, devreye 1-0 geride girdik. ikinci yarı da topu döndürmekten başka bi' şey yapamadık. gerideki 3 stoperin çakılı kalmayı mı, yoksa takım geriye düştüğünde tek süpürücüyü* geride bırakıp komple hücuma çıkmayı mı tercih edeceğini ne rakiplerimiz ne de bizim teknik ekip biliyor. ayrıca, şu maçın 3 buçuk dakikalık özetini izlerseniz, ikinci yarıda samsun'un 2 net pozisyonunun gene net olan ofsaytla sonuçlandığını göreceksiniz. ama burada "bayrak kalksa bile pozisyon bitene kadar oyun durmaz" mantığının iyice bokunun çıkmasına da şahit olacaksınız. bu kuralın uygulanma şekli özellikle ingiltere'de böyle değil. bizde neden böyle; halâ anlamıyorum. ilk net ofsayt anından neredeyse tam 1 dakika sonra oyun duruyor falan. o sırada futbolcular birbirlerine girse, kırmızılar da havada uçuşacak ama pozisyon zaten sonuçlanmayacak çünkü ofsayt. bu saçma kuralın uygulama şeklinin acilen değişmesi gerek.
samsun yenilgisi takımda pek bi' şeyi değiştirmedi. hafta içindeki kupa maçında hüsamettin yener bağlarını kopardı ve büyük ihtimalle sezonu kapattı (4 ay sonra düz koşuya başlayacak deniyor). tek forvet oynayan bir takım olarak bu durum kağıt üzerinde bir sorun gibi görünüyor ama hüso'yu biz son 1,5 aydır hep yasin öztekin'le değişmeli olarak oynarken gördük. yani, santrafor hattındaki ali-marko kvasina yerini sağlamlaştırmıştı. bu yüzden çok büyük bi' sorun değil bence. keçiören maçı ise, "rakibi küçümseyip fark yeme" maçı olabilirdi ama taraftar takımı özellikle ikinci yarının yarım saatlik kısmında resmen kamçılayıp bunu engelledi.
keçiören adını duyunca "lige bak yaae, keçiören, eyüp, bodrum, pendik falan var" diyenler olabilir. ümraniye'ye, istanbulspor'a 5 gol atıp "işte süper lig bu yaae" diyenler de aynı kişiler işte. keçiören ligin en çok gol atan, deplasmanda mağlup olmamış takımı. 2 pır pır kanatla (rashad muhammed ve ibrahim olawoyin) kaleye en hızlı ulaşan takımı. ayrıca sanırım maaş ödemeleriyle ilgili bi' sorunu olduğu için oynamayan, bu ligin mickael pote'si olan patrick friday eze de kadrolarında. bütün rakipler kendilerini küçümsediği için mi bilmiyorum ama ligin xg (gol beklentisi) lideri de eyüp ve bodrum'la birlikte keçiören. dünkü maça çok sayıda eksikle gelmeleri, savunma hatlarının kırılgan olması bize avantajdı ama gene ekrem'in müthiş bir yer tutma faciası sonrasında 35 metreden atılan topa vurulan voleyi izlemesi ile geriye düştük. yasin'in bireysel katkısı ile penaltıdan beraberliği sağladık ve devre böyle bitti.
ilk yarıda o kadar çok yan pas-geri pas yaptık ki, "şu ana kadarki en yüksek topa sahip olma ve isabetli pas bu maçta oldu herhalde" diye düşünmüştüm. yanılmama rağmen, devre arası istatistikleri beni şaşırtmadı. maç başı 350 civarı başarılı pas ve iç sahada %56 topa sahip olarak oynayan bir takım olduğumuzu unutmayın. gene de %59 topla oynama ilk yarı için yenik durumda olmamamızı sağlamalıydı tek başına. ali-kvasina değişikliği bize pek bi' şey vaad etmezken, romal palmer'ın birkaç maçtır trip atma sürecine giren yalçın kayan'la değişmesi takımı öne yığdı. yukarıda bahsettiğim yarım saatlik taraftar katkılı baskının başlangıcı da buydu. attığımız 2. goldeki organizasyon becerimiz, pozisyon golle sonuçlanmasaydı bile dün gece rahat yatmamızı sağlardı. her maç şuna benzer 2-3 pozisyon görsek, ligten düşsek de koymaz bize ama şu mantığı teknik ekip olarak sadece nestor el maestro'nun gözlerinde görebildik yıllar içinde. 2. golden sonra "skoru koruyalım" refleksi pahalıya mal olabilirdi ama istediğimizi aldık, keçiören'i ankara'ya bu sezonki ilk mağlubiyetini tattırarak gönderdik, play-off potasıyla farkın açılmamasını garanti altına aldık.
bu noktada "genel olarak 3'lü savunma", "top rakipteyken 5'li savunma" ve "orta sahanın göbeğindeki 2'li" kısımlarını açmam lazım çünkü bu sezon hep böyle oynayacağımız netleşti:
- 3 stoper: gene nestor'un göztepe'sini skordan bağımsız olarak izlerken zevkten kudurmamızı hatırlıyorum çünkü şablon aynı. 3 stoperin 1'i süpürücü, sağ ve sol stoperler ayakları biraz daha iyi, hızları 20 üzerinden 10 civarında olan oyuncular. top bizdeyken sağa marko mihojevic, sola da emir ortakaya açılıyor; dino arslanagic ya da son maçta gördüğümüz gibi atınç nukan süpürücü olarak ilk pas istasyonunu oluşturuyor. top rakipteyken ise 3 stoper de süpürücü oluyor, savunma zaafları olan beklere sürekli yardıma gidiyorlar. plan bu ve sahada da farklı bir şey görmüyoruz. ancak, sıkıntı dino ya da atınç süpürücü olduğundaki farklı planda yatıyor bence. atınç süpürücü, dino sağ stoper olduğunda, mihojevic kadar çevik ve ayağı iyi olmayan dino öne attığı toplarda sıçıyor. atınç zaten son 2 çapraz bağ sakatlığından sonra hız-hızlanma olarak berbat hale gelmiş. eğer atınç süpürücü olacaksa, sağ stoper dino değil, mihojevic olmalı. bunu teknik ekibin görmesi gerek.
- 5'li savunma: sağ bek rotasyonu, 6 yaşındaki çocuk fiziğindeki tarık çamdal ve fazlasıyla toy olan uğur kaan yıldız'dan oluştuğu için sağ bekte ismail köybaşı oynuyor. sol bek ise yunus emre gedik'e emanet. top rakipteyken bu iki bek çizgiye sıfır gibi pozisyon alarak rakibin pır pır kanatlarının çizgiye inmesini engelleme görevinde. sağ ve sol stoperler, beklerden sıyrılabilecek kanatlara fiziksel temas uygulayıp kolay orta açmalarını ya da adam eksiltmelerini engellemeye çalışıyorlar. böyle anlatınca benim bile hoşuma gitti ama gerçekte böyle olmuyor. ismail'i bire birde ben bile geçerim hızımla. yunus emre de tek hamleli stoper gibi topa müdahale ettiği için iki bekin de pozisyon almaları sıkıntılı. stoperler de kenarlara kaydıkları için merkez savunma süpürücüye emanet oluyor. orta sahadan bahsederken daha da genişletirim ama ekleyeyim: yalçın'ın sağ (edit: sağ değil, sol) bekte oluşabilecek boşluklara yardım etme görevi de mevcut. böylece merkez orta saha ve merkez defans hattı tek kişiyle savunuluyor bizde aslında. bu yüzden rakipler, özellikle izmir'deki maçlarda, sürekli ortaya uzun top şişiriyorlar. david tijanic ya da atınç bu topları alamazlarsa, rakip doğrudan tehlikeli atağa kalkmış oluyor (atınç ya da tijanic de pozisyon kaybı yapmış oluyor ve geride hem az adamla hem de yerleşmemiş bir savunmayla yakalanıyoruz). orta saha mevzusunu anlatınca kafanızda daha da netleşecek bu durum.
- göbek 2'li: mesut emre kesik ve tuğbey akgün 1 aydır sakatlar. orta sahanın tam ortası için tijanic ve yalçın'dan başka bir de palmer var elimizde. emre çolak o bölge için hem çok kısa hem fiziksiz hem de yavaş kalıyor. gerekirse isaac atanga burada oynatılabilir ama ayakta bile durabileceğini sanmıyorum. özetle; tijanic-yalçın ikilisi ile rakibe karşı ilk savunma hattı merkez orta sahada oluşturuluyor. bence büyük sorun, görevlerinin kesişim kümesinin olmaması. yalçın sola yakın oynayıp sol önündeki yasin'in geride bıraktığı alanı kapatırken, yunus emre'nin de pozisyon alma hatalarını engellemeye çalışıyor. ayrıca, kendi bölgesinde de top kazanıp tijanic'i ilk istasyon yapması gerek. tijanic ise, hücuma çıkışlarda süpürücü stoperden topu alan, oyuna genişlik kazandıran, orta sahada top kazanıp dağıtması gereken isim. ayrıca, sağa yakın oynayarak ismail'in korkunç yavaşlığını da tolere etmesi ya da en azından rakibin burayı oymasını engellemesi gerek. merkez orta saha savunmasının tam göbeğinde ise, bir 3. isim gerekiyor gibi, di' mi? öndeki 3'lüden (yasin, kenneth obinna mamah, kvasina) vazgeçmediğimiz için orta saha 2'li olacak. tijanic de, yalçın da maç başı 20'ye yakın pas ya da top kaybıyla oynuyor. bu tolere edilebilir belki ama yalçın'ın yukarıda saydığım 3 görevini de tam olarak yapamayıp bir de tijanic'e top vermek yerine kendisi öne pas atma hastalığına yakalanması, savunma zaafiyetini hat safhaya çıkartıyor ve taraftar da bu yüzden yalçın'a neredeyse her maç ateş püskürüyor. tijanic'e adam adama savunma yapan rakipler olmuştu, hatırlıyorum. geriye gelip top alamadığı için oyunda yokmuş gibi görünen tijanic'e yalçın'ın yardımı da olmayınca, defanstan ileriye sürekli top şişiren bir hücum yapısına büründüğümüz maçlar oldu. tijanic'in daha rahat top dağıtması için yalçın'ın geçen yılki obinna nwobodo'nun yarısı kadar performans göstermesi gerek. halâ iki ıslıklanıp yuhalandığında, 23 yaşında değil de, 6 yaşındaymış gibi taraftara trip atmayacak yani. tijanic o konuda biraz vurdumduymaz; kulağını tıkayıp aynı pas hatalarını yapmamaya çalışıyor en azından. yalçın'ın olması gereken hali olan obinna bu takıma ilk geldiğinde 10 numara, sağ açık ve sağ bek oynamıştı. sağ bekte taç bile atamadığı anlaşılınca, ön liberoya çekildi ve adam süper lig'in en çok top kazanan futbolcusu olmuştu. yalçın'ın en azından geçen seneki maçlarda obinna'nın nasıl pozisyon aldığını iyice incelemesi gerek. yoksa, orta sahada "tijanic'e 1, yalçın'a 2" küfürleri devam edeceği için içinden çıktığı göztepe'de futbol hayatına devam edemeyecek. "göztepe'nin çocuğu" denilenler bile belçika'ya gitmişken, bu takımın tek sahibinin taraftar olduğu da kulağına fısıldansa fena olmaz.
haftaya eyüp deplasmanı, sonrasında şehrin kayıp çocukları olan altay'la izmir derbisi var. keçiören maçının moraliyle 3'te 3 yapabilirsek, gene götümüz kalkar ama bu sefer sıralama da bize selam çakmak zorunda kalır. bu biraz zor olacak çünkü eyüp 7 iç saha maçında 17 gol atıp hiç yenilmedi. altay ise, bi' tarafının sadece bize kalktığı bi' kulüp. eyüp'ün zirvedeki yalnızlığını bozmamız müthiş bir moral verir, sonraki hafta da izmir'in ağasının kim olduğunu tekrar test ederiz. umarım sakatlıklar artmaz (hüso gibi), takım içi uyumda sorunlar çıkmaz (yalçın gibi), radomir kokovic'in rakip analizleri olumlu sonuç verir (denizli ve keçiören maçlarındaki gibi).
ayrıca maça atatürk görselli yaşasın cumhuriyet yazılı parçalı formaya çıkmış takımdır. sakarya'yı deplasmanda yendi diye "renklilere gelsin bu galibiyet" paylaşımları yapan hemşehriler, cumhuriyetin kutlandığı gün hiçbir şeyin daha önemli olamayacağını anlayabilseydi, bu şehir köy-kasaba diye değerlendirilmekten ve sahipsiz kalmaktan kurtulurdu.
ağustos sonu itibariyle hakkında yaptığım "tanrı paradoksu yaşamayalım, düşeriz, çıkarız; fark etmez" yorumunu bana bir güzel yediren izmir'in gururu.
lige tam bir ortaya karışıkla başlamıştık (3 maç, 4 puan, atılan 3 gole karşılık yenen 4 gol). o günlerde forvet hattında marko kvasina gibi bi' dev santrafor yoktu. "merkezden duvar olabilecek adam yok önde, o yüzden pozisyon üretemiyoruz" falan diyorduk. aslında sorun daha da büyükmüş. bandırma maçından sonraki 5 maçta (ki süre olarak 5 hafta değil bu. milli maç arası ve tff 1. lig'in 19 takımlı olması nedeniyle her hafta 1 takımın maç yapmaması (bay) nedeniyle son 5 maçı neredeyse 50 günde oynadık) takım sadece 1 gol bulabildi. onda da altınordu'yu gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'nde güç bela yenebildik. bu süreçte yenilen 6 golün 4'ü de defans ve kaleci hatalarından kaynaklandı. yani, kağıt üzerinde gol atmayan, pozisyona giremeyen, savunmasında amatörce hatalar yaparak rakibe bol pozisyon veren ve toplam 8 maçta yediği 9 gol fazla görünmese de, işin savunma kısmında gittikçe acziyet içine düşen bir takım görüyoruz. içim kan ağlıyor ama dünkü tuzla maçının 73. dakikasından sonra stadı terk etmeye başlayan ve takımı sürekli yuhalayan apaçiler ordusu kadar gurursuz değilim, amatör kümeyi gördüğüm zamanlarda bile bu kadar onursuz olmadım.
buraya da not düşmek adına yönetimsel değişiklikleri de not edeyim, ardından takımın devasa göçüklerini sıralamaya başlarım. zaten başlığı kronolojik olarak okumak isteyenler için de en iyi yöntem bu olacak.
rasmus ankersen, geçen ayın ilk günlerinde deplasmandaki bolu mağlubiyeti sonrasında turgay altay'la yolları ayırdı. o zaman, futbol takımının özellikle teknik sorumlu personelini biraz daha irdeleme fırsatım oldu. aslında altay, takımın tek teknik sorumlusu değildi. ağustos'un son günlerinde takıma "idari menajer" olarak katıldığı gözüken radomir kokovic'in pro lisansı bulunmadığı için altay teknik direktör yapılmıştı. transferler konusunda bir şey söyleyemiyor, takımın oyun tarzını tek başına belirleyemiyordu. bunun gibi gırla "yapısal sınır" içinde kalmış bir teknik direktörümüz olduğunu, benim gibi birçok göztepeli altay'ın kovulmasından sonra öğrenmiş olmalı. ekram dağ ve takımın eski altyapı hocalarından olan şakir özkayımoğlu'nun teknik sorumlu kontenjanından takıma dahil ediliğini okuduk. dağ teknik direktör, şakir hoca da yardımcı teknik direktör ünvanına sahip olacaktı. değişen hiçbir şeyin olmayacağını, kokovic'in asıl teknik direktör olup kadro yapılanmasından antrenmanda çalışılan hücum ve savunma düzenlerine kadar her şeyi belirleyeceğini ön görmek kahinlik değildi tabii. ancak, kulübün dağ ve şakir hoca açıklamasında da adı geçen kokovic'in, sanki kulübe henüz katılmış gibi "futbol metodolojisi direktörü" olduğu açıklandı. metodolojinin kelime anlamını bilmeyi bırak, hecelemeden yazamayan milyonlarca insanın yaşadığı bir coğrafyada, kulübün sıfırdan ürettiği departmana bak sen hele. metodoloji, metottan geliyor ve "metot bilimi" demek. metot ne demek: yol, yöntem, usül, düzen, tarz. yani, kulübün futbol şubesine "yöntem bilimci" getirmiştik. garip ve biraz daha altını kazısak komik bile olabilir ama gerçekçi olmadığını kimse öne süremez herhalde. süper lig'deki istanbul takımlarının hiçbirinin futbol şubesinde, uygulanan yöntemlerin analizinin ve uygulama biçimlerinin incelendiğini sanmıyorum. o zaman, göztepe olarak biz neden 1. lig gibi zaman zaman trt avaz'da falan yayınlanan bir ligte bu denli profesyonel bir yapılanmaya giriştik?
sorunun cevabı "sport republic". firma hem southampton'da hem de ankersen özelinde brentford ve midtjylland'da ne yaptıysa, göztepe'de de aynı köklere dönerek ilerlemek istiyor. metodoloji uzmanından sonra "istatistik bilimcisi", "istatistik yorumcusu", "yönetim sistemleri operatörü" gibi bizim orta doğu coğrafyasının cahil kaldığı bütün futbol bilimi alanlarında yenilikler yapacaklar. biz anlamaya çalışırken de, kulübün futbol şubesinin işleyişi çoktan değişmeye başlayacak. yani özetle, altay sonrasında dağ ve şakir hocanın takıma "teknik direktör kadrosu" içinde katılma serüveni böyle. aslında arkada takımı yöneten her zaman kokovic olacak.
bolu maçından sonra altınordu maçına altyapı sorumlularından "sadık ahmet balcı" ile çıktık. berbat oyun, korkunç hücum varyasyonları ama alınan galibiyet, milli maç arasından önce umut verdi. milli maç arası bitti, pendik deplasmanı kapıyı çaldı. maçtan sadece 2 gün önce dağ-şakir hoca açıklandı. yani, teknik ekibin takımı tanıyıp tanımadığını anlama fırsatımız bile olmadı. pendik maçı doğrudan defansif hataların kurbanı olduğumuz bir maçtı. 2 saçma sapan frikik golü ile gardımız düştü ve maçı da 3-0 kaybettik. sonrasında haftayı bay geçtik ve dün tuzla maçına çıktık.
taraftarın takımı özlediği belliydi. ama sahaya sürülen ilk 11'in sürekli değişmesi, bay geçilen arada sakatlanan yalçın kayan ve romal palmer'ın orta saha rotasyonunu daraltması, pendik maçında kırmızı kart gören tuğbey akgün ve sarı kart cezalısı durumuna düşen dino arslanagic'in takım savunmasındaki elimizi iyice zayıflatmasından bahsedebilirim ama gerek yok. takım 1 koca ayda milli maç arasında bodrum'la oynanan hazırlık maçı hariç 2 maç oynamış. oyuncular birbirleriyle kaynaşmamışken sakatlardan, cezalılardan falan dem vurmak işin kolayına kaçmak oluyor bence. pendik maçı defansif düzen ve savunma zaaflarıyla heder olmuşken, tuzla'ya karşı daha ofansif bir kurgu bekliyordum ben. bunun yerine "zaten sakatlar, cazalılar var. elimizdeki bu" mantığı devreye girmiş gibiydi. emre çolak orta sahanın tam ortasında oynuyor, futbolu hayatından sildiği çok belli olan ismail köybaşı sol bekte adım adım yürüyebiliyor, 8 eylül'de takıma katıldığı açıklanan tarık çamdal 12 yaşındaki çocuk fiziğiyle izleyenleri hayrete düşürüyor, dino'nun olmadığı yerde abdurrahman çelebi olan müzmin sakatımız marko mihojevic, emir ortakaya ile arasındaki uyumsuzluğunu cümle aleme gösteriyordu. ilk yarı biterken ekrem kılıçarslan'ın kapattığı köşeden yediği golle 1-0 geriye düştük. ikinci yarı da garip bir kontra atakla gelişen tuzla hücumunda geride eksik yakalandık, david tijanic geride kalan son adam olunca da 2. golü yiyerek, maçı kaybettik.
aslında tuzla maçı, şu ana kadarki göztepe'nin takım kimyası hakkında en net örnekleri verdi:
- defans hattı acemice hatalar yapmaya fazlasıyla meyilli. köybaşı futbolu çoktan bırakmış, cm* tabiriyle hız ve hızlanması 2'ye falan düşmüş. çamdal'ın fiziğini her gördüğümde "ben bu adama yolda omuz atsam, yere düşüp burnunu kırar" diyorum. yunus emre gedik ve uğur kaan yıldız korkunç boyutlarda tecrübesiz ve fazla heyecanlılar. yunus emre belki olabilir ama uğur kaan aldığı her fırsatı heba ediyor şu anda. bekleri böyle olan takımın stoper ikilisinden biri zaten 18 yaşına haziran'da girmiş olan emir. 3-4 yıla a milli takımda göreceğimizden eminim ama şimdilik yanındaki stoper iyiyse iyi, kötüyse berbat görünüyor. dino ya da marko da sürekliliği olan stoperler değil. atınç nukan'ın da müzmin sakatlar kervanına katıldığı geçen yılla birlikte stoper hattımız da, 3-4 yıldır kara delik halindeki 2 bek rotasyonumuz da bok gibiydi. halen öyle. isimlerin büyüklüğü sahadaki oyunu etkilemiyor. buna bir de, geçen yılki irfan can eğribayat'ı korkunç performansıyla aratmayan ve irfan can'a "kolsuz" diyen taraftara "kolsuzu gönderip ayaksızı almışız" dedirten ekrem de eklenince, göztepe'nin devamlılığı olan, standartı bulunan bir savunma hattı olduğunu kimse iddia edemiyor. ligin en kötüsü değiliz bu konuda belki ama kağıt üzerindeki ile gerçekteki arasında en fazla fark olan savunma hattı bizde; bundan eminim.
- orta saha kurgusunda 1 dmc, 2 mc sistemini yer yer bırakmaya çalışan altay, "top hep bizde olsun, pozisyon üretemesek de olur" kafasındaydı. göztepe taraftarı ise "istersen 10 dmc ile oyna, keyifli futbol oynamadıktan sonra her maç berabere kalıp puan kaybetmen umrumuzda olmaz" diyordu. yalçın-palmer ikilisi olmuyor. mesut emre kesik hem dmc hem de sağ bek olarak oynadı, gördük. ikisinde de fena değildi. yalçın'ın yerinin garanti olduğunu düşünürsek, tijanic'in yedek bırakılması uğruna bir mc gerekiyor o noktaya. tijanic, arkasında en az 2 mc olmadan (yani, aklı arkasında oynayanlarda kalmadan) öne çıkamıyor. bunu neredeyse 1,5 yıldır görmüş olmalıyız artık. diğer mc ise tuğbey, belki emirhan, belki de emre'den biri olacak. tijanic sürekli orada denendikçe hem kendi performansı boka sarıyor hem de takımı ileri çıkaramıyor. orta saha rotasyonunu oturtamadıktan sonra, hücuma yönelik varyasyonları nasıl oluşturacağız; hiçbir fikrim yok bu konuda.
- hücum hattı kvasina'dan sonra biraz şekilleniyor gibi görünüyor ama üretkenlik açısından gene "kim günündeyse, o çıkıp şovunu yapar, takımı da kurtarır" kafasından çıkabileceğimizi sanmıyorum. yasin öztekin 90 dakika sahada kalmamalı (maksimum yarım saatte optimum verimi alabiliriz kendisinden bence), kenneth obinna mamah ve isaac atanga (ki bonservis açısından ligin en pahalı futbolcusu kendisi) 2 kanat için yedek olabilir (sonradan oyuna girip skora ve sahadaki oyuna göre inisiyatif alabilirler), ali akman kvasina'nın takıma katılmasından sonra sadece kanat oynayabilecek pozisyonda ve sık sakatlanma girdabına girmiş durumda, hüsamettin yener ise kvasina'ya bi' şey olursa yedekten onun boşluğunu doldurmaya çalışarak bu sezonu tüketecek bence. hücumda saydığım isimlerden sadece yasin takımı tek başına ileri götürebilir. diğerleri sürekli yardımlaşmak zorundalar. orta sahaya yazamadığımız tijanic de var elimizde bak. göztepe'nin hücum hattı en az 3 yıldır "kağıt üstünde korkutucu ama sahada tırt" halinden bir gram uzaklaşmadı. isimler değişti, maçlar kazanıldı-kaybedildi ama yetersiz bir kadro planlaması olduğunu sadece taraftar hunharca haykırmaya devam etti. tuzla maçının son 20 dakikası hem taraftar hem de kulüp açısından son 4-5 yılın en kötü anları olabilir. geçen seneki iki 7-1'lik mağlubiyette (ki göztepe tarihinin en ağır mağlubiyetleriydi bunlar) bile bu kadar kötü bir ortam yoktu. hücum ile ayakta kalabileceksek, yukarıda saydığımen az 3 ismin her zaman gününde olmasından, yaratıcılıklarını her maç maksimuma çıkartmalarından ve 3. alan olarak bilinen hücum bölgesinde çok az top kaybı yaparak oynamalarından başka bir çare yok.
ankersen geçen hafta türfad ve izvak ile birlikte bir basın toplantısında yer aldı (açıklamalarının geniş özeti şurada derlenmiş). altınordu, altay ve karşıyaka temsilcileri de vardı toplantıda. ankersen hem kendisinin hem de kulübün hedeflerini özetledi. 5 yıl gibi bir vade vermesi hepimizi şaşırttı tabii. ancak "eğer altyapıyı geliştirme ile bu sene süper lig'e çıkma arasında bir tercih yapma şansım olsaydı, hemen süper lig'e çıkmayı isterdim" diyerek yüreğimize su da serpti ama yeterli değil. kokovic'in deneme tahtası olabilecek bir takım mı, yoksa süper lig hedefine doğru ilerleyen bir takım mı göreceğimizi ocak'a kadar anlayacağız. ligteki 8 maça 6 farklı kadro mühendisliği harikasıyla(!) çıkmış olan, takım içi dengeleri oturmamış, yabancı-türk oyuncuları birbirlerini anlayamamış, özellikle savunmada acemice hatalar yapmaya üst üste deva etmeye kararlı bir takımız şu anda. nestor el maestro'yu sevgiyle andığımız "hücum futbolu" henüz takımda uygulanmıyor. "4 yersek 7 atarız" mantığını uygulamaktan başka bir çaremiz olduğunu da düşünmüyorum çünkü göztepe hiçbir zaman skoru koruyabilen, savunması ile maç kazanabilen bi' takım olmadı (seni de sevgiyle anıyorum beto*). önümüzdeki malatya, denizli ve samsun maçları hem taraftar hem de yönetim olarak büyük bir sınav maratonu halinde geçecek. sonuç olarak olmasa bile, düzen ve varyasyonlar olarak tatmin edici bi' şeyler göremezsek, taraftar baskısı ankersen falan dinlemeyecek kadar büyüyecektir. ankersen "göztepe, southampton'dan hayli büyük bir camia" derken aslında aklına bile getirmediği yoğun "başarı baskısı"nı da deneyimlemiş olacak.
umut hiçbir zaman bitmiyor işte. sıralama taraftarı olmayan göztepelilere selam, gençliğin değil, artık orta yaşların katiline de öpücükler.
1. lig'e düştüğünden beri üzerinde dolanması için oluşturulan kara bulutlar biraz da olsa dağılan izmir'in gururu. 97. doğum gününden bu yana hakkında hiçbir şey yazmamışım. ayıp bana. gerçi "lig başlasın, biraz önümüzü görelim, öyle yazarım" diye beklemiştim. kendimi ayarlayana kadar da aylar geçmiş tabii.
sport rebuplic'in kulübün %70 şirket hissesini mehmet sepil'den bedelsiz devralması nihayet resmileşti. zaten haziran ayı içinde bu devrin tamamlandığını biliyorduk. resmi açıklama o kadar geç geldi ki, taraftarların özellikle kulübün iç işleriyle ilgili bilgi alamayanları yalan asır haberlerini üfürdü durdu. rasmus ankersen'in kulübün başkanı, henrik kraft'ın idari işler sorumlusu, ivan mance'ın ise sportif direktör olduğu bir yapı oluşturuldu. sport republic de 3 başlı bir yapı zaten (ankersen ceo, kraft başkan, dragan solak mali işler sorumlusu). benzer bir sistemi hem southampton'da hem de midtjylland'da yaptılar. ankersen brentford'da futbol direktörü olarak 6 yıl görev yaparken de aynı 3 başlı yapıyı sağlamış. görünen o ki, şirketin para babası solak, beyni ankersen, idari işleri denetleyip düzenleyen ise kraft. özellikle kraft'ın fazla yuvarlak cümleleri bana sepil'in "benim hayallerimi duysanız, geceleri uyuyamazsınız" mantığına benzer şeyler çağrıştırdı. ankersen ise daha sistematik ve gerçekçi. imzaların atıldığı basın toplantısında ankersen'e "izmir'e mi yerleşeceksiniz?" sorusu soruldu. "londra'da yaşıyorum ama gözüm kulağım burada olacak. bir sportif direktör atacağız yarın (mance). ondan her zaman bilgi alacağım. çoğu maçta da koltuğumun dolduğunu göreceksiniz" cevabını verdi. sepil'den bunca yıldır bu kadar net bir cevap duymamıştık. bu küçük örnek bile tek başına ankersen'in bu işi sport republic'in 3 üst düzey yöneticisi arasında en çok isteyen kişi olduğunu gösterdi bana.
bundan sonraki süreçle ilgili hem sepil hem de ankersen altı boş olmayan açıklamalar yaptı. sepil, ankersen ile neredeyse 1 yıldır görüştüklerini, sport republic'in ilgisinin ankersen'in 2022'nin kış aylarında yaptığı 2. ziyarette southampton'daki altyapı direktörü olarak gelmesiyle ciddileştiğini, kendilerinden başka tekliflerin de önüne geldiğini ve hepsinin maddi olarak daha tatmin edici olduğunu söyledi. ayrıca, ankersen'in torbalı'da yapılması kördüğüm haline gelen devasa altyapı alanına ve gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'ne de aşık olduğunu söyledi. ingiltere altyapılarını ve statlarını görmüş birinin özellikle stadı beğenmesini önemli görüyorum. stadı yatırmamak için götünü yırtmış, istinye park'a peşkeş çektiği eski pazar yeri alanına "trafik olur" diyerek stadı yaptırmamış aziz kocaoğlu'nun sol kulağı kanarcasına çınlamıştır umarım. ankersen de, bu sezon taraftarın acele etmemesini, yapıyı kurduktan sonra hızla taraftar-kulüp bağını da oluşturacaklarını söyledi. bu noktada, söylenti olmaktan öteye gidemese de, şöyle bir ayrıntının da ortaya çıktığını duydum, okudum: şirket, büyük hissedarı olduğu diğer kulüplerde de yaptığı gibi, taraftar-kulüp bağını çok önemsiyor. buna katkı vermesi için de maç maç bütün ayrıntıları taraftarla paylaşıyor. yani, maçlardan sonra taktik analiz ve gene taktiksel açıdan "neden kazandık/kaybettik?"i taraftarla paylaşacaklar. bu da demek oluyor ki, son 5 yıllık yapıda var olan "kol kırılır, yen içinde kalır" mantığı tarihe gömüldü. "şeffaf olacağız" diyerek başa gelen sepil'in kulağını taraftara tıkadığı yılların acısı çıkacak gibi görünüyor. sadece bu ayrıntıya bile deli gibi sevindim.
kulüp devirle uğraşırken, narlıdere-güzelbahçe arasında bulunan ve narlıdere belediyesi'nin tahahhüt ettiği 2 basketbol sahasını yapmayacağını açıklamasıyla taraftar da sosyal medyada gündem oluşturmaya çalıştı ve çalışıyor. 13 ve 15 yaş altı basketbol takımları türkiye finali oynamış bir izmir takımına destek vermeyen bütün yerel yönetimlerin canı cehenneme tabii. hashtaglerle falan olacak şey değil bence bu. ankersen üzerinden de değil, sepil üzerinden baskı kurulması gerektiğini düşünüyorum. sepil halen kulübün %30 hissesine sahip ve bütün amatör branşlarda tek söz sahibi de gene kendisi. sepil'in göztepe'yi ne kadar sevdiğini bu salon sıkıntısı ve torbalı'daki altyapı tesisi mevzusunu çözüp çözemeyeceğine göre anlayacağız bence.
iha'nın basın toplantısının bir kısmını videolu olarak özet halinde aktardığını da belirteyim. toplantının canlı yayını yoktu. katılan basın mensuplarının anlık tweetleriyle takip edebildim ben de. video şurada . basın toplantısından güzel bi' fotoğrafı da şuraya bırakayım.
geleyim futbola. yıllardır süren ve benim aşiret olarak özetlediğim takımdaki yapılaşma sorununu kökten çözdük sanırım. halil akbunar'ı westerlo'ya, berkan emir'i eyüpspor'a, soner aydoğdu'yu da antalyaspor'a postaladık (adis jahovic'in bodrumspor'a gitmesi biraz kalp kırdı). bu 3 başlı yapı bizi saha içinde çok engelliyordu. saha dışında da teknik direktörün elini kolunu bağladıklarından eminim. neredeyse 20 oyuncunun takımdan gönderilmesiyle birlikte deli gibi transfer yapıldı tabii. özellikle gönderilen oyuncuların, sepil'in mart ayında havlu attığımızı açıklamasından hemen sonra gerçekleşmesini bekliyorduk ama halil bile temmuz'da belçika'ya gidebildi (kendisinin sosyal medyadan yaptığı paylaşımlar da kalp kırdı). yabancıların neredeyse hepsinden kurtulduğumuz için birçok yabancı oyuncunun adı göztepe ile anıldı. en az 1,5 aydır mateusz lis ile ciddi şekilde ilgilendiğimiz yazılıp çiziliyor. sport republic üzerinden kiralama opsiyonu sanırım pahalı geldi biraz. yaşı biraz sıkıntılı olsa da mathieu coutadeur ve victor lind de gene uzun süredir adı göztepe ile anılan isimler ama resmi bi' şey açıklanmadı henüz.
kadro yapılanmamız hemen hemen şöyle oldu. bu görselde ismail köybaşı ve lukas erhan gottwalt yok sadece. onlar da rotasyonda olacak. en azından göze çarpan transferlerle ilgili de bi' şeyler yazayım istiyorum.
- romal palmer: 23 yaşında (eylül sonunda 24 olacak), barnsley'den bedelsiz transfer edilen mc. dmc de denenebilir ama fiziği halen çok kötü bence. ayaklarına da pek hakim değil ama iyi uzun pas atabiliyor. şutu var. ikili mücadelelerde, geçen yıl süper lig'in açık ara en çok top kazanan oyuncusu olan biriciğimiz obinna nwobodo kadar gözü pek. ülkeye alışma sorunları çekiyor gibi görünüyor. türk oyuncularla bir bağ kurabilmiş değil bence. saha içindeki iletişimi halledince daha faydalı olacaktır.
- kenneth obinna mamah: 24 yaşında, italya'nın 4. ligi olan serie d'deki citta di varese'den geldi. ligin ilk maçı olan sakarya deplasmanında attığı şık gole benzer bir golü neredeyse 1 yıldır izlememiştik. güçlü, omuz genişliği sağlam, ayakları yere iyi basan bir kanat. şutu da hayvani. sıkıntıları ise, bence üzerine bir şeyler koyamayacağı kadar kötü: pası yok, ikili mücadelelerde ne yapacağını bilmiyor, hava topu alırken vücudunu kontrol edemiyor, defanstaki yardımlaşmayı öylesine yapıyor. gene de 3 lig aşağıdan transfer edilmiş bir oyuncudan beklenenin ötesinde performans verdi 2 maçta. hazırlık maçlarında kendisini pek göstermiyordu, lig başlayınca kendine gelmiş gibi.
- hüsamettin yener: altınordu'dan transfer edilen, altay altyapısından çıkmış, 27 yaşındaki forvet. istatistik olarak 6-7 yıl önce 10 gol ve üzerini görmüş, son yıllarında gol katkısı yapmaktan uzaklaşmış bir hücum oyuncusu görünümündeydi. hazırlık maçlarında cameron jerome benzeri bir oyuncu olduğunu anladık. bitiriciliği baya kötü, fiziği eh işte, hava topu almasını bilen, yardımlaşmayı seven, bencil olmayan, kısa pasları bu lig için ideal. takıma kolay alışmış gibiydi. erzurum fk maçında attığı golden sonra taraftara koştu, çıldırdı. iyi bir rotasyon oyuncusu olacağını düşünüyorum ama 2 maçtır ilk 11'de çıkıyor.
- isaac atanga: biriciğimiz obinna'yı gönderdiğimiz fc cincinnati'den kiralanan 22 yaşındaki kanat. henüz çok az süre alabildi ama hazırlık maçlarında hızıyla "pır pır kanat mı aldık acaba?" dedirtmişti. fiziği berbat, ikili mücadele kazanamaz, ayakları eh işte, şutu var, bencil değil. şimdilik bu kadar görebildik ama kendisinden beklentim oldukça yüksek. değil 1. lig, süper lig'te de hızlı kanat oyuncuları iş yapıyor. bu ligin tozunu attırabilir ama ülkeye alışması sancılı geçecek gibi geliyor bana.
- ali akman: geçen yılın mart ayı içinde eintracht frankfurt'a bedelsiz gitmesi gündem olan, transferinde galatasaray ile çekiştiğimiz basında yer alan, 20 yaşındaki forvet. komple bir forvet olamayacak bence çünkü fiziği hiçbir zaman yeterli olamadı. kiralamasının satın alma opsiyonlu olması güzel. kanatta oynayabileceğini düşünüyorum ben çünkü 2 maçta ve hazırlık maçlarında ileride tek forvet olarak pek iş yapamayacağının işaretlerini verdi. ayrıca, takım hüso gibi nispeten geniş, top indirip pas veren ve alan bir forvete alışırsa, ali'nin oyuna girmesinden sonra sistemin de değişmesi gerekecek. ocak ayına kadar hangi sistemi oturtabileceğimizi şimdiden düşünmek bile istemiyorum. ali'nin fuleli, teknik, ayaklarına hakim, önüne top isteyen, çalım atabilen, ayaklarına oldukça hakim bir oyuncu olduğunu futbolla azıcık ilgili herkes biliyor. almanya ve hollanda tecrübeleri kendisini ne kadar değiştirmiş olabilir, onu göreceğiz. transferi açıklandığında taraftarı en çok heyecanlandıran isimdi. umarım beklentileri karşılar.
- yasin öztekin: samsunspor'da geçirdiği 1,5 yıldan sonra sözleşmesi bitince kaptığımız veteran kanat. "yuvaya geri döndüm. diğer teklifler maddi olarak daha iyiydi ama göztepe'yi seçtim" diye açıklama yaptı ama ben yemedim çünkü yasin bizden sivas'a transfer olduğunda ailesini izmir'de bırakmıştı. büyük ihtimalle onların yanında olmak istedi. ne bodrumspor'un ne altay'ın ne de altınordu'nun yasin'i alabilecek maddi yapıları bulunuyor. tek seçenek bizdik, bize geldi. yemesin kimseyi yani. takımdaki eski aşiretin baş adamlarından biriydi (halil-soner-yasin). 35 yaşına geldiğinde olgunlaşmış gibi bir görüntü çizdi hem hazırlık maçlarında hem de ligin ilk 2 maçında. ilk pas istasyonu kendisi, takım baskı gördüğünde topu yasin'le buluşturmanın yolları aranıyor, ilk hücum opsiyonu gene kendisi. ben "maç başı 20 dakika oynayabilecek adam aldılar" diye düşünürken, 60 dakikayı bu rollerle çıkarabildiğini görerek şaşırdım. kendisine en azından 1 yıl daha iyi bakacağını düşünüyorum. samsun'daki kariyeri toplamda 49 maçta 19 gol 11 asist (1,5 yılda). bizde de benzer performansı gösterse, aldığı maaşı hak etmiş olacak benim gözümde. ayrıca yalçın kayan'ın kaptanlık isteğine rağmen, takım kaptanı kendisi.
- emir ortakaya: fenerbahçe'den bedelsiz olarak kiralanan 18 yaşındaki stoper. satın alma opsiyonu yok ama sakarya maçının ilk 10 dakikasından sonra "keşke opsiyon da olsaydı" dedik hepimiz. dino arslanagic'le yan yana oynadığını gördük. pozisyon alması ve tek müdahaleleri sıkıntılı ama öz güveni ve adam markajı baya iyi. sol ayaklı sol stoper olarak oynuyor. duran toplarda gol de kovalıyor (takımdaki bütün stoperlerin bu özelliği var). dino'yla yan yana oynaması kendisi adına büyük kazanç olacak. atınç nukan'ın kronikleşen bağ sakatlıkları düzelir gibi olursa, onu da bilgi alma merkezi olarak kullanacaktır. bence önü çok açık. sakatlık yaşamazsa sezonda 30 maçı rahatlıkla devireceğini düşünüyorum. bizden sonra da umarım önü açık olur.
- ekrem kılıçarslan: irfan can eğribayat'ın fenerbahçe'ye kiralanmasından birkaç gün önce kadroya gaziantep fk'dan kiralanarak dahil edilen 25 yaşındaki kaleci. irfan can'dan farklı değil gibi şu anda. en az onun kadar ayaklarını kullanamıyor, en az onun kadar aşırı öz güveni var ve gene en az onun kadar defansla iletişimi problemli. karşı karşıya pozisyonlarda iyi açı kapatıyor, uzaktan şutlarda topu tutmak için riske girmiyor. takımı sahiplenmiş gibi görünüyor ama bu öz güven fazlalığı zaman geçirme, rakibe atar gider yapmaya kadar varıyor. burasının göztepe olduğunu ve 7 gol yese bile bu hareketleri yapamayacağını umarım en kısa sürede öğrenir. şimdilik as kaleci kendisi ama yerine bir yabancı kaleci transfer edilmesine kimse karşı çıkmayacaktır (lis dedikoduları bu yüzden halen güncelliğini koruyor). maç kurtaramasa bile vasat civarında kalarak göze batmayacağını düşünüyorum.
- yunus emre gedik: 56 bin euro'ya 1461 trabzon'dan transfer edilen 23 yaşındaki sol bek. 3 yıllık sözleşmesi var bizimle. yıllarca berkan emir, dzenan burekovic gibi vasat bile olamayan sol beklerle göz zevkimiz bozulmuşken, kendisi ilaç gibi geldi. erzurum maçında hüso'ya açtığı ortayı 1. lig'te açabilecek bekler belki eyüp ve samsun'da vardır, başka da yoktur. dinamik bir bek olarak ileri çıkışlarda ve geri dönüşlerde sıkıntı çekmiyor. savunması biraz problemli; sürekli alan kapatmaya çalışıyor, topa müdahale etmiyor. sorumluluk alabilecek kadar öz güvenli. hava toplarında da fena değil. neredeyse futbol kariyerini bitirdiğimiz adama traore'nin yabancı olmayanını bulmuşuz gibi seviniyoruz.
- uğur kaan yıldız: fenerbahçe'den transfer edilen 20 yaşındaki sağ bek. opsiyonu kulüpte olmak üzere 3+1 yıllık sözleşmesi var bizimle. altınordu'yla yapılan hazırlık maçında kerim alıcı'dan formayı alamayacak gibi görünmüştü. sakarya maçında oynamadı, erzurum maçında kerim sakatlanınca neredeyse 80 dakika kendisini izleyebildik. profesyonel maç tecrübesi çok az olduğu için yaşından beklenenden daha heyecanlı. erzurum maçında yaptırdığı penaltı bunun en net göstergesi oldu. bindirmeleri kerim kadar yok ama kerim'den daha iyi bir defansı olduğu apaçık belli. ikili mücadele seviyor, henüz iyi olmayan fiziğini de kullanıyor. pasları eh işte, şutu yok, duran toplarda hücuma katkısı sınırlı. gene yıllarca murat paluli ve kerim'i as sağ bekler olarak izleyen gözlerimiz uğur kaan'la bayram etti şimdiden. umarım maç temposuna alıştıktan sonra yeteneklerini gösterebilir. sık hata yapacak gibi görünüyor ama stoper hattı oturmuş bi' takımda bunun çok da sorun yaratacağını düşünmüyorum.
- emre çolak: geçen sezon 6 ay geçirdiğini başakşehir'den bedelsiz olarak transfer ettiğimiz eskinin wonderkid'i olan 31 yaşındaki orta saha. opsiyonu kulüpte olmak üzere 1+1 yıllık sözleşmesi var bizimle. hazırlık maçlarında yasin'le birlikte pas bağlantılarını yöneten isim olarak gördük. ligteki 2 maçta da sahada gördüğümüz 20 küsur dakikada fena değildi. amc olarak değil, mc olarak oynayacak bizde, burası net. david tijanic'le değişmeli oynayacaklarını düşünüyorum (tijanic'in bu ligteki sahalarda sakatlanma riski oldukça yüksek). başakşehir'de iyi antrenman yapmış gibi geldi bana. ikili mücadelelerden kaçmıyor, topu kazandığında kendini göstermek için değil, hücuma katkı vermek için oynuyor. gene de bir mc olarak oldukça kötü olan fiziğinin yalçın-palmer ikilisiyle beraber oynarken daha fazla göze batacağını düşünüyorum. transferi açıklandığında bizim için tam bir kapalı kutuydu. 5-10 maç oynadıktan sonra ne olduğunu ve ne olabileceğini göreceğiz galiba.
takımın kaleci, stoper, sağ ve sol bek ile forvet rotasyonu tamam gibi. en azından nicelik açısından sırıtmıyor bu mevkiler. mümkünse 2 kanatta da oynayabilen ve yasin'i yedekleyebilecek bir kanat ile olmazsa olmaz bir dmc daha takıma katılmalı. dmc olarak yalçın'ı gördük sürekli ama defans ile orta saha pas bağlantısını yalçın üzerinden kuramıyoruz. tijanic stoperlerin arasından top çıkarmaktan helak oluyor, yalçın paşam ise oyundan koptuğu anlarda orta sahanın direncini düşürüyor. yalçın'ın bu yılki performansı orta sahası son yıllarda tek bir oyuncuya bakan göztepe'nin (obinna, ertuğrul, gosso) ligi bitireceği sıralamayı da belirleyecek bence. köybaşı ve alman-türk stoperin süre alabileceğini düşünüyorum ama geçen yıldan kadroda kalan marko mihojevic, atınç, arda özçimen, erkam kömür, yalçın, efe binici, tibet öniz, efe can sarıkara'nın takıma katkısı tamamen soru işareti şu anda. stoper hattımızın oturması eylül sonunu, hücum hattında idael bir düzen oluşturmamız ise ekim sonunu bulabilir. dmc transferi orta sahanın göbeğini toparlar belki ama kanatlara takviye yapılmazsa, yasin'in gelgitli olacağı aşikar performansını nasıl sineye çekebiliriz, bilmiyorum. ali belki kanada geçebilir ama teknik direktör turgay altay'ın kafasındaki şablon da net değil. erzurum maçında 1-0 öne geçtikten sonra otomatikmiş gibi görünen bir refleksle kapanarak oynamamız moral bozdu. nestor el maestro'nun takıma öğrettiği boğucu presi takım halinde yer yer halen iyi yapabiliyoruz. 1. lig bu pres üzerine kurulu. kazma stoperleri, sadece hızı olan bekleri bozmanın en etkili yolu bu. gol yollarında sorun yaşayacağımızı düşünmüyorum ama bu presten kazanılan topların net pozisyonlara dönüştürülmesindeki yöntemleri henüz göremedik. büyük ihtimalle yasin-emre-tijanic pas bağlantısının hızlıca oluşturulması ile hüso'yla ver-kaç sonrasında rakip savunmadaki boş alanların kullanımı üzerinden akan bir oyun planı izleyeceğiz. bu noktada mamah'ın, atanga'nın ve hatta palmer'ın boş alan kovalaması çok önemli olacak. biraz kontra bir oyun gibi görünüyor ama göztepe'nin hiçbir zaman skor koruyabilen bir takım olmadığını bildikten sonra, "kontra gibi görünen hücum futbolu" sisteminin yerleşeceğini düşünüyorum. 1 dmc, 2 mc, 2 kanatla oluşturulmuş bir 4-3-2-1'in değişmez format olacağı da belli gibi. nestor'un 3 sabit forvetli atak oyununu özlüyorum.
1. lig bu sene sözümona süper olan ligten daha keyifli geçecek. eyüp ve samsun en değerli kadrolar. bodrum sürpriz çıkış yaptı (2 maçta 6 gol, 6 puan), bandırma geçen seneki kadrosunu korudu, sakarya 2 yılda 2 lig atlamanın peşinde, "bu sezon kesin küme düşer" denilen gençlerbirliği, tuzla, pendik ve adana bile direnç göstererek başladılar. altay'ın durumu kötü gibi (maddi sıkıntı sezon boyu peşlerini bırakmayacak. transfer tahtasını açamadılar. bin yaşındaki murat uluç, ibrahim öztürk falan süre almak zorunda), malatya maddi darboğazda, çaykur rize ve erzurum kadro yapılanmalarını tam oturtamadılar, altınordu ve keçiörengücü sürpriz sonuçlar alabileceklerini gösterdiler. değişen play-off sistemiyle birlikte, sezonu 7. bitirenin de süper lig yolunda ilerleyebileceği bir sezonda, 19 takımlı ligde sadece 8 takım amaçsız kalabilir. bu 8 takımın küme düşme ve yükselme potalarıyla matematiksel olarak bağlarını koparmayan 4'ünün de maçları salmayacağını düşünürsek, en az 15 takımın sürekli çekişeceği bir lig izleyeceğiz. üzgünüm ama süper lig'te bile bunu göremezsiniz bu sezon. iddaa'dan para kaldıranların sayısı bu sezon 1. lig'te çok az olacaktır.
biz kendi yolumuza bakalım, fazla gaza gelip tanrı paradoksu yaşamadan, maç maç gidelim; kadro içindeki kanserli yapılaşmaları erken kesip atalım; çıkmışız ya da düşmüşüz önemli değil. yeter ki ligteki diğer takım taraftarlarının "göztepe kesin çıkar" söylemlerini ciddiye almayalım, ne yapabiliyorsak onu gerçekleştirelim.
akşam da türkiye - litvanya maçı var gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'nde. doğum günü kutlamaları akşamüstü 6 gibi başlayacak, 9 civarında havai fişek ve meşale şov olacak, ardından 10'a doğru başlayacak olan maça bilet bulabilenler stada doğru yollanacak. dün hava acayipti; bi' yağmur yağıyor, bi' hava açıyordu. bugün komple açık. karşıdan izlemek için de ideal bir hava olacaktır =)
zihnen aylar önce küme düşmeyi kabullendiği için 7-1 değil, 17-1 bile yenilmesi hiçbir şeyi değiştirmeyecek izmir'in gururu.
bu kabullenmenin ilk kıvılcımını mehmet sepil ankara'ya gidip yeni spor yasası'nın meclisten geçeceği son halini gördüğünde istifayı basarak yaptı; başkansız kaldık. nestor el maestro göztepe'nin şu sikko ligteki son 5 yılındaki en iyi hocasıydı; kovuldu, hocasız kaldık (stjepan tomas ile ilgili de yazılmış başlık altında. tomas'ın kukla olarak geldiği ve zaten nestor kovulduğu anda küme düşmemizin zihnen kesinleştiğini hepimiz biliyorduk, günaydın size. yılmaz vural'ın süper lig'e çıkıldıktan sonra sepil ile maaş artışında anlaşamadığı ve kulüpten gönderildiğini de unutmuşunuz, geçmiş olsun. sepil halâ başkanken ne vural'ı aga ya. zaten taraftar da istemez vural'ı). sosyal medyada "safi rüzgar" yapıp faşşolig'in dizayn ettiği stada girince taraftar olmanın anlamını unutan "seyirci"ler sürekli futbolcu bazlı eleştiri yaptı, yönetimi tek bir maçta (sanırım kasımpaşa ya da altay maçıydı) topa tutabildi; tribünsüz değil belki ama "seyirci"siz kaldık. ee, bu kadar yoksunluk eki insanı bile yıkar, koca göztepe'yi de küme düşürecek tabii; ya ne olacağıdı?
yeniden yapılanmaya başlamamız, gençleri sahada görmemiz, yönetimdeki iğrenç kadrolaşmayı yok etmemiz (kısaca "mamacılar siktirsin gitsin"), şehrin göbeğindeki stadın taşınmazlarının kiraya verilmesinin yolunun yasayla açılmasıyla birlikte deli gibi gelir kazanmamız; kısaca, yeniden umutlu olmamız için her şey mümkün ama fitilin ateşlenmesi için her şeyi tüketerek dibi görmemiz gerekiyor. hep böyle oldu. ben tavşanlı maçı sonrası nda da vardım, hatay'la oynadığımız özgür yanlıkaya tiyatro sunda ciğerime hüzün de çektim, gençliğimin çoğunu göztepe sevdası adına da harcadım. benim gibi taraftarlara küme düşülmüş, 3. ligmiş, köy-kasaba deplasmanlarına o 302 otobüslerle gitmekmiş; evin rızkını göztepe'nin adının geçtiği her yere yatırmakmış; koymadı, koymaz. yeter ki, kanserli hücrelerden kurtulalım, "tertemiz bir sayfa açtık" diyebilelim, önümüzü görebilelim ya. "hiçbir şeyi seni sevdiğim kadar sevmedim" diye diye ömrüm çürüdü. dilimde olduğu gibi, yüreğimde de halâ "güzel günler göreceğiz " umudu var.
tomas denilen teknik adamı kurtarıcı olarak getirerek kendi topuklarına sıkmayı başarmışlardır. hangi futbol aklı, düşme riski olan takıma, tüm teknik adamlık kariyerinde sadece türk takımlarını çalıştırmış, onda da rezil bir performans sergilemiş bir adamı kurtarıcı olarak getirir, ben anlamıyorum. yani ne bileyim standart kurtarıcı olan yılmaz vural'ı getirsen, en kötü yine küme düşerdin. veya öyle ya da böyle, güzel futbol oynatmaya çalışan mevcut hocanla devam etsen, en kötü yine küme düşerdin. tomas'ı getirdiğin gün, zaten düşmeyi garantilediği gün oldu.
ligin renkli takımlarından birisiydi. bu şekilde gitmeleri üzücü oldu. izmir'in iki takımının birden düşmesi ise ayrı bir ayıp zaten.
aliağa belediye spor klübünün 2008 senesinde renk, logo ve ismini değiştirmesiyle bugün sportif faaliyetlerini göztepe adı altında sürdüren, 1925 yılında kurulan aynı adlı izmir takımının yerine liglere katılan 1994 yılında kurulmuş izmir takımı. aliağa spor klübü.
şirket olarak el değiştirmesi hype'ı korkunç boyutlara vardırıldığı için hem yerel hem ulusal hem de uluslararası medyada hakkında hemen hemen her 2-3 günde 1 haber yapılmaya devam edilen izmir'in gururu.
küme düşmemek için matematiksel ihtimal halâ var ama ne futbolcularda ne de yönetimde bu yönde hiçbir işaret yok. son kayseri maçında da devam eden kötü oyun ve gelen mağlubiyet sonrası en az 12 puana ihtiyaç var ve kalan 6 maçta giresun'un hiç puan almaması lazım. baya moral bozucu. gerçi, takım 9 maçtır puan yüzü dahi göremiyor (öncesinde de 4 maçlık galibiyet serisi vardı, şaka gibi), futbolcular hisse devrine de kafayı takmış durumda. zerre kıpırdanma olmadığı gibi, basının sürekli yeni haber peşinde koşması da akıllarını bulandırıyor olmalı. akıllarına sıçayım ben onların; 25 yıldır aynı acıyı çeke çeke yoğrulan taraftar berrak zihinle halâ "bundan sonra ne yapılabilir?"i tartışırken, maaşları tıkır tıkır ödenen, yapacakları tek şey mücadele etmek olan dangozlara küfür etmekten bile sıkılmış haldeyim.
roman abramoviç söylentileriyle başlayan asparagas haberlerin bir kısmı doğru çıkıyor. gırla duyum var ortada ama bazıları daha net gibi. bunları derleyip yazayım aşağıya. nitekim, sürekli "abi, abramoviç satın aldı mı göztepe'yi?" diye soranlardan gına geldi.
- roman abramoviç: kendisinin bodrum'a 2 yatıyla birlikte geldiği, burada kısa süre durduktan sonra ankara'ya geçtiği ve tekrar bodrum'a geri dönerek bir süre konakladığı biliniyor. aynı günlerde mehmet sepil de ankara'ya gitmiş, kısa süre sonra izmir'e geri dönerek yönetim kurulu başkanlığından çekildiğini açıklamıştı. sepil'in ankara'ya gitme nedeni, meclise gelmiş ve genel kurul oylamasına kalmış yeni spor yasası içindi, burası çok net. kulüplerin başkanlarına büyük yük getirmekle birlikte, toki'nin yaptığı statların tamamının kullanım hakkını da kulüplere bırakan torba yasanın içeriği halen sorunlu. maddelerde bddk ve ttk ile gırla çakışma var, dernek olan kulüplerin doğrudan şirketleşmesi bizim dinç bilgin döneminde yaşadığımız "bir anda uçucaz olm, öyle böyle değil" saçmalığına benzeyecek bence. sepil'in abramoviç'le aynı günlerde ankara'da bulunma nedenlerinden birinin de, tff ile bu sene küme düşmenin kaldırılacağını konuşması olabilir. ligin bitimine 9 hafta kala, küme düşmemesi için elinden geleni yaptığı sürece ligte kalabilecek bir takımın başkanının ankara görüşmesinden sonra havlu atması hem sıradışı hem de fazlasıyla çakalca. özetle; abramoviç'le kulübün bir görüşmesi olmamış, abramoviç'in ankara-bodrum arasında gidip geldiği dönemde sepil de aynı güzergahta bulunduğu için asparagas haberlerin cılkı çıkmıştı. bu yalan haberi ilk ortaya atan 9 eylül gazetesi'ydi, aklınızda olsun. "imzalar cuma atılacak" diye bile yazdı ama kabataş yalanı gibi, hangi cuma olduğunu yazmadıkları için halâ haklı olduklarını sanıyor olabilirler.
- rasmus ankersen: danimarkalı bir futbol direktörü kendisi. southampton'da halâ aynı görevle çalışıyor sanırım. ayrıca southampton'ın hisselerinin bir kısmı "sport republic" isimli firmayla birlikte kendisine ait. bunun dışında brentford ve midtjylland'ın da hisselerinin bir kısmı kendisinde. medya, ankersen'i sürekli "genç yatırımcı" olarak nitelendiriyor ama aslında 2015'ten beri futbol direktörü ve takım sahibi olarak görev yapıyor. izmir'e geldiği, gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'ni 2 kere gezdiği, urla adnan süvari tesisleri'nde de yönetimle gizli bir görüşme yaptığı yazıldı. ayrıca, ankersen'in aslında kulübün hisselerini ocak 2022'de resmen satın almak için başvurduğu, sepil'in 4 maçlık galibiyet serisinden sonra fiyat yükselttiği için masadan kalktığı da yazıldı. gürsel aksel'deki maçlarda sürekli "danimarkalılar maçta" goy goyu yapıldı ama ankersen'in izmir'e gelip gittiği bile doğrulanmadı. asbaşkan talat papatya abramoviç söylentilerini yalanlarken, ankersen'le ilgili sorulara hiçbir cevap vermedi (kendisinin ankersen'i tanıdığını bile sanmıyorum). abramoviç'le ilgili saçma haberler yapılmaya başladığı anda ankersen'in adı da çılgınlar gibi yazılmaya başlandı. bu da dev bir asparagas bence çünkü ocak ayında olduysa bile, ankersen ile kulüp düzeyinde bir temas son 2-3 ayda hiç olmadı, bu çok net. birkaç uzak doğulu turisti maçta görüp "çinliler geldi" diye haber üfleyenler, aynı mantığı ankersen mevzusunda da kurmuşa benziyor.
- hulusi belgü: eski fenerbahçe yöneticisi, oğullarından birine aleks adını koyacak kadar fenerbahçeli, forum istanbul avm'nin tek sahibi. tam bir kodaman. sepil'le değil, sepil holding cfo'su ve kulüp yöneticilerinden olan enes memiş'le toplantı yaptıkları haberleri yazıldı. bunun da gerçeği yansıttığını düşünmüyorum çünkü avmci bir başkan yerine, inşaatçı bir başkan daha gerçekçi. her geçen gün artan kur farkından dolayı avmleri için ağlayan bir başkanın kulübüyle ilgilenmekte zorluk yaşayacağı ayyuka çıkmışken, bu denli istanbul merkezli bir iş adamının izmir'de kulüp satın alması da mantıklı görünmüyor bana. zaten belgü de bir görüşme olmadığını açıklamış. 30 milyon dolarlık teklif mevzusunun basına ilk yansıdığı görüşmenin belgü ile sözümona yapılan görüşme olduğunu da belirtmek lazım. belgü haberlerinin tek dişe dokunur yeri, konuşulan bu meblağ.
- alim emiroğlu: 2015'e kadar aktif futbol kariyeri bulunan, "viven inşaat", "emiroğlu group" ve "evak inşaat" yönetimlerinde bulunan, özellikle 2015'ten sonraki inşaat atılımlarıyla deli gibi para kazanmış, kuşadasıspor ve bornova gençlik spor kulübü'nü satın almış bir insan bu. ayrıca eski bir akpli bakanın oğlu olduğu da yazıldı ama ben pek inanmıyorum. medyatik yönü son 3 yılda hortlamış gibi görünüyor. taraftarın en çok tepki gösterdiği isim kendisi çünkü tam bir nargileci olduğu, aktif futbolu hayatını erken bitirdiği için menajerlik oyunu oynar gibi kulüp yönetmeye hevesli olduğu söyleniyor. viven inşaat ile birlikte oldukça geniş hacimli projeler üretmeye devam ediyor ama sepil'in önce 30, ardından 80 milyon dolara kadar çıkan hisse bedelini ödeyebilecek kadar kodaman olduğunu düşünen yok. son 1 ay içinde 2 kere görüşme olduğu da doğrulandı ama özellikle emiroğlu tarafında hep "görüştük, belirsiz şu anda" gibi cevaplar verilmiş. emiroğlu'nun yakın bir arkadaşı instagram'da yaptığı bir paylaşımda "göztepe viven " adını kullanmış. şimdiye kadarki haberler arasında en gerçekçi olanının emiroğlu ile yapılan görüşmeler olduğu belli. kendisinin çapı göztepe'ye başkan olmaya yetmeyecektir ama bu konuda taraftarın bir şey yapması da mümkün değil. ortak bildiri yayınlamaya bile yanaşmayan tribün grupları ve liderleri, emiroğlu "istiyorum" diye bi' açıklama yaparsa, ancak ve ancak öyle pozisyon alabilirler. veya eskiden de yaptıkları gibi, kendi mamaları uğruna sessiz kalmayı tercih edebilirler.
hisse satışı mevzusundaki haberlerin geneli böyle. haziran ayına kadar bu mevzu kapanmaz bence. futbolcu satışları da başladığı için haziran beklenecek, sepil göztepe sk fan token'ın hayvan gibi değer kazanması sonrası ellerini ovuşturacak ve "gençliğimin katili" dediğimiz göztepe günden güne umutsuzluğun içinde boğulurken, taraftarlar olarak biz de her yeni güne bela okuyarak uyanacağız.
"Olur mu?" , "Olmaz mı?" , "İyi olur." , "kötü olur." gibi söylentilerin, yorumların, itirazların, sevinçlerin ardından (bkz: roman abramoviç) ile ciddi ciddi görüşmelere başlamış olan camia.
son 1 aylık performansıyla adı süper olan ligten düşmemesi için mucizeler yaratması gereken izmir'in gururu.
matematiksel olarak halen ihtimal var ama son 12 maçında 4 seri galibiyet, 1 beraberlik ve 7 seri mağlubiyet alarak adeta kaf dağı ile cehennemi aynı hisler içinde yaşattı. son girdimde galatasaray maçını hak etmeden kaybettiğimizi yazmıştım. sonrasında sırasıyla giresun (dep.), kasımpaşa, trabzon (dep.) ve alanya maçlarından sıfır çektik. özellikle giresun ve kasımpaşa maçlarını kaybetmek korkunç oldu. giresun'a ikili averajı da verdik, kasımpaşa'yı da düşme hattından kurtardık. bunların benzerini altay'ın 16 maçlık galibiyet hasretini gidererek de yapmıştık. kasımpaşa maçının kaybedilmesiyle birlikte taraftarın çoğunun umudu da tükendi. giresun'a karşı berbat, kasımpaşa'ya karşı ise utandıran oyun ruhumuzu yuttu adeta. nestor el maestro'ya olan inanç da kırıldı, gitti. kasımpaşa maçının son 1 ayda oynanan kırılma maçlarının en önemlisi olmasından dolayı, maçtan 2 gün sonra nestor'la yollar ayrıldı. hemen 1 gün sonra da sezon sonuna kadar stjepan tomas ile anlaşıldığı resmi siteden açıklandı. tomas'ın teknik direktörlüğünde antalyaspor ve çaykur rizepor'daki istatistikleri berbat, hepimiz biliyorduk. rize'deyken her maç takımının gol yediği, çırpındıkça fark yediği; antalya'dayken sadece 8 maçta 15 gol yediği de ortadaydı. başka bi' tecrübesi de yok zaten. nestor'un gönderildiğini okumamla birlikte kağıt kaleme sarıldım ben. fikstüre göre düşmeme ihtimalimizin olmadığını da, matematiksel olarak her şeyin zorlanması gerektiğini de, benim gibi sadece taraftar hesapladı galiba.
tomas, nestor'un 3-5-2 (yer yer 5-3-2) oynayan ve önde baskı yapmazsa pozisyon üretemeyen takımını doğrudan 4-3-2-1'e çekti, önde baskıyı kaldırdı. trabzon'a karşı 2 gol atmak başarıydı, evet ama 3'ü korkunç bireysel hatalardan kaynaklanan 4 gol yemek de acziyetti. gerekirse bok gibi oyun oynayıp puan ve puanlar almak zorunda olan bir takımı olduğunu unutan bir tomas izlediğimizi düşünüyorum. taraftarın çoğu nestor'un özellikle son 2-3 maçtaki 3-5-2'sini kesinlikle değiştirmediğini görerek hoca değişikliğini övdü ama gerçekten gözlerinin açılması alanya maçıyla olacaktı.
rize'nin ve kasımpaşa'nın kazandığı, altay'ın sivas, giresun'un antalya deplasmanında olacağı bir haftada, bir önceki hafta fenerbahçe'den 5 yiyerek morali bozulan alanya'yı 15 bin kişinin desteğiyle bi' şekilde yenmek tek hedefti. ama bizim taraftar halen kulübün içindeki mamacıların (talat papatya, ilhan şahin, mustafa fedai, aktuğ sönmez, sinan öznur gibi) ve yetenek fakiri (soner, berkan, murat, kerim gibi) ve ruhsuz topçuların kulüple ilişkisinin kesilmesini istiyordu. zaten alanya maçının başlama saati 16:00 olarak belirlendiğinde kulüpten tek bir eleştiri yapılmamış, "o saatte daha az insan gelir, daha az protesto olur" hissi oluşmuştu. gene 12 bin civarı taraftar vardı statta ama eleştirilerin odağı doğrudan halil, soner ve irfan can oldu. maç başladığı gibi üçü de ıslıklandı. irfan can maçı 1 net hata ve yediği 2 golle bitirirken, maç sonu taraftarların üzerine yürüdü. halil en silik maçlarından birini çıkardı. soner 2 golün kendi kalesine asistini yaparak menajerlik oyunları dilinde 10 üzerinden 3'le oynayarak maçı bitirdi. ilk yarısında biraz kıpırdayan bi' göztepe sahadayken, ikinci yarı top kontrolü arttıkça ne yaptığını bilmeyen bir takım vardı. stattaki binlerce, ekran başındaki yüz binlerce taraftar da söylene söylene kabusa gömüldü.
maçtan sonra tomas halâ "iyiye gidiyoruz" falan der, irfan can'ın taraftara saldırmaya çalıştığı görüntüler sosyal medyada defalarca döndürülür, mehmet sepil istifa ettiğini açıklar, hemen öncesinde roman abramovic'in göztepe'yi satın almayla ilgilendiği asparagas haberleri yazılır, çizilir. son 3 gün bu berbatlıkta geçti. şimdi de irfan can'ın kadro dışı bırakıldığı haberini geçti resmi site. bütün bunlar yetmezmiş gibi, 7 maç üst üste kaybetmiş, 30 maçta 7 galibiyet alabilmiş bi' takımdan son 8 maçında en az 5 galibiyet bekliyoruz. korkunç bi' şey bu ya. "düşmanım da aynısını yaşasın" bile diyemiyorum (altay'ın kurtulma şansı gene de iyi seviyede).
taraftar gruplarında sepil'in "kendim ettim, kendim buldum" gibi bi' kafası olduğu konuşuluyor. istifa fiyaskosu da bunu kanıtlar nitelikte çünkü göztepe bir şirket ve şirket hisselerinin neredeyse %80'inden fazlasına sahip tek bir kişi var: sepil. teknik olarak istifa edemez, yönetim kurulu başkanlığından çekilmek isteyebilir ama bu durum onun göztepe'nin sahibi olmasını değiştirmez. tek kaçış yolu, hisselerinin çoğunu başka birine devretmesi ya da satması. bunun ortamının oluşturulduğu da söyleniyor, abramovic'ten başka 2 şirketin daha ismi geçiyor (biri çimbeton'un da sahibi olan italyan cementir holding). isviçreli sicpa'nın yalan haber olduğu da ortaya çıktı. ayrıca, bu hafta meclise spor yasası gelecek ve büyük değişiklikler olmadan da onaylanacak gibi görünüyor. kulüp başkanlarının statlardan sorumlu olması, toki tarafından yapılan ve işletme giderleri de toki tarafından ödenen statların sadece kullanım değil, ana malik statüsünün de devralınabilmesi, dernek olan kulüplerin şirketleşmelerinin daha kolay hale getirilmesi ve toki'nin esas sahibi olduğu statların kulüplere/başkanlara devrinden sonra, statlarda gelir getirebilecek mağazaların satışa başlayabilmesinin de yolu açılacak (trabzon da, bizim gibi bunu bekliyor mesela). sepil, saçma istifa açıklamasından hemen önce ankara'ya gidiyor ve saatlerce spor bakanıyla görüşüyor. dönüşünde de istifa haberi çıkıyor. bu arada, istifa haberi halen resmi siteden yayınlanmadı, spor basınından öğrendik biz de. amatörlüğün dibi, di' mi? sepil'in bi' şeyleri fena halde planladığını düşünüyorum, taraftarın büyük kısmı gibi. yasanın çıkmasına 2 kala, abramovic haberleri ayyuka çıkmışken, en az 6 aydır maçlarda kendisi görünmezken ("ultras başkan yaae" diyenler bile mağaralarına gömüldü, sesleri çıkmıyor), takımın küme düşmesi henüz matamatiksel olarak kesinleşmemişken kulübü bırakıp gitmeyi uluorta açıklayabileceğini düşünmüyorum. zaten bu kaçıp gitmeyi şimdi yapıyorsa, kendisi adına düşündüğümüz bütün iyi şeyleri komple çöpe atmış demek olacak, "efsane başkan" yerine "kestane başkan" olarak anılmayı hak etmiş olacak.
topçular ile ilgili de sıkıntılı bir süreç var. irfan can büyük ihtimalle bu kadro dışı mevzusundan sonra satılmaya çalışılacak (piyasası 3-4 milyon euro deniyor ama inanmayın. 1 milyon euro falan veren olsa hemen satılır ama alıcısı olmayacak büyük ihtimalle). halil'in sözleşmesi geçen yaz 2026'ya kadar uzatılmıştı. bilmediğimiz bir sözleşme maddesine göre de, küme düşme halinde serbest kalacağı söyleniyor ama bunun yalanlaması da, teyidi de yapılmadı. büyük ihtimalle yalan haber bu da. takımın tek işe yarar parçası olan obinna'nın da bir amerikan takımına satıldığı iddiaları ayyuka çıktı. kadronun çok küçük bir kısmının sözleşmesi birkaç ay sonra bitiyor. sözleşmesi devam eden isimler arasında berkan, kerim, yalçın, ndiaye, irfan can, baku, lourency ve halil de var (yabancı oyuncu olarak totalde 9). en kötüsünü de düşünsek, mucizeyi de düşünsek kadro planlaması çok zor olacak.
mart'ta küme düşen göztepe hiç görmedim ben. görmemin imkansız olduğu yıllarda da böyle bir şeyden bahseden kimseyi duymadım. sepil'dir, irfan can'dır, halil'dır, aktuğ'dur, ilhan'dır, tomas'tır; bunların hepsi geçici, biz kalıcıyız. her zaman böyleydi, bundan sonra da böyle kalacak. bu 8 maçta alınabilecek en fazla puanı almak için odin'in elimizden tutması gerekiyor olabilir. umudumun neredeyse tamamını milli maç arasından sonraki konya deplasmanına gömdüm. mağlubiyet serisini sonlandırıp aynı umudu kayseri maçına da taşımak gerek. fikstürün kolay kısmını seri mağlubiyetler ve ikili averajı devretme olarak geçirdiğimiz için son maçlarda ev sahibi-deplasman farkını da önemsemememiz lazım. bunca olumsuzluğun içinde benim halâ umudum var. düşersek de bu ilk kez olmayacak ama fena üzüleceğim. stadı neredeyse %90 dolu olarak küme düşen takımların devri '90'larda kapandı derler ama göztepe halâ burada. düşmeyelim, onlar da bunu demeye devam etsin, he mi be canım odin?
4 maçlık galibiyet serisinin üzerine 3 garip mağlubiyet alarak küme düşme riskinin geçmediğini herkese göstermiş izmir'in gururu.
1 ay önceki girdimde en az 2 transfer daha beklediğimden bahsetmişim ama olmadı. sadece galatasaray'dan aytaç kara sezon soununa kadar kiralandı. yeni transferlerin takımla uyum sağladığına dair tek örnek di santo olabilir. adis'in sakatlığı ve ege'nin çok az forma şansı bulmaya devam etmesi nedeniyle kadroya dahil edilen di santo, şubat ayıyla birlikte ilk 11 çıkmaya başladı. adis'le kıyaslayınca ayağının daha temiz, şutlarının daha net, ikili mücadelelerinin daha zayıf olduğunu gördük. tannane henüz 2 maçta sonradan oyuna girdi, ne yaptığını bilmiyoruz. moubandje de 3 maçta şans bulabildi ve ilk gördüğümüz maç olan başakşehir maçındaki asistiyle "oh be, nihayet ayağı olan bir bek" dedirtmişti bize. ama 2 haftada 1 sahada görebiliyoruz, nestor futbol iq'su olmayan berkan'dan vazgeçmiyor.
gene bir önceki girdimde bahsettiğim puan senaryosundan çok da uzaklaşmamışız aslında. başakşehir ve altay'dan en az 4 puan çıkartırız demişim (başakşehir'i yenip altay'a yenildik). kupada beşiktaş bizi doğrar demişim (penaltılarla da olsa elendik). hatay ve galatasaray maçlarından puan alamayız demişim (sıfır çektik). özellikle altay, hatay ve gs maçları bizim için küme düşme potasından uzaklaştığımızın garantisi olabilecek maçlardı. altay'ın maçın neredeyse tamamında kendi yarı sahasından çıkamamasına rağmen 2 pozisyonla işi bitirmesi, hatay'ın oyunu sıkıştırarak ilk yarıyı 2-0 önde kapatmasından sonra sıkıcı hale büründürerek kazanması ve arda kardeşler'in gs maçını talimatla yönetmesi bizi 26 maçta kazanılan 27 puanla 16.'lıkta bıraktı. oyun planının sağlamlığı oyuncu grubunun zekası ile tamamlanmadıkça da ligin son maçlarına kadar düşme korkusunu hissedeceğiz. berkan, soner, kerim, murat, wilker, yalçın, atakan, kahraman, baku ve lourency bu ligin oyuncuları değil. halil, adis, irfan can, dino, ndiaye ve atınç hata yaparak oynadıkça oyundan kopan oyuncular ve istikrarları yok. antalya, malatya, sivas ve başakşehir galibiyet serisinin şans olduğunu söyleyenlere de inanmıyorum çünkü efektif bir hücum hattı (başakşehir maçında 5, sivas maçında 3 isabetli şutun 2'si gol oldu) nestor ile birlikte takımın karakteri haline gelen "topla oynama önemli değil, hızlı kontra önemli" mantığı ile birleştiğinde kazanmak normaldi. altay'a karşı efektiflik, hatay'a karşı hızlı kontra ve gs'ye karşı da masa oyunlarından arınmış bir maç yoktu ortada. özellikle gs maçından sonra en az 2 maçı seyircisiz oynayacağız (kasımpaşa ve alanya maçları olacak). belki de bu baskı ortamında takımın kendi kendine kalması, iç hesaplaşma yapması gereken oyuncuların kendilerini toplayabilecek kadar zaman bulması biraz daha iyi gelir, bilmiyorum.
haftaya oynanacak giresun deplasmanına çok büyük önem atfetmeye gerek yok. daha 12 maç var. bu takıma ise 4 galibiyet (ya da bi' şekilde alınacak 12 puan) yetecek bence. arda kardeşler faciasından sonra bir süre futbol konuşup izlememek en güzeli ama gençliğin katili olan izmir'in gururunun peşini bırakmak diye bir şey söz konusu değil tabii. önce ligte kalmayı garantileyelim, sonra kendi sorunlarımızı her alanda tartışmaya devam ederiz. unutmadan: "futbolun katili türk hakemleri" sloganının tüm bu sikko düzeni temsil ettiği de akıldan çıkmasın.
sözlüğün dengesizi olduğum için sadece bu hesap ile hakkında dokuz adet girdi yazmış ve göztepe dışı sebeplerle silmiş olduğum takım.
baya bir aşkla sevdim ben onu. lokal bir ingiliz takımı tutar gibi sadece 500 kişilik bir grupla kuşadası'na peşinden gidip formayla bunlar kim lan diye bakan turistlerin arasında bira içip, deplasman tribününe girmek için karaborsa bilet aldığım, bir istanbul büyüğünün asla veremeyeceği zevkleri bana yaşatan ve hatırası hep kalbimde kalacak takım. ben göztepe peşinde koşarken salihli, turgutlu, manisa falandı rakiplerimiz. o zamanki adıyla ikinci lige tutunmaya çalışırdık ama kimseye boyun eğmezdik. evinde bizi 6-0 yenen aydın'a "altı tane attı, hemen götü kalktı" diye bağırıp evimizde onları yenme motivasyonunu kaybetmeyen göztepelilerdik biz. onun için fenerbahçe'yi aldattım be.
ancak ve ancak an itibariyle benim için yok hükmündedir. altı mı beş mi kaç maçtır kazanamayan galatasaray'a hem de kendisi de düşme korkusu hissederken kaybetmek ve acı olan kaybettiği takımın anlık haline rağmen hala avrupa fatihi, türkiye'nin en büyüğü falan zannetmek, bunu doğal karşılamak, küme düşmeyi bunları yenmeye tercih etmek gibi anlaşılmaz eziklikleri yüzünden benim göztepe ile bağım kalmamıştır.
ligin devre arasından 3 maçta 9 puanla dönmüş izmir'in gururu.
taraftarın devre arası beklentileri hemen hemen tuttu gibi. benimkiler ise henüz gerçekleştirilmedi ve "elimizdeki kadroyla ligte kalırız yaae"cılar son maçlarda alınan puanlarla sessizliğe gömüldüğü için kadroya herhangi bir yama gelmeyecek gibi hissediyorum. umarım yanılırım. nelerden bahsetmiştim, neler oldu; özetleyeyim:
- sağ-sol bek (en az 2 transfer): beklenti buydu, 1 sol bek transfer edilerek kulağının üstüne yattı yönetim gene. dinamo zagreb'ten 31 yaşındaki (bu yaz 32 olacak) sol bek francois moubandje 6 aylığına kiralandı. kendisini geçen yılın tamamını alanyaspor'da geçirmesinden tanırsınız belki. alanyalılar bile adama çöp diyor halâ. "beşiktaş'taki fabrice n'sakala'nın ucuzu" diye de dalga geçiyorlar. toulouse 6 yıl kadrosunda tuttuğu moubandje'yi 2019 yazında zagreb'e bonservissiz göndermiş. kronik sakatlığı olduğu (galiba aşil tendonu), pozisyon bilgisinin berbat olduğu da söyleniyor. bizim taraftar böyle sağdan soldan duyduklarına hemen inanır. ben sahada hiç görmedim kendisini (alanya'da oynadığını bile bilmiyordum). zagreb'le oynadığı son maç eylül ayındaymış. gırla maç ve kondüsyon eksiği olduğundan eminim. ne berkan'ı ne de burekovic'i kesebildi şu anda. burekovic zaten kadroya hiç giremiyor artık. sağ bekte ise, kerim murat'tan formayı kaptı gibi ama top rakipteyken 5'li oynayan defansta kendisi sağ açık gibi. yükselen performansı nedeniyle de buraya transferden vazgeçilmiş olabilir. yönetimin kesinlikle 1 ya da 2 bek alması lazım. tek sakatlık ve 5+ covid vakasına bakar çöküşe geçmemiz. megyeri'nin sözleşmesi feshedilip yerine atromitos'tan kenan piric bonservissiz olarak 1,5 yıllığına kulübe katıldı ama yedek yabancı kaleciyi gönderip gene yabancı bir kaleciyi takıma katmanın anlamsızlığı içinde boğulduk hepimiz. en azından piric 1 ay önce 90 dakika oynamış. atromitos'un as kalecisi de kendisiymiş. "irfan can'ın başına bi' şey gelirse arda ile rekabette olacak bir milli kalecimiz var" diye avunuyoruz şimdilik.
- orta saha göbek (2-3 transfer): en azından 1 bekleniyordu zaten, o da oussama tannane ile yapılmış oldu. vitesse'den bonservis ödemeden 6 aylığına sözleşme imzalanan faslı 10 numara kendisi. gaza gelip "yeni bi' guilherme mi aldılar acaba?" dedik ama biraz araştırınca vitesse'nin kendisini eylül ayında kadro dışı bıraktığını ve o zamandan beri de maç yüzü görmediğini anladık. transfer haberinden 2 gün sonra da antrenmanda bağ zedelenmesi yaşadığı haberi geldi. halâ sahada göremedik. afrika uluslar kupası'nda da fas kadrosunda yok kendisi. saha dışı problemleri var gibi görünüyor. net karar için sahada görmek lazım ama onun da mart-nisan aylarından önce olacağını sanmıyorum. soner berbat oyununu devam ettirirken, obinna kendisini her sezon daha da geliştiriyor. ocak ayındaki 3 maçta da takımın en iyisiydi. yerine yalçın değil, artık atakan düşünülüyor sanırım. soner belasından kurtulmadıkça, orta sahaya transfer ihtiyacı da kabak gibi meydanda olacak. nestor'un sonersiz oyun planını oluşturduğuna inanmak istiyorum. orta sahanın göbeğine en az 2 transfer halâ şart. anderson esiti'nin adı gene geçti ama sanırım kiralık olarak değil, bonservisli transfer olarak parada anlaşılamadı.
- kanat (1 transfer): henüz transfer haberi bile yok.
- forvet (en az 2 transfer): ocak ayında ndiaye 3 gol, adis ise toplamda 90 dakika bile oynamadan 1 asist yaptı. nidaye antalya maçında hattrick yaparak maçın kahramanı oldu. adis de sivas maçında tijanic'e yaptığı asistle maçın kazanılmasındaki en büyük payın sahibiydi. nestor, ege'ye sadece antalya maçında 11 dakika süre verdi. forvette başka adam yok zaten kadroda. "adis gibi çok yönlü, ndiaye gibi rakip stoperlerle didişebilme yeteneğine biraz da olsa sahip bi' forvet alınır mı acaba?" diye düşünüyorduk, ki arjantinli franco di santo transferi açıklandı. chelsea'ye neredeyse 15 yıl önce transfer olarak adını duyurmuş bir golcü kendisi. san lorenzo'dan bonservissiz olarak 1,5 yıllığına sözleşme imzalanmış, yaşı 32 (nisan'da 33). san lorenzo'nun as forvetlerinden biriymiş ve 1 ay öncesinde kadar takımın bu seneki bütün maçlarında oynamış. 19 maçta 6 golü var. chelsea döneminden sonraki en iyi yılları, wigan'dan werder bremen'e transfer olduğu 2013'ten sonraki sezon. 2014/15 sezonunda werder formasıyla bundesliga'da 26 maçta 13 gol, 2 asist üretmiş. sürekli sakatlandığı zamanlar da bu sezonla birlikte başlıyor. adis'in 34 (mart'ta 35), ndiaye'nin 26 yaşında olduğu bir kulübün 33 yaşında, sakatlıklarla boğuşan bir arjantinli forvete bel bağlaması çok garip bence. kendisini kadroda görmedik daha. adis'in "az süre, maksimum verim" mottosu yükselişe geçmişken ve ndiaye neredeyse geçen seneki istatistiklerini yakalamışken daha net bir transfer bekliyordum ben. 30'lu yaşlardaki bir güney amerikalı forvetten daha bahsediliyor ama umarım bu bir yalan haberdir. rekabet ve geniş kadro böyle kurulmaz.
irfan can'ın takımda kalması, obinna'ya gelen 3 milyon dolarlık teklifin reddedildiği, tijanic'in oynadıkça takım içi ilişkilere de alışması ligin devre arasından sonra olanlar. ben en az 2 transfer daha bekliyorum (sağ bek ve forvet-orta saha). sonrasında da fikstür iyice bokasyo olacak zaten.
ligte son 4 maçında mağlubiyet görmemiş 4 takım var: trabzon, kayseri, kasımpaşa ve biz. 2'şer maçlık kritik seriler yapmamız gerekiyor. ben 6 galibiyet aldığımız anda ligte kalmayı garantileyeceğimizi düşünüyorum. başakşehir (dep.) ve altay maçlarından en az 4 puan çıkarmalıyız. ardından son 16 kupa maçında beşiktaş havalanan götümüzü yere indirecektir çünkü 6 maçlık kaybetmeme serisi yapmış olacağız. hatay (dep.) ve galatasaray maçlarında puan alamayabiliriz ve "düşüyor muyuz yoksa? o kaybetmeme serisi hayal miydi?" diye düşünebiliriz. giresun (dep.) ve kasımpaşa maçlarından 6 puan alıp ligte kalmayı garantilemenin kıyısına gelmiş olacağımızı düşünüyorum. bu senaryoya göre, mart ayının ilk haftası bittiğinde 34 puan yapmış oluyoruz, ki ligin ilk devresinde kaybedilen malatya, altay, hatay, giresun ve kasımpaşa maçlarını düşününce, bu 34 az bile ama gene de fazla uçmayayım istedim. nisan-mayıs aylarındaki 8 maçın 2'si rahatlıkla kazanılabilir (hatta 4'ü: kayseri, antep (dep.), rize, karagümrük (dep.) ). geçen sene erzurum'un 40 puanla küme düştüğünü biliyorum ama bu yıl 37-38 sınırı aşılmayabilir. hesabı kitbı 40'a göre belirlemek, eğer 40 aşılacaksa, fikstüre göre ilerlemek daha mantıklı geliyor bana. millet transfer döneminde yeni gelmiş oyuncuların analizlerini izler, keyiflenir; biz kağıt kalem alıp "40 puana en hızlı nasıl ulaşabiliriz?"i çalışıyoruz bol bol.
ben umudumu hiç kaybetmedim, göztepe adı var oldukça da kaybetmem. sela okutup çarpılanlar, havuza girip kaykılanlar düşünsün onu, beni ilgilendirmiyor. 4 maçlık kaybetmeme serisini 6'ya taşıdığımız zaman yolun yarısı tamamlanmış olacak. umarım nestor bu fırsatın hem kendi kariyeri hem de göztepe adına ne kadar önemli olduğunu görebiliyordur. devam aga, arkandayız.
bugünkü kupa maçından sonra resmen 9 ocak 2022'ye kadar (11 gün) sahada görmeyeceğimiz izmir'in gururu.
hem bi' devre arası değerlendirmesi yapayım hem de devre arası beklentilerimi yazayım istedim:
- nestor el maestro'nun bıyık reyiz* ile farkını geldiği gibi anlamıştık: sistem disiplini. bıyık sezon başı kampında takıma kondüsyon bile depolatmazken, nestor takıma hücumda 3-6-1'i, savunmada da 5-4-1'i öğretmeye çalıştı. önde yapılan şok presin devamını getirebilmeyi gösterdi. hücumda ileri uçta bulunan 1'in aslında arkasından gelenlere hem pozisyon hem de atak olgunluğu hazırlayabilmesini sağlamaya çalıştı. eh, bunda kısmen başarılı olsa da, "look at the tabela" noktasında, geldiğinden günden bugüne ligte 16 maçta sadece 3 galibiyet alabilmiş bir takım var elinde. kupada ise, süper lig'e çıktığımızdan beri en istekli oyunu oynuyoruz. temel sorunun takım kimyası olduğunu görmesi oldukça uzun sürecek çünkü ilhan şahin gibi bir kanser hücresi, soner aydoğdu ve berkan emir gibi takım içi dengeleri dinamitleyen aşiret reyizleri kendisinin şu ana kadar önünde olmayı sürdürdü. devre arasında bu 3'lüden en az 2'si kulübün ve hatta semtin sınırları içinden uzaklaştırılırsa, o zaman takımın kötü gidişinin bütün faturası kendisine kesilebilir. ama şu anda böyle bir şey söz konusu bile olamaz. hoca sistemi kurmuş olsa da, maç içi oyuncu değişikliklerini bile ilhan şahin'in yaptırdığından eminim ben.
- sistem değişikliği takımın hücum gücünün sadece bitiricilikte düğümlenmemesi adına süper bir hamleydi. şok presle topu dikmek zorunda kalan rakibe gene şok hücumlarla saldırmak (çoğunlukla defans arkasına atılan uzun toplarla ya da 2'ye 1 oyunlarla gelişen atak organizasyonlarıyla) riskli olsa da, bu kadronun oynayabileceği en makul oyun tarzıydı. nestor'un son 2 ayı göz önüne alındığında, adis jahovic ya da cherif ndiaye değil de, aleksandar pesic ya da andreas cornelius gibi bir bitirici bu takımda olsaydı, rahatlıkla ilk 8 içinde olurdu. bitiriciliği ileri uçtakilerin hepsine yaymak ve/veya hızlı hücumlarda orta sahadan katkı vermek zorunda olan soner, yalçın kayan, obinna nwobodo gibi oyuncuların skor katkısı biraz olabilseydi, gene ilk 8 içinde olurduk. hepsini geçtim; giresun, altay, konya, hatay ve malatya maçlarından puan alacak oyunu skora yansıtabilseydik, düşme hattında bile değildik be. bu bitiricilik sorunu, irfan can eğribayat'ın konya maçı sonrasında basına söylediği gibi "hücum oyuncularının gol atması lazım ki, biz de puan alalım" kadar basit bir şey değil tabii. ligte gol yemediği maç olmayan bir takımın her maç 11 çıkmış kalecisi bunu söyleyemez. bahsettiğim bitiricilik sorunu halil akbunar'ın da, lourency'nin de, david tijanic'in de, adis'in de, ndiaye'nin de ve hatta soner ve yalçın'ın da neden olduğu bir sorun. oyun sistemimizde kanat ortası büyük yer kaplamıyor bizim ama şu istatistikler de göz kanatıyor (kaynak: whoscored). maç başı neredeyse 20 başırısız orta nedir ya? geçen yıldan beri berkan'a, murat paluli'ye, soner'e, halil'e "orta açma!" diye bağırmaktan helak olduk biz. oyun yapısında zaten orta-kafa-gol gibi bir oyun yok (yukarıda anlattım); presle kaptığın topu isabetli ve hızlı paslarla ileri uç adamlarıyla buluşturmak var. bunun yerine 20'ye yakın dağlara taşlara giden orta görmek, taraftarı geçtim; nestor'a ayıp. oyun planının sahadaki yansımalarında sıkıntılar yaşama nedenlerimizden biri olarak kulüp yönetiminde ne bok yediği belli olmayan ilhan'ın takım içindeki müdahalelerinden bahsetmiştim. heh işte, berkan'ın kulağına "daha çok orta yap" diye fısıldayan o değilse, ben de bu takıma 25 yıldır gönül vermiyorum demektir.
- bireysel savunmada çok hata yapan bir takımdan, takım halinde savunmada çok hata yapan bir takıma evrilmemiz aslında olumlu bir istatistik. geçen yıl ligin en çok penaltı yaptıran takımıydık. bireysel hatalar nedeniyle, her maç önce yediğimiz golü çıkarmaya uğraşıyorduk. bu yıl ise, önce atmaya uğraşıyoruz; gol atamadığımız süre uzadıkça takım halinde çöküp savunmada devasa zaaflar veriyor ve golü yiyoruz. 5 yıllık süper lig macerasında geliştirebildiğimiz alan bu oldu, evet. bireysel olarak son 3 yıldır geriye giden futbolcu kalitesinin etkisini de yadırgayamam. berkan, dzenan burekovic, kerim alıcı, murat, soner, wilker angel, makana baku, beykan şimşek, brown ideye* ve ndiaye gibi oyuncular 1. lig seviyesinde. takımın 3 yıldır hem sağ hem de sol bek sorunu var. takıma kazandırılan stoperlerin hepsi aynı tip (sert, mücadeleyi seven, pası eh işte, hava topu alabilen ana fundemental yetenekleri ve futbol iq'su oldukça kötü, tek hamleli). titi yaşlanmasaydı, 1-2 yıl daha oynamasını isterdim ben. orta sahada alternatifin yok diye işi gücü saçlarını düzeltmek ve ayağına sürekli top isteyerek 50 metre yatay top atmaya çalışmak olan soner'e "takımın beyni" diyoruz ya. korkunç bir acizlik bu. takım savunmasının en çok aksadığı yer 2 bek bölgesiyse, diğer aksama da orta sahanın göbeğinden kaynaklanıyor. ne soner ne de yalçın bir 8 numara. soner bize geldiğinde 8 numaraydı, 1 sezonda bütün hünerlerini eritti ve bitti. artık maaşına bakıyor. obinna klasik bir çapa; 10 metre isabetli uzun pas atamaz. yalçın bilekleri iyi olmasına rağmen, fiziken ikili mücadele kazanabilecek bir oyuncu olamadı ve bu gidişe de olamayacak. kahraman demirtaş ya da atakan rıdvan çankaya defans için jokerler; top teknikleri sıfırın bile altında. tijanic belki 8 oynayabilir ama onun da 10 numara özellikleri hayvani baskın olduğu için maç içinde yediği 4. omuz darbesinden sonra hiçbir ikili mücadeleye girmiyor, kendini sakınmaya başlıyor. obi'den başka orta sahada göbek savunması yapabilecek bir oyuncu yok bizde. şöyle bir senaryo çizeyim: kontra atak yiyor takım; rakip kendi yarı sahasının son metrelerinde ve göbekten hücuma kalkıyor. topu ayağında bulunduran rakip oyuncu iki kanadından destek görüyor. obi ortada tek (soner'in hücumdan geriye dönmesi için topun durması gerek, yoksa dönmez), sağda murat, solda atakan/kahraman/atınç, ortada da atınç/dino var. rakip 3 oyuncuyla kontraya çıktığında göztepe 4 savunmacıya sahip diyelim. obi topu ayağında tutan oyuncuya basacak, oyuncu kanada pas vermek zorunda kalacak. dino ya da atakan stoper kökenli oldukları için oyuncuyu önde karşılamak isteyecekler ve hızlı, pır pır kanadı olan rakip özellikle kontrada bu oyuncuları illa ki geçecek. obi önde kaldı, dino ya da atakan çalım yedi. artık göztepe savunması stoperde süpürücü olan atınç ve henüz çalım yememiş olan dino ya da atakan'a emanet. 4'e 3 pozisyon bir anda 2'ye 3'e dönüyor ve takımın en etkili kontra savunucusu olan obi pozisyonun içine olamayacak. bunu bu sezon en az 15 kez gözlemledim ben. irfan can bu sezon berbat oynadığı için bu kontra atakların hemen hemen hepsi tehlikeli pozisyonlar/direkten dönen şutlar/penaltılar/goller oldu. geçen yıla göre takım savunması daha iyi, bireysel hatası daha az olan takıma sezon ortasında bi' bakıyorsun; rakibe 19 maçta toplam 28 xg* vermiş. bu 28 beklenti de, %100 isabetle 28 gol olarak kalesine dönmüş. irfan can maç başı 3 kurtarış yapmış ama gene de maç başı 1,47 gol yemiş. yani en az 5 top gelmiş kaleye her maç. e, böyle bir savunmanın her maç gol yememesi mümkün mü zaten? takım savunmasının kırılganlığı istatistiki olarak çok da ortaya çıkmamış bile denebilir.
- gelelim berbatlar berbatı olan hücuma. şutlar böyle . kuaför gene başrolde tabii. engellenmiş şut da isabetsiz şut olarak görüldüğünde (neden ayırmışlar, onu da anlamadım), maç başı en az 1 şut çeken 3 oyuncu var: soner, adis, ndiaye. soner'in isabetli olan en az 4 şutunun altı pas çizgisinin hemen önünden çekildiğini ve gol olmadığını net bir şekilde hatırlıyorum. ndiaye zaten şutu olan bir oyuncu değil. adis 5 yıl önceki adis hiç değil. şut istatistiğinde lourency ve tijanic'in biraz kıpırdanmalarını isterdim ama onlar da takımın pas bağlantılarında az bir yüzdeye sahip olmanın acısını çektiler. pas demişken; başarısız uzun pas istatistikleri böyle . defans oyuncularından sonra bu listede de soner zirvede. soner-obi-berkan-yalçın-tjanic her maç toplamda 8-9 topu şişiriyor. bak, bunu stoper yapar, baskı altındaki murat yapar, irfan can diker, dino diker, atınç'ın uzun oynaması gerekir; tamam. onları istatistik dışı tutuyorum. ama "takımın beyni"nin de içinde olduğu, ana pas bağlantılarını oluşturan oyuncu grubu her maç 8-9 top şişiremez. bunu anlamı şu: "her maç 8-9 top doğrudan rakibe gidiyor ve kontraya çıkma imkanı veriliyor". her maç 8-9 kontra yememe nedenimiz ise, obi'nin ligin en iyi kesici orta sahası olması; yoksa maç başı 1,5'a yakın değil, 2,5'a yakın gol yemiş bile olabilirdik. başarısız orta istatistiğini yukarıda vermiştim. maç başı 20 topu da dağlara taşlara vuruyoruz. e, zaten maç başı 28 civarı xg üretebiliyoruz. maç başı 3-4 şutu gene dağlara taşlara atıyoruz. bu takım 18 golü bile iyi atmış diyorum ben artık. 28 xg, ligin kalburüstü takımlarının ürettiği seviye, evet ama bu mevzu "hücum zenginliği" olarak yanlış anlaşılıyor. al işte, bizim 28 değil, 48 xg'miz de olabilirdi. değişen ise, isabetsiz şut, başarısız orta ve başarısız uzun pas istatistiklerimiz olurdu. hepsinde zirveyi kimseye kaptırmayan soner-berkan ikilisi ligin bile zirvesinde yer alırdı.
devre arasında neler olmalı:
- sağ ve sol beke en az 2, optimum verim için 4 transfer: berkan-burekovic ikilisi birbirlerinden beter. birinin ayağı var gibi görünüyor ama ileriye çıktığında geri dönmüyor. diğerinin ayağı kötü ama mücadelesi daha iyi. ikisi de kanat savunmasında kötüler, 1'e 1 adam savunmaları da çok kötü, pır pır kanatlara karşı ayakta da duramıyorlar. sağ taraf da aynı: murat-kerim ikilisinin pozisyon bilgileri yok; ters kademeye giremiyorlar. murat hücumcu bek gibi görünüyor ama orta açamıyor, ara pas veremiyor, hızlı değil. kerim savunma beki gibi görünüyor ama fiziği de kötü olduğu için ayakta kalamıyor, pozisyon hataları yaptıkça stoperleri de sık sık bozuyor (beşiktaş maçında yenilen ilk gol). ilk transferler buralara olmalı.
- orta saha göbeğine en az 2, tercihen 3 transfer: soner'in takımla ilişiğinin kesildiğini düşünürsek, zaten doğrudan 11 oynayabilecek bir 8 numara lazım. hatta yedeği de yok. yalçın'ın gelişimi çok ağır ve yeterli seviyede değil. yalçın'la rekabet edebilecek bir yedek 8 de olmalı. obi'nin de yedeği yok bizde, atakan ya da kahraman obi'nin yedeği olarak hiç düşünülmedi. bundan da stoper olarak elimizin kuvvetli ama ön libero olarak sadece obi'ye bel bağladığımızı görebiliriz. en az 3 gerekiyor bence ama soner'in yerine 1 transfer olsun da, gerisine acil olarak bakmıyorum.
- 1 kanat transferi: halil'den başka efektif kanadımız yok. baku ve lourency kanat rotasyonu için alınmıştı. lourency biraz faydalı gibi ama çok top eziyor. baku ise, halı saha topçusu. halil'i kesmesi için almıştık biz bi' de bu adamı, düşünün. 2 kanatta da oynayabilecek, mümkünse pır pır, fizikli, olduğu yere değil; önüne top isteyen bir kanat gerek. çünkü lourency'nin de bu form durumuyla formayı alamayacağı günler yakın.
- en az 2 forvet transferi: adis 15 dakika kadar, ndiaye de 30 dakika kadar oynayabiliyor. 90 dakika sahada tutulacak kaliteleri yok ikisinin de. bitiriciliği iyi, mümkünse hızlı; mümkün değilse fizikli ve top indirebilen, kesinlikle ayağı düzgün ve pas yapabilen en az 2 forvet lazım. ndiaye gibi kanatta da oynayabilen değil, forvetten başka bir yerde oynayamayan golcü gerek bize. başka türlü gol atabileceğimizi düşünmüyorum.
soner (kiralığı bitecek ama opsiyon bizde), balazs megyeri, adis, wilker, burekovic ve paluli'nin sözleşmeleri sezon sonu bitecek. berkan, beykan, kerim, baku ve ndiaye'yi takımda görmek isteyen kimse yok. 30 kişilik kadronun 11'i bu şekilde, süper di' mi? geri kalan 19'un 6'sı genç oyuncular zaten, kendisinden büyük işler belediğimiz ege özkayımoğlu bile 3 maçta toplam 48 dakika süre bulabildi. 13 oyuncu kaldı elimizde. sözleşmeleri bitecek oyuncuları göndermekte ne kadar başarılı olursak, bu denli oynak bir döviz kurunda transfer yapabilmemiz de o kadar mümkün olacak. yönetim yukarıdaki isimlerden adis haricinde hepsi gönderse, büyük iş yapmış oluruz ama olmayacağından eminim. irfan can'a teklif gelirse (yönetim en az 5 milyon euro falan isteyecektir), onun da yeri doldurulmak zorunda olacak. megyeri elde tutulup irfan can'dan gelecek para 2 bek için harcanabilir. son 2 yılki gibi, devre aralarında kağıt kaleme sarılacağım gibi görünüyor. umarım yönetim ilk iş olarak "hocamıza teşekkür ederiz" başlıklı bir mesajla önümüzdeki 5 ayı da tek kararla çöpe atmaz. korkulu bekleyiş bu yeminlen ya, başka bi' bok değil.
2021-2022 süper lig'e berbat bir giriş yapmış (8 maçta 1 galibiyet, 2 beraberlik), devamında ise beraberliklerle puan alıyormuş, lige tutunuyormuş gibi görünmüş, kadro kalitesinden ziyade, kulüp içi yapılanma sorunları ve liyakat eksiklikleri sebebiyle bu sezonun ilk küme düşme adayı olan izmir'in gururu.
temel sorunları yazayım, ardından kulüpten nemalanan haysiyetsizlerle ilgili de aklıma geleni yazıcam.
- takım 9 iç saha maçında 5, 8 dış saha maçında 11 gol atmış. olmamız gereken yerde bulunan karagümrük, giresun ve sivas gibi takımlara baktığımda, iç sahadaki 8-9 maçta 11-15 gol civarı attıklarını görüyorum. sivas son 4 maçında namağlup ve bu süreçte galatasaray ve hatay'ı iyi oyunla yendi. karagümrük'ün iç sahada gol bulamadığı sadece 2 maç var. genelde 3-4 gol attığı maçlarla dolu fikstürü. 1 ay önce küme düşmenin en büyük adayı olan giresun, iç sahada az gol yiyor (9 maçta 8 gol yemiş) ve rize, karagümrük, altay ve malatya gibi doğrudan rakibi olan takımları öyle ya da böyle yenmiş. bizdeki temel sorun, iç sahadaki taraftar baskısı olarak ülkede ilk 3'te bulunmamıza rağmen, takımda golcü yok. adis eski sevgili kontenjanından geldiğinden beri kısır, ndiaye sezon başı tekrardan takıma kazandırıldığında bile 1,1 milyon euroluk bonservisini fazla bulanlardandım. oynadığı 18 maçta 4 golü var. altyapıdan çıkan ege forma şansı bulamıyor. onun yerine takımla ilişiği kesildiği yönünde haberler çıkan ideye 5 maç oynadı ve tabii ki gol bulamadı. bu takımın temel sorunu golcü eksikliği, ki taraftar sezon başında 2 bek, 1 orta saha, en az 1 de forvet isterken bu günleri görmüştü.
- orta saha kurgumuz ligin çok altında. kuaför soner paşam sadece dikine pas atmayı, hücuma çıkışta illa ki topa dokunmayı sever; başka da bi' bokla ilgilenmez. illa ki yanında savaşçı, her topa koşan, atlayan; kısaca, kendi işini yapmamasını sağlayacak bir amele ister. 2 yıl önce takıma katıldığında da aynıydı, şimdi de aynı. obinna ve/veya yalçın'la birlikte oynamazsa sahadaki varlığı unutulan soner paşam, orta saha dirençsizliğinin baş nedeni. takım kontra yer, geriye koşmaz; set savunması yapmak zorunda kalırız, alan kapatamaz; obinna ya da yalçın'ın pozisyon icabı mevkisinde bulunmadığı anlar olur, "benim işim değil" dercesine toptan kaçar; hücuma çıkışlarda illa ki topa değer, al-ver yapar ama o dikine pas ihtimali yoksa rakibin arkasına saklanır; pozisyona girer, sert vuruşla bitirebileceği toplarda rakip kaleciye antrenman şutları çeker (bu sene en az 4 pozisyon hatırlıyorum böyle). say say bitmez soner'in falsoları. bunlar düzeltilebilecek sorunlar da değil artık çünkü bu adamın karakterinin böyle olduğunu anlayalı 1 buçuk yıl oldu.
- takım için gruplaşmanın temel aktörleri halil-berkan-soner'dir. ben bunlara 3 yıldır aşiret diyorum. serdar gürler, yasin öztekin, alpaslan öztürk de bu aşirete monte olmuştu. takım içi dengeleri bu aşiret belirler. halil zaten takımın değil, semtin dokunulmazı olduğu için aşireti dağıtmanın yolu halil'i bu ekürilerinden ayırmak değil, ekürilerini takımdan yollamaktı. serdar, yasin ve alpi bir şekilde takımla bağı kesilen oyuncular oldu ama berkan gibi 2. lig kırmızı grup'ta bile yedek kalması gereken bir bekin ve soner gibi "orta sahanın beyniyim ben lan" egosunu yıllardır sırtında taşıyan ama sahada hiçbir varlık gösteremeyen bir orta sahanın takımda sürekli 11 çıkması akıl alır gibi değil. taraftar baskısı sebebiyle bu 2 kanser hücresi 2 ve 1 maç kadroda yer alamadı sadece (berkan 1 maç da cezalıydı, o yüzden onunki 2). bu gruplaşma takımın oyununu da etkiliyor: halil'e doğru, çizgi halindeki defansın arkasına atılacak dikine pası illa ki soner atacak. soner hücumda illa ki berkan'la paslaşacak. berkan illa ki soldan çizgiye inermiş gibi yapıp geri dönecek ve soner'e pas verecek. soner artık keyfi yerindeyse dikine atacak bi' top, halil zaten rakibe giden bu topu kovalayıp alacak ve pozisyon üretecek. yeminlen, şu hücum formatını biz en az 1,5 yıldır oynuyoruz ya, akıl alır gibi değil. halil son 4 yılda kendini karakter olarak geliştirdiği için top kaptırsa bile geriye dönüp yapabildiği kadar alan kapatıyor, sağ olsun. ama berkan ve soner'de bu hiç yok. böylece arkada illa ki eksik yakalanıyor takım ya da orta sahanın kuaförü orada olmadığı için alan paylaşımında hatalı görünüyor. rakibi set hücumunda olan ve eksik/hatalı alan paylaşımıyla yakalanmış göztepe'yi izleye izleye sinir hastası olduk biz ya.
- "2 bek sorunsalı" diye bir bela var ki; nasıl bir yönetim anlayışıysa artık bu, gözlerini kapatıp kulaklarını tıkayınca yıllardır ortada olan bu sorun yokmuş gibi davranabiliyorlar. berkan ve murat'ın 2. lig bekleri olduğu, yedekleri olan burekovic ve kerim'in ise bal liglerinde belki forma şansı bulabileceğini yıllardır biliyoruz. kerim'den ümitliydik ama o da fiziğini hiçbir zaman geliştiremeyeceğini gösterdi. murat'ın bu sezon en iyi sezonu bence ama buna rağmen 1. lig seviyesine anca çıkabildi. bu bek sorunu en az 2 yıldır var bu takımda ve önlem olarak yapılan şu: berkan ve murat'ın 11 çıkması, yedeklerine transfer yapılması. ya gassama varken bile sağ tarafı otobana dönmüş bir takımdı göztepe. murat orda olsa ne olur, olmasa ne olur? berkan bütün duran topları "aşiret gücü" adına kullanırken, karşısına zenci, pır pır, omuzlu, size'lı bir kanat adamı geldiğinde yerlerde meliyor. 2 beki de her maç delik deşik olabilecek kapasitede bir takımın takım savunması ne kadar başarılı olabilir ki? katarlıların yayıncısı her göztepe maçında "göztepe bilmem kaç maçtır gol yiyor" deyip duruyor. e tamam ama karagümrük, beşiktaş, alanya, fenerbahçe, gaziantep de bizim kadar gol yiyor ama düşme hattına demirlemiş halde değiller. yani, burada gol yemek sorun değil, takım savunmasındaki gediğin temel nedeninin 2 bek olduğunu görmek önemli. 17 maçta 16 gol atmak nedir abi ya? neyse, maddeleri karıştırmayayım kafama göre, devam edeyim.
- takım kimyası 2 yıldır iyi değil. ilk 11 ile yedekler arasındaki kalite farkı geçen yıl daha da barizdi. bu yıl zaten 11'dekiler de bok gibi performans ortaya koydukları için aradaki makas kapandı ama bu sefer de takım kadrosu olarak komple boka battık. lourency ve baku diye 2 kanat transfer ettik. lourency topu ayağında tutmayı seven bir orta saha gibi ama iyi yetişmiş bir oyuncu olduğu fundemental özelliklerinden belli oluyor. gene de bir kanat oyuncusu değil (hızlı değil, seri hiç değil, asistten çok kendine oynamayı seviyor, çevresindekilerde uyumdan ziyade kendine pozisyon hazırlıyor ama bunları da gole çeviremiyor). baku hızlı olmayan, top süremeyen, fiziği neredeyse benimle aynı, kısa boylu bir kanat. kadrodaki rekabet artsın diye alındı bu oyuncular ama ne baku halil'i kesebildi ne de lourency avel ndiaye'den formayı sürekli olarak alabildi. bir tek tijanic'ten hala umudum var ama onun da soner'in kadrodan (ve hatta izmir'den) komple uzaklaştırılmasıyla birlikte obinna ile yan yana oynadığında kendini gösterebileceğini düşünüyorum. atakan yetenek olarak tartışmasız olarak sıfır ama yüreğiyle bir şeyler yapabilecek bir oyuncu. kahraman defansın her yerinde oynayabilmesiyle bir joker ama yetenekleri çok kısıtlı. dino geçen yılki alpi'nin yerine alındı ama onun kadar pozisyon bilgisi gelişebilecek bir oyuncu değil. wilker atınç'tan bile daha yavaş ve pozisyon bilgisi oldukça kötü olduğu için atınç'tan formayı alamıyor. gördüğünüz gibi, bu saydıklarım yedekler. tijanic hariç, hiçbiri performans olarak önünde yer alan takım arkadaşını geçebilecek çapta oyuncular değil. ya, burekovic 2 yıldır berkan'dan formayı alamıyor aga ve bu adam yabancı kontenjanında. aynı durum ideye ve ndiaye için de uzun zamandır geçerli. bu kadro mühendisliği ile anca bu kadar puan toplayabilirsin işte.
yukarıda bahsettiğim haysiyetsizler ise, kulüpten nemalanan ve mamalanan, maaşlı, kendisine önce göztepe taraftarı diyen (ve böylece sepil'in yönetiminde bir koltuk kazanabilmiş) göztepe yöneticileri. ilhan şahin'in sportif direktörümsü bir görevi olduğunu yıllardır biliyoruz ama kendi çalışma döneminde 12 teknik direktör kendi antrenörleriyle birlikte değişirken, kendisi koltuğunu bırakmadı. talat papatya sadece kukla, sepil'in direktiflerini kurumsal dille iletmekten başka hiçbir işe yaramıyor. 4-5 eleman daha var böyle ama adlarını zikretmeyeceğim. sepil, takım içi yönetimi bu elemanlara bıraktığı günden beri her konuda tek yetkili merci olduklarını zannettiler. transferinden takım kimyasına, sezon öncesi kampından devre arası kampına, yeni transfer edilen oyuncu grubu entegrasyonundan takım içi dengelere, sosyal medya başta olmak üzere taraftarla doğrudan iletişim sağlamaktan takım içi atmosferine katkı sağlamaya kadar her türlü bok bunlarda. "işini yapamıyorsan istifa et" sözü doğrudan yüzlerine ve sosyal medyada kaç kere gündeme getirildi, ben sayısını unuttum. buna rağmen halâ 3 maymunu oynamaya devam ediyorlar; olan bizim ciğerlere ve sinirlere oluyor. sepil'in cebindeki akrep sorun kümesinin x'iyse, bu haysiyetsizlerin yarattığı sorunlar x üzeri 6 falan olmalı. alt liglerde olaydık, çoktan evleri basılmış, istifaya kulübün gerçek sahibi olan taraftar tarafından zorlanmışlardı ama artık "medeniyiz", he mi? sıçayım böyle medeniyete.
bu takım sezon sonunda küme düşer mi, düşmez mi; bilmiyorum. düşmeme umudum ise gün gün, maç maç azalıyor. temel sorunlar odadaki fil olmuş, taraftardan başka bunları dillendiren, gündeme getiren, bir şeyler yapılması için bağıran kimse yok. sene başında "göz göre göre düşüyoruz" hashtag'i açılmış ve türkiye gündemine girmişti. henüz ligin başıydı bak. o zamandan bu zamana kadar takımda değişen sadece teknik direktör ve heyeti oldu. bu girdide nestor'la ilgili hiçbir cümle olmaması da, hocanın zaten böyle kaotik bir ortamda elinden geleni yaptığını göstermesiyle alakalı. bıyık reyiz ünal hoca sezon başı kampı bile yaptırmamış, oyuncu grubu tatilden tatile koşmuş, 5. maç sonunda akciğerlerini çime bırakan futbolcular görmüştük; unutmadım. bu yüzden nestor'un kredisi bende halâ var çünkü temel sorunların hoca ile ilgisi yok şu anda. adis ve ndiaye maç başı toplamda 4 pozisyonu harcarsa, soner her maç en az 2-3 tehlikeli atak bitiremez ve bunların geri dönüşlerinde sürekli kalemizde pozisyon görürsek, hücumda 3-6-1, savunmada 5-4-1 dizilişini ilk kez nestor'la birlikte görmemize rağmen sürekli beklerin olduğu bölgelerden pozisyon yersek, bunların tamamının faturası önce yönetime çıkar, ardından aşirete.
bu sezon devre arası tatili 2 hafta kadar. bu süre içinde bütün bu sorunları gidermek mümkün değil. en azından en iyi yamayla ligte kalmaya çalışmalıyız. bu sezon 2-3 maçlık seri yapanın ligte kalacağı bir sezon. ligin başında götünü kendi kendine kaldırıp "7 maçta 5 galibiyet aldık biz, avrupa'da görüşürüz" egosunu sıçanların hali de ortada: düşme hattıyla sadece 2 puanlık fark. komik komik işler bunlar. bunlara gülüp kendi halimizi unutmaya çalışmak da bir yöntem tabii ama göztepe benim gibiler için bir futbol takımından ötesi; bir semt, "gençliğin katili".
1 ileri 2 geri gitmeye devam eden futbol takımı ile birlikte karışık duygular yaşatmaya devam eden izmir'in gururu.
istanbul takımları karşısında uzun yıllar sonra (40 yıl kadar sonra) 3 galibiyet üst üste çıkardıktan sonra alanyaspor karşısındaki aciz oyunla tutunulan beraberlik ve galibiyeti hak etmeyen bir oyunla erzurumspor karşısında kazanılan 3 puan, takımı bir anda "son 5 maçın lider takımı" haline getirmişti. ama kağıt üstündeki gerçekler, sahaya ve oyuna yansımıyordu ve bu takımın yıllardır peşinde olanlar için "kömürü altın zannetmek" olarak bilinen bir gerçekti.
3 istanbul takımı maçlarındaki başarılı oyunun temel dayanağı tabii ki k.b. etkisi. sadece izmir'de değil, bütün anadolu şehirlerinde futbol federasyonu tarafından sürekli korunup kollanan, semirtilmiş büyütülmüşlere karşı olan öfkenin dışavurumundan başka bir sebep bulmaya gerek yok. ayrıca, takım bu 3 maçlık seriden önce, ligin en kötü oyununu oynayan takımlarıyla oynamış, 3 maçta sadece 1 puan almış, sahada da hiçbir varlık gösterememişti. girdinin başındaki 1 ileri 2 geri döngüsüne istanbul maçlarından sonra gireceğimizden adım gibi emindim ben. alanyaspor karşısındaki korkak oyun (son dakikalarda 5-5-0 oynadık, sağ açık lamine gassama'ydı ya), erzurumspor karşısındaki berbat oyun planı (ünal karaman'ın peter zulj'a adeta tahammül edememesi, oyun kurma noktasında soner aydoğdu'nun bu sezonun tamamında sıçtıkça sıçması) bu maçlarda olumsuz sonuç alınmamasını sağlamış olabilir ama kağıt üstündeki değil, gerçek oyun gücü açısından göztepe'nin uzun süredir yetersiz olduğu, takımı takip eden bütün taraftarların gözlerini kanatıyordu. ünal hoca'nın adaptasyon sürecinin uzayabileceğinin de farkındaydım ben. bu yüzden de "mart'ın ortasındaki ankaragücü maçına kadar kendisine laf etmeyeceğim" demiştim. ligin çıkışta ama düşme hattında yer alan takımlarından olan ankaragücü dün içimizden geçti; hem de 400'ün üzerine isabetli pas (%85) yaptığımız, 25 orta açtığımız, %60 topa sahip olduğumuz bir maçta.
ünal hoca'nın kafasındaki ilk 11 henüz oluşmadı, bunu hepimiz apaçık görebiliyoruz. neler denediğinden bahsedeyim:
defansın göbeğine çaktığı atınç nukan-alpaslan öztürk tandeminin hangi hatalara açık olduğunu taraftar görebiliyor, ünal hoca henüz sadece antrenman performansıyla bu ikiliyi değerlendirebildiği için göremiyor. atınç ligin en ağır, tek hamleli, cüssesine göre kırılgan ve sakatlık riski en yüksek stoperi. alpi taraftarla (ve bence takımla) arasındaki bağı koparmış durumda, aylarca oynayamadığı için uyum sorunları yaşamaya başlamış, tek hamleli, fazla öz güvenli, ön liberodan devşirildiği için ayağı düzgün diye kendisini kaf dağı'nın üzerinde gören bir stoper. geçen sene satıp kurtulmalıydık, yapamadık. bu ikilinin, takımın yediği kontralarda ilk hamleyi yapamadıklarında irfan can eğribayat'ın yeteneklerine dua eder hale gelen pozisyonları kalemizde yaratacağı çok açık. titi-marko mihojevic tandemi uzun süre işe yaramıştı çünkü marko, alpi ile karşılaştırıldığında, pozisyon bilgisi daha iyi, daha çevik ve hızlı, kendini takımın üstünde gibi görmeyen, görevi neyse sadece onu yapmaya çalışan bir stoper. titi ile atınç arasında ise çok fark yok (atınç daha iyi hava topu alabiliyor, titi yerden top almada çok daha iyi, ikisinin de ters kademeleri berbat ve ikisinin de sakatlık riski çok). ünal hoca'nın antrenmanlarda sol ayaklı 2 stoperi (titi ve atınç) yan yana oynatmayı denediğini de biliyoruz. bunun mümkün olmayacağını kullandıkları ayak tercihinden değil, oynayabildikleri oyundan almaka da mümkün. atınç, yanında her zaman yerden iyi ve ayağı düzgün birini istiyor. titi, aranan uyum açısından diğer özellikleri yerine getirebilse bile, ayağının iyi olmasını "oyun kurabilirim o zaman" şeklinde algılayıp alpi'nin düştüğü fazla özgüven hatasına düşüyor. marko'yla oynadığında da bunlar oluyordu. titi, yanında ona emredebileceği, kendi açıklarını da kapatabilen, kendisinden çok daha hızlı bir stoper arıyor. marko bunu nispeten yapabilirken, atınç titi'den bile daha uzun sürede 100 metreyi koşabildiği için yenilen kontralarda gene patlıyoruz. en mantıklı tandem atınç(titi)-marko tandemi. ama alpi'nin piyasası artsın ve sezon sonu bitecek sözleşmesiyle birlikte takımdan gitmesini kolaylaşsın diye düşünüldüğünü sanıyorum. berbat bi' plan (zaten sezon sonu boşa çıakcak adam, neden ilk 11 oynasın? hem de takımın önemli ve alternatifi olmayan oyuncularından biri değilken neden oynasın?) ama görünen bu.
bekler ise, halâ facia. gassama antrenmanlarda ne yapıyor da, ünal hoca kendisini ilk 11 başlatıyor; anlayabilen yok. yetenek olarak murat paluli ile arasında sadece ufak nüanslar var. ama pozisyon bilgisi, ters kademeye girebilme (bek ya da kanat oyuncularında olmazsa olmazdır bu), yapılan ofsayt tuzağına uyabilme, kanadını adam adama savunabilme, çakılı oynamak zorunda kaldığında pozisyon hatası yapmama gibi temel mental özellikler kendisinde yok. baya yok. süper lig'te değil, 2. lig kırmızı grup'ta zor oynayacağını düşünüyorum bu haliyle (zaten transfer listesine konulduğunda kimse teklif bile vermiyor). berkan emir-dzenan burekovic sol bek havuzu ise, sağ beke göre biraz daha iyi ama takıma katıldığından beri berkan kendisini bu takımın liderlerinden biri zannettiği için (odin, takımdaki aşiret etkisini kahretsin!) rakibin kendi sağ kanadını etkili kullandığı her maçta tel tel dökülüyor. burekovic ise nasıl bir oyuncu olduğunu halâ gösteremedi. hızlı değil, ayağı birkaç pozisyon müthiş, maçların genelinde çok kötü, top kapması eh, savunması vasat altı, pozisyon bilgisi eh, ters kademeye girebilmesi eh. sol bek rotasyonunun bu haliyle berkan'ın ilk 11 başlaması şaşırtıcı değil ama üzücü. ünal hoca'nın gassama inadından vazgeçmesini ve "altyapıdaki genç bir sol bek berkan'dan da, burekovic'ten de daha iyi oynar" cesaretini gösterebilmesini bekliyorum ben halâ. tam bir orta sıra takımı olduğumuzu 4 yıldır anlamayan kalmadı herhalde. bu sezon da amaçsız kalmaya çok yaklaşmışken, ünal hoca'nın en azından kafasındakileri sahaya yansıtmaktan çekinmemesini istiyorum.
ünal hoca orta saha dengesinde farklılıklar denedi. 2 ön liberolu oyun da oynadı, obinna nwobodo-soner şeklinde de göbeği kapatmaya çalıştı. hatta 3 box to box oyuncu gibi oynattığı obinna-soner-zulj sistemini de denedi. ama genel olarak soner'in sadece işin hücum yönüyle ilgilendiği, obinna'nın da her şeyi yapma görevini üstlendiği, oldukça kırılgan bir orta saha ile sahada yer almayı tercih etmiş oldu. son ankaragücü maçında denediği 2 ön liberolu sistem anderson esiti'nin korkunç boyuttaki ağırlığı ve vizyon eksikliği ile obinna'nın bir yerden sonra her şeyi kendisinin yapamayacağının idraki ile birleşti ve ankaragücü, gayet mahkum oynadığı en az 50 dakika boyunca bizim orta sahada herhangi bir dirençle karşılaşmadı, kontraları çatır çatır bu orta sahanın içinden geçirdi. soner paşam ise, 50 metrelik uzun paslarının hedefi tutmamasını ve 30 metreden topun gelişine çektiği şutların taç çizgisine yakın yerlerden dışarıya çıkmasını önemsediği için bu dirençle hiç ilgilenmiyor zaten. bu noktada soner'in vazgeçilmez olmadığını hatırlaması adına, ünal hoca 2 maçta soner-zulj değişikliği yaptı. soner'le aynı görevdeki zulj bile, obinna'ya daha yakın oynamaya gayret etti, orta sahayı delmeye çalışan rakibe alan açmamaya çalıştı. bu noktada, soner'in doğrudan ilk 11 oyuncusu olamayacağı bir verimsizlik dönemine girdiğini 1 yıldır söylediğimi de hatırlatmam lazım. yalçın kayan'la yan yana oynarken de "yalçın her şeyi yapsın, topu kapsın, bana versin, ben 50 metre pas atayım" şeklindeki oyununu oynuyordu, şimdi de aynı oyun var kafasında. bu takım sırf soner uzun pas atabilecek kadar "rahatlasın" diye 2 ön libero ile oynamayı bile deniyorsa, soner'in de, bi' zahmet, halil akbunar'ın bu sezonki istatistiklerini yakalamış olması gerekiyordu (kupa maçlarıyla birlikte 31 maçta 9 gol, 8 asist). yani, soner kredisini çoktan tüketti ve kenarda oturması gereken oyuncuların başında geliyor. ünal hoca'nın yalçın ve zulj'ü yavaş yavaş kadrodan çıkarmayı düşündüğünü göstermesi yerine, soner'e sık sık "benime oturacaksın bu maç" demeye cesaretinin olmasını bekliyorum ben. aynı durum zlatko tripic'in oynamaması (ve hatta maç kadrosuna bile alınmaması) örneği içinde fousseni diabate adına da geçerli. diabate'nin sahada sadece top ayağındayken etkili olabilecek bir 10 numara olarak oynatılması da eleştirilebilir ama diabate nedeniyle göztepe'nin savunmaya çekildiğinde 10 kişi kalması eleştirilemez çünkü bu bir lükstür. bizim böyle bir lükse ihtiyacımız yok. trabzonspor'dan kiralanmasının ünal hoca'nın diabate'yi hem formda tutmak hem de trabzonspor'un diabate'yi satmasına yardım etmek için yapıldığını düşünenlerin sayısı da az değil. tripic'in savunma yönü, vizyonu, tabii ki gücü ve pozisyon bilgisi diabate'den çok daha iyiyken, sadece çalım atabilen, hızlı da olmayan bir diabate'nin ilk 11 oynaması çok garip. halil'in kanattaki etkinliğine laf edemiyorum çünkü tabelaya yansıtıyor bunu artık. zulj'ün de sahada olduğu maçlarda aralarındaki uyum nefis oluyor. diabate yerine tripic'le birlikte bu 3'lüyü sahada gördüğümde, soner'in tek yönlü oyununu da, alpi'nin egosunu da unutup gidiyorum.
33'lük adis jahovic'in 8 maçlık performansı hayal kırıklığı oldu. hem taraftarın hem de ünal hoca'nın moralinin bozulduğundan eminim. adis yerine cherif ndiaye'nin santrafor başladığı maçları da gördük. adis'ten önce cheriff'in alıştığı, kendi oyununu tamamen değiştirdiği mevki de buydu. rakiple boğuşmaktan tekniğini geriletmek zorunda kalmış bir hücum oyuncusu haline geldi. sol kanatta ise, geride berkan'a, önünde adis'e (ya da brown ideye'ye), karşı kanadında ise halil'e yardım etmesi, kafalardaki "ideal flc" tanımına cuk oturmasını sağladı. ndiaye'nin soldaki yeri değiştiği zaman, bundan hücum hattındaki bütün oyuncular etkileniyor: halil artık önünde oynayan ndiaye'ye tuğla gibi paslar atıyor, diabate ndiaye ile sürekli 2'ye 1 deniyor ama olmuyor, berkan önünde ndiaye varmış gibi gene tuğla pasları atıyor, soner ndiaye soldan yardıracak diye santrafor olan ndiaye'nin önüne sert toplar atıyor (ve hepsini ya rakip stoperler ya da kaleci alıyor). ndiaye'nin solda oynamasından başka kendi adına bir pozisyon değişikliği olmamalı. ideye artık bir çöp çünkü taraftara da "fuck off" falan demeye başladıktan sonra takımla bağı kopmuş gibi oynuyor. stefano napoleoni ve tripic ise maç kadrolarına alınmıyor. adis-ideye haricinde santrafor, ndiaye'den başka sol hücumcu, halil'den başka da sağ hücumcumuz yok, evet. bu alternatifsizlik "kazanan/kaybetmeyen takım bozulmaz"ın kötü bir sonucu. alanya maçını 4-1 falan kaybetseydik, dünkü ankaragücü maçını da biz farklı kazanacaktık. çünkü hatalardan ders almak için illa ki "look at the tabela" gerekiyor bu ligde.
ünal hoca kredisini benim gözümde de tüketmeye başladı. haftaya sivas'ı konuk ettikten sonra mill maç arasına girilecek. nisan'da ise, fikstür gene 3-4 günde bir maç oynama yoğunluğuna çıkacak ve kayserispor, çaykur rizespor ve hatayspor maçları ünal hoca'nın kafasındakini ne kadar sahaya yansıtabildiğini bizlere gösterecek. ligin üst sıralarındaki takımları bulduğu pozisyon zenginliği açısından kevgire çevirebilen, düşme hattındaki takımların hemen hemen tamamına ise umut ve puan vermeyi görev edinmiş bir takım olduğumuz artık çok açık. ünal hoca'dan bunu olumlu yönde değiştirmesini istemek de, kendisinin yapabileceklerinden daha fazlasını beklemek anlamına gelmiyor. stajyer hoca öğütücüsü olmayı kendisinin göreve gelmesiyle birlikte bıraktık (şükürler olsun sana odin!), kendisiyle birlikte de güzel günler görmeyi hayal etmek istiyoruz.
ligin dibindeki takımlara kötü oyunla yenilme, ligin tepesinde caka satan takımları iyi oyunla yenme alışkanlığı devam eden, "maçlar fikstür üzerinden değil, sahada kazanılır" mottosunu taraftarlarına her maç hatırlatan izmir'in gururu.
ünal karaman göreve geldiğinden beri kötü giden tablo, son 2 istanbul takımı maçıyla değişmiş gibi oldu. ligin dibinden kurtulması zor görünen, sahada oynadığı futbol da bi' boka benzemeyen denizlispor, maç başı 1 puan ortalamasına sahip olması oldukça yanıltıcı olan, ligten düşmenin en büyük adaylarından yeni malatyaspor ve oynadığı kaos futboluyla ligin ilk 10'unda yer alan gaziantep fk maçlarından sadece 1 puan toplamak moral bozmuş, oynanan oyun da ünal hoca'ya desteği azaltmıştı. fikstürün devamındaki 3 istanbul takımı (akbilspor, fenerbahçe ve kasımpaşa) ile geçmiş maçlardaki sonuçlar ortadayken (istanbul'da kazanmayalı yıl oldu herhalde), bu dönemdeki 6 maçtan 5 mağlubiyet alabilme ihtimali de az değildi. özellikle akbilspor maçının ilk yarısındaki resital oyun, bundan 6 yıl önceki 2. lig kırmızı grup'taki kamyoncu ilçelerindeki deplasmanları hatırlattı bana (alt liglerden bihaber olanlar bilmez). gene de, istanbul'daki 3 maçta da aynı performansın gösterilemeyeceği, zaten 2 yıldır takımın oynadığı "topa sahip olmak umrumda değil, iyi kapanıp az sayıdaki keskin pasla gole gidebilirim" anlayışının istanbul büyütülmüşlerine karşı pek de işe yaramayacağı da aşikardı. umutlu ve akıllı oyun, borç içinde yüzmesine rağmen, futbolcu transferine milyonlarca euro yatıran, saha zemini '90'ların doğu takımlarının iç sahalarına benzeyen şekilde buzla kaplanmış söz konusu takımlara karşı işe yaradı. akbil'i ve fener'i yendik. kasımpaşa'yı da haftaya yenersek, gene avrupa hayalleri kurmaya erkenden başlayacağız. çünkü daha 15 maç var ve girdinin başında da belirttiğim gibi, maçlar fikstür üzerinde değil, buzla kaplı sahalardaki oyunla kazanılıyor.
peter zulj'ün takıma katılıp uyum sorunu yaşamadan katkı vermesinin ardından, cherif ndiaye'nin flc olarak oynaması; bunu yaparken de, sol beke sık sık yardıma gelmesi (adam resmen sahte "midfielder engine"e dönüştü), eski sevgili adis jahovic'in 3 yıl önceki futbolunu oynayabilmesi, halil akbunar'ın belli bir standartın üzerinde kalmak için çabalaması, soner aydoğdu-obinna nwobodo orta saha ikilisinin birbirleri arasındaki iletişimin genellikle sabit kalması ve kopmaması, atınç nukan-alpaslan öztürk stoper ikilisinin hava toplarındaki muazzam başarısından ötürü taraftarın dahi "stoper ikilisi çok sık değişiyor" eleştirisini yapamaması ve tabii ki irfan can eğribayat'ın 2-3 yıl içinde büyük bir sıçrama yapacağını cümle aleme (hatalarıyla birlikte) gösteriyor olması göztepe'nin şu anki puan cetvelinin özeti gibi. gene de çok eksik ve çözülmesi gereken sorun var: iki taraftaki beklerde oynayabilen 4 oyuncunun (berkan emir, dzenan burekovic, lamine gassama, murat paluli) hiçbirinin bu ligin ortalamasını tutturamadığı ve orta saha alternatiflerinin çok kötü olduğu (anderson esiti, kubilay sönmez, beykan şimşek) da takımın acil çözüm gereken yerleri. altyapı çıkışlı yalçın kayan'ı da ünal hoca görmezden geliyor sanırım. sezon sonuna kadar bu kadroyla gidilecek, orası belli. ön taraftaki alternatifler (zlatko tripic, fousseni diabate, stefano napoleoni, brown ideye) de evlere şenlik performans veriyorlar. takım uzun bir süre halil-soner-ndiaye üzerinden skor bulabildiği için bu alışkanlığı zulj, tripic, adis, diabate, ideye gibi oyunculara yaymak da kısa vadede mümkün değil. ünal hoca'nın hücum alternatiflerini artırması ve "halil'in önüne top atın, koşuyla pozisyon üretir" ile "soner oyun kursun, zulj topu kenarlara genişletsin, ndiaye adam eksiltsin, adis boğuşsun; karambolden golü buluruz" hücum planlarının yanına, gerçekçi 1-2 plan daha çizmesi şart. yoksa, gol bulamadığında ne hale döndüğünü iyi bildiğimiz bir göztepe bu ligten halen düşebilir. evet, hem avrupa hayali hem de ligten düşme korkusu aynı potada eriyor şu anda. ayrıca, defans planında, alpi'nin ayağının temiz olması ve sık sık öne çıkarak oyun kurma isteği (titi'de de var bu) bu planın bir sonucu değil, bireysel hataya oldukça açık, riskli bir çaba olarak görülüyor. bireysel hatalardan en çok gol yiyen, tarafına en çok penaltı çalınan takımlardan biri olduğumuz da düşünüldüğünde, defansı halletmeden hücum opsiyonlarını düşünmek yersiz bile kaçabilir. bilemiyorum altan. daha 15 maç var ve ne bok yiyeceğimizi ünal hoca'nın da bildiğinden emin değilim.
büyütülmüşlerin şampiyonluk hayallerini tek maçta buz kaplı sahalarının zeminine gömmek ayrı bir şey, göztepe'nin amaçları uğruna önündeki maçlara bakabilecek olgunlukta olması ayrı. süper lig'teki takımların toplam borcunun büyük kısmını tek başına yapan ama milyonlarca euro harcayarak yeni oyuncu transfer etmeye de doymayan istanbul takımlarının dengi olduğumuzu, ancak ve ancak buzlu sahalarda oynanan ve güreşe daha çok benzeyen futbolla anlamanın halen futbol zekası eksikliğinden kaynaklandığını düşünmekteyim. ne olursa olsun, ünal hoca'nın kredisi halen devam ediyor; bu takımın avrupa'ya katılım umutlarının da devam ettiği gibi. umarım uzun süreli sakatlıklık olmadan, hüseyin göçek, özgür yankaya, mete kalkavan gibi hakem değil, vicdanlı ve adil bir insan oldukları bile şüpheli olan insancıkların e(k)meğe kan doğramadıkları bir sezon olur.