bir takım her branşta mı aynı katakulliyi yapabilir, inanılmaz. en üst seviye lige yükselen kadın voleybol takımlarını da rota koleji'nden parasıyla satın almışlar.
"Futbol ve hentbolda İzmir'i Süper Lig'de temsil eden Göztepe, kadın voleybolunda tam 11 yıl sonra liglere dönecek olmanın heyecanını yaşıyor. Son olarak 2008 yılında bu branşta mücadele eden Göztepe, Rota Koleji ile yapılan iş birliği sonucunda Kadın Voleybol A Takımı'nı yeniden oluşturdu. Antrenör İlker Alkan yönetiminde 16 kişilik kadrosuyla Gaziemir Spor Salonu'nda çalışmalarına başlayan sarı-kırmızılılar, Rota Koleji'nin yarışmacı haklarını hiçbir bedel ödemeden aldı. Rota Koleji'nin teklifiyle gerçekleşen iş birliğinin ardından Göztepe filede yeniden faaliyete geçti"
Vodafone Sultanlar Ligi'ne terfi hakkını elde etmiş, sırp menşei spor kulübü. Hoş geldiniz.
seneye anadolu efes ve fenerbahçe beko izmir'e gelemeyecek olsa da, vakıfbank, eczacıbaşı ve fenerbahçe medicana'yı izmir'de ağırlamak keyifli olacak.
ah karşıyaka ah
ocak ayı sonundaki fener maçıyla birlikte başlayan berbat hali halen devam etmekte olan, son 6 maçında galibiyeti unutmuş, alanya'ya gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'nde yenilerek "iç sahada yenilmezlik" serisini sonlandırmış, baya baya bayır aşağı giden izmir'in gururu.
bunun birkaç nedeni var ama hepsi stanimir stoilov'da birleşiyor:
1- takım oyununda kimya eksikliği yaşıyoruz: bunun doğrudan anlamı şu; bazı oyuncular takım oyununu yok etmeye programlanmışçasına gelişemiyor. romulo cardoso transfer söylentilerinden sonra yok oldu. sakat falan diyorlar sürekli ama bence sezon sonu kesin satılacak, bunun yolu yapılıyor. oyuncu da genç tabii, sürekli servis edilen böyle haberlerden etkilendi ve performansı yok oldu. juan santos yetenekli olduğu kadar da bencil bir oyuncu zaten. takım oyunu kendisine tamamen ters. victor hugo (namı diğer 'sefiller') david tijanic'in oyun zekasının yarısına sahip ama neredeyse benzer özelliklere sahip. önündeki hücum oyuncularını besleme kısmında kendisine çok fazla sorumluluk yükleyip top eziyor. tijanic takımın günah keçisi olduğu için 1 maç 11'de başlayıp nefis oynasa da sonraki maçta kulübede bile olmayabilir. "hoca ona takımda yer bulamıyor" diyordum ama yok, sefiller oynasın diye suratı pek asılmayan tijanic'i oynatmıyor. ahmed ıldız amc olarak oynayamıyor. geçen sezon bunu denemiştik ve başarılı da olmuştuk. ama bu sene sakatlıklar onu baya geriye atmış gibi. hoca da pek tercih etmiyor yoksa takım oyunu için ön alanda tijanic'le birlikte tek isim kendisi. geriden oyun kurmada zaten yokuz biz. ne ayaksız anthony dennis ne sol stoper yedeği olarak takıma katılan ama yoldaş'ın takıntıları nedeniyle ön liberoya çakılmış durumdaki notavus miroshi ne stoperlerin herhangi biri topu oyuna sokabilen tipte oyuncular. sol bek djalma silva biraz iyiydi o konuda ama onu da samsun maçında çapraz bağ sakatlığına kurban verdik. yerine oynayan ismail köybaşı çıkışlarda iyi olsa bile ne geri dönüşlerde ne doğru oyun kurmada etkili. mateusz lis de ayağı iyi kalecilerden biri değil, hiç de olmadı zaten. bütün bunları alt alta toplayınca; ahmed ve tijanic'in her zaman 11 olması, romulo'nun hem ufak tefek sakatlıklardan hem de transfer söylentilerindan kurtulması ve en azından juan, kubilay kanatsızkuş ve emersonn correia da silva'dan birinin bu üçlüye uyum sağlaması gerekiyor. emersonn'un nasıl bir oyuncu olduğunu anlayamadık henüz. kubilay zaten "deve santrafor" kontenjanı için kadroda kaldı, sene başındaki çapraz bağ sakatlığı onu aylarca tedavide tutmasına rağmen. tijanic'in özellikle kuryu matsuki (namı diğer 'tsubasa') ile uyumu müthiş ama böyle olunca da en ileri uçta oynayan kim varsa (romulo'nun sakatlık belasından kurtulamamasından sonra juan'ı gördük çoğunlukla), onun performansı fena halde düşüyor çünkü top alamıyor, kendi pozisyonlarını yaratması gerekiyor. bunların hepsini düşününce; bu takımın iyi bir 8 numara ve dennis'i yedekleyebilecek (ve hatta formayı ondan alabilecek) bir ön liberoya ihtiyacı olduğu fazlasıyla belli ama kadroda böyle biri yok işte. yoldaş ise, özellikle bazı oyuncuları kendisinin yarattığını düşünüp hatalarından dönmüyor. böylece, neredeyse başakşehir maçından beri (3 ay kadar önce) takım oyunundan anladığımız, sadece uzun top atmak, rakibe önde basmak ve geride alan daraltmak oluyor. bu bir deplasman takımı taktiği, evet ama deplasmanda çok daha kötü oluyor bu plan çünkü rakip de çoğunlukla bize topu veriyor. kimya eksikliği de burada devreye girip oyuncuların normal standartlarından daha kötü oynamalarına neden oluyor. top dikmek hücum stratejisi olarak size öğretilir ve bunu uygulamanız beklenirse, eh, siz de topu dikersiniz ve buna "uzun top oyunu" dersiniz. yersen işte.
2- yoldaş çok sorunlu bir taktisyen: saplantılı olduğu çok yönü var; göztepe'ye ilk geldiğinde "levski'de 4'lü savunma oynattım 2 buçuk yıl. burada da buna geçebiliriz ama bi' görmem lazım şimdiki arka 5'liyi" demişti, halen sistem değişikliği yapmadı; maçların içinde bile. kurulu düzeni bozmuyor ama sistem hata veriyorsa bunu da değiştirmiyor. heliton savunmada sezon başındaki 10 maç falan korkunçtu, değiştirmedi, oyuncuyu uyarmadı bile. stoper üçlüsünü sürekli değiştirdiği için ne koray günter ne taha altıkardeş ne de stoperde az süre bulabilse de lasse nielsen performanslarını sabit tutabildi. nedeni gene stoilov'du çünkü malcom bokele denen iq'suzu sürekli oynatmak istedi. bokele pozisyon bilgisi olmayan bir stoper. nielsen nasıl zeki bir stoperse, bokele de o kadar aptal ve ani karar vermesi gereken durumlarda bir ağaç kadar hantal. ama stoilov heliton'un yanında sürekli onu oynattı. dennis ön liberoda baya dalgalı performans verirken, sürekli sorumluluk almaya çalışıp sıçıp batırırken onu kesmedi; aksine oyuncuyu yüreklendirdi. miroshi'yi neden ön libero yaptığını kimse anlamadı (doğan erdoğan, ahmed, tsubasa ve bir miktar da nielsen dmc oynayabiliyor). şimdi de miroshi'yi sol bekte ya da sol stoperde denemiyor bile çünkü kendisi onun gözünde artık bir 6 numara. tsubasa'yı forvete dikti, orada kaldı çocuk. japonya'daki bir gazeteciye verdiği ilk röportajda (kendi başlığına yazdım sanırım, bakabilirsiniz oradan) kendisi bile diyor "ben hayatımda hiç forvet oynamadım, sürekli orta sahaydım, fc tokyo'da kaptanlık yaparken de orta sahaydım. bunu da başarırım" diye. kitledi çocuğu oraya "forvette sakat çok" diye, bıraktı orda. çırpınıyor çocuk orada rakip defansla, götünü yırtıyor pozisyon yaratabilmek için ama oranın adamı değilim de diyor. juan'ın bencillikleri bizi en az 3 galibiyetten etti, oyuncuya tek laf ettiğini sanmıyorum. boş kaleye son dakikalarda atamadığı bir gol var, ki şu halimle akşam yemeği sonrasında ben atarım onu. geçen senenin muhteşem ikilisi ahmed-doğan'ı kesinlikle düşünmüyor, dennis ve miroshi 90 dakika sıçıp batırsa bile. saplantılı yönü de şu: "bu oyuncuları ben yarattım. biri övülecekse ben olmalıyım" mantığı berbat bir şey ya. kötü de oynasa dennis çıkmıyor mesela. aynı şekilde heliton da (kendisi bulgaristan'dan getirdi çünkü), sefiller de (manevi çocuğu bence kesin). iyi oynayan tijanic ise 55'te laps diye oyundan alınabiliyor. korkunç saplantılar bunlar.
yoldaş'ın kötü bir taktisyen olduğunun en güzel örneklerinden biri, istanbul'da 4-2 yendiğimiz bjk maçının hemen sonrasındaki başakşehir maçı. 4-1 kaybettik, ki aynı korner golünü 2 kere yedik 6 dakika içinde. 10. dakikada maç 2-0 olmuşken ve zaten sahadan silineceğimiz belliyken, duran top organizasyonunda aynı golü 2 kere yemek berbattı. 42. dakikada başakşehir 4-0 yapınca maç zaten bitti. burada göztepe'nin korner savunmasının 3 yıldır alan savunması olduğunu belirtmek lazım. 6 pas çizgisinin üzerine en az 6 adam sıralanıyor. direkleri tutan birer oyuncu var, 2 daha, etti 8. kalan 2 kişiden biri kontra atak kovalamak için yayın civarında boş bekliyor. adam alan tek bir oyuncu oluyor ve bu çoğunlukla forvet adamlarımızdan biri oluyor. romulo'yu rakibin en uzun ve hava hakimiyeti yüksek adamıyla her kornerde eşleştirmek ne saçma şey, değil mi? bu takımın heliton'u var, koray'ı var, taha'sı var, gerekirse miroshi'si var, safi boy olsun aklı olmasa da olur dersen bokele'si var. bunlar sadece çizgide bekliyor, romulo şimdilerde ligin gol krallığına oynayan krzysztof piatek'i tutuyor. böyle saçmalıklardan ötürü kaybettiğimiz puan en az 12 bizim. öncesindeki korkunç eyüp deplasmanı, 50. dakikasına 3-1 önde girdiğimiz deplasman samsun maçı, 20 orta yapıp sadece 1 gol bulabildiğimiz hatay deplasmanı, sadece ikinci yarısında takımın açıklarını oyuncularına söylese en az 1 puan alacağımız fener deplasmanı, korkunç alanya, bodrum ve kayseri maçları ve geçen hafta 2-0'dan 2-2'ye kendi elimizle getirdiğimiz samsun maçı. bunlar 8 maç etti. bugünkü sivas maçında takım matsuki'ye uzun top şişirmeye devam ediyor, haklı kırmızı karttan ötürü 10 kişi oynuyor ve yoldaş aynı sistemi sürekli devam ettirmeyi tercih ediyor. e tabii ki puana hasret olan sivas da bizi 1-0'dan gelip 3-1 yenecek, ya ne olacağıdı? 9 maçta en az 10-15 arası puan alabilecekti bu takım. "ekle bakayım, kaç yapıyor" mevzusu değil bu, sadece yoldaş'ın körkütük uygulamak istediği "uzun top, 3'lü stoper, kanat olmayan bekler, 2 dmc, 1 tamamen ön tarafla ilgilenen amc ve 2 forvetimsi" taktiğinin defoları aslında. duran top savunması yok; baskı altında ileri çıkışların istisnasız hepsi uzun topla olmak zorunda; dmc'lerden biri sıçarsa diğeri de sıçıyor ve göbek tamamen rakibe gidiyor; topa sahip olamayan bir takım bu, topu rakibe bırakmak zorunda; kanatlardan içeriye girebilen de, orta açabilen de yok; uzaktan şut tehdidi olan oyuncu sayısı 3 ya da 4 ve hiçbiri aynı anda sahada olmuyor. böyle bir takımın hocası olmak ister miydiniz? ben isterdim ve hataları değiştirmek için de her maç sonu basın toplantısında "duran top savunmamız alüminyum, şu noktalarda dev sıçıyoruz ve bu değişmek zorunda" gibi açıklamalarda bulunurdum. bizimki ise sürekli "genciz, tecrübesiziz, sakatımız çok, baskı altındayız, hakem ot püsür" diyor. ulan, kimse de demiyor "madem suçlular bunlar, senin hiç mi günahın yok be deve?". diyen yok işte. taktik hatalarının hepsi hocaya yazar ve bizde bu sıkıntılar aylardır devam ediyor, bakmayın iç sahadaki yenilmezlik serisi bilmem kaç maç olmuştu diye. neredeyse bütün sorunlar taktiksel "anlık" dokunuşlarla "sahada" üstesinden gelinebilecek şeylerdi.
yoldaş'ın maç içi değişiklik yapmama sıkıntı da çok büyük. bu değişiklikler illa ki oyuncu değişikliği ile olacak değil, bi' bölgede aksama görüp oyunculardan birini oraya kaydırmak gibi de olabilir. sağ bekte oynayan nielsen bu yüzden ogün bayrak ve nazım sangare takımda ve sağlıklı olmalarına rağmen oynuyor işte çünkü hızı olmasa da pozisyon bilgisi müthiş. bunu da biz bağırıp çağırdık, sangare'yi de, ogün'ü de yuhaladık diye yapmadıysa adım lake değil benim. aynı mevzu sol bek için geçerli değil mesela. djalma ileri çıkışlarda çok savruk, geriye dönüşlerde bilinçsiz, ters kademesi ise olmayan bir bek. ya dibinde oynayan sol stoper (çoğunlukla bokele ile oynadı ama koray'la da oynadı) sürekli onun açık bıraktığı yerlere kayacak ya da sağ ön libero gibi oynayan büyük ihtimalle miroshi sol beke kayacak. ikisi de olmuyor, djalma geriye dönüşte sıkıntı yaşayınca sol kanadımızdan sürekli halde baskı yiyoruz. ve bu durum maç içinde defalarca oluyor. fener maçının devre arasında allan aaint-maximin sahaya girince nielsen'in ya değişmesi ya da oraya bir şekilde destek gelmesi gerekiyordu. biz bunu 10 dakika boyunca hiç yapmadık ve maç da bu 10 dakikada bitti. hatta djalma'nın da, nielsen'in tersine daha çok öne çıkıp oğuz aydın'ı bunaltması ve rakibin tek çaresinin sol kanattan atak yapmak olmasını sağlaması gerekiyordu. ki biz de sağ kanat savunmasını güçlendirelim ve oyun ortada sıkışsın; aynı ilk yarıdaki gibi. bunu da yapmadık ve maç 10 dakikada bitti işte. bunları tv ekranından ya da stattan görüp çaresiz kalmak ile yoldaş'ın durumunda bulunmak arasında dağlar kadar "rahatlık" farkı var. yoldaş rahat çünkü yarın medya onun öne geçtiğini ve ilk yarı rakibine 0,09 xg verdiğini, ikinci yarıya çıkılmasa rakibin bunu kabul bile edebileceğini falan yazacak. bunu biliyor, sonrasındaki faciayı umursamıyor. umursasa takımın eksiklerini, göçmekte olan yerlerini yamar, kapatır, uğraşır. yapmıyor bunları çünkü "kendi adı bir şekilde iyiye çıkacak zaten". neden uğraşsın ki? 2 samsun maçı da böyleydi, alanya maçı da, bodrum maçı da, korkunç eyüp maçı da ve hatta başakşehir maçı da. başakşehir maçından sonra "ilk yarı paralize olduk" dedi, geçti mesela. ulan, ben ekran başında paralize olurum, sahadaki 20 yaşındaki dennis, sefiller falan paralize olur da, sen neyine paralize oluyon olm? senin işin paralize olmayan takım yaratmak değil mi zaten? hadi dumura uğradı herkes, buna müdahale edip düzeltmeye çalışmak değil mi? herkes alkışladı bu açıklamayı ve "sonraki maçlara baktık".
3- taraftar ne eleştiri ne öz eleştiri seviyor: kulüp yapısıyla alakalı bu aslında. uzun süre dernek olarak devam etmiş, şirketleşme aşamasında da tribün desteğini kaybetmemek istemiş bütün şirket takımları kendisine yakın tuttuğu taraftar gruplarına sürekli yardım eder, bilet verir, koruyup kollamış gibi görünür. passolig mevzusundan önce "e-bilete hayır" diye birlikte yürüyüş yaptığım bütün tribündaşlar banka kartlarını birkaç ay içinde aldı mesela. tribün içinden hocaya ya da genç çocuklara tek bir eleştiri büyük tepki çekiyor, maça giden arkadaşlar söylüyor bunu. aynı durum hoca için de geçerli. maçlardan sonra twitter ve youtube'da canlı yayınlar yapan gruplar, kendi aralarına aldıkları eleştirel taraftarları sindiriyor, "amatörü unutmayın, oraya mı geri dönelim, bunu mu istiyorsunuz?" falan diyor. bu gruplar kulübe bağlı değil ama mesela en büyüğü olan yalı'nın sürekli bilet aldığı, deplasman otobüslerinin önce yalı'ya ayarlandığı falan iyi bilinir muhitte. yani, kulüp taraftar grubunu yemliyor, grup da içindeki eleştirileri yok ediyor. böylece hiçbir yerde "abi şu sorunlarımız var bizim, neden konuşulmuyor?" diye soran bir göztepeli görmüyor, duymuyorsunuz. bir süre önce yerel gazetelerde yazı yazan gazeteciler bile eleştiremiyor, bunlar gibi "eskiyi unutmayın" korkusu pompalayan yazılar döşüyorlardı. biraz akıllandı onlar şimdilerde, ağızları çeyrek de olsa açılabiliyor artık. benim yaşımdaki eski tribüncü, şimdi goy goycu tayfadan ise eleştiri hiç çıkmıyor, "şükür bu halimize, en azından düşmüyoruz" falan diyorlar. e olm, hani siz değil miydiniz "100. yılda avrupa'da atletico hayali" diye pankart hazırlıklarında espriler patlatan? bunu bile soramazsınız bizim tribünde. bu kadar eleştiriye kapalı bir grup tabii ki "kol kırılır yen içinde kalır" saçmalığı içinde her türlü defoyu içinde gizler, o defo da büyür, büyür, devasa bir sorun olur.
bilmiyorum ne olacak lig. hoca bugünkü sivas maçından sonra basına çıkıp "avrupa hayalimiz bitmiş değil" falan dedi gene ama sonuna "camia kenetlensin" diye ekleyerek. elin eski sovyet kafalısı bize "kenetlen" diyor, sanki alanya'yı içeride bok gibi oynayarak yenemeyen benim idare ettiğim takımmış gibi. eyüp maçındaki oyun biraz önümüzü gösterecek bize. ya kupayı ön plana almamız gerekecek (ki oradaki yol bence tıkalı. önce bjk deplasman, olursa sonra trabzon deplasman ve sonunda da fener ya da gs'den birini yenmek gerekecek) ya da ligteki kalan maçlarda "iddiasız orta sıra takımı" performansı içinde altın bulmamız gerekecek. futbolda beyinler yandığı için kadınlar voleyboldaki 1. lig play-off finaline kalmak ve erkekler 2. lig play-off'unda dolu dizgin gitmek biraz geri planda kaldı. mart ayında voleybol ve basketbol bizi çok sevindirecek ama futbolda baya karalar bağlayacağız bence. umarım yoldaş kazanır, ben yanılırım ama hiç umudum yok. gençliğin katili işini yapıyor gene.
deplasman istatistiği berbat olmasına rağmen, müthiş izmir performansıyla ligi ilk 4'te bitirmeye en yakın takımlardan biri olmaya devam eden izmir'in gururu.
dünkü fener maçı moral bozdu tabii ama ben aylardır "yoldaş" stanimir stoilov'un deplasman karnesini değiştirmek için hiçbir şey yapmadığını ve yapmak istemediğini de yazıp çizmiştim. yoldaş kendi yarattığı futbolcuları sahada tutmaktan ve takımı önde pres yaptırmaktan başka bir taktiğe karışmıyor. bu kadro geçen sezon da duran top savunmasında ligin en kötüleri arasındaydı. kornerlerde sadece 2 oyuncuyla adam adama savunma yaptırıp takımın geri kalanını ip gibi 6 pas çizgisine dizmekle savunma yapılmıyor işte. başakşehir bize 4 gol atarken, 2'sini kornerden, doğrudan aynı bölgeye açılan ortayla, aynı oyuncuyu adam adama tutmayıp bomboş bırakarak yedik. takımın en zayıf karnı duran top savunması ve bu en az 40 maçtır falan devam ediyor. bunun dışında, bu takım yoldaş'ın artık söyleye söyleye bıktırdığı haliyle "genç takım" olma özelliğine tamamen zıt olarak ikinci yarı başlarında oyundan düşüyor. bu durum, takım önde de olsa, geride de olsa değişmiyor. orta saha savunmasında her şeyi yapmak zorunda olan anthony dennis çok ham bir oyuncu. 5 yıl daha en yüksek seviyesine çıkabilmek için kendisini yırtmak zorunda. bazı özellikleri bu ülke için fazlasıyla yetiyor: adam savunması, pozisyon takibi, bu sezon başından beri öğrenmeye başladığı şekliyle uzun ve isabetli ara pas atabilme, torso denilen üst vücut kütlesinin omuz omuza mücadelelerdeki başarısı. bunlardan başka hiçbir özelliği menajerlik tabiriyle 20 üzerinden 10'u geçmez. orta sahanın göbeğinin ana arteri dennis. oyundan düşmelerin de başladığı dakikalarda, dennis oyun konsantrasyonunu yitirdiğinde kenardan ya da sahadaki kaptanından veya tecrübeli isimlerden talimat bekliyor. bu olmayınca da göbeği kaybediyoruz, heliton'un ya da stoperlerden herhangi birinin (ki bu çoğunlukla berbat bir oyuncu olan malcom bokele'nin) sıçmasıyla da skor dezavantajı yükleniyoruz. fener maçında da benzer işler oldu. 2 kanat değişikliğiyle içimizden geçeceği henüz maçın 11'leri belli olduğunda ortada olan bir maçta, devre arasından rakip aynen de bu beklenen değişikliklerde başlamışken 80. dakikaya kadar sahadaki "gençlerini" kimsesiz bırakırsan, rakip içinden geçmiş gibi göründüğünde ağlamayacaksın. "kısmetsizdik, rakip şanslıydı, 10 dakikada maçı bitirdiler" gibi bahanelere herkes gülüyor. ilk yarıda rakibine sadece 0,17 xg vermişsin (ki bu genellikle 3-0, 4-0 bitmiş maçlarda yenilen takımın maç boyu yakaladığı xg olur), bunu maçın geneline yaymayıp yenilmişsin. hatayı kendinde ara.
berbat hakemlerin yönettiği, var'da 1 ay öncesine kadar özgür yankaya gibi saçma sapan insanlara görev verilen, orta hakemlerin gördüğünü değil, kimi baskı altına alarak maçtan koparmayı sürekli düşünerek düdük çaldığı bir ligte, henüz 15 maçtan fazla maç kalmışken, ilk 4 kovalamak halen güzel. gene de, ilk yarıda yarı sahasından bile çıkamamış, hakem kararları kendisini ilk yarıda 1-0 mağlup kalmaya fixlemiş, farkın artmasını engellemiş, rakibe baskıyı 12. adam olarak sahada çaldığı saçma sapan faullerle belirleyeceğinin sinyalini maçın ilk dakikasında veren bir hakemin yönettiği maçın deplasman için "kazanılamaz" kategorisinde olduğunu bu ülkede futbol takip eden herkes bilir. kahpe bizans'ın coğrafyayla değil; kayırılmayla, korunmayla, saçma sapan lokal pr'la, dönek ve ahlaksız medya baskısıyla, vergi borçlarının silinmesiyle (ama eskişehir'in 3 oyuncuya maaş ödemeyediği için küme düşürülmesiyle), birbirlerine "lobi, yapı" diye diye "ben daha çok yiyeceğim, sen daha az nemalanacaksın" kötülüğü pompalamayla, adaletsizlikle, görünen köyün artık kaf dağı'nda bir yerleşim olmasıyla ilgili olduğunu da biliyorlar eşek gibi ama söyleyen olduğunda laf etmeyi de kendilerine yakıştırıyorlar. maçın "kolsuz"una sadece 2 gol atabildiğimiz için ve ilk yarıda yok olan, ikinci yarıda da 55-70 dakikaları arasında sürekli küfretmekten başka bir bok bilmeyen rezil bizans taraftarının yüzünü eğemediğimiz için mutsuzum. geri kalanı için canı sağ olsun bu takımın, bu semtin. bizim puan durumuyla işimiz yok, tek hayalimiz göztepe'nin adının yüceltilmesi. gerisi fasa fiso, sizin düşünmekten orgazm olduğunuz küçük ve mide bulandırıcı oyunlar işte. maçın hakemini daha önce başlığını açıp yazmıştım. keşke maçtan önce de yazdıklarımı okusaymışım: (bkz: atilla karaoğlan)
Önce izmir’deki maçta fenerbahçe’yi çıldırttılar diye adı “galatasaray yandaşı”na çıktı, istanbul’da beşiktaş’ı yerden yere vurup yönetim değişikliğine neden oldular, en son galatasaray’la oynadıkları maçta yenilseler de arena’da galatasaray’a deplasmanı yaşattılar ve şimdi de “fenerbahçe yandaşı” olmakla suçlanıyorlar.
daha süper lig’e çıkmasının ilk sezonunda hatta ilk devresinde üç büyütülmüşlerin ayarlarını bozdukları için kendilerini ayakta alkışlıyorum.
04.01.2025 tarihinde kadim dostu Galatasaray ile oynadığı TSL maçında açık seçik hakkı yenmiş, bir hakem ahlaksızlığına kurban edilmiş, rakbinden puan almak için gereken tüm çabayı sarf etmiş (hak yemem) izmir kulübü.
maç sonrası teknik direktörleri hakem sorularına "gak, guk" demiştir, çünkü yönetimin yukarlardan gelen bu mağlubiyet kararını sineye çekeceğini düşünmüştür.
ancak anladığım kadarıyla stratejik olarak bu bariz haksızlıklara susmanın prestij kaybı yaratacağını idrak eden göztepe yönetimi, "yumuşak" bir tepki mesajı yayınlamış.
tebrik ediyorum ve "evet siz kazanırsınız,kommensalist beslenen balıklar gibi şampiyonun baştan belli olduğu ligde avrupa'ya gidebilirsiniz. başarınız daim olsun. sayenizde büyükler şehrimize gelsin.
itiraf: olmasa, izmir futbolunun 2-3. liglerde temsil edileceği en üst seviye izmir futbol temsilcisi.
ligin devre arasına an itibariyle avrupa potasında girmiş olan izmir'in gururu.
hatay maçı hariç, bir önceki girdide yazdığım "umarım ocak ayı arasına 3'te 3'le gireriz" totemini tutturmuş durumdayız. hatay maçını hem kötü oynadık hem de stanimir stoilov'un deplasmanlarda takımı berbat oynatmasının bedelini halen ödüyoruz. ads maçı zaten beklendiği ölçüde rahat geçmişti. rize ise, son maçlarındaki berbat performansını bize karşı da sürdürünce, taraftarla kazanılan bir maç daha olmuş oldu. bu sezon ligin iç sahada kaybetmeyen 3 takımından biriyiz (diğerleri galatasaray ve başakşehir). zaten bu takımın gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'nde maç kaybetmesi için mucizevi derecede berbat hakem performansı ve yoldaş'ın takımı gerçekten de kötü oynatması lazım. bunlar olunca rakip kim olursa olsun yeniliriz. henüz bu kadar kötü bir hakem performansı görmedik iyi ki. zorbay küçük denilen arkadaş bile vasat sınırlarında maç yönetebiliyor bu sezon.
istatistiklere sonra geri dönerim. oyuncu ve sistem bazında yazayım biraz.
- david tijanic kariyerinin en iyi sezonlarından birini geçiriyor. bugünkü gol ve asistleriyle birlikte 16 maçta 5 gol, 6 asiste ulaştı şimdiden. aynı şekilde romulo cardoso da sanırım bonservisi sezon sonunda korkunç boyutlara gelecek şekilde oynuyor, ki halen kiralık bizde. 15 maçta 8 gol, 5 asist baya iyi rakamlar şimdilik. bencilliği arşa çıkmış durumdaki juan santos 14 maçta 3 gol, 2 asist, uzun süre ülkeye alışamayan tsubasamız kuryu matsuki 14 maçta 2 gol, 4 asist, hücumcu bek djalma silva 15 maçta 1 gol, 5 asist, sakatlanana kadar iyi iş çıkarmış olan isaac solet de 11 maçta 2 gol, 2 asistle oynadı. ligin en çok gol atan 3., en az gol yiyen 7. takımıyız. buna göre gol atanların baya dengeli dağılması, asistleri de hücumcuların birbirlerine yapıyor olması güzel görüntü. umarım iç sahadaki yenilmeme serisi en az 2 yıl falan olur, ki şimdiden 1 yılı geçti zaten.
- defansta çok iyi değiliz. bunda özellikle yoldaş'ın malcom bokele ısrarının, heliton'un ligin başındaki en az 5 maçta berbat oynamasının, djalma'nın lige ve ülkeye alışmasının zaman almasının etkisi oldu. gene de bu ligin en iyi kalecilerinden biri olduğunu bildiğimiz mateusz lis oynadığı 14 lig maçında 19 gol yedi. samsun ve başakşehir'den yediği 4'er gol berbat görünüyor tabii. yamulmuyorsam kayseri ve sivas maçlarında da hatalı gol yemişti. konsantrasyonunu kaybettiği anlarda kötü kaleci oluyor ve bunu zaten yoldaş'ın da biliyor olması gerek. heliton da lige kötü başlayınca, oynadığı ilk 6 maçta 8 gol yemiş oldu.
- orta saha rotasyonunda sorunlarımız var ama bunların bir kısmı sakatlıklara bağlı. geçen seneki performanslarını ara ara da olsa verebileceklerini göstermiş olan ahmed ıldız ve doğan erdoğan sürekli alternatif olamıyorlar çünkü sakatlık geçmişleri şimdiki zamanlarını da baya etkiliyor. solet'nin de çapraz bağlarını koparıp sezonu kapatmasıyla birlikte victor hugo-anthony dennis orta sahasını sık gördük. yoldaş lige stoper olarak başlayan ama sakatlığından sonra kadroya giremeyen novatus miroshi'yi dennis'le yan yana oynatıp önlerine victor hugo'yu attı. bu sistemin en büyük eksisi, ön taraftaki tijanic ve matsuki'den en az birini kaybetmek oluyor. çift forvetten vazgeçmeyeceğini de bildiğimiz yoldaş, miroshi-dennis-victor hugo orta sahasını umarım çok denemez çünkü tijanic bu kadar formdayken ve tsubasa ile de müthiş anlaşırken, ön taraftaki üretkenliği ilk öncelik sayması gerekiyor. bir ön libero kadroya dahil edilmeli zaten ama solet'nin sakatlığı nedeniyle bu sayı 2'ye de çıkabilir.
istatistik demiştik, di' mi: izmir'de 7 maç üst üste kazandı bu takım, ki ligin başındaki olaylı fener maçını da kazansak adnan süvari'nin 1967-68 göztepe'sinin rekorunu da şimdiden geçmiş olacaktı. gene de geçecek gibi görünüyor çünkü ocak ayı fikstüründe izmir'de bizi zorlayabilecek rakip yok. bu sezonki lig maçlarının 3'te 2'sinde rakipten önce golü bulabilmişiz. attığımız 31 golün 20'sinin asistler üzerinden gelmesi de yardımlaşmaya dayanan bir hücumumuz olduğunu net olarak gösteriyor. maç başına 1,9 gol atıp 1,3 gol yiyoruz ama 1,3'ü yükselten 4'er gollü mağlubiyetlerimiz oldu. bu sezon topa en az sahip olan takımlardan biri olacağımız şimdiden belli. maç başına %41 top bizde kalıyor. isabetli pas sayımız da, yüzdemiz de bu yüzden biraz düşük çünkü yoldaş'ın oyun felsefesinin temel amacı topun göztepe'de kalması, bol bol paslaşılması ve rakibin savunmasında çatlaklar aranması değil; doğrudan gole gitmek için en kısa yolun çizilmesi, rakibin özellikle savunma hattına en azından 75 dakika boyunca bitmeyecek bir baskı kurmak ve bir şekilde golü bulmak. bu yüzden, uzun toplardaki isabet oranımızın %43,5'tan daha iyi olması gerek. bunu %50 civarına çekersek, zaten oyun tarzımızın ters gelebileceği her rakibi yeneriz. beşiktaş maçında bunu gördük zaten. ikili mücadelelerin havadan olanlarında sorunumuz yok ama yerdeki mücadeleler sıkıntılı biraz. %44,7 isabetle bu mücadeleleri kazanabiliyoruz. bunun değişip gelişmesi lazım. özellikle uzun toplarla kontradan daha fazla gol bulabilmemiz de mümkündü bu sezon ama solet'nin sakatlığından sonra yoldaş sürekli oyuncu denedi dennis'in yanında. bunun geri dönüşü de victor hugo'nun neredeyse sürekli kaybettiği ikili mücadeleler olmuşa benziyor. sofascore'a göre; maç başına neredeyse 15 şut çekiyoruz. bunların sadece 5'inin kaleyi tutuyor olması kötü ama bu 5 şutun neredeyse 2'sini her maç gole dönüştürüyor olmak güzel. maç başına 15 faul yapıp her maç 2 ve üstü sarı kart görmek de kötü. bu noktada dennis'in akılsızlığının ve toyluğunun cezasını ligin ikinci yarısında çok çekeceğiz bence.
2 haftalık aradan sonraki fikstür baya sıkıntılı başlayacak. 5 ocak'ta ligte henüz mağlup olmayan galatasaray'a deplasmana gideceğiz. hemen 2 gün sonra erzurum'a uçup kupa maçı yapacağız erzurumspor fk ile. bence bunun tarihi değişir. 2 günde 1 maç yapan kimse kalmadı türkiye'de. 12 ocak'ta da izmir'de kasımpaşa'yı ağırlayacağız. kasımpaşa ayın 7'sinde fenerbahçe'yi konuk edeceği kupa maçından sonra dağılmış halde karşımıza çıkabilir. bu tempo için de bu 2 haftada özellikle david fofana'nın ve juan'ın sakatlıklarının düzelmesi gerekiyor. fofana ameliyat olmuş sanırım, mart'a kadar beklemiyorum ben onu ama juan'ın bi' şekilde yetişmesi lazım ocak'taki maçlara. 13 ocak'ta başlayacak olan transfer dönemi için de şimdiden forvet, orta saha/ön libero ve sağ bek işinin bitirilmesi gerek ama büyük ihtimalle rasmus ankersen gene son günü bekleyecek ve 11 şubat'a kadar kadro darlığından şikayet etmemize neden olacak. en azından solet'nin yerinin hemen doldurulması ve romulo'nun yanına stabil, dengeli ve belli bir standartta her zaman katkı verebilecek bir forvetin alınması gerek. sağ bek almayacak bence ankersen ve nazım sangare-ogün bayrak ikilisiyle sezon sonunu getireceğiz.
güneşli günler göreceğiz gibi görünüyor şimdilik. en azından lig şimdi tatil edilse avrupa'ya gidiyoruz. şunu görmek bile güzel iş. her ne kadar göztepe ile 1 sene daha devam etmemesi gerektiğini düşünsem de, yoldaş'ı kutlamamak olmaz. bugünkü rize maçında tribüncülük dersi veren şanlı göztepe taraftarını da özellikle iç saha istatistiği için kutlamak, takımı yüzdesel açıdan ortalama stat doluluğunda ligin en iyi 4. takımı yaptıkları için de öpmek lazım.
istanbul'da üst üste oynadığı 2 deplasmanda 1 galibiyet, 1 mağlubiyet alarak yerinde saymış olan izmir'in gururu.
yoldaş stanimir stoilov'un formsuzluğu, kadronun bazı mevkilerdeki alternatifsizlik, büyük ihtimalle yaz kampından sonra takımın taktik antrenmanların üzerine pek düşmemesi (bu yüzden maç maç, rakip rakip ilerleyemiyoruz, hep aynı oyunu oynuyoruz) ve genel anlamdaki defansif beceriksizlikler nedeniyle 13 maçta 21 puan toplayabildik. en az 6 puan daha alabilirdik rahatlıkla. ligin ocak ayı arasından önceki 3 maçta 3 galibiyet alması gerek bu takımın normal şartlarda ama özellikle sakatlar ve orta saha rotasyonsuzluğu da kadroyu kurmanın içine sıçıyor. yoldaş'ı gene de eleştireceğim çünkü ne hatalarından ders alıyor ne de hatalarından geri dönme imkanı varken "evet ya, bunu yapayım ki, kanayan yarayı durdurayım" diyebiliyor. sanırım kendi doğrularının yanlışlandığını gördüğünde, ilk baştaki plandan geri dönmeyi bir çeşit acizlik olarak görüyor. bu yüzden sabit fikirli ve ön yargılı diyorum. ayrıca teknoloji cehaletinin de artık yaşından ileri geldiğini düşünmek istiyorum. eğer bu cehalet bilinçli kararlarından ileri geliyorsa, durum ön yargısından daha beter bir halde ve daha önce de yazdığım gibi, kulübü bilen birilerinin henüz çok geç olmadan hocanın kulağına bir şeyler fısıldaması gerekiyor demektir.
beşiktaş maçındaki 4-2'lik galibiyetin anahtarı, kaos futbolu ve orta sahada rakibi oynatmamak, sürekli baskı yaparak defanstan oyun kurmalarına onları zorlamaktı. zaten bence ligin en kötü 3-5 defans hattından biri kendisinde olan rakip, topu iyice geriden kurmaya çalıştıkça da sıçacaktı. tek sorun, bizim defansif hataları maçın hemen başında üst üste yapmamız ve rakibe psikolojik üstünlük vermemizdi. bundan sonra biraz zor döndü oyun ama döneceği çok belliydi. ben 80 dakika maçı "illa ki kazanacağız" diyerek izledim mesela. ancak, bugünkü başakşehir maçı bambaşka bir ortama dönüştü çünkü çağdaş atan, benim bile stajyer hoca demeyeceğim özelliklere sahip, ileride milli takım teknik direktörü olabilecek çapa gelecek, değerli bir hoca. oyuncularına şunları demiş, ki hem beşiktaş maçını hem de daha önce rezil oynadığımız antep, samsun ve eyüp maçlarını izlediğini buradan anlıyoruz:
1- "göztepe geriden oyun kurmayı seviyor. anthony dennis'in ayakları bok gibi ama top onunla illa ki buluşacak. onu adam adama alacaksınız ama çok yakından değil. dennis topu alsın, çevresinde dönerken ve pas vereceği hücum adamlarını ararken, zaten olmayan hızını kullanmaya çalışacak ve bu sırada basacaksınız ona. top kaybı yaparsa, zaten defansı ağır olan göztepe'ye ilk golü rahatlıkla atarsınız": maçın 3. golü böyle geldi. öncesinde de dennis, aynı çağdaş hocanın taktiğindeki gibi, 2 kere berbat yerlerde top kayıpları yaptı ve pozisyonlar yedik. 3.'de deniz türüç saçma sapan bir vuruşla cezası kesti, çağdaş hoca haklı çıktı. bizim yoldaş ise, dennis'i 2 top kaybında bile uyarmadı, ayağında top gevelememesi gerektiğini düşünebildiyse bile oyuncusuna bunu söylemedi. en azından "sefiller" victor hugo'ya dennis'e daha yakın oynamasını ve onu bu baskıdan kurtarmasını söyleyebilirdi. dennis topu her alıp hücuma yüzünü dönmeye çalıştığında victor hugo ondan en az 20 metre ilerideydi. yani, yoldaş çağdaş hocanın dennis taktiğine bile isteye, göz göre göre düştü.
2- "krzysztof piatek'i heliton ile adam adama eşleştirecekler. heliton çok geniş bir adam ama havadan o kadar iyi değil, topları öldüremiyor yere inerken. piatek önce itiş kakışla biraz faul alacak, heliton'u hakemin gözünde bitirecek. heliton biraz çekimser kaldığında da, topu indirip pas vermek yerine, kendisi oynayacak. böylece tehlikeli pozisyonlar bulacağız. ayrıca, kornerlerde de adam adama savunma yapmıyorlar, alan savunmasına dönüyorlar. piatek'le birlikte 3 oyuncunun (büyük ihtimalle bunlar jerome opoku, ousseynou ba ve leo duarte'ydi) ceza sahasının neredeyse dışında bekleyip korner kullanıldığında kaleciye doğru amansızca koşmalarını istiyorum. topa bakmayın bile, sadece koşun. afallayacak ve hataya zorlanacaklar. bu olduğunda top önünüzde kalacak ve kolay gol atabilir hale geleceksiniz": 2 kere oldu bu ve aslında maçı kıran da bu kornerlerde yediğimiz aptalca gollerdi. karbon kopya şeklinde 2 gol yedik böylece ve piatek'in 2. golünde top ona sadece çarptı ve kaleye girdi; aynı çağdaş hocanın düşündüğü gibi. bu sırada, en kötü maçlarından birini oynayan, pozisyon alması sıkıntılı malcom bokele korkunç hatalar yaptı ve adeta rakibin bu 3 atlısına yardım etti. tamamen aynı 2 korner golünü kısa sürede yemiş olan takımın biraz toparlanması için süre ve kenardan destek gerekir. bizim yoldaş hiçbir şey yapmadı. ben 30. dakikada 3 değişiklik falan bekliyordum ama hoca çoktan devre arasına gitmiş kafasıyla kenardan sahaya bakıyordu.
3- "rakip eğer biraz çaresiz hissederse, bize doğru uzun top oynayacak. ba ve opoku bu topları ezer ama ezemezlerse diye sağ ve sol beklerin de onlara yardıma gelmesini istiyorum. bırakın kenarlar boş kalsın. zaten göztepe sağ ve sol beklerinin çizgiye inmesini isteyene kadar siz gene eski pozisyonlarınıza dönersiniz. ilk savuşturulması gereken bu hava topları olacak": bu da işledi çünkü maç henüz 10 dakikada 2-0, 37 dakikada da 3-0'a gelmeden önce de saçma sapan uzun top oynayıp ba ve opoku'yu ligin hava topu kazanma liderleri yapmaya çalıştık. opoku 5'te 4, ba da 10'da 5 hava topu kazanmış maç boyu. bizim romulo ve juan santos'un toplamı ise 17'de 4'te kalmış (%25'ten bile az demektir bu. adamların eşleştikleri savunmacılar %50'nin altına düşmemiş. yani, yemiş, bitirmişler bizimkileri). bu hava topu mevzusunun cortlayacağını ben maçtan önce arkadaşlara söylemiştim. "ba ve opoku çok yüksek iq'lu değiller ve havadan top geçirmiyorlar. belki de rakibin defans hattının tek iyi yapabildiği iş bu. umarım yoldaş sürekli hava topu attırmaz bizimkilere" demiştim ve maç 4-0 olduktan sonra bile aynı hazin hikayeyi izledik de, izledik. yoldaş'ın ön yargılı olduğunun net örneklerinden biriydi bu. sonraki maçlardaki rakiplerimiz doğrudan bu saçmalığı analiz edecektir.
beşiktaş galibiyetinden hemen sonraki 1 deplasman galibiyeti bizi izmir'e nefis yollayacaktı. şimdi ise, beklenen ölçüde puan alıp beklenmeyen ölçüde büyük bir moral bozukluğu ile dönüyoruz. bu 3 haftada ads, hatay ve rize ile oynayacağız. yoldaş'ın kadroda revizyon mu, rotasyon mu; ne bok yapacaksa bir an önce yapması gerekiyor. öncelikle kendi hatalarını görmeli ama o kısmı es geçiyorum. bokele'nin yedeğe ve hatta ilk 18'den uzağa bir yere çekilmesi ile yerine ligin başında müthiş hazır görünmüş koray günter'in gelmesi gerek. taha altıkardeş yer yer aksıyor ama o durum yanındaki bekle ilgili. nazım sangare de, ogün bayrak da bu ligin futbolcuları değil. taha oynayabildiği kadar oynayacak. aynı durum ismail köybaşı için de geçerli. djalma silva mental açıdan baya berbat bir oyuncu. her ne kadar "attacking full back" olarak bizi gururlandırıyor olsa da, köybaşı'nın süre bulması gerekecek. dennis'in de biraz kızağa çekilmesi gerek ama yerine oynayabilecek doğan erdoğan da, ahmed ıldız da sakat. isaac solet, beşiktaş maçında penaltı verilmesi gereken ama korner verilen pozisyonda çapraz bağlarını kopardı ve sezonu kapattı. yerine victor hugo oynuyor işte. belki david tijanic oraya çekilebilir ama bilmiyorum. başka dmc oynayabilecek tek oyuncu novatus miroshi. fena da görünmedi bugün oyunu girdikten sonra. tsubasamız kuryu matsuki ise, halâ ülkeye de, deplasman şehirlerine de, yoldaş'ın oyun sistemine de alışamadı. her maç yedek başlamalı bence. romulo ve juan'ın performansları düşüşte. hele romulo yokları oynuyor ama sahada kalmasını önemsiyor hoca sanırım. david fofana ise, "chelsea'den geldim ben" havasına çok kolay kapılabilecek bir profil. ilk 11 çıkmaması gerek ama elimizde başka forvet olmadığı için mecbur kesik yemesi gereken biri varsa, yerine 11'de olacak.
yoldaş'ın bir an önce kendisini toplaması, her maç sonunda artık ezbere söylediği "genciz biz" masalını bırakıp hatalarının sonuçlarını görmeye ve hatalarını çözmeye uğraşması gerek. bunu tek başına yapabileceğini sanmıyorum ben. bu yüzden de hocaya güvenim eksilere inmiş durumda antep maçından beri. gene de, bu kadar berbat performanslar gösteren takımın ligin tepesini zorluyor bir halde olması, gelecek için umut vermeye devam ediyor bana. umarım ocak ayı arasına 3'te 3'le girereiz, zirveden kopmayız çünkü bizi neredeyse 60 yıldır (tam olarak 57 yıldır) bekleyen bir atletico madrid var ufukta halâ.
1 ileri 2 geri gitmeye başlamış olan izmir'in gururu.
samsun maçından sonra oynadığımız 4 maçı 2 galibiyet, 2 mağlubiyetle geçtik. gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'ndeki yenilmezlik serimiz 16 maça çıktı. ama deplasmanda da ligte galibiyeti olmayan 4 takımdan biriyiz. korkunç bu. "yoldaş" stanimir stoilov, deplasmanda takımı ya beraberliğe yatarak oynamaya zorluyor ya kadroyu sadece topu rakibe atarak kapanmak üzerine kurup b planı yapmıyor ya da o kadar pozisyon fakiri gibi görünüyoruz ki, rakip bizi adeta eziyor, kaçan galibiyete üzülüyor. bunların hepsi de olabilir tabii. asıl sıkıntı ise, sezon başlamadan önce yoldaş'ın "göztepe ile avrupa'ya gitmek için 1 sene daha bekleyemem" diye demeç verip hepimizi gazlaması. bu ortamı kendisi yarattı yani. beklentiyi tavan yaptırdı, chelsea'dan adam falan kiralattı. şimdi ise "genciz, öğreniyoruz" masalı okuyor her mağlubiyetten sonra. insan gerçekten hayret ediyor.
deplasmanlarda takımın hücum gücü doğrudan david tijanic ve romulo cardoso'nun üzerinde. orta sahadaki anthony dennis zaten çakılı oynamaktan başka bir şeyler yapmaya çalıştığında, kaptırdığı toplarla korkunç kontralar yiyoruz. yanındaki isaac solet ise dennis'ten bile daha savruk. solet oynadığı 9 maçta 2 gol, 1 asist üretmiş olsa da, dennis'in mevkisinden uzakta kaldığı pozisyonlarda savunmaya yardım etmediği için savunma beşlisini ekarte edebilen her rakip ciddi pozisyon üretiyor bize karşı. romulo'nun partneri juan santos ise, sanırım bize gelen en bencil forvetlerden biri. sol ayağı zaten yok, hızı eh işte, ikili mücadelelerde zayıf, hava topu alamaz, asist yapıp net gol pozisyonu yaratmaktansa önü tıkanmışken çaprazdan şut çekmeyi dener. böyle bir forvetten 9 maçta 2 gol bulmuş olmamız bile mucize olmalı zaten. david datro fofana ise, gavurların "freight train" dediği bir yapıda: kuvvetli, ayakları yere sağlam basan, topu kontrol edebildiğinde kolay kolay top ve pozisyon kaybı yaşamayan, cüsseli, topu alıp gidebildiğinde çevresindeki/önündeki savunmacıları yarıp kaleye gidebilen bir yük treni. ama ayakları berbat. şu ana kadar attığı tek golde de saydığım bu özelliklerini göstermiş ama kalecinin bacak arasını hedeflememesine rağmen berbat bir yere şut çekmiş, ali şaşal vural sağ olsun; golü yiyerek iç sahada puan kaybı yaşamamamızı sağlamıştı. romulo ile de anlaşamıyor zaten. üretkenlik doğrudan tijanic'in üzerinde ama romulo ver-kaçlara, ikili oyunlara çok yatkın bir forvet olmadığı için o da yanında ya da önünde al-ver yapabileceği birilerini arıyor sürekli. fofana da, juan da bu tipte oyuncular değil. romulo zaten kendi pozisyonunu yaratıp gol atma adamı. elde kalanlar ise, tsubasamız kuryu matsuki ve belki tijanic'le yan yana oynayabilecek olan victor hugo (nam-ı diğer "sefiller"). matsuki, türkiye'ye uyum konusunda sorunlar yaşıyor. yoldaş da onu bok gibi yerlerde oynattı ve taraftarla da arasını bozdu. sefiller ise, zaten hem çok genç hem de henüz 11'de başlama baskısını bile kaldıramıyor, yeteneklerini gösterecek uygun ortamlarda oynamıyor. bu durumda tijanic'in birlikte oynayabileceği tek oyuncu tsubasa oluyor. matsuki menajerlik oyunları dilinde am/fc karakterli bir oyuncu. 10 numara oynatırsan yalnız kalır, maç içinde yok olur; dennis'le yan yana, solet'nin yerine oynatırsan çok geride pas alabileceği için tehlike yaratabilecek aksiyonları üretemez ya da bu pozisyonların içinde bulunamaz; romulo gibi tek başına da pozisyon yaratıp "alıp gidebilecek" bir oyuncu da değil. bu durumda tek seçenek matsuki'yi romulo ile yan yana oynatıp arkalarına da tijanic'i "her maç" sabitleyerek anlaşmalarını beklemek. ama yoldaş bunu 1-2 maç ve 10-20 dakikalık periyotlar haricinde pek yapmadı. juan'ı kesmiyor, solet kötü oynasa bile "şapkadan tavşan çıkarabilir" diye sahada tutuyor, romulo sakatken bile forvet hattını juan-fofana olarak kuruyor; pozisyon kısırlığından ve ileride top tutamamaktan ölüyoruz savunmada. bu takımın deplasmanda oynadığı berbat oyunun hücum yönünün sıkıntısı tam olarak budur.
geleyim savunma kısmına. 3 stoper oynayan bir takımın kadrosunda 6-7 tane stoper oynayabilecek oyuncu olmasını beklersiniz, di' mi? bizde var bu ama yoldaş hangi 3'lünün en iyi peformansı vereceğini halâ bil-mi-yor. sonra da "3 stoperimiz sakattı, ondan savunma yapamadık" falan diyor. bu doğru değil. taha altıkardeş'i doğrudan 11'den kesmesini koray günter-heliton uyumuna bağlamıştık ama koray sakatlandıktan sonra taha sadece takıma uyumsuzluk sorunu çekmeye başladı gibi görünüyor. bunun nedeni de basit: heliton sezon başı kampında yedi, içti, oturdu. neredeyse 2 metrelik, cüsseli bir insan kendisini iyi hazırlamazsa, her maç tek bir pozisyonda bile kalibresinden oldukça aşağıda performanslar verebilir. geçtiğimiz yıllarda atınç nukan'dan biliyoruz bunu, ki atınç iyi bir profesyoneldi, sakatlıktan döndükten sonra da kendisine iyi bakmıştı. heliton ise her maç oynayacağının bilincinde olduğu için kendisine bakmıyor. koray-heliton uyumunun tamamlayıcı parçası sezon başında novatus miroshi'ydi ama o da sakatlandıktan sonra bir türlü eski performansına dönemiyor. bu durumda yoldaş, heliton'u sabit tutarak sağ ve sol stoperleri sürekli değiştirdi. bize sağ bek olarak gelmiş olan malcom bokele nedense stoperde sabitlendi, ki defans hattında kendisinden daha kötü ayağı olan oyuncu yok. ilerlemiş yaşına rağmen tam bir profesyonellik abidesi olduğunu çok geç anladığımız lasse nielsen ise, taha iyi oynamıyorsa ilk tercih olmalıyken, saçma sapan dakikalar aldı. ismail köybaşı ise, djalma silva sallanırken birkaç kez denenir gibi oldu ama sanırım artık bedeni futbolu bıraktığı için olmuyor. sağ bek ise tam bir facia hala. nazım sangare, sezon başında yazıp çizip konuştuğumuz gibi, o büyük sakatlığından sonra futbolu unutmuşa benziyor. ogün bayrak ise sezon başlamadan yaşadığı sakatlığı atlattıktan sonra "eh işte" performansı veriyor. orada da nielsen'den başka opsiyonumuz yok gibi. böyle bir ortamda halen heliton'a güvenmek, bokele'yi sağ-sol stoper oynatmayı denemek, sangare'yi 11 başlatmak, taha'yı bir oynatıp bir oynatmamak falan sıkıntılı işler.
5'li defans oynayan her takımın iskeleti 3 stoperden oluşur. kanat beklerin iyiyse, oyundan ağzında kalan tat çilekli pasta olur. biz henüz pastanın hamurunda sorun yaşıyoruz çünkü stoperler sıkıntılı. bu işin bir de ön libero kısmı var. dennis hem savruk hem de futbolu henüz öğrenme aşamasında bir genç. oynayabildiği 8 maçta şimdiden 4 sarı, 1 kırmızı kartı var ve henüz sezonun yarısında bile değiliz. yedeği olarak düşünülen doğan erdoğan ise kronik sakatlıklarını tekrarlamaya başladı. son gaziantep maçında hem solet hem dennis cezalıydı, doğan ise sakattı. sahaya orta saha olarak ahmed ıldız-sefiller şeklinde çıktık (önlerinde de tijanic tabii). sefiller hem yerini yadırgadı hem pozisyonun ağırlığı altında ezildi. ahmed gol attı ama ne sefiller'le ne de önündeki tijanic'le pas bağlantısı kurabildiği için rakip, oyunu üzerimize daha fazla yıkmış gibi göründü. bir de, alt yapıdan çıkan izzet furkan malak var ama hoca onu görmezden geliyor. yalçın kayan'ın gayriresmi kadro dışılığı halâ sürdüğü için ve eğer futbol oynamak istiyorsa bu gidişle ocak ayında takımdan gitmesi gerektiği için orta sahada başka adam yok. dmc için dennis-doğan, mc için solet-ahmed, iki mevkinin alternatifi ve plase olarak sefiller. bu kadar. 5 oyuncu 2 mevki için ok gibi görünüyor olabilir size ama doğan'ın kronik sakatlığı, dennis'in sürekli cezalı olacak olması, sefiller'in 10-15 dakikadan fazlasını kaldıramayacak olması, ahmed'in yanında-önünde oynayanlarla uyumunun performansını belirlediği bir ortamda solet yoksa veya kötü oynuyorsa, orta saha yıkılıyor gibi görünüyor. eh, sezon başı planlamasında 4 forvet alınacağına, 3 forvet, 2 de dmc-mc alınabilseydi, bunları konuşmuyor olurduk. özetle; savunma kısmının özellikle deplasman oyunlarında hata yaptığı gibi takımı da yok etmesinin net sebepleri şunlar oluyor: 3. alternatif olarak takıma dahil edilen oyuncular zorunluluktan oynadığının bilincinde olduğu için baskıyı kaldıramıyor, stoperler hem kendi aralarında uyumsuz hem de sürekli değişerek oynuyorlar ve tabii ki sıçıyorlar, mc oynayabilecek komple bir orta sahamız (yeni deyişle box-to-box ya da regista) olmadığı için solet ya da amhed oyunu değiştirecek hamlelerde bulunmazsa, rakip bizim arka 5'liyi çok zorluyor ve hata yapma ihtimalimiz dakika dakika artıyor.
önceki girdimde beşiktaş maçına kadarki 5 maçta 10 puan hedeflemişim. 4 maç 6 puan var şu anda "tabela"da. haftaya konya maçı var izmir'de. onu kesin kazanırız, iddaa falan oynayacaksanız oynayın şimdiden. kasım ortasındaki milli maç arasından sonra üst üste beşiktaş ve başakşehir deplasmanlarında bu takımın tel tel döküldüğünü görmemek için bütün totemlerimi yapmak zorundayım. deplasman fakiri olarak başladığımız ligte halen ilk 5-6 dışına çıkmayacak kadar puan topluyor gibi görünmemiz, deplasman performansını biraz yukarıya çektiğimizde ilk 3-4 için bizi halen ümitli kılıyor işte. ama bu takım sikindirik süper lig'ten son kez düştüğünde, tarihinde bulunmayan 7-0 ve 7-1'lik mağlubiyetler gördü. ve bunlara rağmen gene de ligten düşmeyecek performans verebiliyordu. aynı durum bu sezon olmaz belki ama bu deplasman karnesi düzelmezse, bir yerden sonra "amaçsız orta sıra takımı" olma yolunun da bağıra bağıra gözüktüğünü görmemek hata olur. umarım yoldaş lütfedip ön yargılarını kırmaya, teknoloji fakirliğini bitirmeye, sabit fikirliliğini gidermeye çalışır. yoksa o 1 yıl daha beklemez ama biz bir ömürdür beklediğimiz avrupa hayalini çoluğumuza çocuğumuza miras olarak bırakacak yaşlara geliyoruz artık. sıçarlar yani. ümitsiz, "sendromlu pazartesi"si cumadan başlamış haftada, gelecekten korkan ama "göztepe bu, her şeyi yaşayacasın" mottosuna sıkı sıkı sarılan bir halde umutlu olmaya devam!
korkunç istatistiklere sahip olmasına ve stanimir stoilov'un defoları artık apaçık belli olmasına rağmen, avrupa'ya gitme sınırında kalmaya devam eden izmir'in gururu.
arkadaşlara bir istatistik raporu paylaştım göztepe ile ilgili, buraya da ekleyeyim diye geldim. şu istatistiklerle ligte en iyi ihtimalle sondan 5.'i falan olmamız gerekiyor aslında ama gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi sağ olsun; yukarılarda kalmaya devam ediyoruz. sonraki maçlar ve genel lig istatistiklerine göre de şimdilik nerede olduğumuzu çakmış olayım aşağıya (istatistikleri sofa score, whoscored ve opta'dan aldım. bazıları ortalamaları, bazıları sadece birinden gibi):
- ligin en az pas yapan (269, bizden bi' yukarıda bodrum var 301 ile), en az pas isabeti bulan (%67,6, bizden bi' üstte gene bodrum var %70,6 ile), en az isabetli pas atan (182, bodrum bile 200 pasın üzerine çıkmış), en az topa sahip olan (%38, bi' üstte sivas ve bodrum var %42 ile), en az ikili mücadele kazanan (ads ile birlikte % 46,8) takımıyız. özellikle bu ikili mücadele ve pas istatistiklerimiz korkunç ya. tamam, hızlı çıkalım, golü hemen bulalım; ok ama bu kadar kötü paslaşarak hiçbir yere varamayız. gene iyi gidiyoruz bu istatistiklerle.
- ayrıca en az korner ve taç atan takımlardan da biriyiz, ki bu istatistikler rakibi ne kadar boğduğunuzu gösterir. bu taraklarda da hiç bezimiz yok.
- genel olumlu istatistikler de yok değil. maç başı en çok gol atan ilk 5 takımdan biriyiz (maç başı 1,8). toplam şutta da ilk 4'teyiz (10,7). isabetli şutta orta şekerli olan 4,3'te kalmışız. %52,1 ile de iyi hava topu alan takımlardan biri olarak görünüyoruz kağıt üzerinde.
- samsun maçı özelinde de müthiş kötüydük. rakibe ceza sahası içinde 11 şut imkanı tanımışız, ki ben böyle bi' istatistik görmedim herhalde hayatımda. dışarıdan da 10 şut çekmişler, ki bizim toplam şutumuz 9. rakip 30 küsur taç kullanmış, biz 12. rakip 400 küsur isabetli pasının yarısından fazlasını 3. bölgede yapmış. adamların uzun top başarı oranı bile %60'a yakın, ki bizim top karşılamadaki büyük sorunumuz da ortaya çıkmış. maç boyu hava toplarında önde olsak da (23-20), defans hattı çok az hava topu alabilmiş (heliton 4, taha ve bokele 2'şer). adamların drongelen canavarı tek başına 8 hava topu almış. totalde %80 gibi bi' oranla sağ ve soldan yüklenmişler bize. biz tabii ki buraları kapatmayı falan 85. dakikaya kadar hiç düşünmedik. lis'in isabetli pas yüzdesi %32. zaten benim saydığım kadarıyla 4 degajı doğrudan taca atmıştı. okan kocuk %69'da, ki doğru düzgün top da gelmedi ona. rakip 760 kere topa dokunmuş (paslar dahil), biz 400 küsur. bu 400 küsurun 70'i romulo-juan, 153'ü taha-heliton-bokele. rakipte maçın adamı ntcham tek başına 100'den fazla, holse 86, öndeki 3'lüleri (mouandilmadji-laura-emre) neredeyse 100. bizimkilere kıyasla korkunç istatistikler bunlar.
deplasmandaki beşiktaş maçına kadar 5 maç var. o maça kadar 10 puan ve üstü alırsak, buralarda kalırız diyorum ben. gerçi beşiktaş maçına kadar namağlup gideriz diye de düşünüyorduk ama yoldaş sağ olsun; bitirdi bu hayali. garip oynuyoruz, kadro olarak çok genciz (ligin yaş ortalaması 26,3, bizim ise 25,6). kırılma yaşamadan yukarıda kalabilmemiz bence mümkün değil ama ben umutluyum yine de. kırılmaları en az hasarla atlatmak halâ mümkün.
senelerdir sayısal olarak yeterli olmayan kadrolar peşinde ağlarken, bu sezona 11 defans, 10 orta saha, 4 de forvet olarak başlayacak olmamız güzel. "milli maç arasından sonraki haftayı mağlubiyetsiz geçelim, takım oturur" diye düşünüyordum. haftaya pazartesi kayseri maçında göreceğiz bakalım kimler iyi hazırlanmış, kimler yatmış.
mevki mevki bi' yazayım:
kale: mateusz lis zaten kolay kolay sakatlanmıyor. polonya a milli takımına da çağrılmıyor. o yüzden arda özçimen'e mahkum kalabileceğimiz tek tük maçlar olacaktır. yoldaş stanimir stoilov kupayı önemser diye düşünüyorum. kadro zaten geniş, sakatlık derdini de en azından ocak ayına kadar rafa kaldırabilirsek, 2 kulvarda baya iyi durumda oluruz. transferin son günü haziran'da neden aldığımızı bilmediğimiz ekrem kılıçarslan'ı gönderip iskenderun'un 1 ay önce sözleşmesini yenilemediği emircan seçgin'i kadroya kattık. çocuğu bilen yok tabii. 1,92 boyu iyi ama zaten bizdeki sözleşmesi 1+1. fırsat bulabildiğinde sıçmazsa kalede sorun yok.
defans: yoldaş, ligteki maçlarda bir şeyler denedi ve pek anlayan da yoktu. heliton'un formsuzluğu, taha altıkardeş'in ligue 1'e transferine kulübün izin vermemesi (ve çocuğun oynamak istemesi), ne nazım sangare'nin ne malcom bokele'nin ne de zorunluluktan orada 1 maç oynamış olan lasse nielsen'in sağ beki içimizi rahat ettirecek kadar doldurabileceği, djalma silva'nın baya savruk bir oyuncu olması, novatus miroshi'nin geçen seneki ümit akdağ performansına benzer bir oyun oynayabilmesine kimsenin inanmaması ve koray günter'in tam da bu ligin adamı olduğunu göstermesi defansın özellikleri. miroshi-heliton-koray olarak başladık lige ama sonrasında bokele-heliton-taha da gördük sahada. sağ bekte nielsen'i deneyen hocayı da kimse anlamadı ama durum böyleyken ogün bayrak'ın sezon başından beri atlatamadığı sakatlıktan dönmesini olumlu görmek mümkün. ismail köybaşı da 5-10 dakika da olsa sağ bek oynayabildiğine göre, bu saydığım oyuncuların hepsi öyle ya da böyle süre bulacak demektir. heliton yaz kampını berbat geçirmemiş olsaydı miroshi-heliton-koray 3'lüsü ligin tozunu attıracaktı ama adam fiziksel olarak salmış durumda. sakatlıklar başa bela olsa bile 3 stoperin hepsinin yedeğinin olması güzel bir rahatlık. tek sıkıntı sağ bek gibi görünüyor. hem oyuncu fazlalığı o mevkide hem de sol beki djalma ile iyi kotarmışken, bi' bekten kötü performans görmek defansın dengesini bozabilir diye korkuyorum.
- orta saha: yoldaş her koşulda anthony dennis-isaac solet ikilisini oynatacağını gösterdi. solet fazlasıyla savruk ve 10 numara gibi özellikleri olan adamı ön libero ile yan yana oynatma mevzusunu biz geçtiğimiz senelerdeki obinna-david tijanic ya da obinna-yalçın kayan orta saha kurgusundan iyi biliyoruz. benim içime sinmiyor halâ solet ama önünde oynayacak olan 10 numaraya iyi paslar gönderebildiğini de görmedik değil. dennis bu sezondan sonra yüklü bonservisle satılacak bence, baya geliştiriyor kendisini. yedeği de doğrudan doğan erdoğan gibi görünüyor. ahmed ıldız'ı da solet'nin yedeği gibi görüyor hoca, ki makul olan da bu zaten. 10 numara pozisyonu ise kaos oldu resmen. tijanic 4 maçta 2 asist yaparak formayı almış gibi görünse de bu filmi biz geçen sezon da gördük. adamı kasım-araık gibi gene arabistan'a göndermezler umarım. tsubasamız olarak fena halde gaza geldiğimiz kuryu matsuki sakat geldi ve çok az süre buldu. vizyonunun iyi olduğunu ve zaten liderlik özellikleri tavan olduğu için takımı iyi yönlendirebileceğini de görmüş olduk. bir de nam-ı diğer sefiler'imiz victor hugo gomes silva var. 2004 doğumlu ama pek fazla bilinen bir özelliği yok. kalıplı ve hızlı bir 10 numara olduğunu biliyoruz sadece. yoldaş eğer antrenman performasından memnunsa, kendisini doğrudan ilk 11'e yazıp arkasına matsuki'yi dennis ile birlikte yerleştirebilir. gene de tijanic'in bu performansına rağmen taca çıkması kötü olacak. orta sahanın yaş ortalaması (izzet furkan malak'la birlikte) 23. baya genç bir yapılanma var orta sahada. defansta da köybaşı ve nielsen'i çıkardığımızda en yaşlımız koray oluyor, ki o da 30 yaşında. orta sahanın bu kadar genç olması sıkıntı yaratabilir. bir de yalçın'ın yoldaşla atışması ve büyük ihtimalle kadro dışı bırakılmanın kıyısından dönmesi mevzusu var. eylül'de satılır diyorduk, başakşehir baya ilgilenmiş ve 500 bin euro gibi komik bir bonservis bile önermişti. sakatlıklar, cezalılar artarsa yalçın da kendisini göstermek için sahada olacaktır ama taraftarla arasını nasıl düzeltecek, bilmiyorum.
forvet: sezon başından beri kubilay kanatsızkuş-romulo cardoso ikilisiyle oynuyoruz. milli aradan önce de, izmir'e geleli henüz birkaç gün olmuş juan santos'u da gördük. juan ile romulo daha iyi anlaşabilirken, kubilay resmen "ben bu kontratı bozuna uzatmadım" der gibi canla başla oynuyor, hiçbir özelliği yeterli olmasa da. uzun süre paul onuachu'nun takıma katılacağı ama rasmus ankersen'in trabzon'dan yüklü bonservis gelme ihtimalini de cebinde tuttuğunu biliyorduk. iyi ki olmamış çünkü bu adamın bonservisi de, maaşı da takımdaki dengeleri bozacaktı. kendisini süperstar gibi görüp genç yıldız adaylarının kendilerini geliştirmesi için en büyük engel olabilecekti. onuachu'nun yerine chelsea'den 20 milyon euro satın alma opsiyonuyla birlikte david datro fofana kiralandı. 2002 doğumlu, parladığı ve chelsea'ye gittiği 2 sezonluk molde performansı şu 1,5 yılda yok gibi. union berlin'le şampiyonlar ligi gördü ama sonrasındaki burnley macerası baya kötü geçti bence. burnley ile premier lig'te 15 maçta 4 gol, 1 asist yapabilmiş 6 ayda ama union berlin'de şampiyonlar ligi'nde 4 maçta 1 gol atmış olması daha önemli bir yere konuyor. gencecikken molde'de ligin içinden geçmiş ve 24 lig maçında 15 gol, 5 asist yaparken, avrupa ligi'nde de golünü atmış. youtube videolarında hem fizikli hem de hızlı görünüyor. premier lig'te attığı gollerden biri 30 metreden hareketli halde yolladığı füze mesela. savrukluğu da belli oluyor ama romulo kesilemeyeceğine göre onunla nasıl anlaşabileceği, juan-romulo arkadaşlığını bozmaya mı çalışacağını falan bilmiyoruz tabii. kendisini geliştirmek için izmir'e geldiğinden herkes emin. ama yoldaş takım kimyasını bozma uğruna kendisine 11'de alan açabilir mi, bunu bilmiyorum. gene de, 4 forvetin de yerlerde yatmayacağı, pozisyona girmek için kendilerini yırtacağını biliyorum, biliyoruz.
kayseri ile başlayacak olan mili maç sonrasındaki fikstürün 8 maçı bizim ne oynadığımızı gösterecek. yenemeyeceğimiz rakip olmadığı gibi, en zor deplasman da antep gibi görünüyor. zaten 9. maç beşiktaş'la istanbul'da (edit: 8. maçmış, 1 maç fazla saymışım). takım kimyası olarak uyuşmazlıklar olmaz, sakatlık ve cezalı faktörleri takım omurgasını korkunç boyutlarda zedelemezse (lis-heliton-dennis-romulo) bu sene düşmeyeceğimiz garanti bence. tribün ise şunu söylüyor hep: "bizden daha kötü takımların sayısı çok. biz düşmeyiz". ben buna inanmıyorum. ocak transfer döneminde şaha kalkan takımların hikayeleriyle dolu bu lig. henüz namağlup durumdayız ve ben bunun beşiktaş maçına kadar değişmemesi için bütün totemlerimi uygulayacağım. ligin 13. maçına namağlup girebilen bir göztepe olursa, işte o zaman avrupa şarkıları söylemenin zamanı gelmiş demektir. şimdilik sadece sakin olup yeni gelenlere zaman vermek gerek.
adı süper, içi bokasyo olan ligin ilk haftasından sonra ne oynayacağı, nasıl bir kadro düzenine sahip olacağı, stanimir "yoldaş" stoilov'un aklındakileri sahaya yansımasının ne ölçüde kendisini başarıya götürebileceği az çok kesinleşmiş olan izmir'in gururu.
antalyaspor maçında da gördük ki, bu takım doğrudan 3-5-2 oynayacak, rakibe ya da oyuna göre de 5-3-2'ye dönecek. ilerideki 2'linin biri, şu anki kubilay kanatsızkuş gibi, top alıp indirip servis edebilen, rakip savunmacılarla boğuşabilecek, ayağı ve düşündüğünü yapabilme yetenekleri iyi olmasa da istikrarlı bir şekilde rakip defansın oyun kurmasını engellemek için pres yapacak bir deve forvet. diğeri de, şu anki romulo cardoso gibi, bitiriciliği vasat üstü, kısmen hızlı, aklını iyi kullanabilen, yanındaki deve forvetle iyi anlaşıp ver-kaç yapabilen, hücumu da doğrudan bu özellikleriyle yönlendirebilen bir bitirici olacak. ortadaki 3'lü, geçen yılki baskılı oyunun değişmeyen kısmıydı zaten, bu da sabit kalacak. yalçın kayan'ın geçen yılki performans patlaması ile edindiği 10 numara pozisyonunda yoldaş biraz değişiklik yapıp buradaki oyuncuyu forvetlerin arasına artık sürekli sokuyor. antalya maçında david tijanic'in kaçırdığı maçın en net pozisyonu bunu gösterdi bize: forvet hattı topu saklayarak bekletecek ve 10 numaranın rakip savunmayı delip geçmesini bekleyecek. uygun zamanda da ara pas tanrıları yardımımıza yetişip topu bu oyuncuyla buluşturacak. yan yana oynayan iki orta saha ise, birinin defansif özellikleri olmasını pek umursamayan bir yapıda olacak bence bu sene. anthony dennis'in halâ çok genç ve dengesiz bir oyuncu olmasının ceremesini bu sezon çekeceğiz. yanında oynadığını gördüğümüz isaac solet de pek hazır bir görüntü vermedi. yoldaş'ın bu ikiliden bekledikleri ise; birbirlerinin açıklarını kapatmaları, rakibin orta saha oyun kurgusunu bozacak yerlerde pozisyon almaları, hücuma çıkışlarda 10 numarada oynayan oyuncuya yakın olmaya çalışmaları, bizim defans top çıkarırken alan açmaları ve tabii ki rakip kontrayla bize yüklenirken geriye iyi koşmaları. klasik bir alt lig orta sahası bu aslında ama yoldaş bulgaristan'da da sıklıkla yaptığı şeyi istiyor burada: hızlı oyun ve hızlı düşünme. antalya maçının son yarım saatindeki oyun kaos futbolunu andırıyordu belki ama aslında bizimkilerin yapmak istedikleri defanstan topu hızlı çıkarıp forvettekilerin yukarıda bahsettiğim hücum varyasyonunu rakip henüz alan paylaşımı yapmamışken uygulamaktı. bu noktada orta sahadaki ikili toplu oyunda yokmuş gibi göründü. gerçi antalya da sürekli kendi sol kanadından gelmeye çalıştığı için orta sahanın göbeğiyle hiç ilgilenmedi ama son tahlilde istediğimiz oyun planını uyguladık mı; evet. defansın 3'lü-5'li yapısının çok fazla değişmeyeceğini düşünüyorum ben geçen seneki gibi. djalma silva'nın zaten çizgi beki olmaması, nazım sangare'nin korktuğumuz gibi futbolu unutma kıyılarında olması nedeniyle beklerin işlevi sadece defansif olarak olarak kaldı. 3 stoper ise aralarında iyi anlaştılar. zaten 3'ünden de beklenen tek şey minimum hata ile oynamaları ve rakip topu almadan önce topu savuşturmaları. heliton bu noktada "yazın yedi, içti herhalde bu" dedirtti bize çünkü sezona hiç de hazır bir görüntü vermedi. zaten dev gibi adam, bir de hantallaşırsa (kilo alma, reflekslerini kaybetme, oyun bilgisini* unutma, sıcaktan etkilenme) defansta çok hata yapmamıza neden olacak. koray günter'in sağ stoper katkısı ile çok tehlike yaşamadık ama yoldaş sağ stoperi kesici* olarak kullanıp heliton'a sigorta görevi vermiş. rakibi önde karşılayan hep koray oldu. sol stoperdeki novatus miroshi sayesinde geçen seneki ümit akdağ performansını aramayacağız. baya çabuk bi' stoper olduğunu gördük, ki djalma ile birlikte rakibin sağdan gelen hücumlarında içimiz rahat edecek bu sezon sanırım. taha altıkardeş'in satılıp satılmayacağı da halâ belli değil sanırım. fransızlar istemeye devam ediyor kendisini. lasse nielsen de elde kaldı ve katkı verebileceği sağ bek-sağ stoper olarak rotasyonda olacak. ogün bayrak sağ bek için 3. alternatif olmuş nielsen'den sonra. uğur kaan yıldız da 4. sağ bek herhalde. ismail köybaşı'nın bu yaz günlerinde djalma'yı iyi yedekleyebileceğini ve hatta gole ihtiyaç olduğu anlarda önlü arkalı oynayabileceklerini de görmüş olduk.
ilk 4 maç baya kritik bizim için. 5. haftayı bay geçeceğiz ve transfer dönemi bitmiş olacak. antalya'dan 2 hafta sonra alanya ile deplasmanda oynamak baya kötü fikstür. araya da avrupa'da henüz istediği yere ulaşamamış bir fener kombosu bekleyecek bizi bu hafta. alanya sonrası da alt ligten belalımız bodrum'u konuk edeceğiz. transferler bitene kadar namağlup gitmeyi önemli görüyorum. fikstürün ilk yarısında fener hariç, bütün istanbul takımlarıyla deplasmanda oynamak da baya kötü. ekim ortası gibi takım oturacak bence ama o zamana kadar da ligin dibinde olabiliriz. halen deve forvet ve iyi bir kaleci yok kadroda. kulüp halâ ligue 2'de 60 maça çıkıp ligue 1'de hiç oynamamış fransız sağ bek falan almaya çalışıyor. transfer kısmında sadece sport republic döneminde değil, öncesinde de berbat olduğumuz için kötü transferi kanıksamış haldeyiz. sahada iyi çıkarsa mutlu oluyoruz falan.
100. yıl formaları da bugün sabahın köründe tff'nin sitesine yüklendiği gibi resmi sosyal medya hesaplarından paylaşılmış. gerçekten berbatlar . şuna 2 bin lira ve üstü vermek baya içimi acıtacak. biz çubuklu ya da parçalı bekliyorduk ama 1. forma ile benzer bi' tasarımı önümüze koymuşlar. armanın yeri, sarı renginin sarı olmaması, ipler, iç yaka gibi korkunç ayrıntılar var. umbro değil de, mahalledeki merdiven altı tekstilcisi ali abiye yaptırılmış gibi. baya moral bozdu.
bu sezon 100. yaşını kutlamaya hazırlanan efsane izmir takımı... doğma büyüme adanalı bir adana demirspor taraftarıyım ancak göztepe'ye de acaip sempati besliyorum, özellikle taraftarının mentalitesi yönünden adana demirspor'a çok benziyor (bkz: isyan marşı/#290715)
geçen sezonu tff 1. lig 2.'si olarak tamamlayıp sözüm ona süper lig'e yükselmiş olan izmir'in gururu.
transfer sezonunu bombok geçiriyoruz ve ne rasmus ankersen'in ne de mehmet sepil'in anlattıklarına inanıyoruz artık. southampton fc'nin de lig yükselmesi ve bu yüzden kasasının deli gibi parayla dolmasını kullanabiliriz belki. en az 5 oyuncunun bize kiralanacağından eminim ben. özellikle asya'daki 20-24 yaş aralığında oyuncuları alıp alıp bize yollayacaklar. ayrıca ülke içindeki piyasada da trabzon'un paul onuachu sevdası yüzünden en az 2 yerli oyuncuyu belki de maaşlarını bile biz ödemeden alabileceğiz (taha altıkardeş'i de böyle kadroya katmıştık geçen sezon). böyle anlatınca maddi açıdan yılarca sürdürülebilecek bir yapıyı henüz şimdiden kurmuşuz gibi görünüyor ama ülkenin en büyük 3. şehrinin en büyük spor kulübü başarı olmadan sadece ve sadece sürdürülebilirlikle devam ederse taraftarını üzer; başka da bi' bok olmaz. onu başakşehir, altınordu falan yapsın. bize başarı, avrupa, lig'te ilk 3 falan lazım.
slovenya kampı her ne kadar yoldaş stanimir stoilov'a göre nefis geçiyor olsa da, hazırlık maçları korkunç geçti bence. kubilay kanatsızkuş'un kendisini geliştirmesine sevinmekle üzülmek arasında kaldım ben. charlton ve fehervar'ı yenememek, championship'in orta sıra takımı luton town'ı ite kaka da olsa yenmek iyi görünmedi. yarın hırvat bilmem kaçıncısıyla son maçı yapıp perşembe de izmir'e dönecek takım. luton maçındaki gollerimiz müthiş olsa da kaleci eksikliği, defans uyumsuzluğu ve orta sahanın üreten değil, sadece sert olması kafamızı çok karıştırmış durumda. transferleri ayrıca yazayım aşağıda ama sol bek ile sağ bekte sorun yaşayacağımızı sanmıyorum. stoper takviyesi olacak bence ama şu haliyle de uzun süreli sakatlık olmazsa ligi götürecek bi' 5 kişi var orada. yoldaş geçen sezonki kurguyu tamamen 5'li savunmaya çekmiş halde. kanat beklerinin içeri giren oyun yapılarından dolayı, top her bizde olduğunda 2 tane 8 numara ve 2 tane 6 numara varmış gibi oynayacağımızdan eminim. kanat bekleri içeriye çok sık girip ara pası ve uzun top atmayı kovalayacakları için pır pır kanat ya da ayıboğan santrafor ihtiyacımız hat safhada. romulo cardoso ve kubilay'la olmaz o iş. romulo bitirici vuruşlara slovenya'da baya çalışıyor belli ki. luton'a attığı gol baya üst düzey forvet işiydi ama fiziği halen berbat halde. ligde kendisine omuz atıp ayağından top alamayacak stopere sahip olmayan takım yok bence şu anda. neyse, transferler geçeyim:
- Djalma Antonio da Silva Filho (djalma silva): temmuz'un ilk günü ael limassol'dan bonservissiz satın alınan sol bek. eylül'de 30 yaşında olacak, 1+1 sözleşmesi var bizde. yıllık 250-500 bin euro civarında alacağını okuduk, duyduk. limassol'da kanat bekinden ziyade sol açık oynamışlığı çok. baya takımı da sahipleniyormuş gibi bir görüntüsü varmış orada. tekniği iyi, hızı meh, sık sık ara pası denemesi güzel. sürekli kanattan akmayan, içeriye kat edip özellikle orta saha kurgusunda rakibi bozan bir oyuncu bu. zaten geçen yıl da ismail köybaşı üzerinden oyun kurduğumuz için yoldaş burayı aynı tip bir oyuncuyla güçlendirmek istemiş gibi duruyor. djlama'nın slovenya'daki hali de iyiydi. duran topları da ona kullandırıyorlardı. kubilay'la uyumu iyiydi ama hızlı bir forvetle nasıl anlaşır, bilinmiyor henüz.
- nazım sangare: 30 yaşındaki sağ bek. karagümrük'ten bedelsiz olarak kadroya kattık. sözleşmesi djalma gibi 1+1. 2021-22 sezonunda fenerbahçe ile iyi bir performans ortaya koyduktan sonraki çapraz bağ sakatlığı onu baya geriye attı. sonraki 2 sezonda sadece 4 maç oynaması, geçen sezon karagümrük'te öyle ya da böyle 25 maça çıkmış olması baya sıkıntılı bence. transferi açıklandığında "hastre" diyen çok tribündaş vardı. haberi çıktığında bile "umarım olmaz" diyorduk ama oldu. ogün bayrak'ın bu ligin topçusu olmadığını biliyoruz ama nazım da bu ligin topçusu olduğunu unutmuş durumdaydı. slovenya kampında yoldaş onu her zaman 11 başlattı. belli ki güveniyor ve kampı da iyi geçirdiğini gözlemliyor. çizgi beki olarak iyi olabilir ama rotasyonda kalması içimizi rahatlatacak. kendisinin iş ahlâkından eminim ama vücudunun artık bittiğini düşünüyorum. sezon boyunca 3-4 gol yedirmekten fazlasını çektirmezse bize, kendisini iyi anarız. gene de, ogün'ün iyi hali ile kendisinin kötü halini dengeleyerek sağ bekte büyük bir sorun yaşayacağımızı düşünmüyorum.
- ekrem kılıçarslan: geçen sene tam da bu günlerde sözleşmesini feshettiğimiz kaleciydi. 6 ay kadar kendisine kulüp bulamamış, 11 ocak'ta keçiören'le anlaşmıştı. gene aldık. sözleşmesi 1+1 gene. büyük tartışma yarattı. özellikle mateuszs lis'in transferinin yılan hikayesine dönmesinin alternatifi olarak kadroyu katıldığını düşünüyorum. maaşı da azdır zaten ve göztepe'yi de biliyor. tek artıları bu. facia yan top performansı, karşı karşıya pozisyonlarda açı kapatma zaafı ve kalenin köşelerine uçamama sıkıntılarını 1 sezon boyunca izlemiştik. yoldaş'ın arda özçimen'i as kaleci olarak düşündüğü de medyaya servis edildi ama buna da inanmıyorum ben. arda, ali artuner'den sonra altyapıdan yetiştirdiğimiz her kaleci gibi potansiyelini yakalayamamış olan evlatlarımızdan biri olarak kalacak. rotasyon olabilir ekrem, arda sakatlanırsa diye kadroda tutulabilir. ekrem'in 3. kaleci olarak alınmasına bile fena sinirliyiz halâ çünkü neler yapabileceğini biliyoruz.
- koray günter: 2 hafta sonra 30 yaşına basacak olan stoper. verona'dan kiralık geldi. galatasaray dortmund'dan kendisini bonservisiyle satın aldığından sonra kariyeri kötü gidiyor bence. diz sakatlığını atlattıktan sonra genoa ve sampdoria yapabilmesi önemli ama çok yönlülüğünü kaybettiğini düşünüyorum ben. pozisyonlar arası geçişi vardı eskiden ve sağ bek-ön libero arasında konuşlanabilen bir stoper olarak müthiş bir potansiyel vaad ediyordu. şimdilerde ise klasik bir italyan stoperinden fazlası değil. gene de rotasyon açısından iyi bir hamle olduğunu düşünüyorum. heliton ve taha ile birlikte oynayan 3. stoper olamayacak bence ama gene de 3. stoperi yedekleyebilecek iyi bir türk alternatif kendisi. verona'ya kiralık ücreti ödenmedi diye biliyorum.
- isaac solet: 21 yaşındaki afrikalı cılız ön libero. yoldaş'ın bulgaristan'ı göztepe'ye taşıma macerasının bir halkası belki de. slavia sofia'dan satın alma opsiyonuyla birlikte kiralandı. stoper oynayabilse de, bulgristan'da 4-4-2 ya da 4-3-3'ün ön liberosu olarak çakılı oynuyordu gerçekte. geçen yıl yoldaş'ın adeta şapkadan tavşan çıkardığı anthony dennis'in yedeği olabilir. ikisi de benzer oyuncular ama solet biraz daha hızlı ve ne yaptığını dennis'in dengesizliğine göre daha iyi gösterebiliyor. bulgarlardaki kontratı 2026'da bitecek. bizde iyi oynarsa, seneye yazın alırız diye düşünmüş olabilirler, ki romulo'yu da böyle aldık zaten. biraz kapalı kutu ama çok riskli görünmüyor şimdilik.
bitmiş transferler bunlar. gönderilenler arasında ise; adeta kulübü maaşıyla sömürmüş olan mame diouf, birkaç maç dışında hiçbir şey gösteremeyen fıratcan üzüm, köybaşı'nın kariyer performansını vermesi nedeniyle formayı alamadığı için morali bozulan yunus emre gedik, iyi bir alt lig stoperi olmaya birkaç yıl daha devam edecek tarkan serbest ve kendisinin potansiyeli halâ iyi bir durumda olan kenneth obinna mamah var. hepsinin gönderilmesi doğruydu. ama köybaşı ile sözleşme imzalanıp atınç nukan'ın gönderilmesi içime oturdu benim. bandırma ile anlaştı hemen zaten. kadroda tutulabilirdi 1 yıl daha. en azından koray-atınç yedek stoper hattı da güven verirdi bize.
girdinin başında bahsettiğim southampton'ın bize paslayacağı asyalı gencolar ve trabzon'dan gelecek en az 2 oyuncu haricinde, özellikle istanbul takımlarının kadrolarında oynatamayacakları yabancıları bize önerdiklerini okuyoruz her gün. bir de sekou mara var. pır pır forvet olarak southampton'ın 2 sezon önce 12 milyon euro bonservisle bordeaux'dan aldığı, halâ 22 yaşında olan senegal uyruklu fransızla 1 aydır ilgileniyoruz. lis ile de aynı durumda ama lis'i özellikle fransa'dan isteyen çok sayıda kulüp olduğunu da biliyoruz. bonservisiyle satılmazsa izmir'i seçebilir gene kiralık olarak. 10 numara pozisyonunda da yalçın kayan'a bel bağlamayacağımızı, david tijanic'i ve ramon pascal lundqvist'i de rotasyonda düşünmeyeceksek gönderilmeleri gerektiğini biliyoruz. asyalı gencoların 2'si 10 numara zaten. belki de antrenmanlarda görüp maçlarda pek görmediğimiz lundqvist ve tijanic kendilerine kulüp arıyordur, bilmiyorum. her mevkiye en az 1 transfer geleceğinden eminim ben.
bombok bir fikstürle başlayıp ağustos sıcağında önce antalya, ardından alanya ile deplasmanda oynayacak olmamız korkunç. arada da avrupa macerasındaki durumuna göre bize kaldırıp gelmiş olmamasını umduğumuz bir fener maçı var gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'nde. 5. haftayı bay geçmemiz de kötü çünkü ilk 4 haftada 1 puan almış olarak bu araya girersek, eylül ayına baya kötü bir psikolojiyle girmiş olacağız takım olarak. sıcaktan etkilenmememize bağlı olarak antalya ve alanya'yı yenersek, o zaman ocak'a kadar yapılan ve yapılmayan transferler pek umrumuzda olmaz. 100. doğum gününde avrupa vizesi almış bir göztepe bekliyorum ben ama bu kadro yapılanması ile küme düşmemek ilk ve gerçekçi hedef gibi görünüyor şimdilik. yeni formalar da 1650 liradan satışa çıkarak "oeh" dedirtti. kırmızı damalı gibi olan forma hariç, 2 forma da berbat dizayna sahip. 4. sürpriz formanın ocak ayında satışa sunulacağı söylendi, ki hepimiz bunun 100. yıl forması olacağını ve çubuklu olacağını biliyoruz. 2500 lira da olsa onu almak gerek.
1. lig'i iyi takip edenlerin bu sezonun başından beri beklediği üzere, süper lig'e çıkması fikstüründeki bütün maçlar bitmeden kesinleşmiş olan izmir'in gururu.
kadroyu, takımın oyun şablonunu, stanimir stoliov'un (yoldaş) aklındakilerin ne kadarının sahaya yansıdığını ve seneye neleri değiştirebileceğini haziran'da falan geniş geniş yazarım. daha çok vakit var zaten. şimdi size özellikle gençlerbirliği maçından sonra hem sosyal medyada hem de yandaş basında yer alan ve 15 saniyelik telefon kamerası çekiminden ülkenin en büyük 3. şehrinin nasıl yaftalandığını anlatayım; hem de kamera görüntülerinin de gerçeği yansıtmadığı eşliğinde.
geçtiğimiz pazar günü oynanan gençlerbirliği maçındaki galibiyet bizi süper lig'e "kesin" taşıyordu, böyle de oldu. göztepe ceo'su kerem ertan maçtan 3 gün önce basın açıklaması yapıp "bu maçta deli gibi sevinmeyin, sahaya falan girmeyin; ki ligin son maçı olan bodrum maçından sonra izmir'i yakalım " dedi. tribünler de 78 dakika gol bekleme stresinden sonra coşup sahaya falan dalmadı ve gerçekten de özellikle gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'ndeki maçlarda oldukça bilinçli davranabildiğini göstermiş oldu. ama maçtan saatler sonra sosyal medyaya saçılan 15 saniyelik kavga görüntüleri "izmir'de sevinç sokakları savaş alanına döndürdü" gibi saçma sapan bir şekilde lanse edildi. kanal d falan izleyecek kadar aptallaştıysanız, tekrar düşünün çünkü bu görüntülerin ne maçla ne göztepe'nin süper lig'e çıkmayı garantilemesiyle ve hatta ne de semt olarak göztepe'yle bir alakası vardı. anlatayım:
maçtan sonra kendince eğlenen ve eski izmir, çamdibi gibi yerlerden şehrin sahil kısmına gelmiş ergen grupları arasında sözlü tartışma çıkıyor. laf atanlardan biri de koşa koşa sahildeki kumrucu bilal'in içine girip oraya sığınıyor. daha kalabalık olan karşı grup kumrucunun önüne gidip işletmecisinden içerideki ergeni kendilerine vermesini istiyor. ensaf "yok öyle bi' dünya" diyor, bunlar da mekana sandalye, taş, çöp tenekesi falan atıp cam çerçeve indirmeye başlıyor. kumrucunun elemanları da bunlara karşılık veriyor. her yerde konuşulan motokurye de kumrucunun paket servisçisi zaten. büyük ihtimalle "nası vermezsiniz elemanı bize lan?!" diye atarlanmalar başlayınca buna haber etmişlerdir, o da motorla birlikte ortama dalmış. bu olay 15 saniyeden fazla sürmüyor ve zaten kalabalık ergen grubunu da mahalleli uzaklaştırıyor. burada unutulan bi' nokta da, göztepe-güzelyalı sahil kısmının esnafının uzun yıllardır olduğu gibi, şimdilerde de doğulu insanlar tarafından işletilmesi (çoğu ağrılıdır). bu insanlar boş da dolaşmazlar ve evleri gibi gördükleri mekanlarına karşı doğrudan bir tehdit algılarlarsa, konuşarak çözmeyi fala düşünmez, döner bıçağını falan çekip tehditi yok etmeye çalışırlar. mahalleli bunu bin yıldır bilir zaten ama diğer ilçelerden göztepe civarına akın akın gelen ergenler kendilerinin padişah olduğunu sanıp herkese atar-gider yapmayı bir marifet bellediği için cahildir. başlarına gelen böyle olayları da bir yerde hak etmiş sayılıyorlar ne yazık ki.
yani, medyada sürekli döndürülen 15 saniyelik saçma videoyu görenler "bunlar gene geldi süper lig'e, holiganlık yasaklansın, göztepe kapatılsın, izmir yok olsun" diye masal okuyor ama ne gördükleri şey doğru ne koca bir şehri yaftalamak için aradıkları sebep doğru ne de kullandıkları akıl bi' boka benziyor. gerçi, merak etmeyin; seneye bizi daha çok görüp medcezir 'le nasıl coştuğumuzu , stadınasılmabede çevirdiğimizi , aslında nasıl insanlar olduğumuzu daha iyi göreceksiniz.
sadece şu önemli: 100. yılda avrupa'ya gidip atletico ile eşleşme hayalini canlı tuttuk. sadece bunun için bile gözlerden akan yaşlar helaldir bu takıma.
not: bodrum maçında medcezir'i levent yüksel söyletecek bütün stada. ayrıca 14 haziran'da kutlanacak 99. yaş günü partisi, geçtiğimiz senelerdekinden daha coşkulu olacak. 2 ay daha, en az ayda 1 olmak üzere bizimle ilgili haberler okuyacaksınız, haberiniz olsun.
adı süper, içi kokuşmuş olan türkiye'nin futboldaki en üst klasmanına yükseldiğinin tescillenmesi için sadece birkaç maçı kalmış olan izmir'in gururu.
başlığa son yazdığımda transfer döneminden bahsetmişim ama ligte de neler olabileceğini de açıklamışım. aynen devam ediyoruz. eyüp saçma sapan mağlubiyetler alarak geçen seneki aynı sendromu yaşamaya, baskıyı kaldıramamaya başladı bence. an itibariyle bizimle puan farkı 6 ama 3.'lüğe düşmesi çok zor çünkü kocaeli de aynı baskı altında eziliyor her maç. 3. olup play-off'a düşmeleri için kabaca 5 maç kaybetmeleri gerekiyor kalan 8 maçta. bunun da ihtimali baya az. zaten özellikle yoldaş stanimir stoliov koltuğa oturduğundan beri ligteki bütün takımlar "eyüp-göztepe 1-2 çıkacak zaten" demeye hiç olmadıkları kadar alışmışlardı. bunun değişmesi için kocaeli'nin bugünkü tuzla maçıyla birlikte son 9 maçının tamamını kazanması lazım. sakarya'nın 3. olmasını bekleyenler özellikle ligin devre arasından sonra baya artmıştı ama onlar da bize kaybettikten sonra yalpaladılar, eyüp'e 3-2 kaybettikten sonra da "play-off'ta kalalım da, nasıl olsa çıkarız" kafasına büründüler. geçen sene 7. olarak pay-off'a girip bodrum'a elendiğimizi bütün tatangaların aklına çivilemek lazım. süper olan ligten hiç düşürülmemişler bilmez tabii ama alt liglerin play-off cehennemi her olasılığa açık. keşke sakarya, biz ve kocaeli çıksak ama bunun mümkün olmadığını biliyorum.
transferden bahsetmişim son olarak ama 2 ekleme daha yaptık biz: transferin son 3 gününde alamancı ön libero turgay gemicibaşı'nı 150 bin euro bonservisle 1,5 yıllığına, 22 yaşındaki forvet romulo jose cardoso da cruz'u (kısaca romulo) da 6 aylığına kiralayarak takıma kattık. romulo'nun atletico paranaense'deki sözleşmesi de bu haziran'da bitecek. anlaşmanın ince ayrıntılarını bilmiyoruz tabii ama iyi bir performans gösterirse kesin bonservisi alınacak bence. turgay baya yavaş, ayakları eh, pas bağlantılarını görebilen, özellikle omuz genişliği baya iyi bir ön libero. doğan erdoğan sakatlandıktan sonra kadroda dmc oynayabilen tek isim, geçtiğimiz yaz göztepe u19'a getirdiğimiz 19 yaşındaki anthony dennis kalmıştı. yoldaş, doğan'ın aylar süreceği belli olan sakatlığından sonra oraya birini illa ki istemiştir ama turgay gelene kadar dennis'e de şans verdi ve çocuk, oynadığı 2 senede gönlümüzü fethetmiş olan obinna nwobodo etkisi yarattı. turgay artık dmc'deki 2. alternatif oldu (doğan sezon sonuna kadar geri dönebilirse 3.). romulo ise bambaşka bir dünya ya, anlatayım.
kubilay kanatsızkuş'un verimsizliği, mame diouf'un göztepe'ye para yemek için geldiğinin ayan beyan ortada olması nedeniyle devre arasında ramon pascal lundqvist transfer edilmişti zaten. ama lundqvist 10 numara gibi oynamayı seven bi' oyuncu olduğu için saf bir forvetimiz yoktu. romulo'yu transfer döneminin bitmesine 3 gün kala kim bulup getirdiyse, bizim takımda yıllardır hiç görmediğimiz bir scouting başarısı yakalamış olmalı. çocuk şimdiden 5 maçta 3 gol, 2 asist yapmış durumda. bileklerine hakim, çok hızlı olmasa da açık alanda ağır bi' stoper yakalarsa içinden geçebilecek kıvamda, 1,93 olduğu için havadan illa ki etkili ama cılız, bazen "o golü atıcam" diyerek bencil olabilen bir santrafor. etkisi çok büyük oldu, halâ da iyi götürüyor. sezon sonuna kadar 5 gol, 5 asisti geçerse zaten otomatik olarak bonservisi alınmalı bence.
lige döneyim. devre arasından sonra yakaladığımız seri müthiş: 9 maç, 7 galibiyet, 2 beraberlik, 19 gol atıp 3 gol yedik (he ya, 3). yoldaş göreve başladığından beri zaten 13 maçta 10 galibiyetle gidiyoruz (tek mağlubiyet bodrum deplasmanındaki 3-0, ki o olmasaydı bu seri başlamayacak, götümüz yere inmeyecekti bence). ligin birkaç alanda en iyi takımıyız: en az gol yemiş, deplasmanda en az mağlup olup en çok puanı toplamış takımı. eyüp'ün ufak nüanslarla önde olduğu birkaç alanda da lig 2.'siyiz, ana tabloda olduğu gibi. keyfimiz iyi gibi ama bazı noktalar beni halâ düşündürüyor:
- yoldaş ne düşünüyor: stoilov'un maç sonu basın toplantılarında her zaman eleştireceği bir şey bulmasından çok memnunuz ama takımın hedefinin eyüp'ü geçmek mi, 2. olup ligten doğrudan çıkmak mı olduğunu söylemiş değil halâ. 3.'lüğü düşünmediğini geçen haftaki bolu maçından sonra belirtmişti: "ligin zirvesindeki yerimizi sağlamlaştırdık ama kocaeli ile olan puan farkı bizi rahatlatmamalı. lig rekabetçi ve konsantrasyonu düşen hayal görmeye başlar". burada sistemi bilmeyenler için hatırlatmış olayım: 1. lig'ten toplamda 3 takım süper lig'e yükseliyor. 1. ve 2. doğrudan çıkarken, 3. takım lig 3.-4.-5.-6.-7. arasındaki play-off turunun şampiyonu oluyor. ayrıca, bence daha da önemlisi, ligi 1. bitiren de, 2. bitiren de süper lig'e yükselme primi bazında eşit para alıyor. yani, 2 takıma da kupa veriyorlar, 1.'nin tek numarası yıllar sonra bile anlatabilecekleri bir şampiyonluk hikayelerinin olması oluyor. saçma di' mi? taraftarlardan biri şunu demişti bununla ilgili: "sanırım 1. ve 2. olma arasındaki tek fark, verdikleri kupanın 1-2 santim büyük veya küçük olmasına bağlı". bu durumda taraftar da 2.'liğe ok ama yoldaş "benim kariyerim 2.'liklerden oluşmuyor" diyebiliyor mu; bilmiyoruz.
- seneye kadro planlamasının başında kim olacak: sport republic'in scouting ekibinin southampton fc ile birlikte çalıştığını biliyoruz artık. mateusz lis'in, taha altıkardeş'in, romal palmer'ın takıma katılmaları bu yönde ve bu nedenle olmuştu. ama süper lig'te durum nasıl olur, southampton'la birlikte kullanılan oyuncu havuzunun ağırlığı göztepe'ye mi kayar, yoldaş'ın yetkileri ne ölçüde kısıtlanır, "maddi durumu gene sıkı tutalım" diye berbat transferler mi görürüz; bunlar muamma. 3 nisan'daki kocaeli maçı zaten matematiksel olarak da tabloyu neredeyse garantilemiş olmamızı sağlacak. nisan'da başlatılmış bir transfer çalışmasının meyvesini temmuz'un başında falan yemek nefis olur. hiçbir transfer dönemini erken kapatamamış, yaptığı transferleri de son günün son saatlerinde menajerlerin talip aradığı "çöp"lerden medet umma olarak kodlamış bir takım bu. bu noktada yoldaş'ın raporu çok önemli olacak bence. sonuçta elimizde atınç nukan varken heliton'u laps diye aldıran da o, lundqvist'i de aldıran o. ve bu 2 transfer de nefis çıktılar şu ana kadar.
- satılacaklardan emin miyiz: yalçın kayan'ın piyasası baya yükseldi. onu okutabiliriz. tarkan serbest 30 yaşına geldi ve heliton öncesi de iyiydi. o gidebilir. ogün bayrak bu ligin en iyi sağ beklerinden biri ama üstte ne yapar; bilmiyoruz. ahmet ıldız'a illa ki teklifler gelecektir ama satılmaz. lasse nielsen ve diouf'un maaşları çok fazla oldukları için gönderemeyiz büyük ihtimalle. geri kalan oyuncuların hepsinin ya sözleşmesi bitiyor ya da kiralıklar. romulo, lis, kenneth obinna mamah, ensar aksakal, doğan, ümit akdağ da "takımda tutulabilir, rotasyonda oynayabilirler" denilenler. geri kalan kimse yok takımda. yıllardır kendini gösteremeyen arda özçimen gibi 4 tane de altyapı çocuğumuz var geniş kadroda. artık biliyoruz ki sport republic oyuncu satmadan oyuncu almıyor. sadece 2023-24 sezonunda şu ana kadar 40 civarında oyuncu gönderip 30 küsur oyuncu almışlar mesela (transfermarkt gelen-giden dengesini 30-36 olarak gösteriyor. sofascore'da bu denge 34-43 şeklinde. ortalamasını alınca 32-40 yapıyor. oyunculara tek tek de baktım, 33-39 gibi oluyor). yani, oyuncu almadan önce illa ki gönderecekler. böylece kadronun temek iskeletinin korunup korunmayacağını anlayamıyoruz. bunu anlamak için satılacak oyuncuların yukarıda bahsettiğim nisan'dan sonra direkt olarak netleştirilip temmuz'a kadar da elden çıkartılması gerekiyor, ki transferlerin nerelere ve hangi alternatiflere bağlı olarak yapılacağı belli olsun. bu kısım sıkıntılı.
- seneye hedef ne: alt liglerin daimi favorisi olmak güzel ("1. lig sana hiç yakışmıyor/ bırak sürünsün köpekler göztepe") ama süper lig'in bol bol vergi borcu sıfırlamalı, üzerinde paso oynanan, laçkalaştırılarak alice'in girdiği tavşan deliğine atılmış olan finansal fair-play'li ortamında iyi transferler yapmak hedefe göre oluyor. biz bunu 2 sene önce bu lige düşerken, 5 sene üst üste barındığımız zamanlardan biliyoruz. çıkılan ilk sezon 6. olup "avrupa kupalarında atletico madrid'le eşleşme" hayallerimizin gerçeğe dönmesine ramak kalmıştı. bunu da iyi transferlerle değil, kadrodaki temel iskeleti iyi koruyarak yapmıştık. bu sefer durum nasıl olacak, hiçbir fikrim yok benim. hedefi 7 sene önceki (oldu mu o kadar ya!?) "avrupa kupalarına katılma sınırı" olan 4.'lüğe koyabilecek miyiz? bilmiyorum. sanırım bu konuda yoldaş'ın açık fikirliliğine ve tecrübesine güvenmek zorunda kalacağız. sonuçta adam bizim 60 yıl önce gördüğümüz yerleri yakın geçmişinde gördü, hem de astana ile. vizyonuna kurban olarak gözlerimizi kapatmaktan başka bi' çaremiz yok bizim ama sport republic ve rasmus ankersen şimdiden ne düşünüyor acaba?
iyiyiz ve iyi olmaya devam edeceğiz en az 6 ay boyunca çünkü seneye çok büyük ihtimalle süper lig'teyiz. şu noktadan sonra 5 maç üst üste kaybetsek bile, yoldaş zaten 19 yaş altı takımıyla maçlara çıkar ve gene kazanır. takımdaki kenetlenme hocadan başladığı için futbolcu performansları üzerinden hiçbir kötü söz edemiyoruz biz. zaten giden gidecek sezon sonu, kalan sağlarla adı süper olan ligte neler yapabileceğimizi göreceğiz. az kaldı, kalan 8.
9 şubat'ta (haftaya cuma) bitecek olan devre arası transfer dönemini garip bir şekilde transfer yaparak(!) geçiren izmir'in gururu. genelde devre aralarında berbat yerli oyuncular takıma katılır ve biz bu zamanlarda söylenmeleri küfürlere bağlıyor olurduk. o zamanları düşününce, gene de iyiyiz.
15 günlük devre arasından sonraki 3 maçta 2 galibiyet, 1 beraberlik aldık (sakarya maçı rahatlıkla 4-0 falan bitebilirdi, ümraniye maçı hak ettiği ölçüde 4-1 bitti zaten, çorum deplasmanında ise mağlup olmalıydık, 1-1 bitti). yoldaş stanimir stoilov'un bazı konularda fena halde çuvalladığını (oyun içi alternatif hücum-savunma varyasyonları üretme, maçların bazılarını önemsememe, rakibin tehlike yarattığı alanları maç içinde görüp önlem alamama) ve sabit fikirli olduğunu (orta saha kurgusunu skor ne olursa olsun değiştirmeme, hücum varyasyonlarını çeşitlendirmeme) düşünenler arasına girdim. şu son transferleri yazayım önce, sonra hocayı ucundan accuk gömerim (edit: unutmuşum, gömemedim):
- ramon pascal lundqvist: norveç süper ligi olan eliteserien'in orta sıra takımı olan sarpsborg'tan bonservissiz geldi. 26 yaşında (mayıs'ta 27). kontratı 2,5 yıllık. norveç ligi nisan-aralık ayları arasında oynanıyor. yani adamların ligi bittikten sonra hazır halde geldi bize. sarpsborg ise, geçen sezon ligi rosenborg bk'nin üzerinde bitiren ama acemice defansif hatalar yapıp 30 maçta sadece +3 averaj kazanabilen bir takımdı. lundqvist ise, takımda "am/fc" olarak bilinen, ne tam 10 numara ne de forvet olarak oynadı. geçen yılın mart ayında geldiği norveç'te nisan'da formayı kapıp sürekli 11 oynamış olan bir futbolcudan bahsediyoruz. 4 kupa maçı dahil, 34 maçta 7 gol 9 asisti var. sarpsborg'un geçen sene oynadığı 15 kadar maç özetine erişmek mümkün. özetler bizim çöp ligler gibi 3-4 dakika değil, en az 10 dakika sürüyor ve lundqvist'i gözlemlemek için de yeterli bence. 10 numarada serbest oynayıp önündeki forvete ara pas atan, ceza yayının civarında kendisine top geldiğinde ilk tercihi her zaman şut çekmek ya da ara pas atmak olan, kanatlara fazla açılmayan, ceza sahası içinde topla buluştuğunda gene sürekli boşta olan takım arkadaşı arayan, çok golcü olmasa da rakip için tehlikeli bir futbolcu izlenimi almak mümkün. boyu 1,83 olduğu için klasik 10 numara oynaması zaten mümkün değil. hızı da bence pek iyi değil, ayrıca çevik de değil. sarpsborg'da önündeki forvet markaj altındayken kendisine atılan hava toplarından kafayla 4-5 gol atmış. boyunu iyi kullanabiliyor ama bir sırtı dönük forvet gibi de değil. psv eindhoven altyapısı, groningen, nac breda gibi bir geçmişi olduğu için hızlı oynanan hücum oyununa kolay adapte olabileceği izlenimi verdi. bizde ise, geldiğinden beri ya aliou traore'yle ya kubilay kanatsızkuş'la çift forvet gibi oynadı. yoldaş'ın kendisini nasıl kullanacağını bildiğini sanmıyorum halâ. çorum'a maçında 35 metreden yolladığı füzeyi ise izleyin kesin. iyi adam ama tek başına bizi coşturması mümkün değil bence. bizim ligte geçen sezonki gol-asist sayılarını yakalaması da hayal gibi. halâ kubilay'la, traore'yle falan oynuyor adam ya.
- heliton (jorge tito dos santos): adı bizimki gibi her sezon değişen, bu sene "efbet liga" olmuş olan bulgaristan süper ligi'nin şampiyonluk adaylarından cska 1948'den 125 bin euro bonservisle transfer edilen 28 yaşındaki stoper. kontratı 1,5+1 yıllık. yoldaş hocanın eski öğrencisi bu. 1,95'lik boyu, azman gibi omuz ve göğüs genişliği, boyuna göre nispeten iyi olan hızı ve tabii ki hava toplarındaki deli hakimiyeti ile haberi çıktığı günden beri gözlerimizi ışıldatıyor. cska 1948'in bu seneki oyununa baktığınızda, aslında yoldaş'ın istediği 4-2-3-1'i iyi oynadıklarını görmek mümkün ama heliton'un 2 stoperli defans hattının solundaki görevinde yer yer aksadığını da görüyorsunuz. öne çıkmayı seven, solak ve ayağı da düzgün olduğu için yer yer oyun da kuran bir stoper olarak öne çıktığında, ani geri dönüşlerde afallayıp pozisyon hatası yapıyor. nitekim konya ile oynadığımız ve uzaması bile zulüm olan maçın uzatma dakikalarında yaptığı hata ile golü yedirdi ve konya turu geçti. atınç nukan'dan çok farklı görünmüyor kağıt üzerinde ama o iş öyle değil işte. atınç'ın kadrodan kesilme nedeni olan yavaşlığı heliton'da yok. atınç'tan daha iyi oyun kuruyor, atınç gibi 3'lü stoperin ortasında oynamak zorunda değil, sol stoper de oynayabiliyor. atınç'a göre çok daha iyi size'ı olduğu için hem savunmada hem hücumda ciddi tehdit oluşturabiliyor. tek sıkıntı, lasse nielsen'in de rotasyonda olduğu bir stoper hattında kendisinin lüks olabileceği. kendisiyle birlikte takımda şu anda 6 stoper var ve bunların 2'si yabancı. sonraki sene düşünülerek yapılmış bir transfer olduğu belli zaten ama heliton yerine 1 pır pır kanat, 1 de çorum'daki holandalı azman forvet (thomas verheydt) gibi bi' hücumcu alınabilirdi. gene de, az maliyetli, daha da az maaşlı bir stoper kadroda artık.
adı bizimle 1 aya yakın konuşulmuş, transfer dönemi başlamadan "aldık bunu herhalde" dediğimiz başakşehirli philippe keny ile anlaşılamadı. hem başakşehir bonservis olarak 1,5-2,5 milyon eurolardan bahsediyor hem de keny fazla maaş istiyor (mame diouf'un aldığı gibi 1 milyon euro istiyor). başakşehir "6 aylık kiralık+satış opsiyonu" gibi bi' seçeneğe de sıcak bakmıyor sanırım çünkü bizim istediğimiz formül aslında bu. bu ligte daha önce bandırma'yla kupasıydı, play-off'uydu, ligiydi derken toplamda 36 maçta 14 gol, 7 asist yapmıştı 2 sezon önce. gene iş yapar burada. gene de, kendisiyle aynı özeliklere sahip ama ligi bilmeyen bir pır pır afrikalı daha az maliyetli olacaktır. ayrıca, trabzonspor'un kadro dışı bıraktığı umut bozok da sanırım izmir'e gelmek istemiyor. hatta türkiye içinde kalmak istemediğini okudum ama doğru haber veren bir medyamız olmadığı için bilemiyorum altan. söylentilerin çoğu da asılsız çıkıyor zaten. kulübün en az 2 yabancı daha transfer edeceği, 2 de yerli oyuncu listelediği belli ama bunları alır mı, alabilir mi; bilen yok.
transferde gidenler de oldu tabii: ali dere forma şansı bulamıyordu, sarıyer'e gitti. michee ngalina gene bir eliteserien takımı olan haugesund'da kiralıktı, takım küme düşmekten 2 maçla kurtuldu, o da geri döndü ama büyük ihtimalle gene kiralık olarak gönderilecek bi' yere. çocuğun futbol hayatını bitiriyoruz böyle. david tijanic ise, biz "lundqvist ile yan yana görür müyüz sahada be?" diye düşünürken, geçen sene de aynı zamanlarda kiralandığı arap al-adalah'a kiralandı. yalnız, buradaki önemli nokta şu: kulüp yaptığı açıklamada "zorunlu satış opsiyonu" demiş. yani, sene sonuna kadar araplarda kiralık olacak, sonrasında sözleşmesindeki şartlar oluşursa araplar kendisinin belirlenmiş bonservisini ödeyip transfer etmek zorunda kalacak. biz böyle anladık bunu çünkü geçen sene arapların süper ligi'ndeydi bu al-adalah ama küme düştüler. bu sezon alt ligte oynayacak yani tijanic. oyuncunun bunu tercih ettiğini de sanmıyorum çünkü bizde devre arasında kadar 16 maçta 4 gol 2 asisti vardı, ki gelişme gösterdiğini görmeye başlıyorduk. bence büyük hata yaptık adamı tekrar çöl bedevilerine göndererek ama sezon sonunda sözleşme şartları açıklandığında belki de "iyi paraya gömmüşüz" de diyebiliriz. gene de tijanic, içimde bir yara olacak bu sezon da.
lige bakalım: ligin 2. yarısında özellikle play-off ve şampiyonluk adaylarının neredeyse hepsiyle deplasmanda oynayacağız. sakarya'yla oynadık zaten, daha kocaeli, bandırma ve eyüp deplasmanları var. buradaki iyi yön de şu: orta sıra ve düşme hattındakilerin tamamıyla da gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'nde oynayacağız. yani, rakiplerimiz ya da bizi rahatsız edebilecek puanda olanlara yenilmesek yeter bence. zaten içeride kalan maçları bir şekilde kazanacağız; futbolcular istemese taraftar isteyecek ve aldıracak o maçları. mesela, eyüp bodrum'dan başka ciddi bir rakiple deplasmanda oynamayacak (bandırma ve ümraniye de var, evet ama onları rahat geçeceklerdir). bu da onları zaten şampiyonluğun tek adayı yapıyor şu anda kağıt üzerinde. kocaeli'nin fikstürü çok sıkıntılı; bolu, erzurum, keçiören, erzurum, çorum ve ümraniye maçlarının hepsi deplasmanda. sakarya'nın da bodrum, eyüp ve kocaeli maçları deplasmanda, ki ligin son haftasının en önemli maçı kocaeli-sakarya olacak bence. biz o zamana kadar eyüp'ü yakalamak zorundayız. bence hedef play-off'ta kalmak falan olmamalı artık. kocaeli ile aynı puanda olduğumuzu ve nisan'da deplasmana gideceğimizi, ilk maçı da izmir'de 1-0 kaybettiğimizi biliyorum ama o zaman kadar kocaeli'inin play-off sınırında kalıp kalamayacağı bile belirsiz bence. hedefi eyüp olarak işaretlemek ve deplasman maçlarında yenilmemeyi şart koşmak lazım. umarım bu sene çıkacağız bu ligten.
hazır futboldaki kış tatili gelmişken ve bu başlık en az 1 ay daha girdi yüzü görmeyecekken 1 girdi daha yazayım.
ligte 2 yıldır en az ciddiye alınan takım olan bodrum'a 3-0 yenilerek 17 maçta 32 puan toplayarak ligin ilk devresini sakarya'yla aynı puanda kapattık. lig biterken ikili averajda da bizden yukarıda olacaklar bence. böylece "4.'yüz" diyebilirim (lider eyüp'le puan farkı 10 olabilir, eğer eyüp yarın erzurum'u yenerse). eyüp maçındaki cennetten çıkma oyun, bodrum'a karşı tam bir boşvermişliğe dönüştü. bodrum maçından sonra stanimir stoilov da eyüp maçını çok fazla kutladıklarını ve bu maçtan önce takıma kendilerine gelmelerini söylediğini açıkladı. sorumluluğu da üzerine alarak "belki de daha sert uyarılar yapmalıydık. bu ligten çıkmak istiyorsak her maçı kazanmalıyız. bugün kazanabilecek, gerçek göztepe yoktu sahada" diye eklemiş. en azından kokovic'ten 2 yıldır hiç duymadığımız keskinlikte açıklamalardı bunlar. ama gene de bazı yanlışlar var:
- göztepe 2 yıldan fazla bir süredir, geriye düştüğünde ne oynayacağını bilmez, ayakları birbirine karışarak adım atmayı bile unutan bir gulliver'e dönüşüyor. gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'ndeki maçlarda taraftar desteğiyle bu gulliver'liği minimuma indirip ayağa kalkabiliyoruz belki ama deplasmanlarda bize karşı 1-0'ı bulan takım sanki 3-0 öndeymiş gibi görünüyor çünkü yok oluyoruz. bu kadar tek amaçlı, tek ana mantığa sahip bir takımın geçen seneki samsun, bu seneki eyüp kadar başarılı olmasını beklemek hayalcilik olacaktır tabii. stoilov'un bunu değiştirmesi gerek.
- defansif olarak gene 2 yıldır bireysel hatalarla goller yiyoruz. ya penaltı yaptırıyoruz ya geri paslarda fena sıçıyoruz ya rakip biraz yüklenmeye başladığında adam ve alan paylaşımlarında kritik hatalar yapıyoruz ya da topu kendi sahamızda tutmaya çalışıp özellikle defans oyuncularının üzerine gelen baskıyı kıramayıp oyundan düşüyoruz (maçın geneli üstünlüğümüzle geçiyor olsa bile fark etmiyor bu). tablolarda bunu açıklayan büyük istatistik kalemleri bulamazsınız. sözüm ona süper olan sirk gibi leş ligte bile yok. geçen senenin en az gol yiyen 2. takımıydık (lider samsun 1.'ydi). gene geçen sene rakibe en az pozisyon veren takımları arasındaydık. maç başı çektiği 11 şutun 5'inde isabet bulan samsun'u 2 maçta da %40'ın altında topla oynamada ve 3-4 isabetli şutta tutmuştuk, ki aynı samsun, deplasman ya da iç saha fark etmeksizin 20 maçlık yenilmezlik serisi yakalayan samsun'du. ama geçen sene de tabela beraberliğe kilitlenmişken, en berbat defansif hataları yapıp geriye düştüğümüz hemen hemen hiçbir maçı kazanamamıştık. ligin en çok penaltı yapan takımıydık son maçlara kadar. aynı durum devam ediyor aslında. halen ligin en az gol yiyen takımıyız, halen rakipler özellikle izmir'e geldiklerinde sabit oyun planlarını değiştirmeye zorlanıyorlar (eyüp'ü gördük işte geçen hafta), halen akan oyunda bize karşı net gol pozisyonları bulabilen rakip sayısı 18 takımlı ligte en fazla 3-4. ama defansif açıdan bu kadar kırılgan olmamız kağıt üzerinde görülmediği için (ve hatta kağıt üstünde bunun tam tersi bir algı oluştuğu için) bize karşı gol atan takım "aha, gol yemeyen takıma attık. bundan sonra kapanıp galibiyeti alalım" mantığına bürünüyor. eyüp 2-1'den geri dönebilseydi, 2-2'den sonra bize karşı tamamen kapanacaktı mesela. stoilov'un hem bu algıyı kırması hem defanstaki bireysel hataların tekrarlanmasının önüne geçmesi hem 3 stoperin olası hatalarına karşı anında müdahale edebileceği b ve c planları geliştirmesi hem önceki maçta ligteki bütün takımların korkulu rüyası olan lidere 5 gol atan takımın sonraki maçta 3 bireysel hatayla 3-0 yenilmesine neden olan defoları dikmesi gerek.
- hücum hattı ligin dibindeki takımlarla eşdeğer bir takımız. mame diouf futbolu bitirmiş, kubilay kanatsızkuş yardımcı forvet olarak bile tek görevi olan top indirmeyi yapamıyor, kenneth obinna mamah sahte forvet olarak belki işe yarayabileceği kadar yetenekli sadece. başka da adam yok ileri uçta. stoilov hücumla rakibi parçalamayı amaçlayan bir hoca, bunu öğrendik artık. ligin son maçında bize beraberlik yeterken bile, öyle "0-0'a yatayım, son dakikada 1 tane sallarım, maçı da alırım" mantığına hiçbir zaman bürünmeyecek. ama golcüsü yok bu takımın. orijinali amc olan aliou traore'den bile forvet yaratmaya çalışıyor. ama yetmeyecektir. eğer kafasındaki 4-2-3-1'in o 1'ini bitiriciliği vasat, hava toplarında dengesiz, pozisyon alması berbat, ikili mücadelelerde tek devrelik enerjisi ve azmi olan topçular arasından seçmek istiyorsa, bizim kadroda yukarıda saydığım gırla isim var orada oynayabilecek. ama adis jahovic-umut nayir ikilisinden 7 yıl önce aldığımız müthiş 40 gol, 12 asistlik katkıya benzer yapıda güçlü bir forvet hattı istiyorsa, illa ki 2 oyuncu alınması gerek buraya ve kendisinden başka bu takviye için bastırabilecek kimse yok. umarım "elimdekiyle de hallederim ben" mantığına bürünmez çünkü biz bu tiyatroyu geçen yıl da izledik.
- yalçın kayan ve doğan erdoğan bağlantısını 5-6 maçtır kullanıyoruz ve memnun olmayan kimse yok tribünde. david tijanic'in geriden alacağı pas bağlantıları kesildiğinde ya da işlemediğinde (bugünkü bodrum maçı gibi) hocanın ne yapacağını bilmiyoruz. bugün şok tedavisi uyguladı devre arasında ve tijanic, mamah ve kubilay'a kesti farutayı ama ikinci yarı gördük ki, sorun hücumdaki yaratıcılıkta değil, geriden oyun kurulmamasında. yalçın-doğan etkisizleştiğinde, onlara yardımcı olacak bir oyuncu daha bulmalıyız. atınç nukan kokovic döneminde sweeper olarak bildiğimiz pozisyondan ileriye topla çıkıp hücumu beslemeye çalışıyordu. ismail köybaşı geçen senenin önemli bir bölümünde kanat beki olarak çizgiden ayrılarak rakip ceza sahasının önündeki yaya kadar deliyordu ve hem orta sahadaki pas istasyonlarının üzerindeki baskıyı kırıyordu hem de forvettekilerin kendilerine alan açmalarını sağlıyordu. yunus emre gedik de çizgi üzerinde böyle bir bek. sağ taraftaki ogün bayrak'ın hücum gücü bunları yapabilecek seviyede değil. önünde oynayan billal messaoudi ise zaten oyun tarzı olarak diğerlerinin oyun yapısını rahatlatacak bir oyuncu değil. yani, hocanın elinde ya atınç'ın önceden kullanıldığı "ayağa pasla ya da dribbling'le ileri çıkabilen stoper" silahı var ya "delici kanat bek" opsiyonu var ya da transfer isteme şansı var. bunlardan biri olmadıktan sonra doğan-yalçın ikilisinin üzerine baskı geldiğinde hücumun oyundan kopması ve üzerine deli gibi yük binen defansın ağır sıçışlara başlaması her maç olasılıklar dahilinde olacaktır.
devre arasına biraz buruk bir tatla girdik biz. 11 ocak-9 şubat arası transfer dönemi. birkaç oyuncuyla fesihler olabilir (diouf, lasse nielsen), sürekli yedek kaldığı için takımdan ayrılmak isteyenler olabilir (traore, celil yüksel, fıratcan üzüm, ümit akdağ, belki atınç), yeterince fırsat verilmediği düşünülen gençlerin kiralanmasındansa a takıma entegre olması üzerine çalışılabilir (ensar aksakal). bunlar hep olasılık ama kesin olan bir şey var ki, "yoldaş" stoilov transfer istediğinde ankersengillerin yapması şart oğlu şart. 4 derse 4, 6 derse 6 oyuncu alınmalı ve hocaya tam yetki verildiği ve bu uğurda da istediklerinin yapıldığı mesajı verilmeli. geçen seneki transfer hataları ve transfer yapmama hastalığı tekrar nüksederse, bu sefer son sıradan da olsa play-off'a kalmamız hayal olabilir çünkü eyüp'ü 5-1 yenip 4 gün sonra bodrum'a 3-0 yenilebilecek kadar kırılgan bir takımız biz.
hoca, masaya yumruğunu vur ve ne istiyorsan onu yapmalarını iste. biz arkanda dururuz senin. 99. doğum gününde 1. lig şampiyonu görelim şu takımı be.
son 5 maç performansı ile ligin zirvesinden kopmayacağının sinyallerini erkenden veren izmir'in gururu.
radomir kokovic'in korkak oyunu ile kendi topuğuna sıktığı kocaeli mağlubiyetinden sonra, ligin kağıt üzerinde değil, sahada iyi takımlarından erzurum deplasmanında oynattığı aynı berbat oyun, takımla ilişiğinin kesilmesine neden oldu. formsuz defans hattı, 2 yıldır yapmadığı kadar yaptığı maç içi formasyon ve taktik değişiklikleri tam birer çırpınıştı. erzurum maçından sonraki 2 haftalık milli maç arasında bu kararın alınması gerekiyordu ama 8 gün beklendi. 22 kasım'da takımın başında antrenmanlara çıkan yeni hoca stanimir stoilov, cv'si ile 1. lig gibi sert futbol oynanan ligler için biçilmiş kaftan imajı çizerken, kazakistan, bulgaristan ve kıbrıs (rum tarafı) harici hiçbir ülke görmemesi ile soru işaretleri barındırıyordu. sözleşme imzalanırken yapılan basın toplantısında kendisine sorulan "takım kötü gidiyor, hangi önlemleri alacaksınız?" sorusuna yapıştırdığı "savunma değil, hücum oynayarak bu girdaptan çıkacağız" cevabıyla benim gibilerin yüreğine zaten anında su serpmişti. aynı toplantıda 4-2-3-1 oynatacağını ama bunun için henüz erken olduğunu, takımı biraz daha tanıması gerektiğini, göztepe'yi haziran'dan beri takip ettiğini, skor ne olursa olsun yılmayan bir takım ve taraftar görmek için burada olduğundan bahsetti. hocanın astana ile şampiyonlar ligi maceraları, levski sofia ile cheivo'yu falan dümdüz ettiği gene şampiyonlar ligi elemeleri cv'sinin ışıldayan yönleri. tek sıkıntı şuydu: balkanlardan göztepe'ye gelen futbolcu ve teknik adamların buradaki ömürleri hem çok uzun olmuyor hem de yaşattıkları duygu hep uçlarda oluyordu. eski sevgili kontenjanı her zaman baki kalacak adis jahovic'in yürekte açtığı yara halâ kapanmadı mesela. aynı şekilde nestor el maestro'nun da kısacık göztepe ve süper lig macerası, bizde tamiri güç boşluklar bıraktı. stoilov neden farklı olsundu ki?
neler değişti, maddeleştireyim:
- kokovic'in oynattığı formasyon (top bizdeyken 3-5-1-1, top rakipteyken 5-3-1-1) sabit kaldı ama atınç nukan kızağa çekildi. tarkan serbest atınç'ın görevini devralarak 11'e yerleşti. ümit akdağ'ın sol stoper görevini de 35'lik lasse nielsen devraldı (bence buraya devre arasında bi' transfer gelecek, hoca zorunluluktan nielsen'i oynatıyor). ismail köybaşı sakatlıktan sonraki çekingen oyununu biraz da olsa gizlemeye başladı. tarkan taha altıkardeş'le iyi anlaşıyor. ogün bayrak'ın da hücuma çıkışları daha dengeli hale geldi.
- sürekli mc olarak denenen celil yüksel ve aliou traore doğrudan kızağa çekildi. iyi de oynasa, kötü de oynasa kadroya girmesi her zaman istikrarsız bırakılan david tijanic'in 11'deki yeri soyunma odasındaki beyaz tahtaya bile çivilendi. yalçın kayan'ın dmc'likten mc'ye kaydırılması ile saf bir dmc olmayan ama fiziği olmasa bile, ayakları bu iş için ideal doğan erdoğan ilk 11'e monte edildi. kenneth obinna mamah'ın forvet olarak tek oynadığı ya da oynamadığı maçlarda doğan-yalçın-tijanic orta saha 3'lüsünün iş görmesini bekledi hoca. tijanic biraz daha serbest 10 gibi, yalçın 6-8 arası ama geriye dönüşleri zaten sıkıntılı olduğu için bu görevi ondan alınmış bir 8'e daha yakın, doğan ise çakılı bir 6 ama özellikle hücum preslerde öne çıkıp topa basan ilk adam görevlerini yapmaya başladı. böylece yalçın'ın geriden çıkarken ilk ve tek pas istasyonu olma görevi doğan ve tijanic arasında paylaştırılırken, tijanic'in billal messaoudi ve mamah ile olan uzaklığı da serbest 10 gibi oynamasıyla birlikte ortadan kaldırıldı. yalçın da, daha fazla riske girip pas hatası yapsa bile -sahanın korkunç yerlerinde olmaması kaydıyla- oyun görüşünü artırabilecek rahatlığa kavuştu.
- mame diouf'un sakatlığı mamah'a yaramıştı zaten ama ileride tek kaldığı için ne kadar boğuşursa boğuşsun, kaybolduğu maçların sayısı artıyordu. billal-tijanic uyumu, mamah'ın kendilerine yakın oynayabilmesiyle güzel 2'li, 3'lü üçgenler kurmaya ve sürekli bir ver-kaç oyunu üretmeye odaklandı. billal'in ligin en iyi kanat oyuncularından biri olduğunu biliyorduk ama mamah'ın da, billal'in de tek başına çırpınışları kokovic'in savunma odaklı, korkak oyunu içinde göztepe'ye hiçbir şey getirmiyordu. bunun değişmesini tijanic'e bağlıyorum ben. billal-tijanic-mamah üçgeni artık ilk hücum opsiyonumuz. yalçın'ın ara sıra atabildiği delici ara paslar, doğan'ın şok presle rakibi hataya zorlayabilmesiyle kazanılacak toplar, tijanic ve billal'in uzak şut tehditleri, köybaşı-ogün beklerinin yer yer iyi orta açabildiklerini gösterebilmeleri falan derken hücum varyasyonlarımızın 1'de kalmadığını, bir elin parmaklarına çıktığını gördük. bunu da stoilov başardı.
adeta yok olduğumuz ama bunu ne özetinden ne de skorundan anlayabileceğiniz kocaeli ve erzurum maçlarından sonraki 4 maçta (1461 trabzon kupa maçıyla birlikte 5 maç aslında ama onu saymaya gerek yok) 13 gol atıp sadece 1 gol yedik (kupayı illa ki sayalım diyen olursa 16/1 oluyor averaj hesabı). 4'te 4 ilerlemek güzel ama yarınki bodrum maçından sonra lige verilecek 15 günlük aranın bizde neleri değiştirebileceğini bilen yok. stoilov'un aklındaki 4-2-3-1'e nasıl geçebileceğimizi de bilmiyorum çünkü bu takım 2 yıldır sürekli 3 stoperli, 2 bekli, neredeyse çakılı ama çok hata yapan dmc haliyle yalçın'la oynadı. kokovic kovulacağını anladığı kocaeli ve erzurum maçlarında hiç huyu olmamasına rağmen maç içinde 4'lü savunmaya da dönmüştü ve atınç göztepe kariyerinin en kötü maçlarını çıkarmıştı. yani; takım 4'lü savunmaya döndüğünde şimdiki haliyle taha-tarkan-nielsen stoperlerinden hangileri kalacak, beklerin görevleri nasıl değişecek, artık dmc olmaya da alışan doğan'ın öne çıkışları tamamen mi bitecek, yalçın bu 2 stopere nerelerde yardım etmek zorunda kalıp takımı hücuma çıkaramayacak? bunların cevapları yok. hocanın formasyon değişikliği bir inada mı biner, yoksa "benim oyunum 4-2-3-1 ama bu takım 3'lü, 5'li savunmada harikalar yaratıyor. demek ki değişikliğe ihtiyaç yok" diyerek makul bir yol mu çizer; bilmiyorum. ligte 16 maçta 9 gol yemiş başka takım yok. defansif hataların çoğu bireyselde sabitleniyor bizde. bunu beğenmeyip "illa ki 2 stopere dönek" diye diretirse hoca, o zaman ileride daha fazla gol atmak zorunda kalabiliriz.
stoilov'un astana ve levski maceralarında takımlarının sürekli pres yaptığı, kanat bekler ve hücum kanatlar kullandığı, tek forvet kullansa bile bunun bizdeki deve forvet kubilay kanatsızkuş kadar hızdan yoksun değil; diouf kadar sadece ayakları iyi ama hava hakimiyeti yok olmaya yüz tutmuş değil; komple bir forvetle hızlı hücum aradığı, stoperlerinde pas ve el-göz koordinasyonu aradığı bilinen şeyler. bunları bizde uygulaması şu an için mümkün değil çünkü kadro zaten eksik, transfer şart. yarınki bodrum deplasmanı en azından mağlubiyetsiz geçilirse, sport republic ve rasmus ankersen'in "bu sene o sene" gazına uygun bir kadro kurmaya yeltenebileceklerini düşünüyorum. 4-5 nokta transferle eyüp'ü falan koltuğundan etmemiz sadece zaman meselesi haline gelir. bunun fragmanını geçen hafta 5-1'le geçtiğimiz maçta verdik.
stoilov'a "yoldaş", yalçın'a "bizim çocuk", tijanic'e "kadife ayak", mateusz lis'e "penaltıyı sen atsana liiiiz" diye bağırmaya başladıysak, takım ruhu kısmını halledip "sıradaki gelsin" mottosunu da sırtlanmayı hak etmişiz demektir. odin yolumuzu açık tutsun, ankersen de devre arası eksik yerlere adam alsın; "1. lig sana hiç yakışmıyor/bırak sürünsün köpekler göztepe" kıvamına geliriz hemen.
11. haftası bugünkü ümraniye-tuzla maçıyla birlikte bitmiş olan 1. lig'te topladığı 20 puanla play-off potasının içinde kalmaya devam eden izmir'in gururu.
son gelişmelerden sonra, kulüp ceo olarak kerem ertan'ı açıkladı, ki kendisi bundan neredeyse 10 yıl önce, 2 sezon boyunca ceo'muzdu. ivan mance ise, eski görevi olan sportif direktörlüğe geri dönmüş oldu. kulüp bütün yönetimsel krizleri bu "ceo bulduk, eved" açıklamasıyla halının altına süpürmüş oldu. radomir kokovic'in basiretsizliği, 3 başlı teknik ekibin nerelerde hata yapmaya bile isteye devam ettiği falan unutuldu, gitti. yönetimsel hataların, statla ilgili karman çorman işlerin üzerine de soğuk su içmiş olduk emre can ile birlikte.
futbola geri dönersek... kokovic top göztepe'deyken 3'lü, rakipteyken 5'li savunma oynatmaya devam etti ama son 10 yılda bu takımın başına gelmiş en efektif teknik direktör olan nestor el maestro'nun oynattığı halinden farklı bir sistem bu. nestor önde yüksek yoğunluklu ama neredeyse tamamen bilinçsiz bir baskı yapıyor, orta sahada kapılan topları da sürekli ileriye oynamaya gayret ediyordu. kokovic ise, geçen yıldan beri düşük tempolu, "önce yemeyeyim, sonra belki atarım" mantığına sahip. ayrıca orta sahada yalçın kayan'ı tam olarak 6 numara gibi kullanıp merkezden hücuma geçecek bütün atakları da yalçın'ın ayağından başlatıyordu. yalçın vasat maçlar oynadıkça bile "sistem bozulur" endişesiyle ne yalçın'ı ne de bu kurguyu değiştiriyordu. geçen yılı 5 gol, 4 asistle kapatan ismail köybaşı'nın, sadece ligin ilk yarısında 9 gol atıp aylarca sakat kalan yasin öztekin'in, deli gibi eleştirilmesine rağmen 9 maçta skor katkısı veren marco kvasina'nın, belki de tek stabil hücum silahımız haline gelmiş kenneth obinna mamah'ın, köybaşı'ndan fırsat buldukça oynayabilen yunus emre gedik'in katkılarıyla öyle ya da böyle iyi bir yerde biten bir sezon geçirmiştik. bu sezonun farkı ise, takımın iskeletinin tamamen değişmemesine rağmen, oyunu yönlendirip "atıp tutacak" oyuncuların performanslarının geçen yıla göre daha fazla belirleyici olma tehlikesi. mamah bazı maçlarda gerçekten de altyapısız olduğunu gösteriyor, takımda sol kanat hücumunu yönlendirebilecek bir oyuncu yok, mame diouf neredeyse her maç yalnız kalıyor, yalçın'ın, yanında kim oynarsa oynasın, sabit 7/10'luk performans verme zorunluluğu hep var. hücumda az da olsa pozisyon yaratabildiğimizi ve bunları değerlendirebilirsek, sorun kalmayacağını düşünenler de var ama ben yaldır yaldır oynayan göztepe istiyorum on yıllardır.
bu sezon, bir önceki girdimde de yazdığım gibi, yönetimsel aptallıklarla başlayınca, futbola oyuncular da konsantre olamamıştır belki. bu olabilir yani. ama taraftarın içinden kimsenin bu kadar defansifmiş gibi görünen bir oyun yapısında 7 hafta namağlup, 5 hafta da sürekli kazanan bir takım görebilmeyi hayal ettiğini sanmıyorum. bazı maçlar iyi savunmayla, bazıları az ama öz yakalanan hücum varyasyonlarının sonuca dönüştürülmesiyle geçti. şehrin azınlık çocuklarına karşı 90+ bilmem kaçta gelen golle alınan tatsız tutsuz galibiyet, sıkıcılıkta nirvanaya çıktığımız bandırma maçındaki beraberlik, ligin en ters takımlarından biri olan manisa'nın 18 şut çekip sadece 1'inde kaleye tutturması ve celil yüksel'in hiç de hedeflemediği şutuyla gelen galibiyet falan derken lig 2.'si olup çıktık. 2 gün önce de, aynı puanda olduğumuz kocaeli'yi ağırladık gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'nde.
takımın bu sezonki temel direnç noktaları bence 3 adet:
1- yalçın'ın olmazsa olmaz konumunun ligteki her takım tarafından bilinmesine rağmen bundan vazgeçmeme: yalçın 6 numara oynuyor ve orta sahadaki ilk pas istasyonu da kendisi. hücumu başlatan da o, orta sahada kapılan topun ilk gönderileceği adres de, savunmanın içine girip pas bağlantılarını örmeye başlayan takımın ilk tercihi de. yanında oynamaya yeni yeni başlayan ahmet ıldız biraz daha 8 numara gibi, david tijanic de neredeyse gerçek pozisyonu olan 10. "bu kadar yükü yalçın gibi teknik meziyetleri olan ama en az 3 yıldır fundemental olarak henüz gelişme aşamasında kalmış bir oyuncunun üzerine yüklemek yanlış" diye bağırmaktan helak oldum ben. ama kokovic için yalçın da, üzerindeki yük de vazgeçilmez.
2- "3'lü-5'li savunmanın kenarlarının savunma yönü güçlü olmalı, hücuma çıkışlarda sıçmasalar yeter" mantığı: ogün bayrak ve köybaşı takımın ilk tercih edilen kanat bekleri. yedekleri de fıratcan üzüm ve yunus emre gedik. ogün bu ligin adamı ama hücumda yok. köybaşı ise 6 aylık sakatlığından 35 yaşında kurtulmuş gibi görünmeyecek kadar kendini sakınarak oynamaya başladı bu sezon. fıratcan saf bir bek değil ve pozisyon alamıyor. yunus emre ise iyi bir hücumcu bek ama savunmada tamamen gençlik enerjisiyle bir şeyler yapmaya çalışıyor. bu kurguya atınç nukan, taha altıkardeş, ümit akdağ ve lasse nielsen'i ekleyince, neden ligin en az gol yiyen takımı olduğumuz anlaşılıyor olmalı: hücuma çıkmayan en az 5 oyuncu var bizde. geçen seneki hücum planı; kanatların çizgide kalması, önlerindeki kanat hücumcularının da rakip savunmayı delmeye çalışarak hem önlerindeki forvete hem de bu kanat beklerine pozisyon hazırlamasıydı. bu sene ise yunus emre'den başka hücuma stabil olarak katkı veren kimse yok defansta. bu takım 0-0'ı oynamayı biliyor olabilir artık ama kocaeli maçında da gördüğümüz gibi, saçma sapan bir duran top golü yediğinde de "biz nasıl gol atıyorduk?" demeye başlayacak kadar saçmalayabiliyor işte. buradaki sorun, hücum-savunma mantığının tamamen birbirinden ayrılmış olmasından başka bir şey değil. çok hücumcu takımların savunma yapamaması gibi, kafasında tek amaç gol yememek olan oyunculardan kurulu bir takımın da gol atması karın ağrısına dönüşüyor; hele ki yenik duruma düşerse.
3- "forvet debelensin, diğerleri pozisyon bulur zaten": geçen sene kvasina'nın bütün akrabalarına söven tribündaşlarımın görmezden geldiği nokta, her maç topun hücumda kalmasını sağlama noktasında, bu gol atamayan golcünün %90 civarında katkısının olduğuydu. diouf'u görüyoruz işte; maç içinde yok oluyor, ver-kaç hariç yanındakileri pozisyona sokamıyor, alan boşaltamıyor, hızı hiç yok, size'ı sadece yok, hava toplarını takıma kazandırma oranı %50'lerde (kvasina geçen sezonun tamamında ligin en yüzdeli hava topu kazanan adamıydı). ayağı düzgün ve beklenmedik anda yapıştırıp çakar diye almışız. e, sisteme uyum? arkadakilere pozisyon yaratma? takımın tek hücum fikri olan kanatlardan geliştirilen hücumlarda işe yarama? bunlar yok. böyle olunca da, kokovic'in "defansif oyun ön planda olacak" demesinin mantığını kavramak da kolay oluyor tabii: gol atabilen forvet yok takımda çünkü. diouf ligi 10 gol civarında bitirirse (şimdilik 2 golü var), bunların büyük kısmını "ayağına öyle bir oturdu ki, çaktı geçti" diye anlatacağız. takıma katkısı da bu kadar olacak.
kocaeli mağlubiyeti sonrasında kokovic'e yapılan eleştiriler homurdanma şeklinde yeniden başladı gibi. keşke sezon başından beri devam etseydi tabii ama ligi 2. götüren takımın hocasını eleştirebilen bir ülke olamadık, olamayacağız biz. milli maç arasından önce önümüzde erzurum deplasmanı var haftaya. aradan sonra da tuzla ve giresun'la izmir'de oynayacağız. ligin devre arasına ise gençlerbirliği, eyüp ve bodrum maçlarıyla gireceğiz. senelerdir bize yapıştırılan en iyi fikstür olması bir yana, devre arasından önceki 3 maça kadar bir seri yakalanması durumunda, ocak ayında yapılacak 3-4 transferle kokovic'e yapılan eleştiriler bile halının altına süpürülebilir. ama nasıl? erzurum'a karşı özellikle hücum presini iyi yapmak (defanslarının yaş ortalaması fazla, ayakları ve hızları yok, defanstan oyun kurduklarında sıçışa açık oluyorlar), milli aradan sonra tuzla ve giresun'u taraftarın ittirmesiyle güç bela yenmek. kokovic de bunu böyle düşünmüyorsa, ben bu takımı hiç tanımamışım demektir. yapısal hataların katmerlendiğini görerek üzülmek de, "göztepe ligi 1 ya da 2 bitirecek" diyenlerin sayısının geçen sezondan daha fazla olmasını kafaya takmamak da mümkün. bende ikisinden de buram buram ve lokma lokma mevcut.