1. 3 aylık yapacağım eylemdir.
    Köyüme geldim hem gübre attım hem de 3 ay kalmış sınavım için böyle bir sessizliğe ihtiyacım vardı.
    Alt ve üst kattaki komşularımın dedikodu seansları boğmuştu iyice zaten beni.
    Her Taraf yeşillik, dağlarına Bahar gelmiş memleketimin.
    FındıklAr tomurcuklanmış, dereler gürül gürül ve berrak hava tam yayla havası bir sis basıyor bir güneş açıyor.
    Ağaçlar ufaktan çiçek vermeye başlamış.
    Geçen sene büyüttüğümüz köy kedisi bizi görür görmez kuruldu harmanın başına.
    Evimizin yanındaki ağaçta nesillerdir yaşayan sincap ailesi de hiç değişmemiş neyden şikayet ediyor anlamıyorum akşama doğru bas bas bağırıyor.
    Harmanın karşısındaki dibinde mezar olan en az 200 yaşındaki devasa çınar ağacı da aynı hiç değişmemiş.
    Bir görseniz 3 saniye bakınca dibinde frodo ve arkadaşları nazguldan saklanıyor zannedersiniz aynı büyüklükte ve aynı devasa köklere sahip.
    Millet hâlâ dibindeki mezarı evliya zannediyor yanından akşamları geçerken çarpılırım diye ufaktan tırsıyor.
    Bu ağacın üstüne yazları Baykuş gelir harmandan gecenin zifiri karanlığında bir tarla faresi avlar ki ne olup bittiğini anlamazsınız bile sadece ürpertir sizi.
    Ve domuz, çakal veya geyik dostlarım sizi de unutmadım gecenin köründe balkonumun altında ve evimin çevresinde gezip korkutmayın beni.
    Sabah ve akşamları cıvıl cıvıl öten rengarenk, çeşit çeşit kuşlar sizin yaptığınız besteyi en kral müzisyenler yapamaz.
    Yazdan önce tepelerde köy Çobanları koyunlarını otlatıyor aralarında bazıları küçük kuzular hiç ayrılmıyorlar annelerinin yanından, birini seveyim dedim sonra az ilerimde bulunan çoban köpeğini görünce asker selamı verip olay yerinden uzaklaştım.
    Şimdilik köyüm böyle şehirde çarpık kentleşmeden ötürü nefes alamıyordum zaten iyi oldu böyle.
    Sonra milletin bitmek bilmeyen sokak tartışmaları da boğmuştu beni.
    Belki ileride köylünün durumuna da değinirim şimdilik doğanın bir parça güzelliğini anlatmakla yetineceğim.

    #254610 migfer tokmakel | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    6eylem 
  2. bahsettiği köy batıdaysa bilemem ama eğer doğudaysa ''hemşerim 1 dakika'' ...

    doğuya göçüp, köyde hayvancılıkla uğraşırım diyorsan eğer sana iki çift lafım var! birincisi; doğu sandığından daha soğuk. yani ''ben soğuğa alışkınım, kökenim zaten doğulu'' falan deme, temmuz ortasında güneş dağların ardına düştüğünde soğuktan götün titriyor. ikincisi; hanım ve çocuklar da varsa belirteyim, doğalgaz falan olmaz köylerde. ister kömür yakarsın, ister tezek orası sana kalmış. çocukların okula gitmek için bayağı yol tepebilir. ilkokul olan köylerde öğrenci az olduğundan dolayı -birçoğunda- taşımalı eğitim yapılıyor. üçüncüsü; o her gün reklamlarda gördüğün ''hır yırdı çıkın cell'' reklamları yalan. bırak internetten kulzos'a girdi girmeyi, sevdiklerini arayabilirsen şükredersin. dördüncüsü de; eğer ana geçim kaynağın hayvancılık/tarım olacaksa gelirinin giderinin ne olacağını tam kestiremeyebilirsin. son olarak da; köyler şehir merkezinden uzak olabiliyor. örneğin bizim köy ile şehir merkezi arası 70 km. minibüse binerim dersen 20 tl, o da sadece sabah minibüs var o kadar. kendi aracın olursa da 70+70'ten 140 km yol tepmek de güzel olabilir. şimdilik eyyorlamam bu kadar...

    he ama yok ben ille de gideceğim dersen, seçim senin. yaz kış demeden sobanın üstünde kestane yapabilirsin, afiyet olsun.
    #232649 laz ziya | 4 yıl önce
    0eylem 
  3. Evrimsel psikoloji; insanların, var olduğu zamandan itibaren, doğayla iç içe olduğunu ve doğayla birlikte yaşadığını söyler. Genlerimize kodlanan bu istek ve içgüdü yani doğaya ulaşma arzusu modern insanı dahi etkiler. İnsanlar doğadan uzakta beton yapılar içinde mutsuzluk hissedebilirler çünkü yukarıda belirtildiği üzere insan “yeşille” buluştuğunda huzur bulur ve yeşile ulaşmaya çalışır. Doğa ana olarak tanınan bu ekosistem aynı zamanda iyileştirici bir güce de sahiptir. İnsan doğaya yaklaştıkça huzur bulduğunu görür bu yüzden net olarak bir kanıt bulunamasa da Osmanlı döneminde “tımarhanelerde” su sesi ile tedavi yapıldığı söylenir.

    İnsanların doğaya olan açlıklarını, tatil vb. zamanlarda doğaya, deniz kenarına, köye gitme isteklerinden anlayabiliriz. Çünkü aynı zamanda doğayla iç içe olma “şarj” görevi görmekte, kişiyi bir anlamda şehirden kalabalıktan ve işten çekip almaktadır. Belki de insanlar metropolleri ya da doğayla daha az çağrıştırdıkları yerleri iş-stres şemasına koyuyor olabilirler. Bu yüzden doğa ismi altındaki şemalar insan için daha heyecan verici, daha tedavi edici görülüyor olabilir.

    Hapishane yapılarına baktığımızda belki de asıl ceza, mahkumları doğadan “alıkoymaktır”. Büyük büyük atalarımızdan kalan bu doğaya karışma içgüdüsünü sınırlamak bir ceza çeşidi olarak düşünüldüğünde mantıklı geliyor. Sonuç olarak insan doğada ortaya çıkmış ve doğaya dönme arzusundadır. her ne kadar modernizm insanı dört duvar arasında yaşamaya itse de doğaya dönme içgüdüsü bir şekilde kendini “biraz çalışıp para biriktirip köyde yaşayacağım, organik besleneceğim” düşüncesiyle var etmeye devam ediyor.
    #232635 idealistkuzu | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    3eylem 
  4. İnsanın ilkel dürtülerinin en temelinde hayatta kalma olgusu vardır hayatta kalmanın üç öğesi ise beslenme barınma ve korunmadır bunların içinde en öne çıkanI ise beslenmedir çünki insan insan 3 gün susuz üç haftada beslenmeden ancak hayatta kalabilir gelgelelim kurbağanın vaak dediği yere (gülücük) günümüz modern yaşam koşullarında harcadığımız eforun ve sitresin yüzde kaçı beslenme için gerekli bence ancak yüzde 20 oda en iyimser haliyle işte tam bu sebepten toplumun büyük bir kısmında boşa harcanan yüzde seksenlik zaman ve enerji “ya bune abi gidip köyde yaşar keyfime bakar zamanımı kendime ve keyfime harcarım çalış çalış nereye kadar ev para yol para su para yok bilmem ne vergisi yok bilmem ne trafik cezası değer mi bunca zahmete “ fikri oluşuyor bende dahil olmak üzere
    Sahi değer mi ?
    #201370 hayalperest | 4 yıl önce
    0eylem 
  5. Beton binalar ardında, güvenli kapılarında yaşayan korkakların asla yapamayacağı eylem.

    Sinir oluyorum bu doğa ve köy güzellemesi yapanlara. Köyde yaşayana sor bakayım hayat nasılmış orda. Kelebekten korkan tiplerin köye taşınma fikri bile komik geliyor.

    Köyden kasıtları tatil köyü olmasın yoksa?
    0eylem 
  6. sıklıkla aklımdan geçirdiğim ama hayatımın düzeninin sevdiğim kısmından vazgeçemeyeceğim için şimdilik pek mümkün görünmeyen aktivite.
    #201172 mecburiyetlerprensi | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    0eylem 
  7. metropolde doğup büyümüş, sunduğu imkanlara ve ortamın hareketliliğine alışmış birisi olarak asla gerçekleştiremeyeceğim eylem.
    #200640 zynmyr | 4 yıl önce
    0eylem 
  8. Hayatı hissetmek için çok doğru bir yöntem. Hayatın zorluklarla kapıya dayanmasında sıkıntı yok, önemli olan o sıkıntılara göğüs germek için gereken enerjiyi bulabilmek. Şehir hayatının keşmekeşliği, başkaları adına hayatı harcamak olgularından uzaklaşınca insan ohh be diyor, burası kesin. Günün sonunda midemize girecek bir kase yemek, başımızı koyacağımız bir yastık ve üstümüzü örtecek bir çatı arıyoruz. Kolay olacaktır demiyorum, ama hayatı sıkı sıkıya kavrayıp yaşadığınızı hissedeceğinize adım kadar eminim. Umarım benim içinde şartlar bunu yapacak şekilde evrilir ve hayranı olduğum (bkz: )'ya kapağı atıp mutluluğu doğada bulurum....
    #200605 boynuzlu yilan | 4 yıl önce
    0eylem 
  9. Kenarda paran veya garanti gelirin( kira,maaş vb.) olması durumunda gerçekleştirilebilecek olan eylem.

    Köyde yaşayıp,geçim sıkıntısı çektikten sonra ne anlamı var. Büyük denizde boğulurum daha iyi.
    #200599 verwest | 4 yıl önce
    0eylem 
  10. orta direk için zor olan eylem.

    çok varlıklıysan keyfe keder sırf zevk için yaparsın. kaybedecek hiçbir şeyin yoksa "böyle sürüneceğime öyle sürüneyim" der yine yaparsın. ama pek malın mülkün yok da babadan kalma bir evin bir de maaşın varsa alacağın risk çok büyük. tam anlamıyla gözünün dönmesi lazım.

    ben iyi bir global şirkette idari işler müdürüyüm. eşim mice sektöründe adı bilinen bir firmada teknik proje müdürü. ikimizin toplam maaşı 12bin tl civarı. kozyatağı'nda kirada oturduğumuz bir evimiz, 100bin tl civarı banka borcumuz, 2 kedimiz, 1 de köpeğimiz var. yaşlarımız 32-34. benim aileden kalma bir çöpüm yok, eşimin ise antalya'da havalimanına yakın bir bölgede bir evi var(dı).

    pandemi sürecinde onun işleri haliyle durdu, sadece kısa çalışma ödeneği almaya başladı. benim iş hayatımda evden çalışmaya başlamak dışında bir değişiklik olmadı. son 3 aydır bankalara 1 kuruş ödeme yapmadık, her gün arıyorlar ama konuşsak da bir yere varamıyoruz dolayısıyla artık açmamaya başladık.

    kulağa romantik gelecek ama geçtiğimiz haziran ayında bir pazar sabahı one morning in june dinleyip kahvelerimizi yudumlarken farkettik ki gözümüz gerçekten dönmüş. mecburuz bu sarmaldan çıkmaya. zaten son 2-3 senedir üzerine düşündüğümüz, sık sık konuştuğumuz bir konuydu. antalya'daki evi 280 bine satıp 170 bine burhaniye'den 4 buçuk dönüm bir zeytin bahçesi alarak ilk adımı attık. geri kalanıyla eski model elden düşme bir pick-up alıp, bahçenin sondajı, teli, sürülmesi, zeytinlerin toplanması, köyde tutacağımız evin 1 yıllık kirası gibi giderlerimizi karşılayacağız.

    mantıklı düşünecek olursak, 70 tane ağaç geçimimizi sağlar mı? hayır.
    tarımdan bir bok anlıyor muyuz? hayır.
    fark yaratacak müthiş bir ticari zekamız var mı? hayır.
    başımıza gelebilecek her şeye hazır ve gönüllü müyüz? evet.

    sadece kendi ürettiğimizle karnımızı doyurmak, toprağa basmak, göğe bakmak, kendimiz için çalışmak ve nefes alabilmek istiyoruz, yola çıkarken tek düşündüğümüz buydu. belki her şey çok yolunda gidecek ve hayat standardımız çok yükselecek, belki de iyice dibi boylayacağız ama "denedik, başaramadık" diyeceğiz. her şeye baştan başlayacağız.

    manevi anlamda içinden geçtiğimiz süreçte bu noktaya gelmemizin çıkış noktası evet ilk önce 'bıkkınlık' ama devam etmemizi sağlayan ne paranın varlığı, ne geçim sıkıntısı, ne mecburiyet, ne işsizlik.. sadece ce sa ret. bizi nelerin bekliyor olabileceğinin farkında olarak ve yaşayacağımız muhtemel sıkıntıların hepsini göze almış şekilde, ne kadar çok çalışmamız gerekeceğini bilerek yola çıktık. hayatın bazı dönüm noktalarında kendini ateşe atıp sadece akışa bırakmaz ve "yaşayıp göreceğiz" demeyi başaramazsan "nasıl geçti ya bi bok anlamadım" diyeceğin, konfor alanının içinde ama derinlerinde mutsuz bir ömür yaşıyorsun işte.

    velhasıl kelam endişeliyim, korkuyorum, belirsizlik stres yaratıyor, ama hiç olmadığım kadar mutlu ve enerjik hissediyorum. lütfen cesaretsizliğinize "paran varsa yaparsın yeaaa tuzun kuru olacak" gibi argümanları kılıf etmeyin. henüz bunun fikri dahi varsa aklınızda tohumu atmışsınız demektir, onu sular büyütürsünüz veya mevcut koşullarınıza adapte olur onu çürümeye terkedersiniz. mutlu olmak için neye ihtiyacı olduğunu insanın kendisinden daha iyi kim bilebilir? işin var, maaşın var, buzdolabında etin var, sevdiğin bir sosyal çevren var, belki severek yaptığın bir işin var ama bize öğretildiği gibi bunlar seni mutlu etmek zorunda değil. etmiyorsa etmiyordur. neyin edeceğini düşünüyorsan köklerini oraya salmak için çabalamak zorundasın. aksi taktirde o yaşanan şey hayat değil.

    Edit: çokça “gelişmelerden haberdar et, bizi yüreklendir” mesajları aldım. yolculuğumuzda bize eşlik etmek isterseniz minnoş paylaşım hesabımız: instagram.com/...

    ticari bir işletme falan değiliz, belki ileride oluruz. şimdilik sadece gelişmeleri adım adım paylaştığımız bir hesap. batabiliriz, çıkabiliriz, hep birlikte yaşayıp görelim.. :)
    #200518 sagliginiz icin mesafenizi koruyunuz | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    0eylem 
  11. öyle yazın tatilde gezmeye gidip "ay domatesler" demeye benzemiyor. sana "buyur" diye çay, gözleme yığan köylü yanına yerleşince... neyse.

    Ben bütün avantajı planlama yeteneği olması gereken beyaz yakanın bu kadar plansız programsız kulaktan dolma bu işlere atlamasını anlamıyorum. arkadaşın muğla köyündeki evinin yakınlarına on senedir gelip gelip, batıp dönüyor millet. 10 çift olmuştur. "avakado yapacağız", "arıcılık yapacağız"... yılmaz güney filmlerinde kalmışlar. "modern gübre atarsan köylü gibi sürünmezsin". he mnakoyum bi akıllı sensin. ağzını bir açıyor, üçüncü cümleden sonu belli. ha filmi de kendi izlememiştir, izleyen babasından dinlemiştir.

    yağış rejimine bakmamış, kışın iklimine zahmet edip göz atmamış, sonra "ev rutubetli, kafamıza yağmur damlıyor". "ev alacak, tamir ettirecek param yok". şu kanada'ya gidip kardan soğuktan şikayet eden türk fıkrasına benziyor. gerçi onun da canlı örneği çoktur eşelesen.


    #179335 son kurtadam | 5 yıl önce (  4 yıl önce)
    0eylem 
  12. açılın, burada bunu yapan var. ilk elden değerlendirmeye çalışayım kelimelerim yettiğince.

    istanbul'da bir gökdelenin 29. katında çalışıp asfalt, beton arasındaki süper lüks dairemde iki kediyle yaşamaya çabalıyordum bir zamanlar. hayatımda görebildiğim tek toprak parçası ofiste masamda duran bir saksı menekşeydi. iki parmağımı içine sokup negatif enerjimi o şekilde attığımı zanederdim. hayatım dışarıdan bakıldığında muhteşemdi. daha 2,5 yıllık kaliforniya maceramdan yeni gelmiștim. hala sabit değildim gerçi, sürekli iş maksatlı bir yerlere uçup duruyordum. o kıyafet dolu bavul hiç boş kalmıyordu. kirliler çamaşır makinesine atılıyor, temizler bavula tekrar doldurulup yine yabancı bir ülkenin tanıdık otel kokusuna maruz kalıyordum. sonra aşık oldum. ama öyle böyle bir aşk değil. sahip olduğum her şeyi arkama bakmadan silip sevdiğim adamla yurt dışına yerleştim. sonra tonla talihsizlik yaşandı ve ülkeye geri dönüş yapmak zorunda kaldık. evet konumuz köye yerleşmek ama öncesinde bunları anlatmam lazım ki sebebi de anlaşılsın.

    ülkeye ağır altında geldik. gittiğimiz yerde organik yaşam, susuz/dikey tarım, hidrofoni gibi konularla fazla haşır neşir olmuştuk. o kadar süre doğayla iç içe yaşadıktan sonra tekrar istanbul'un trafiği, asfaltı, beton binaları hali hazırda delirmek üzere olan zihnimi daha da kötü hale getirirdi. tekrar dönemezdim beyaz yakalı yaşama. artık olmazdı. zaten geride bırakmıştım bu hayatı. yeniden adapte olmaya çalışmak beni sadece daha çok zedelerdi. sonra ege'nin bir köyünde sevgilimin dededen kalma evine yerleşmeye karar verdik. o dönem sabit bir gelirimiz yoktu. ekeriz, biçeriz, ağaca sarılır, kedilerimizi severiz dedik. zaten yaşayacak kadarından fazlasını istrmedik hiç. toparlanıp geldik buraya.

    2,5 yıl önceydi bu. ilk geldiğimizde hemen bahçeyi adam etmeye çalıştık ama geceleri gelen yaban domuzları bize müsaade etmedi maalesef. sonra vadinin aşağısından gelen domuzları uzaklaștırmanın bir yolunu bulana kadar ekme biçme olayından vazgeçtik. zaten bulunduğumuz yer direkt rüzgar aldığından ekilen mahsul fazla dayanamıyor. toprak da fazla taşlı. ardından köy pazarından her şeyi müthiş ucuza alabilmenin keyfini keşfettik. hem de organik. sütümüz, yumurtamız, yoğurdumuz hep taze. köyün içi ama dağın başı diyorum ben buraya. her ihtiyaca bu kadar kolay ulaşıp medeniyete bu kadar uzak olmak gerçekten ilginç bir deneyim.

    elbette lükslerden vazgeçebilme gücünü kendinde bulabilmek önemli sanırım. bulunduğumuz yerde benzer şekilde istanbul'dan gelen ama köy yaşamına adapte olamayıp geri dönen en az dört çift tanıdım. kimisi köylülerle geçinmedi, kimi gece hayatı olmamasından yakındı, kimine bahçeyi ekip biçmek zor geldi. bazıları da bağımlı olduğu lüks ürünleri burada bulamamaktan yakındı. çoğu döndü, kalan sağlar yaşamaya devam ediyor. ha bir de yemeksepetinden sipariş falan veremiyorsunuz buralarda, aklınızda bulunsun.

    elbette bizin de lükslerimiz var. 2 yıl ellerimiz donarak bulaşık yıkadıktan sonra bir bulaşık makinemiz oldu mesela. biraz para biriktirip eski bir araba aldık. internetimizin bağlanması aylar sürdü fakat laptop ve ps4 keyfinden hiç vazgeçmedik.

    hayatımızı nasıl sürdürüyoruz sorusunun yanıtı da şöyle : bir süre önce genç çiftçi projesinden hibe hakkı kazandık. onunla bozcaada'daki arazimize bir sera kurduk. o dönem aracımız olmadığı ve sürekli gidip gelemeyeceğimiz için de orayı bir süreliğine kiraya verdik. yaşamımızı idame ettirmek için de freelance çalışıyor, bir yandan da evin alt katını airbnb'den kiraya veriyoruz. müthiş paralar kazanmıyoruz ama 9 kedi bir köpek ve iki insanın karnı bir şekilde doyuyor.

    (link: şurada : ) biraz daha anlatmıştım bu konuyu.

    yemeğinizi elinizle pişirmekten, soba yakmaktan, geceleri bahçeye gelen domuzdan tilkiden, akan çatıyı onarmaktan, kış vakti ağaçları sulamaktan, hiçliğin ortasında yalnız kalmaktan şikayet etmeyecekseniz gelin. kombiye bir dokunuşla evinizin sıcacık olması sizi mutlu ediyor, evin her probleminde yöneticiye haber veriyor, insanlarla iç içe yaşamaktan keyif alıyor ve sırf instagramdaki güzel filtrelerle çekilmiş fotoğraflar sizi cezbediyorsa tekrar düşünün lütfen. hayat sosyal medyada gösterildiği gibi değil ne yazık ki.

    tanım : günümüz beyaz yakalılarının hayali.
    #172331 the fool | 5 yıl önce
    4eylem 
  13. osmanlı döneminden bu yana insanların hayali olan eylem.

    gerçi osmanlı'daki şimdi isimlerini hatırlamadığım kişiler bir nevi kendi köylerini kurmak istemişler ama başaramışlardı.
    0eylem 
  14. arada bir aklıma düşüyor. emekli maaşım beni köy yerinde rahat rahat yaşatır. keyfine koparıp yemek için iki kök domates biber de ekersin. bunu istememin asıl sebebi köpekler. köpek istiyorum. ama öyle sesi kendinden büyük fifilerden değil. şöyle kocaman kangal gibi filan bir köpek. apartmanda olmuyor onlar. bahçe lazım. koşsun oynasın, yorulunca eve gelsin. ve lakin köylük yer kendi dinamikleri olan bir yer. gelen gidene yabancıya alışık ege köyleri dışında şehirden gelmiş bir insanı kolay kolay kabul etmez, barındırmaz. bu sebeple bir türlü bu işe yeltenecek cesareti toplayamıyorum. hayaller vs gerçekler.
    #172269 laedri | 5 yıl önce
    0eylem 
  15. gazetecinin teki köyleri gezip hal hatır sormaktadır. köylülerden bir tanesi
    - köylü olmak zor iş. bağla bahçeyle uğraşayım desen, yok havalar kötü gider, yok yağmuru çamuru. tavuğun yemi, ineğin samanı, zibili... eline üç beş bir şey geçince gidip pazarda sat... en güzeli olacak aslında küçük bir bakkal dükkanın ohh mis gibi. aldığın belli sattığın belli... der.

    bir bakkala gidip sorar...
    - insanlara deftere yazsan olmaz, yazmasan olmaz. kimi verir kimi aylarca vermez, verene kadar kaç kere aynı mala zam gelir. toptancısı, senedi sepeti... çekilecek şey değil aslında. olacaksın bir memur... maaşın belli işin belli... yarın ne olacak kaygın yok. en güzeli.

    eski bir memura sorar...
    - aldığın iki kuruş maaş. ay sonunu zor getirirsin. her ay aynı dert, ne uzar ne kısalır insan. bir terslik olur müdürlerin bir ton laf eder... aynı takım elbiseyle on sene sabah sekiz akşam beş gider gelirsin. olucan aslında küçük de olsa bir fabrika sahibi. üretip satıcan... üretip satıcan. patronsun düşünsene... karışanın yok görüşenin yok.

    bir fabrikatörün yanına gider... nasıl bir hayat diye...
    - mal geldi mi... siparişler yetişti mi... firma seneti ödedi mi, yok aldığın çek karşılıksız mı çıktı... dolar indi mi çıktı mı... insan gözüme uyku girmiyor gece... yengeni bile unutur olduk. şeytan diyor... git yerleş bir köye... bahçeli bir ev... beş on tavuk, bir inek... domates ek biber ek... temiz hava... ne senet ve ne sepet, ne stress. en güzeli.


    (bkz: )'in çok eski bir kitabından bir hikaye (kabaca böyleydi)
    #172268 timoteus | 5 yıl önce (  5 yıl önce)
    0eylem 
  16. Ya hazır yiyeceksin ya da interneti olan köyde uzaktan çalışabileceğin iş bulacaksın.

    Öyle komple çiftçilik, zeytincilik oynamaya, bahçe eşelemeye benzemez.

    #172264 son kurtadam | 5 yıl önce (  5 yıl önce)
    2eylem