Evrimsel psikoloji; insanların, var olduğu zamandan itibaren, doğayla iç içe olduğunu ve doğayla birlikte yaşadığını söyler. Genlerimize kodlanan bu istek ve içgüdü yani doğaya ulaşma arzusu modern insanı dahi etkiler. İnsanlar doğadan uzakta beton yapılar içinde mutsuzluk hissedebilirler çünkü yukarıda belirtildiği üzere insan “yeşille” buluştuğunda huzur bulur ve yeşile ulaşmaya çalışır. Doğa ana olarak tanınan bu ekosistem aynı zamanda iyileştirici bir güce de sahiptir. İnsan doğaya yaklaştıkça huzur bulduğunu görür bu yüzden net olarak bir kanıt bulunamasa da Osmanlı döneminde “tımarhanelerde” su sesi ile tedavi yapıldığı söylenir.
İnsanların doğaya olan açlıklarını, tatil vb. zamanlarda doğaya, deniz kenarına, köye gitme isteklerinden anlayabiliriz. Çünkü aynı zamanda doğayla iç içe olma “şarj” görevi görmekte, kişiyi bir anlamda şehirden kalabalıktan ve işten çekip almaktadır. Belki de insanlar metropolleri ya da doğayla daha az çağrıştırdıkları yerleri iş-stres şemasına koyuyor olabilirler. Bu yüzden doğa ismi altındaki şemalar insan için daha heyecan verici, daha tedavi edici görülüyor olabilir.
Hapishane yapılarına baktığımızda belki de asıl ceza, mahkumları doğadan “alıkoymaktır”. Büyük büyük atalarımızdan kalan bu doğaya karışma içgüdüsünü sınırlamak bir ceza çeşidi olarak düşünüldüğünde mantıklı geliyor. Sonuç olarak insan doğada ortaya çıkmış ve doğaya dönme arzusundadır. her ne kadar modernizm insanı dört duvar arasında yaşamaya itse de doğaya dönme içgüdüsü bir şekilde kendini “biraz çalışıp para biriktirip köyde yaşayacağım, organik besleneceğim” düşüncesiyle var etmeye devam ediyor.