20 aralık 1915-6 temmuz 1995 tarihleri arasında yaşayan yazar/şair, türk edebiyatının en önemli gülmece yazarlarındandır.
asıl adı "mehmet nusret nesin"dir. subay olduğu için yazılarında kendi adını kullanamamış ve "aziz nesin" adını tercih etmiştir. askerlikten ayrıldıktan sonra da bu adı kullanmaya devam etmiştir.
eserlerinin ön yüzünde komedi yoğunluğu olsa da arka yüzünde trajedi göze çarpar.
-“İngilizce ders verilir.” diye bir kağıda yazsam da, sizin dükkanın camına kağıdı yapıştırsam, nasıl olur?
-İş çıkmaz! dedi.
-Neden?
-Şimdi herkes İngilizce ders veriyor. Manav dükkanlarından, berber dükkanlarına kadar bak, hepsinin camında “İngilizce ders verilir” diye kağıtlar asılı… Ağaçlara, duvarlara bile kağıt asmışlar. İngilizce dersi bu hızla giderse, ders verenler dersi alanlardan fazla olacak. O zaman, Türkçe ders verenlere iş çıkacak. En iyisi, siz Türkçe dersi verin.
Güldüm.
-Şaka değil, dedi, şuraya “Eski Türkçe dersi verilir” diye bir kağıt asalım, bak kaç kişi gelecek.
Dediğini yaptık. Bir hafta sonra dört öğrencim oldu. Bunlar, dokuzla on üç yaş arasında çocuklardı. Eski kitapları okumak isteyen gençlerden gelir sanmıştım, oysa çocuklar geldi.
Önce bir baba geldi.
-Kuran dersi verir misin? dedi.
Bu, hiç hesapta yoktu.
-Veririm… dedim.
Adam, çocuğunu göndermeden önce, beni Kuran’dan bir sınava çekti. Vaktiyle hafız olmanın bir zaman gelip yararını göreceğimi hiç ummamıştım. Kuran öğrencileri birken iki, ikiyken üç oldu.
Her sabah Ulucami’ye gidiyoruz. Öğrencilerime Kuran dersini camide veriyorum. Öğrenciler sekize çıkınca, başıma bir iş gelecek diye korkmaya başladım. Çocuklarının iyi yetiştiğine memnun babalar birbirlerine haber veriyorlar. Çocuklardan birinin babası, bigün,
-Maaşallah, çok çabuk öğretiyorsunuz, dedi. Bizim oğlana bir hoca ders veriyordu. Oğlan bir yılda “Amme”ye gelemedi.
Durum iyi. Hani içimden, “Sürgünden sonra da Bursa’da kalsam, bu Kuran dersi hiç de kötü iş değilmiş…” diye geçiriyorum.
Bir sabah yine Ulucami’de bekledim. Öğrencilerimden hiçbiri gelmedi. Ertesi gün de gelmediler. Camide tanış olduğum, müezzin ya da kayyum gibi biri vardı, ona nedenini sordum. Kem küm ediyor, ağzından baklayı çıkarmıyor.
-Hastalanmışlardır, diyor.
-Salgın hastalığına tutulmadılar ya bunlar… Hiçbiri gelmiyor.
Bir daha öğrencilerim gelmedi. Sonradan öğrendim.
Öğrencilerimden birinin babasına,
-Oğlunuza kim Kuran okutuyor? Biliyor musunuz? diye sormuşlar.
-Hafız Aziz! Demiş.
-Hafız mı? Ne hafızı? Tam hafızı bulmuşsunuz maaşallah… Ne olduğumuzu anlatmışlar.
Bunu bana bigün, kahvede ahbap olduğum, ama kim olduğumu bilmeyen bir adam anlattı.
-Ah kardeşim ah, dedi, İstanbul’dan buraya sürgün ediyorlarmış, burada hafızız diye ortaya çıkıyorlarmış. Bu heriflerin girmediği kılıf yok… Az kaldı ben de çocuğumu gönderecektim. Öyle de güzel, çabuk öğretiyormuş ki… Az kaldı çocuğu zehirletecektik… Böyle bir adamın Ulucami’de hafızlık edeceği kimin aklına gelir?
bizim mahallede otururdu ilk gençlik yıllarımda. nesin vakfını kurmamıştı daha. haftanın bir kaç günü alışveriş torbasıyla evine dönerken karşılaşırdık. o zamanlar yalnızca şimdiki çocuklar harika kitabını okumuştum. bu kadar eğlenceli bir şeyin bu sakin dede tarafından yazılmış olduğu gerçeğini aklım almazdı. yıllar geçti, şu yaşıma geldim okurken kahkalar attığım tek kitap şimdiki çocuklar harika oldu. hala, her yaştan insanı güldürecek kadar da komiktir. zübük ise güldürmez. acı acı gülümsetir.
en cok kitabini okudugum yazar otesi düsünür, felsefeci, gazeteci, ilim adami, eski asker.
(bkz: madimak katliami)'nda yakilmak istenen fakat kurtulmus biridir. hayatini ve birikimini (bkz: nesin vakfi) gibi harika bir olusuma harcamis olaganustu, kalbi guzel ateist(!) insan. simdi fetö diye adlandirilan yapilanmayi yillar yillar once dile getirerek tehlikeye isaret etmis biridir ayrica. ona karsi yapilan saldirilarin buyuk bir kisminin bu nedenle oldugunu dusunmemek icin bir neden yok. türkiye'yi yonetseydi simdi cok farkli bir konumda olurdu ülke.
kaleme almaya ömrünün yetmedigi, ustunde yazmak icin notlar tuttugu kagitlarin bile yuzlerce belki binlerce sayfa oldugu soyleniyor. ruhu sad olsun, isiklar icinde uyusun. ve merak etmesin, mezarinin ustunde cocuklar kahkaha atarak kosuyor, oynuyor.
herkesin okuduğu ve çok popüler olan edebiyattan her zaman sıtma gibi kaçmışımdır. fakat aziz nesin ustamızın öyküleri 1940'lı yıllardan beri popüler ve gerçekliğini korumaktadır. gerçi bugün ülkemizde herkes aziz nesin hakkında bir fikir sahibi olsa da çok kimsenin adam akıllı oturup okuduğunu düşünmemekteyim. günümüz insanı bir sik okumuyor gerçi ama konumuz bu değil elbet. başlık büyük ustamızın ismini taşımasa ağzımı daha beter bozacağım. neyse.
ustamızın bütün öykülerini hayranlıkla okumuşumdur. çoğunu iki defa okumuşluğum var. dünyada çok nadir yetişen üslup ve sanat değerinde edebiyatçımızdır. öykülerinin yanında tiyatro eserlerinin kıymeti yeterince bilinmemiştir. surname romanı muhteşemdir. şiirleri diğer edebiyat varlıkları kadar iyi değildir. fakat son yirmi senede nice şair o nitelikte şiirler yazamadı.
Bir dönem Aziz Nesin'e yönelik tehditler artınca, oturduğu apartmanın önüne bir polis memuru yerleştirmişler ve Aziz Nesin'i korumaya almışlar. Derken, birkaç gün sonra Aziz Nesin apartmandan çıkarken polise sormuş: "Neden bekliyorsun burada." Polis de: "Şu yan apartmanda Aziz Nesin diye yaşlı bir adam var; onu korumak için bekliyorum." demiş.
“Bu zaman, namussuz zamanı. Kimse doğruluk üzere iş görmüyor. Doğru adamı hiçbir işin başına geçirmiyorlar. Gazetelerde okumuşsunuzdur belki; şu işe, şu işe müsabaka imtihanıyla memur alınacak deniyor. Bu imtihan dedikleri ne? Namussuzluk imtihanı. Namusu düşük olan seçilip imtihanı kazanıyor. Alçaklıkta üstün olan terfi edip en baş yere geçiyor.”
1915 doğumlu güzel insan aziz nesin'le ilgili en sevdiğim detay soyadı ile ilgili olandır.
1934 yılında soyadı kanunu'nun çıkmasıyla, herkes içindeki gizli aşağılık duyguları ortaya çıkardı diyor bu olayı anlatırken. korkaklar, yürekli diye, tembeller çalışkan diye, cimriler eliaçık diye, soy isimleri almaya başladılar. bir mektup yazacak zamanda ancak bir imza atabilen öğretmenimiz bile kendine çevikel diye soy adı almıştı. yolda giderken düşünüp nesin soyadına karar verdim, insanlar beni aziz nesin diye çağırdıkça, ne olduğumu düşünüp kendime gelmek istedim; diye aktarmıştır.
bu derece etkileyici bir yeteneğin, ne büyük tevazusudur bu kısa hikaye bile.
bir hafızın ateist'e dönüşüm hikayesi olarak da okunabilir hayat hikayesi. 8 yaşındayken ali galip geredeli isimli bir dervişten ders almaya başladığında hayatı değişti denebilir. fransızca, farsça, arapça bilen derviş o dönemin çoğu insanının aksine batılılaşma taraftarıydı ve cumhuriyeti destekliyordu. aziz nesin, ondan arapça, farsça, fransızca eğitimi alırken bir yandan da hafızlık eğitimini tamamlıyor. yine o yıllarda ramazanda sema törenlerine de katıldı. hiç çocukluğunu yaşamamış hep çocuk kalmış bir adam diyebiliriz belki de bu yüzden ona. 9 yaşında annesini veremden kaybetmiş. ardından darüşşafaka'da öğrenim görmeye başlamış. darüşşafaka'dan sonra kuleli askeri lisesine gidip annesinin subay olması yönündeki hayalini gerçekleştiriyor. 1944 yılında askerlikte atılan aziz nesin, o tarihten sonra yazarlığın yanında, bakkallıktan fotoğrafçılığa, kitapçılıktan redaktörlüğe kadar çok sayıda işte çalışmıştır.
sevdiğim yanı şu her seçim akşamı paylaşılan malum cümleleri değildir. sevdiğim yanı zengin bir aileden gelmeyip, cumhuriyet kurumlarında yetişip, kendi kendine şöyle veya böyle aydınlandıktan sonra katana gibi çift taraflı kesebilen, korku tanımayan, mert bir aydın olmasında yatar.
"tepeden bakıyorsunuz'cu", aptal, güya anadolu insanını anlıyormuşluk taslayan, seküler ortamdan hiç çıkmayan fakat kalbi hiç gitmediği anadolu'da atan, çift pasaportlu ılık tayfaya da aldırmamış; gerçekten tepeden bakan tuzu kurular gibi de vasat eleştiriler de sıralamamış; anadolu irfancı yobaz tayfaya da pabuç bırakmamıştır. çünkü kendisi de o toplumun içinden gelmiş; her derdi, pisliği yaşayarak görmüş, tecrübe etmiş ve toplumu kendi imkanlarıyla çabalaya çabalaya aşmıştır.
herkesin bırakıp gittiği noktada kendisi inat ve ısrarla buzkıranlığa devam etmiş; bence gerçekten de bu hayattan istediği yolda yürüyerek, istediği şeyleri yaparak ayrılmıştır.