Beni paranoyak yapan deprem. Vücudumun içi mi titriyor yoksa sürekli artçı mı oluyor anlamadım. Tam dalmıştım az önce, sallanıyoruz lan dedim, ev arkadaşım yok oğlum bir şey dedi ama yeminle sallandığımı hissediyorum ara ara.
Kafayı yedim herhalde, vücut iç dengem mi şaştı naptı. Böyle hisseden var mı başka?
Bulunduğum bölgede alttan gelen bir ses ile birlikte başlayan ve akabinde sakin sakin sallayan deprem. Bu sebeple çok uzaktan geldiğini anlayarak "eyvah allahım yardım et canı yanmasın kimsenin" dediğim sarsıntı. 5 dakika sonra öğrenecektim canım izmir'in başına gelenleri.
böyle ortamlarda cahil cühela bir çok insan çıkacaktır. muhatap olmayın, almayın onları. bilinçsizce hem müslümanlığa leke sürdürtecekler hem de karşılarında ki insanları rencide edeceklerdir. Düşmeyin seviyelerine kapasiteleri o kadar.
Birilerine ulaşmaya çalışıp, haberlere bakmaktan, arkadaşlarımdan, dostlarımsan haber almaktan başka bir şeye beynimin basmamasına sebep olan deprem. Ben iyiyim ancak haber alamadıklarım içimde endişe yaratıyor, kafamı başka bir şeylere veremiyorum, hayatı normale döndüremiyorum...
afad'a göre 6,6 büyüklüğünde, kandilli'ye göre ise 6,9 büyüklüğünde olan deprem...
koü araştırma görevlisi hamdullah livaoğlu; deprem anında kuşadası istasyonundan alınan sinyalleri işitilebilir hale getirmiş. depremin büyüklüğünü anlamak için dinlemek yeterli oluyor sanırım...
depremlere alışık olan İzmirlileri şoka uğratan depremdir.
yıllardır İzmir'de birçok depreme şahit olmuş ben, hayatımda ilk defa bir depremde "buraya kadarmış" dedim. bizi en çok rahatlatan şey, fazlaca ve küçük küçük sarsıntıların olmasından mütevellit, fayların yüklü miktarda enerji biriktirmiyor olmasıydı. buna inanırdık. yanıldık. buna rağmen daha fazla bina çöker diye düşünürdüm. yonetmeliklere uyunca binalar sağlam kalabiliyormuş demekki. müteahhitlerin ve adaylarının bilgisine.
koca şehirde 17 bina yıkılınca, arama kurtarma çalışmaları da inanılmaz koordineli ilerliyor. 500 bina yıkılmış olsaydı nolurdu, düşünmek bile istemiyorum.
1999 yalova depremini yaşamış ve çok net hatırlayan biri olarak, çok ucuz atlatıldığını düşündüğüm yıkıcı depremdir.
haberlerden takip ettiğim kadarıyla yıkılan binaların çoğunun alt katındaki cafelerin dekorasyon amaçlı yaptıkları değişikliklerden dolayı yıkım gerçekleşmiş.
yeni deprem yönetmeliği büyük ölçüde amacına ulaşmış gibi görünse de, evlerde ve dükkanlarda yapılan/yapılacak tadilatların bir şekilde denetlenmesi gerekiyor. bununla birlikte müteahhitler kentsel dönüşümü bir rant olarak görmeyi bırakmalı ve devlet desteği ile ev sahiplerine ek külfet getirmeden bu işi her kentte çözmelidir. deprem şiddeti 7'nin üzerine çıktığında türkiye'nin hiçbir yeri güvenli değil konya dahil.
edit: 3 yaşındaki elif'in 65 saat sonra enkazdan kurtulması mucize sayılabilecek bir olaydır. Fakat beni asıl endişelendiren şey arama kurtarma çalışmalarının bazı enkazlarda aceleye getirildiği hissi. o binalarda belki hala canlı kalmayı başarabilmiş insanlar olabilir.
Burada yapılan mide bulandırıcı şovları görünce bir kez daha nikolay rıjkov'u ve spitak depreminde gösterdiği muhteşem revlet adamlığını hatırladım. Bunu vk'da yazıp "Bizde hiç böyle yöneticiler yok." Diye hayıflandım. Bir rus arkadaş yorum yazdı, "artık bizde de yok" dedi.
Az önce mansuroğlu mahallesinden döndüm. Yardım için gitmiştim.. Söyleyebileceğim tek şey şu ki insanoğlu çeşit çeşit. Çadırlardaki teyzelerle konuştum her şeyimiz bol bol var dediler. İnsanlar akın akın ellerinde torbalarla bir yerlere gidiyorlardı.
Diğer yandan da Suriyelilern yardımlara dadandığını söyleyen görevlilerle konuştum.
Başka yerde depremzedelere gelen ayranları torba torba çalıp dükkanına götüren biri...
Sokakta evini terk etmiş hayvanlar..
Çok korkunç gerçekten. Yardımlar şimdilik epey olmuş, ihtiyaç yok diyor yetkililer ama özelden ihtiyacı olduğunu bildiğiniz birileri varsa lütfen mesaj atın.
En önemli ihtiyaç şu an; çadırların zemini toprak olduğu için oralara koyacak şilte, mat vs şeyler. İkinci el olmayan kıyafetler çünkü gece çok soğuk oluyor.
Ben mahalle aralarındaki çadırları dolaştım, evlerin hali gerçekten çok üzücü, dilerim böyle üzüntüleri bir daha yaşamayız.
Sokaklarda yaşayan hayvanlar için, sokağa kaçmış hayvanlar için de bir şeyler yapmak lazım.
Bir de sosyal medya hesaplarınızran paylaşırsanız çok iyi olur izmirliler; arabaları sokak ortasına bırakıp film izler gibi etrafı izlemesin insanlar. Bugün sokak ortasındaki bir arabayı ambulans geçemediği için onlarca kişi kaldırıp başka yere koymak zorunda kaldılar. Yazıktır.
İzmir'deyim, birilerine yardım etmek istiyorum gerçekten çok çok üzgünüm, bildiğiniz birileri olursa lütfen bana haber verin.
Tanım da yapalım, bizleri kahrederken insanlara hayret etmemize sebep olan deprem.
Edit: ayrıca bu izmir deprem değildir.en çok etkilenen yer izmir tabii ki ancak İzmir'e 80 km uzaklıkta ve denizde olan tuzla ya da sisam fayının depremidir. Çok şükür ki izmir depremi değildir, çünkü izmir fayında böyle bir deprem olduğunu düşünmek istemiyorum gerçekten. O yüzden ege denzi depremi demek daha doğru olur.
İzmir'in göbeğinde yeni ve çürük binalar bilmediğimiz birşey değildi. Şehir Manisa'ya taştı, son yıllarda nüfus ikiye üçe katlandı ama şehrin orta yerinde daha dün yapılan konutlar hala çarık çürük. 6.6 gibi bir sarsıntı onca ölümü yanında götürdü, yüzlerce de kazazede. Bu şehir Dünya'nın en depreme dayanıksız deprem şehri.
Mavibahçe dört yıllık AVM, eğer hala bunları konuşuyorsak gerçekten şansa yaşıyoruz.
T: Enkazların baş sorumlusunun devlet olduğunu düşündüğüm doğa olayı.
Devlet bu saçma sapan mütahhitlere ruhsat vermese. Yapı denetim kuruluşları işini düzgünce yerine getirse rüşvet yemese bu denli yıkım olmayacağını düşünüyorum. Bu büyüklükte bir depremin İstanbul'da yaşandığı senaryoyu bir düşünsenize. Her yer dümdüz olur daha depremin d si olmadan yeni bina diye adlandırdıkları binaların bir çoğunda sıva çatlaklarına rastlamak mümkün.
emrah apartmanında, 14 yaşındaki idil şirin, depremden 58 saat sonra yaralı olarak kurtarılırken, kardeşi 9 yaşındaki ipek'in melek olduğu haberi geldi.
abla; kardeşinin son anlarını, şok halinde anlattı; " benden su istedi, yüzü sıcacıktı, titremeye başladı, sonra ellerini ısırdı (kemirdi), yüzü birden buz gibi oldu"
"yüzü birden buz gibi oldu" sözünün ne anlama geldiğini, dinleyen herkes anladı. küçücük ipek'in son anları; o beton yığınlarının ağırlığı gibi çöktü üzerimize.
küçük ipek'e ve beton yığınları altında son nefesini veren tüm canlara, söyleyecek bir sözümüz, yerden kaldıracağımız bir başımız var mı? çürük binalara mahkum edilen, adeta kendi tabutlarına gönüllü yerleştirilen bu insanlara verecek bir cevabımız var mı?
sorumlular aranıp bulunacak mı?
bulunsa yargılanıp hesap sorulacak mı?
aynı acıların yaşanmaması için önlemler alınacak mı?
cevabımız muhtemelen hayır! daha önce olmadı bundan sonra da zor.
işte bu yüzden; ipek'in son nefesinde ablasından isteyip bulamadığı o suyu içerken utanacağız, her yudumu; kuruyan boğazımızı serinletirken, tüm benliğimizi ateş gibi kavuracak!
not: kategori doğa olayı olsa da gerçek türü; "cinayet"
Dünden beri aklımdan gitmeyen bir haber var: itfaiye erleri, kontrollü yıkılmasına karar verilen binanın yedinci katında mahsur kaldığı söylenen kediyi kurtarmak için vinç sepetiyle balkona yanaşıp eve giriyor ve sonra "burada kedi falan yok" diyerek tekrar vincin sepetine biniyorlar. Tam vinçle aşağı inerken, altıncı katın balkonundaki Türk bayrağını görüp oraya yanaşıyor ve bayrağı alıp, öpüp, katlayıp yanlarına alıyorlar. Bu olay da sevgili medyamızda duygulandıran görüntü diye servis ediliyor. Benimse aklım o kedide kaldı.
Bilmeyenler için şunu söyleyeyim: Sürekli evde yaşayan ve dışarı çıkmayan kediler, evin içerisinde kendilerine sahiplerinin bile aklına gelmeyecek sote yerler bulur ve bir tehlike anında buralara saklanırlar. Aynı kediler; evde ilk defa gördükleri, kendilerine yabancı olan bir insanın varlığında da tedirgin olur ve yine öyle yerlere saklanır. Hele ki bu yabancılar birkaç kişiyse ve sürekli bağırarak "geğall pisi pisiğiee!!!" diye bağırıyorlarsa kedi iyice siner ve asla ses çıkarmadan, bulunduğu yerden zerre hareket etmeden bekler. Ancak ve ancak tanıyıp güvendiği, koynunda uyuduğu bir insanın sesine tepki verir; o kişi sabırla, rahatlatıcı bir ses tonuyla, kendisini düzenli olarak çağırdığında ve etrafta tehlike unsuru olarak algılayacağı başka bir canlının var olmadığına emin olunca miyavlayarak yerini belli edip çok yavaş adımlarla, hala tedirgin bir şekilde saklandığı yerden çıkar.
Kedinin sahibi olan vatandaşa cidden Allah dayanma gücü versin. Umarım bina yıkılıp da enkaz altında kalmadan o kedi oradan çıkabilir.
zaten zor geçen 2020 yılında gerçekleşen hemen hemen herkesi yasa boğan doğa olayı. dayanıksız binaların yerle bir olması ile birlikte orada yaşayanlar da hayallerini, anılarını, kendi canlarını ya da sevdiklerini yitirdiler. yitip giden her can için içimiz yanıyor.
tunç soyer her gün sanırım 16:00 civarında izmir ulaşım merkezi (izum)'da yaklaşık yarım saat süren, katılan gazetecilerin de sorularını cevapladığı, günlük rapor olarak tanımlanabilecek açıklamalar yapıyor. bu video da anında belediyenin hesaplarına yükleniyor (açıklamaları canlı olarak da izleyebiliyorsunuz).
dünkü açıklamasını buradan izleyebilirsiniz. bugünkü de şurada . güncel açıklamalarında birkaç başlık var, notlar da aldım; onları yazayım, siz de bilin.
- 350 binden fazla maske, 25 bin civarı battaniye, 20 binden fazla bebek maması, 2 bin 500 civarı çadır, 7 bine yakın uyku tulumu (1 günde toplanmış) var. önemli eksik malzemelerin listesi de şöyle: pil, kamp sandalyesi, pilli aydınlatma, tüplü dış mekan ısıtıcısı, yatak. bunlardan başka aklınıza gelen bütün her şeyin ciddi boyutta eksik olmadığı açıklandı.
- pandemi nedeniyle 2. el kıyafet kabul edilmiyor. satın alacağınız kıyafetleri göndermeniz gerek (ilgili tweet )
- belediyenin bizizmir ve halkın bakkalı uygulamalarıyla 4 ana başlık ta maddi olarak yardım gönderebiliyorsunuz: gıda paketi, elimi tutar mısın yemeği, uyku tulumu paketi ve hijyen paketi. bizizmir yoğunluktan ötürü biraz geç açılabiliyor, sabredin.
- şu ana kadar 4424 ev tespiti yapılmış: 3903 hasarsız, 397 az hasarlı, 66 orta hasarlı, 42 ağır hasarlı, 7 yıkık ve 7 acil yıkılması gereken bina (edit: toplayınca 2 bina eksik çıkıyor, şimdi anladım ben de). "televizyonda sürekli döndürülen 4 apartmanla sınırlı değil bu durum" diye ilk günden beri bağırıyordum. bunun kanıtını benim yerime soyer vermiş.
- yapılması planlanan bir konteynerkentten bahsediliyor. çevre ve şehircilik bakanlığı yapacak burayı. belediye doğançay mezarlığının yukarısındaki parseli önermiş ama karar bakanlığın. 1 ay içinde karar çıkacakmış.
- tmmob gibi meslek odalarının katılımı şu an için yok ama illa ki olacak. süreç uzun. 1992-1999 arasında yapılan çürük binaların çoğunda sıkıntı olduğunu, '99 gölcük depreminden sonra çıkartılan deprem yönetmeliğinden önce ruhsat almış binalarla ilgili bir düzenleme hazırlayıp meclise sunulacağını, deprem vergilerinden ya da farklı bir ödenekten masrafları karşılanmak üzere bu binalarla ilgili iyileştirme ya da yıkım ve yerine yeni bina yapımının işleyişe sokulacağından bahsetti. bütün ülkede kentsel dönüşümün rutsatsız binalar üzerinden ilerlediğini de söyledi.
- ağır hasar alan '92-'99 arasında yapılmış bu binaların yapı deformasyonu içerdiğini, demir donatılarının zayıf olduğunu ve sıvalarının deniz kumu içerdiğini de anlattı. binaların giriş katlarında konuşlandırılan market ve spor salonu gibi yapıların bina deformasyonunu bilinçli olarak yaptıklarını da öğrendik dedi. ama belediyenin kendiliğinden de, ihbarla da bu binaları yıkma yetkisi yok; bütün yetki çevre ve şehircilik bakanlığında.
- bu depremden aylar önce toplum sağlığı daire başkanlığı ve deprem daire başkanlığı kurulduğunu da anlattı.
- depremden sonraki ilk saatlerde ulaşım hatlarındaki ve su kanallarındaki 20 noktada küçük bakım çalışmaları yaptıklarını, bu hat ve kanalların depremden ciddi boyutlarda etkilenmediğini de anlattı.
doğru bilgiyi haberlerden almanız im-kan-sız. mucizeler üzerinden haber yapmayı meslek düsturu haline getirmiş penguen medyadan uzak durun, resmi bilgi almak istiyorsanız, her gün en az yarım saat süren şekilde bilgi veren soyer'i izleyin/dinleyin.
Kaleydoskop gibi çevirdikçe başka acı taraflarını gördüğümüz, izmir'de meydana gelen felaket. Birçok yazar arkadaşım yıkımın getirdiği felaketleri paylaştı, aynı zamanda medyadan da acıyla takip ediyoruz.
ancak yaşanan bir başka açıyı ve acıyı da çok yakından takip ediyorum ister istemez. home office çalışan abim 7 yaşındaki oğluyla deprem saatlerinde dışarıdalardı. düşünün bir cebinizde cüzdan telefon, yanınızda çocuğunuz, şort tişört dışarı çıkıyorsunuz. çıkış o çıkış. binada zarar var diyorlar, üniversitesinden ekip bekleniyor, binaya giriş yasak. elbette çok şanslılar, elbette bu çok önemli ama bu da bambaşka bir tarafı. ne alacaksın, nasıl alacaksın, ne kadar alacaksın. diş fırçası bile ne kadar lüks, akşam kafamızı koyduğumuz yastık, resmi belgelerin, belki paran, bir iki parça kıymetli eşyan... geç onları anıların, umutların... küçük çocuk tutturur robotum da robotum... ben onsuz uyuyamam.
ilk iki gün arabada yattılar, şimdi bir arkadaşlarında kalıyorlar, bekliyoruz, bekliyorlar... kafalar o kadar temiz yanmış ki, abim telefonda diyor ki oğlanın hiç bebeklik resmi yok bende, hepsi evde, sende var değil mi bir iki tane, çocuğun bebekliği silinecek. sonra yarım saat sonra yine arıyor sevinçle elif çıktı elif, biliyordum içime doğmuştu diye.. hiç tanımadığı elif onun da çocuğu sanki...
kaç bina yıktığını bilsek de, kaç hayat yıktığını bilmediğimiz bir depremdir ayrıca.. dokunduğu herkesi, -tıpkı avatar filmindeki ağaca bağlıymışız gibi- hepimizi kahreden bir felaket.
ne acı ki enkazın üstünde yapışık saçlarıyla telefonla konuşan ruhsuzlar olduğu sürece, biz bu binalarda oturtulmaya, çalıştırılmaya devam edeceğiz ve bu filmde her rolde olacağız gibi görünüyor. ne zaman ki bir cesaret onlara bağlı kuyruklarımıza bir baltayla dalacağız işte o zaman kendi ağacımıza sahip olabileceğiz.
www.youtube.com/... bu da japonya'daki 8,8 şiddetindeki deprem, arkadaşlar bilgisayarını falan tutuyor, haberi sunan da sarsıntı tokyo'da panik yarattı diyor. sarsıntı??
"Akşam olsa da bi' kendimi atsam" denilebilecek, temizliği, çamaşırı, çöpü, bulaşığı hiç bitmeyen ama onları bile özleyeceğin evleri/ocakları bir anda toza toprağa karıştıran, yerle bir eden...
Mutlulukla edilmiş tebessümlerin, Kahkahaların, hüzünlerin, zaman zaman kavgaların, bazen çığlıkların üzerine sindiği eşyaları, yıkandığı halde parfümü çıkmamış kıyafetleri, oyuncak bebekleri/arabaları paramparça eden...
Ve içimizdeki iki ayaklı can düşmanlarını bir an önce içinizden temizleyin diye uyarılarda bulunan ama toplum olarak akıllanmayacağız diye kafa tuttuklarımızdan sonuncusu.
hakkındaki haberlere çok az göz atabildim, ilk gün anksiyeteden (mansuroğlu mahallesi'nde beş yıl kadar yaşamıştım, yıkılan evlerin hepsi her gün önünden geçtiğim evlerdi, kendi eski evimin yıkılıp yıkılmadığına bakamadım bile, o mahallenin en eski ve en kötü görünen apartmanlarından biriydi) ve diğer günlerde bulantıdan. izleyiciyi sadece ağlatmaya, duygusal olarak sömürmeye yönelik hazırlanan canlı yayın politikası beni kusturmak üzereydi, tahammül edemedim, denk geldiğim her seferinde ağzım açık kaldı. onu da geçtim, kvkk o kadar çiğnendi ki tüm şu haberlerde, çok ilginç, nasıl bu kadar rahat ve pervasızca kullanıldı tüm bilgiler, bir kere mutfakta iş yaparken bari biraz bilgim olsun diye açtığım bir haberde ben haberleri açtığımda enkazdan kurtarılma çalışması devam eden küçük bir kızın, en yakın arkadaşına yazdığı mektubu okumuş spiker, yeni bitmiş. röeh artık. çocuk o an çaresiz diye, genel olarak yaşı küçük diye kişisel haklarından feragat etmiş olmuyor, bu ne cüret? yine travmatik, toplumca birlik olunması gereken, haber izleyen küçükleri ve konuyla ilgili önceden travmaları olan hassas kişileri korumaya yönelik bir yayın politikası izlenmesi gereken, özellikle medyada saygı çerçevesinde ve aklıselim bir halde yaklaşılması gereken bir olayda daha ekranlarda işin arabeskine, sömürüsüne, şovuna, yarışına vuruldu yani, içim fena halde bulandı.
yardım etmek isteyenlerin aşağıdaki 2 videoyu izlemelerinin (toplamda 1 saat kadar sürüyor) ve gene aşağıda paylaşacağım instagram hesabındaki stroyleri takip etmelerinin önemli olduğu afet.
resmi kurumların hesaplarından daha farklı bir bakış ve daha gerçek bir yardım yapmak isteyen, maddi durumu iyi, bir başkasına yardım etmeyi gönülden isteyen herkesle bu linkleri paylaşabilir, hem yardımseverlerle depremzedeler arasında köprü kurulmasına yardım edebilirsiniz hem de "orada gerçekten neler oluyor?" diye soruyorsanız, gerçek bilgileri alabilirsiniz.
30 ekim izmir depremimden sonra ayyuka çıkan acınası bir durum var. herkesin elinde bir telefon, enkazdan kurtulanların fotoğraflarını çekme çabası, çıkarılan insanlara gereksiz sevgi gösterileri, kendi adını söyleyen kurtarma ekipleri, ben kurtardım diye neredeyse aralarında kavaga edecek itfayeciler, ne oluyo ya?
ya bu nasıl bir profesyonelliktir anlamadım gitti. herkes, tanınmak, bilinmek, tv'ye çıkmak, istiyor, sosyal medyada paylaşacak malzeme arıyor. enkaz altında kalanları çıkarma çalışmalarında diklatimi çeken diğer husus ise işi yapan 3-5 kişi ama 3-5 kişinin başında en az 60-70 kişi var. tek bir noktaya kanalize olmak neden yani?
al bak bu da kendi prsini yapmak için 3.5 yaşındaki bir depremzedeyi kullanıyor; mobile.twitter.com/...
gerçi bakan öyle yaparsa normal görevli ne yapmaz. sonuç ortada.
Meksika'da 2020 yılında 7.4 büyüklüğünde bir deprem oldu. Bu depremin sonucu olarak sadece 10 insan öldü. Bakın Meksika diyorum. Kartellerin her gün onlarca insan öldürdüğü, insana çok değer verilmeyen bir ülkeden bahsediyorum.
Sadece izmir depreminde an için ölü sayısı 109.
Tek bir siyasetçi de şu soruyu sormuyor; Problem acaba bizde olabilir mi?
cumartesi günü de özkanlar-manavkuyu arasına gitmiştim, bugün de gittim. hem gözlemlerimi yazayım hem de soyer'in bugünkü izum yayını nı özetleyeyim istedim. linki çok kötü yüklemişler, sık sık takılıyor. özetini şuradan okuyabilirsiniz.
- bölge metro istasyonundan inip ankara caddesi üzerinden manavkuyu'ya doğru ilerlediğinizde, yola bakan apartmanların yarısından fazlasının hasarlı ve/veya ağır hasarlı olduğunu görüyorsunuz. kiminin birinci kat balkonunun tabanı yok, kiminin köşelerinden kopan parçalar nedeniyle tuğlaları görünüyor, kiminin giriş kapısı apartmana giriş-çıkışı kapatacak kadar içe ya da öne çökmüş, kimi dışarıdan net bir şekilde görülebilecek halde enine ve derin çatlaklarla dolu. zaten polis kordonu olan bu apartmanlara giriş ve çıkış yapılmıyor.
- manavkuyu-özkanlar arasında da hasarlı en az 12 apartman saydım. bazılarında polis kordonu varken, bazılarında içeride oturanlar da vardı. asıl yıkım bu alanda zaten.
- doğanlar apartmanı civarındaki her parkımsı yerde gırla çadır var. apartmanın enkazı ben oradayken kaldırılıyordu. enkazdan yaşam beklenmediğini anlamak mümkün. gene de, umarım sağ çıkarılan olur.
- çadır alanlarının 3'ünü gezebildim. ısınmanın sorun olmaması için konulmuş variller her çadırın önünde vardı. 4-5 yerde lokma dökülüyordu, bayraklı belediyesi'nin taziye çadırını gördüm. bir depremzedenin de çadırının önüne elektronik davul setini kurduğunu gördüm.
- yiyecek, içme suyu, ısınma, battaniye ve yatak sorunu hemen hemen hiç yok. yatak kısmında küçük problemler oluyor ama ilk günkü kadar büyük bir eksiklik değil. bazı depremzedelerin pil ve aydınlatma sorunu ise devam ediyor.
- çoğu amatör videoda gördüğüm "yardım koordinasyonu" sorunu ve "çadırlarda kalanların hepsi evi yıkılmış olan vatandaşlar değil" söylemi ile ilgili de bir şeyler yazmak isterim. yardımların koordinasyonu büyük katılımın olduğu ilk 2 gün kaosa yakın bir seviyede seyretmiş. dünden beri ise, hem ihtiyaç listelerinin gün gün değişebilmesinden ötürü hem de temel ihtiyaçların büyük kısmının tedarik edilebilir seviyeye çekilmesi sayesinde bu alanda bir sorun görmedim. yaşadıkları dairelerin bulunduğu apartmanlarda çatlaklar bulunan vatandaşlar ise korkuyor. kendileriyle konuşmasanız bile, gözlerinden bunu anlayabiliyorsunuz. manavkuyu kısmındaki çoğu binanın sağlamlık raporları tamamlanmış ancak buradaki sorun, az hasarlı denilen binaların ne olacağı. belediyeye bunu soranlar da olmuş ve aldıkları cevap "birkaç hafta beklemeniz gerekecek, süreç uzayabilir". yani, evi yıkılmamasına rağmen çadırda kalmak zorunda olan vatandaşlar için kışın başları zor geçecek.
- soyer'in bugünkü izum açıklamasında, hasar tespiti yapılmış bina sayısının 11 binin üzerine çıktığını söylediğini okudum. bunlar araında orta hasarlı, ağır hasarlı ve yıkılmış olanlarının toplamı 350 civarı. özkanlar-manavkuyu arasındaki hasarlı binalar en fazla 8 katlı, en az 4 katlı. evsiz kalmış insan sayısını hane başına düşen insan sayısını 2 alarak hesapladığınızda bile, en az 5 bin civarı insanın evsiz kalmış ve kalacak olduğunu anlıyorsunuz (her apartman 6 kat, her kat 2 daire, 12x350=4200). soyer'in bugünkü konuşmasında altını birkaç kere çizdiği "sürdürülebilir yardım" kısmı bu yüzden önemli çünkü bu en az 5 bin civarı insanın bir kısmı aylarla ölçülebilen süreler boyunca çadırda kalma tehlikesi altında. şu anda yeterli olan battaniye sayısı, 1 ay sonra izmir ayazı geceleri eksi derecelere düşürdüğünde yetersiz kalabilir. bu yüzden, yardım kampanyalarını takip etmek ve maddi durum elverdiğince de desteklemek şart.
- belediye yeni bir yardım kampanyası başlatarak kira bedeli yardımı ya da evim kullanılsın seçeneği getirmiş (bir kira bir yuva ). çadırda kalan insan sayısını 1 ay içinde en aza düşürmek için iyi bir yol.
izmir böyle bir depremle bile yıkılıp mahvolmaz. düşer, sendeler ama ayağa kalkmasını da bilir. önemli olan sendelemiş olanlarla omuz omuza ve hep birlikte ayağa kalkmak.
bu coğrafyanın insanlarının eğitilemez olduğunu, kaosun, düzensizliğin, çekişme ruhunun içimize işlediğini, minik ayda’nın kurtarılışında bir kez daha gösteren doğa olayı, doğa felaketidir.
öncelikle canla başla enkaz altında çalışan tüm ekiplere minnet borcumuz olduğunu söylemek istiyorum. o şartlar altında yaşadıkları yorgunluk, moral bozukluğunun, saatlerce ellerinle enkaz kazımanın, cansız beden çıkartmanın psikolojilerini nasıl etkilediğini tahmin bile edemem. 91 saat sonra minik bir canı kurtarmış olmanın verdiği sevincin bir parçası olmak, hepsine moral aşılamıştır eminim. ama...
bu kadar hassas bir iş yaparken, adım attıkları her yerin son santimine kadar hesaplanması gerekirken, o küçük kızcağızın çıkarılışında yaşanan o itiş kakış nedir? kıyamet gürültü hengame almış başını gidiyor. yani tamam, bedava baklava dağıtımında insanların birbirini ezmesine alıştık ama bu nedir? sedyeyi sen tutacaksın, ben tutacağım kavgası yaşandı. itfaiye, afad, herkes birbirine girdi. biri arkadan ikinci sıradan uzanıyor sedyeye. ilk sıra zaten tıklım tıklım. ikişer yandan iki kişi tutsa, diğerleri de ambulansa giden yolu açsa çok daha kolay olur o iş. ama işte diyorum ya, psikolojiyi hayal bile edemiyorum.
ama durun, kaos bitmedi... ambulans hastaneye geldi. aynı itiş kakış burada yaşandı. ambulanstan sedye inecek ve hasta içeri götürülecek. bu sefer yaşanan hengameye medya mensupları eklendi. ekran başında izlerken kameraman ve muhabir kaosunu görmezsiniz* ama o görüntülerin arkasında feci bir itiş kakış yaşanır. sadece böyle felaketlerde değil, mecliste, basın toplantılarında her yerde aynı itiş kakışı görebilirsiniz. medyamız da öğrenemedi ki bir türlü. hepsi sakin sakin dursa biraz mesafede, herkes görüntüsünü alacak. hatta daha temiz, daha az sarsıntılı görüntü alacaklar. kameranın zoom denen bir özelliği var. ama hayır, kamerayla illa ki dibine girecekler insanların. mikrofonlar illa ki burnunun içine sokulacak.
ambulansın dibinde 10 tane kameraman, 10 tane muhabir, bir o kadar kurtarma ekibi, doktor, hemşire hasta bakıcı. saniyelerin bile fark edebileceği bir şartta, yol açın diye bağırıyorlar çünkü herkes bir elleyecek. ambulansın geleceği belli, özel güvenliğin var hastanede, eminim emniyet de polisler yollamıştır hastaneye. kordon altına alsana ambulans alanını. ama düzeni, kuralları sevmeyiz biz bu coğrafyada. böyle gelmiş, böyle gider bu iş...*