"Gösteri toplumunda, kurtuluş vaatleri de gösterinin bir parçasına dönüşür, sahteleşir. Tüm dünya aynı gösterinin sahnesidir artık; hepimiz aynı gösterinin oyuncusu ve seyircisi oluruz."
mahvolmuş hayatlar olağandır. bilgeler için de, ahmaklar için de. ancak o mahvolmuş hayat bizimki olduğunda, işte o zaman farkına varırız; intiharların, ayyaşların, hapishane kuşlarının, uyuşturucu müptelalarının varoluşun menekşeler kadar, gök kuşağı, kasırga ve tamtakır mutfak dolabı kadar olağan bir parçası olduklarının.
Kabına sığmaz olunca bana koşardı eskiden, şimdi bunu yapmıyor; kırgın. Kırgınlığının nedenini çözemiyorum bir türlü, artık gözleri çok uzaklaştı, okunmuyor.
SabahattinAli Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?
Kalbinizde sevgiye yer açmış olsaydınız her şeyi olanlara saygı gösterdiğiniz gibi, hiçbir şeyi olmayanlara da saygı gösterirdiniz; ne varlıklı kimselerden çekinir, ne de yoksulları hakir görürdünüz. Çıkar kazanma umuduyla saygı göstermek korkunun ürünüdür. Oysa sevgide korku yoktur.
"Anlıyor musunuz muhterem efendim, bir insanın artık gidecek hiçbir yeri olmaması ne demektir, anlıyor musunuz?" “insan denen şu aşağılık yaratık neye alışmıyor ki…” bu ikisi (bkz: suç ve ceza)'dan.
"İnsanoğlu böyledir; bir emelin ardından mütemadiyen koşar durur; sonra o emel gerçekleşmeye yüz tuttuğu zaman da yanına yaklaşmaya cesaret edemez." (bkz: namık kemal) - (bkz: intibah)
"İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz. ( s.109)" "İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz. ( s.175)" "Biz fakirler böyleyizdir. Kader sarayında bizim işlere bakan büro hiç şaşmaz, ihmal etmez. Zihnimizden geçen en uzak, en masum ihtimallerin, sadece şiddet ile ret için düşündüğümüz şeylerin bile ceremesini öderiz." ( s.189)
Dipsiz bir kuyuya düşen birine elini uzatmalı insan. Çünkü günü geldiğinde kendisi dipsiz bir kuyuya düşerse eğer bir umudu olsun diye… Çoğu zaman insana, insandan başka yardım edecek başka bir şey yoktur bu dünyada.
Ah binlerce dişli solucan, Devası olmayan dertler vermesen olmaz mı? Seni her şeyin başlangıcına çeken, O beden ve nefes, Canavarları besler, bir ateş kapısında kıvranan! Onca kıyafetin arasında yok ki bir kaftan, Örtsün tanrılık sarhoşluğunu, Gizlesin arzunu alev alev yanan.
zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana- sözün kısası, şimdikine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece “daha” sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi. (bkz: iki şehrin hikayesi)
“gelecekte neler yaşanırsa yaşansın, bu kitabın da yaptığını umduğum gibi, türklerin muazzam işler başarmış olduğunu teslim etmek gerekiyor. şu güne kadar neredeyse iki yüz yıldır, çağın egemen uygarlığına erişmede müthiş bir uyum yeteneği gösterdiler. savaşın, büyük çaptaki göçlerin ve ekonomik yıkımın sebep olduğu karışıklıklıklarla uğraşmak zorunda kaldılar; ama yine de dinamik bir ekonomisi olan güçlü bir ulus devlet inşa edebildiler; bu hususu komşularının ve müttefiklerinin de çok ciddiye almaları gerekir. ister ulusal, ister sömürgeci olsun, bütün modern devletler gibi, türkiye’nin de, yakın tarihinde çok karanlık sayfalar bulunuyor ve bunların varlığı kabul edilmelidir. ama aynı zamanda, modern türkiye’nin kurucularına gereken takdir gösterilmelidir. kemalizm bir kalkınma modeli olarak kesinlikle iki savaşın arasındaki döneme aittir. türkiye’nin 21. yüzyıldaki sorunlarına çözüm reçetesini kemalizmde görmek yanlış olacaktır; ama modern türkiye’nin köklerini bulmaya çalışırken her tarihçi geriye, 1880 civarında doğmuş o olağanüstü insanlar kuşağına tekrar tekrar dönmelidir; onlar olmasaydı türkiye muhtemelen kurulmamış olacaktı. onların yetiştikleri yıllarda dünya güzellik yarışmaları yoktu, o yüzden türkiye’nin başarısının o konuyla karşılaştırmasını yapamayız. ama onların –ve onların haleflerinin- başarılarının büyüklüğünü anlayabilmek için yüz yıl önce bir türk’ün tren makinisti, mühendis, ya da banka memuru olabileceği düşüncesinin türkiye’de bile yadırganıp tuhaf sayıldığını hatırlamalıyız ve bunu, bugün (hem kadın hem erkek) türk bankacıları, mühendisleri, sanayicileri, mimarları ve tıp uzmanlarıyla dopdolu olan bu ülkeyle karşılaştırmalıyız."
"Çokluk pek mutsuzdu Bozkırkurdu, bu yadsınamaz; öte yandan başkalarını da mutsuzluğa sürükleyebiliyordu ve bunlar onun sevdiği ve onu seven kişiler oluyordu, çünkü Bozkırkurdu'nu sevenler onun yalnızca bir yönünü görüyordu. Bazıları kendisine başkalarına benzemeyen, kibar, zeki bir insan gözüyle bakıp seviyorsa da, sonradan dehşete kapılıp düş kırıklığına uğruyorlardı, çünkü ansızın onun içinde bir kurdun yaşadığını anlıyorlardı. Bunu da anlamaları gerekiyordu; çünkü Harry herkes gibi bir bütün olarak sevilmek istiyor, dolayısıyla içindeki kurdu başkalarının gözlerinden kaçırmak elinden gelmiyor ya da içinde böyle bir kurdu barındırdığını yalanlayamıyordu. Ama öyle kimseler de vardı ki, özellikle ondaki kurda, ondaki özgürlüğe, vahşiliğe, ele avuca sığmazlığa, tehlikeliliğe ve güçlülüğe gönül veriyor, ne var ki vahşi, azılı kurdun aynı zamanda bir insan olduğunu, içinin iyilik ve sevecenlik özlemiyle dolup taştığını, üstelik Mozart’ı dinleyip şiirler okuduğunu ve ruhunda insan idealleri yaşattığını öğrenir öğrenmez, alabildiğine düş kırıklığına uğrayıp kendilerini yürekler acısı bir durumda hissediyorlardı."
gökdelenler daha çok aşırı iyimserlik dönemlerinde inşa edilir ve ekonominin fazla ısındığının kesin bir göstergesidir. İnşaat tamamlandığında ekonomi genellikle çökmüş olur.
"Bir bahçenin ilkbahara hazır olması için, sonbaharda tersyüz edilmesi gerekir. Bahçe her zaman çiçeklenemez. Ama bırakın, hayatınızın altüst oluşlarını içsel döngüleriniz düzenlesin, dışınızdaki başka güçler, kişiler ya da içinizdeki negatif kompleksler değil." clarissa p. estes Kurtlarla koşan kadınlar
"Kötü bir ruh kendi kendine kendi bedenini terk ettiğinde, Minos onu yedinci çukura yollar. Ruh ormana düşer, düştüğü yeri seçemese de, yazgının onu attığı bu yerde bir tohum gibi kök salar. Sap olur önce, sonra orman ağacı; Harpya’lar yer yapraklarını, canını yakar, acısına pencere açarlar. Ötekiler gibi biz de kalıplarımıza döneceğiz, ama hiçbirimiz onları giymeyeceğiz, doğru olmaz insanın çıkardığı şeyleri alması. Buraya sürükleyeceğiz onları, iç karartan bu ormanda her gövdeyi, ruhumuzun bulunduğu böğürtlene asacağız.”