“aynı saatte gelmen daha iyi olur,” dedi tilki. “örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. mutluluğum her dakika artar. saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez.”
insan sevince her şeyi ona benzetiyor. başka şehirde, bambaşka sokaklarda, herkes o. herkesin gülümsemesi o, kiminin saçı, kiminin bakışları,kiminin adımları.
evet, her şey sevdiğine benziyor da, bütün şehri toplasan bir sevdigin etmiyor...
"... the electric vibrator was first marketed in the 1890s. The first household appliances to be electrified were the sewing machine, the fan, and the vibrator. Americans enjoyed electric vibrators ten years before electric vacuum cleaners and irons. Twenty years before electric frying pans were brought to the market."
"... elektrikli vibratorun ilk kez 1890'da pazarlandigini soyleyebilirim. elektrikle calisan ilk ev aletleri; dikis makinesi, vantilator ve vibratordu. amerikalilar on sene boyunca elektrikli vibratorun keyfini surdu, sonra da elektrikli supurge ile utuyu icat etti. vibratorden yirmi yil sonra elektrikli kizartma makinesi piyasaya suruldu."
Psikolojik sıkıntılardayken karşıma çıkan bu satırlar beni çok etkilemişti. Ana kahraman benim zihnimin içinde diye korkup kalmıştım. Şimdi bu satırlarda kendimi bulamıyorum. Zaman hızlı geçiyor :) “Bu şen gönüllerde belki tek üzüntü,belki tek gizli kahır yoktu. Ve ben genç ve çiçeği burnunda bu insanlarla yan yana yürüyordum. Mutluluk denen şeyi çoktan unutmuştum. İçimde bu düşünceyi okşayıp nazlıyor,korkunç bir haksızlığa uğradığım sonucuna varıyordum. Şu son ayların bu acayip zülmü neydi bana karşı? Zihnimi toparlayamıyordum artık. Her zaman, her yerde en tuhaf azapları ben çekiyordum. Hayallerime sokulan, kuvvetlerimi darmadağın eden ufak tefek, anlamsız rastantıların , sefil ayrıntıların baskısına uğramaksınız, bir başıma , ne bir park kanepesinde oturtabiliyor , ne de bir tarafa gidebiliyordum. Yanımdan geçen bir köpek,kibar bir erkeğin yakasındaki sarı bir gül,zihnimin dengesini bozuyor, beni uzun zaman meşgul ediyordu. Nem eksikti benim? Tanrı beni mi göstermişti? Neden bir başkasını değil de beni? İlle gösterilecekse niçin Güney Amerika’da bir adam gösterilmiyordu? İşi kurcalayıp derin düşündüm mü aklım karışıyor, Allah’ın hikmetine mihenk ve tecelli taşı olarak neden benim seçildiğimi bir türlü anlayamıyordum.” Açlık, -Knut Hamsun.
"duysa babamın kemikleri sızlardı ama, hiçbir zaman 'önder' ya da kahraman rolü oynamayı beceremedim. baştan beri ciddi, çalışkan bir çocuktan başka bir şey olmadım. direniş'in bir emekçisi. biliyor musunuz, öylesi de lazım..."
"insanlar birbirlerini ne kadar iyi anlıyorlardı. bir de ben bu halimle kalkıp başka bir insanin kafasinin icini tahlil etmek, onun düz veya karışık ruhunu görmek istiyordum. dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adami bile, insani hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir. niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkinda hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkinda söz söylemekten kaçındığımız halde ilk rastgeldigimiz insan hakkinda son kararimizi verip gönül rahatiyla öteye geçiveriyoruz?"
"Denizin bir zamanlar hayati ortamımız olduğu ve gücümüzü toparlamak için kanımızı yine denize daldırmamız gerektiği doğruysa, unutuş, zihinsel hiçlik için de aynı şey geçerlidir..."
Ama hepimiz biliyoruz : Hayallerimiz beynimizdeki kafeslerinde havasızlıktan ölürken hâlâ sağlıklı yaşam haberlerini okuyoruz.
Kendimizi öldürmek hürriyeti kendimize bırakılmış, kendimizi öldürmek dokuz-on şiddetinde hayal kırıklığı depremi, zihnimizde kat kat betonlar üst üste çökmüş, sağlıklı yaşam hangisi sebzeler- meyveler-vitaminler mi kendimizi aldattığımız sözler mi ?
Umutsuzluk, çaresizlik içinde ölen kanser hastası " Öldü kurtuldu" diyor sevenleri, kurtulan kim, ölen kim, ölümü kurtuluş yapan kim ? Yoksa kendimizi aldattığımız sözlerin sonuna mı geldik ?
Gene bizim bir şairimiz bir dostun hediye ettiği resminin altına "ağlarım hatra geldikçe gülüştüklerimiz"
Diye yazmıştır. Bu da güzel bir sözdür. Çünkü en iyi hatıra gülerek geçen günlerin hatırasıdır. Hayatta o günlerin sayısı az olursa insan bir gün gelir, "ne etmişim de gülmemişim" diye ağlayabilir.
Yüzünüzden tebessüm, evinizde neşe eksik olmasın.
Eşref saat-şevket rado s. 34
"içlerinde boşluk hisseden insanlar hiçbir zaman bir başka eksik insanla birleşerek iyileşemezler. tersine, iki kırık kanatlı kuşun eşleşmesi hantal bir uçuşa yol açar. uçmasına yardıma sabır yetmez, er geç birbirlerinden ayrılmalı ve yaraları ayrı ayrı sarılmalıdır."
"... ben karışıklık içinde bir dünyaya, sancı içinde bir dünyaya bakmaya devam edeceğim ve onlara büyük bir bilim adamının çok kullanılmış sözleriyle cevap vereceğim: 'gene de - dönüyor."
"Turizm-İnşaat-Tekstil mega sektörü Türk tarihinin en büyük bozucu ve bölücüsü idi ve hâlâ öyledir; sendikaları yıkma, sigortasız işçi çalıştırma, çocuk işçiliği, vergi kaçırma, esir ücreti, fuhuş sektörünün bir fetiş olması ve ahlakın bozulması ve ihracat manyaklığı hep bu mega sektörün musibetleri oldular."
"Akıllı filozofların kalın kitaplarında bulunmayacak birçok şey öğretti bana. Çünkü yaşamın bilgeliği her zaman insanlarınkinden daha geniş ve daha derindir."
"Ey halk, sen ki korkulansın, pohpohlanansın ve küçümsenensin; sen, egemen olarak kabul edilip köle gibi davranılansın; adaletin bulunmadığı yerde yöneticilerin tutkularının hüküm sürdüğünü ve halkın sadece zincirlerini değiştirdiğini, ama yazgısını değiştiremediğini unutma!"
İki temel yalan vardır: Doğruyu söylüyorum, diyen yalan ve Söyleyemem, diyen yalan. Kendi üzerine düşünen akıl sahibi varlık her iki önermenin de anlamsız olduğunu bilir. Birinci olgu, kendi kendini bilmemenin imkansızlığıdır. Birey kendi kendine yalan söyleyemez, sadece kendini unutabilir. "Yapamam" öyleyse kendini unutmayı ifade eden bir cümledir, akıl sahibi varlığın içinden kendini eksilttiği bir cümle. Bilinç ile edimi arasına hiçbir kötü cin giremez. Ama Sokratik sözü de terse çevirmek gerekir. Kimse isteyerek kötülük yapmaz, diyordu ya hani, biz tersini söyleyeceğiz: "Her türlü aptalca hatanın kaynağı kötülüktür. "Kötülük, yani tembellik olmasa; akıl sahibi bir varlığın kendisine borçlu olduğu şeyden söz edildiğini artık duymama arzusu olmasa, kimse hata yapmaz. Kötülüğün kaynağı, eylemin amacı olan iyiliğin yanlış bilinmesi değildir. İnsanın kendine sadakatsizliğidir. Kendini bil artık Platon'daki gibi "İyiliğinin nerede olduğunu bil" anlamını değil, "Kendine gel, içindeki o seni yanıltamayacak olana dön" anlamını taşır. Kudretsizliğin yürüme tembelliğinden başka bir şey değildir. Alçakgönüllülüğün başkalarının gözü önünde sendelemekten duyduğun kibirli korkudan başka bir şey değildir. Sendelemenin bir önemi yoktur; kötü olan sapmak, yolundan çıkmak, söylediğine dikkat etmemek, ne olduğunu unutmaktır. Öyleyse haydi kendi yolundan git. Özgürleşme deneyiminin kalbinde bu doğru sözlülük ilkesi durur. Herhangi bir bilimin anahtarı değil, her bireyin hakikatle kurduğu, bireyi yoluna sokan, arayan kişi olarak yörüngesine oturtan o ayrıcalıklı ilişkidir. Bilme/tanıma gücünün ahlaksal temelidir bu ilke.
Cahil Hoca, ZihinSEL ÖZGÜRLEŞME ÜSTÜNE BEŞ DERS/ Jacques Ranciere