düzyazılarından önce şiir kitabını okuduğum için düzyazılarını okumak iste(ye)mediğim şair-yazar. "kuyucaklı yusuf" hala okunmayı bekliyor. yazarın yazılarını sağdan soldan okumalarından kalmış bazı düzyazı alıntılar,
***
"çok akşamlar, koltuğunun altında getirdiği ekmeği ortaya koyarak ayran boşaltmak için bir toprak çanak getirmek üzere ocağın yanındaki köşeye gider, sofra başına döndüğü zaman o balçık gibi ekmekten ortada bir şey kalmadığını dehşetle görürdü. o zaman kendisi bir çanak ayran içer, açlığa alışmış olan midesinin hafif ezilmelerine kulak asmadan, eski bir pösteki üzerinde yatan kardeşlerinin yanına, delik deşik ve yağlı bir yorganın altına sokulurdu.
onu asıl dehşete düşüren, kardeşlerinin bu kuyu gibi daima yutan ve hiç doymayan mideleri değildi; eli boş olarak eve döndüğü zaman, bu iki sıska mahlukun kendisine nasıl parlak ve büyümüş gözlerle ve nasıl sonsuz bir kinle baktığını hatırlayınca tüyleri ürperiyordu. şimdi de bu korkuyla avazı çıktığı kadar bağırdı:
"dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır."
bu adam belki sevmişse bile hiç sevilmemiş. okuduğumdan bunu anladım ben hep. sanki hep platonik takılmış ya da bir sevilme hayalini kurup yazmış. erkek karakterlerinin sevmeleri daha gerçekçi ve tanıdık gelirken kitaplarındaki kadın karakterlerin sevmeleri daha hayal ürünü ve daha imkansız geliyor bana.
''Bir kitabı okurken geçen iki saatin, ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.'' bu sözünü kürk mantolu madonna kitabımın en başına yazmıştım. güzel insan vesselam.
aslında inanılmaz derecede politik bi yazar değildir.döneminde daha politik daha aksi yazarlar ortaya çıkmıştır ama devlet biraz takık kalmıştır Sabahattin Ali ye.
hapise düştüğünde bir şeyler karalamış bu yazdıklarını paraya dönüştürüp annesine vermek istemiş,bir arkadaşı sayesinde yazdıkları çıkmış hapishaneden ama öğrenmiş ki arkadaşı bastırdığı kitapların parasını vermemiş annesine.o da bırakmış yazmayı zaten çoğu eseri bu sebeple yarım kalmıştır.
hapisten çıktıktan sonra da kamyonculuğa başlamış,tanıştığı bir berberle konuşurken ülke dışına çıkması gerektiği fikrini aklına koymuş. kendisini ülke dışına çıkaracak kamyoncuyla beraber kamyona doğru yürürken 'ben gidiyorum şimdi ama döndüğümde ülke daha güzel daha yaşanabilir bir yer olacak' demesiyle kamyoncunun sabahattin aliyi sopayla öldürmeye başlaması bir olmuştur.
ölümü bile çok kötüdür cinayet alanına gelindiğinde kafası ayrı vücudu ayrı yerde bulunmuştur.
gidişat belliydi. ayrılacaklardı. kıyamadım. son gecesini yaşarken kürk mantolu madonna'sıyla, kitabı okumayı bıraktım. o trene binmene mani oldum, afedersin. ayracı da o sayfaya koydum. dünya kalabalık, kaybolmasınlar.
"Kalabalık beni sahiden sıktı. Ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen de hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil… İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile… Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki, etrafımdan küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum. Bütün bu beynimde geçenleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz." diye yazan yazar.
genelde dünya edebiyatında da böyledir ama türk edebiyatından bazı örnekler vermek isterim.
nazım hikmet roman, tiyatro oyunları, öykü alanların da çok iyi eserler vermiş bir şair olsa da kendisi şairdir. aziz nesin de bütün edebiyat dalların da yazan bir yazar olsa da kendisi çok iyi iyi bir öykücüdür. haldun taner tiyatro yazarıdır. örnekler çoğaltılabilir.
edebiyatımız da öyküleri romanları kadar güzel, şiirleri tiyatro eserleri kadar iyi. denemeleri hepsi kadar eşsiz tek yazar olan sabahatin ali'ye selam olsun.
Kendi ölüm şeklini de öngörmüş gibi Kuyucaklı Yusuf'u; yeşilçam absürtlüğüne kaynak oluşturacağını bilse yazmaktan vazgeçeceği Kürk Mantolu Madonna'yı;psikolojik tahlilleri ile bizim toprakların Dostoyevski'si diye nitelendirsek abartmış olmayacağımız İçimizdeki Şeytan isimli kitapların yazarıdır. Ne yazık ki ölümü, bir başkaları tarafından tayin edilmiş; şahsi tarih yorumuma göre bu ülkenin tarihine kara leke olarak geçmiştir.
25 şubat 1907'de doğmuş ve bir başına olmanın ne demek olduğunu öğreten bir hayat yaşamış, türk edebiyatının ve türkiye'nin en önemli değerlerinden biridir. hayatını okurken bazen "ne şanslı adammış" diye düşünürken, ardından hemen bu düşüncenizi tam tersi yöne çevirecek şeyler yaşamış olduğuna tanık olursunuz.
kısacık yaşamına çetrefilli ve pek çoğu platonikten öteye geçemeyen aşklar, bir eş, bir kız çocuğu, birkaç dost, sayısız düşman, kuyucaklı yusuf, kürk mantolu madonna, içimizdeki şeytan, yarım kalmış bir ankara, markopaşa, her okunduğunda insanın ruhuna dokunan dizeler sığdırmıştır.
yeni kurulmuş ve yaralarını yeni yeni sarmaya başlayan genç türkiye'nin, almanya'da eğitim alma şansı yakalamış gençlerinden olmuş ve bunu değerlendirilebilecek en iyi seviyede değerlendirmiştir. alman diline beklenenden daha çabuk hakim olmuş, bir dili öğrenmenin sadece dil bilgisi kurallarını bilmekten ve konuşabilmekten ibaret olmadığını, edebiyatının da mutlaka bilinmesi, anlaşılması ve hissedilmesi gerektiğini düşünerek eğitimi sırasında ciddi bir alman edebiyatı birikimi oluşturmuştur. ancak ikinci dünya savaşı'na neden olan, avrupa'da yükselen milliyetçilik ve nazi akımından o da zarar görmüş ve eğitimini tamamlayamadan tekrar türkiye'ye dönmüştür.
almanya'da olduğu gibi türkiye'de de değişen dünya düzenine karşı sessiz kal(a)mamış, düşüncelerini dile getirmekten çekinmemiştir. bu sebeple başına hoş olmayan pek çok olay gelse de, o yine de doğru bildiğini söylemekten hiç vazgeçmemiştir. bu durum bir zamanlar dost olduğu insanlarla arasının açılmasına, daha üzücü olarak da eski dost-yeni düşman kazanmasına neden olmuştur.
hayatının belli dönemlerinde karşılaştığı nazım hikmet, aziz nesin ve hasan ali yücel gibi kişiler ona çok şey katmıştır. hasan ali yücel, sabahattin ali'ye en zor anlarında yardım etmiş, öğretmenlik mesleğine devam edebilmesini sağlamıştır. sabahattin ali sınırları haddinden fazla zorlayıp, bir kesimin hedef tahtasının tam ortasına yerleşmeden önce elinden gelen yardımı hiç esirgememiştir. hasan ali yücel'in bu ülkede başardığı eğitim reformu da zaten ülke geçmişindeki en kıymetli insanlardan biri olduğunu gösteriyor ama neyse, bu başka bir entry konusu.
nazım hikmet ise sabahattin ali'nin bugün iyi ki yazmış dediğimiz romanları yazması için onu destekleyen kişi. hapishane günlerinde de mektuplarıyla yalnız bırakmayarak arada çok yaş farkı olmamasına rağmen bir nevi abi-kardeş ilişkisi yaşadığı.. yani anlayacağınız nazım'ın güzel insanlığının güç verdiği insanlardan biri de sabahattin ali.
aziz nesin ile birlikte emek harcadıkları farklı yayınlar olsa da, en bilineni sanırım markopaşa. mizah dergisi olarak çıkan derginin çoğunluk olarak maddi yükünü ali üstlenirken, pazara dağılması ve içerik gibi konularla ve ayrıca sabahattin ali'nin hapse atılmasının ardından bütün yükü tek başına aziz nesin üstlenmiştir. dergi büyük beğeni görmüş, onbinlerce basıldığı zamanlarda bile aynı gün tükenme başarısını göstermiştir. tabi bu iki zeki adamın başarısı cezasız kalmamış.. derginin basımı yasaklandıkça ali ve nesin daha çok basmış, kalemlerini daha da sivriltmiş. yayınlanan yazılar yüzünden açılan onlarca mahkeme bir yana, basılan matbaalara düzenlenen kundaklamalar ve tehditler sonucunda dergilerini basacak matbaa bulamaz hale gelmişler ve her dergiyi tek tek kendileri basmışlar. verilen emeğin büyüklüğü ve hiçbir zaman vazgeçmemiş olmalarının kararlığının kıymeti bugün bile hayranlık uyandırıyor.
sabahattin ali girdiği her ortamda dikkatleri üzerine çekebilen ve herkesçe sevilen biriydi. giyimine ve traşına özen gösteren, konuşurken kullandığı kelime seçiminden mimiklerine kadar hepsini dikkate seçen biri.. çok sayıda dostu ve bunlardan daha fazla düşmanı olmasının sebebi olan siyasi görüşü ise hiçbir zaman tam anlamıyla anlaşılamamıştır. o insanca yaşam için gerekli olanları illa bir yandan olmadan da söyleyebilmiş ancak bir zamanlar çok yakını olan insanlar tarafından bile suçlanmış, hedef gösterilmiş, zarar görmüş. bir zamanlar en yakınlarından olan hüseyin nihal atsız kendisine az çektirmemiştir. oysa onun fikirleri sadece "her insanın eşit ve sosyo-ekonomik olarak rahat yaşabilmesi gerekliliğinden" başka bir şey değildi. hatası politik bir insan olmaması ve fikirlerini söylemekten kaçınmaması, içinde bulunduğu ortama dikkat etmeden içinden geldiği gibi davranması olmuştur. bu sayede çok düşman edinmiş ama ben asıl dostları tarafından yeterince anlaşılmadığını düşünüyorum. maddi olarak sıkıntıya düştüğünde kendisine yardımcı olmuş olmaları bu gerçeği değiştirmiyor ne yazık ki.. çok kalabalık bir çevreye sahip olup, bu kadar yalnız bırakılmak tarifi zor zamanlar yaşamasına neden olmuştur şüphesiz.
fikirleri yüzünden hapishaneye düştüğü o zor zamanları yine en verimli geçiren insanlardan ali. kuyucaklı yusuf ve mahpushane türküsü * gibi şaheserler varsa, o kara günlerin sayesinde var. sürekli aynı sebepler yüzünden hapsedilmesi, gökyüzüne aşık olan bu adamın gökyüzünün ondan çalınmasına rağmen yolundan vazgeçmediğini gösteriyor. yalnız ve kimseye zararı olmadan, kimsesizce yürüdüğü o yol, kendi sonunu da getirmiştir.
ölümü bu ülkedeki milyonlarca kara lekeden biridir bence. bir insanı fikirleri yüzünden işkence ederek öldürmekten daha aşağılık bir şey yoktur. ölümünden sonra katilinin idamla yargılanıp, 4 yıla mahkum edilmesi ve 4 yıldan çok daha az bir süre yatıp salınması da zaten insanın zoruna giden bir başka durum. bir tarafta fikirler katlediliyor, diğer taraf bunu destekliyor. olan o güzel insanlara, güzel fikirlere oluyor. bu ülkeye hakim olan yönetimler değişse de, zihniyetler değişmiyor ne yazık ki.
sabahattin ali bilgisi, donanımı, kılık kıyafeti, hayat görüşüyle tam olarak bir türk aydını profili oluşturdu. karanlık zamanların aydınlık insanı olmak her insanın meziyeti değildir. bu meziyeti onu canım aliye, ruhum filiz dediği karısı ve kızına doyamamasına neden oldu.
kendisinin sözleriyle bitirelim o zaman bu yazıyı. karakterine dair en güzel izi şu kısacık paragrafta bulmak mümkün:
"demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi. tesadüflerin oyuncağı olacak olduktan sonra ne diye bir irademiz vardı? kullanamadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı? "
"çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek, bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?"
Yalın, betimlemesi kuvvetli, dili temiz ve anlatımı ile okuyucuyu kitabın içerisine alıp saran önemli bir türk yazarımız. fikirleri yüzünden yargılanmış hatta bedelini yattığı hapis ile ödemesi yetmemiş, öldürülmüştür. okumaktan keyif aldığım, dilini sevdiğim kitaplığımda kendisinin ayrı bir alanının olduğu, ailesi ile olan bir fotoğrafının bulunduğu yazar.
çok önceleri bu kadar popüler değilken paylaşmak da istemez herkes okumasın isterdim. hatta çok seneler önce otobüste yanımda oturan bir çocuk "içimizdeki şeytan"ı okuyordu. çok gıcıklanmıştım çocuğa niye okuyor diye. oysa ki okusun ne gereksiz bir kıskançlık, bencillik. sonrasında arkadaş çevremde çok fazla bilen okuyan olmadığını gördüm. sevdiğim insanlara kitaplarını alıp hediye etmeye başladım. bilsinler onlar da tanısınlar, okusunlar diye. bazen çay-kahve fotoğraflarına meze oluyor, anlayan anlamayan da bunu yapıyor ama olsun. geçenlerde bir markette basılmıştı hatta kitapları, ilk bir insan garip hissediyor ama en azından belki alır, okumaya çalışır okur ya da okumaz evine gelen bir karıştırıp bakar, tanır kafasına girdim.
geçtiğimiz dönemlerde "sabahattin ali’nin şehirleri" sergisi vardı. çok hoşuma gitmiş, beğenmiştim. tekrar olur ise kesinlikle gidilmesini tavsiye ederim.