bu başlık kişiye özel bir başlıktır
  1. Denedim, olmadı;
    Daha iyi denedim, daha iyi olmadı.

    Bur süreliğine denemelere ara veriyor ve diyoruz ki:

    Güneş batarken ardında tepelerin
    .mina koyayım hayatımdaki teletabilerin
    #278781 the ancient one | 3 yıl önce
    0kişiye özel 
  2. geçen sene eşim, migros'tan zeytin ağacı aldı. halbuki sadece şarap almak için girmiştik. ses etmedim.

    aradan bir kaç gün geçti ve antrede duran ağaca gözüm takıldı.
    "hanım..." dedim. "bizim evde ağaç var."
    birkaç saniyelik sessizlik ve hanımın "eeee?" dercesine duran bakışları sonrasında ekledim:
    "bizim evde neden ağaç var?"

    vakit geçti, bizim eve bir kedi geldi. vizyonsuz, karanlık toz tanesi dante efendi sehpanın üzerine çıkmayı öğrendiğinde bir anlığına aynı monolog kendini tekrarladi.

    "hanım..." dedim. "bizim evde kedi var."
    birkaç saniyelik sessizlik ve hanımın "eeee?" dercesine duran bakışları sonrasında ekledim:
    "bizim evde neden kedi var?"

    velhasıl, iki sorunun da cevabı yoktu.
    #261692 the ancient one | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    5kişiye özel 
  3. bir üstteki girdi olan numaralı gelişmeyi yazalı bir yıldan bir ay kadar fazla oldu.
    "her zaman yaptığım gibi mantığımı dinleyerek yoluma devam ediyorum..." diye bitirmiştim o girdiyi.

    bu girdiyi ise "her zaman yaptığım gibi mantığımı dinleyerek yoluma devam etme huyumu sikeyim!" diyerek açıyorum.

    hadi biraz günah çıkartalım :) #falanlarfişmanlar

    ----

    bir sene kadar önce iş değişimi ile hayatıma katmak istediğim heyecan çok fena götüme kaçtı ve takvimler mart 16'yı gösterdiğinde, pandeminin ayak sesleri gümbür gümbür gelirken hem de, firma sahibi hokus pokusçu totoşlar tarafından çok fena bir kazık yiyerek işten çıkarıldım. öyle bir kazıktı ki, hazmetmem uzun sürdü. ek olarak hırsımı alabilmek için altı ay kadar beklemek zorunda kaldım.

    iki hafta kadar önce "pandemi döneminde işsizlik" temalı bir ankete katılıp, anketi yapan doktora öğrencisi ile skype üzerinden bir görüşme gerçekleştirdik. bu sayede, 16 mart sonrası yaşadığım dönemi tekrardan gözden geçirme imkanı yakaladım. ne yaşadım, ne hissettim, ne durumdaydım... hepsini bir bir masaya yatırıp elden geçirdim ve üzerine, keyif amaçlı olmasa da, bir sigara içtim.

    o dönemin buhranından bahsedip kafa ütülemeyeceğim; ancak bir çok kişiye göre nispeten hafif atlatmış olsam da üzülmediğimi, daralmadığımı söyleyemem. düşmanımın bile yaşamasını istemeyeceğim bir depresyona sürüklüyor bu durumlar. iş yok, birikim yok, sırtımı yaslayabileceğim bir dayanak yok

    annemle kol kola girip metroya yürüdüğümüz bir akşam "doğalgaz alırsın eve" diyerek cebime para sıkıştırması kadar boğazıma düğüm olan bir an yoktur sanırım o günlerde.

    velhasıl kolları sıvadık, olmayan imkanlardan yola çıkıp "bir şey yapmalı" diyerek bir yola giriştik. çalıştığım her işte, kendi alanımın da dışında bir çok noktada görevlendirilerek iş hayatına devam etmek mahvetmişti beni; zira son iş değişikliğimin sebebi tam olarak da buydu. grafik tasarımcı olarak başladığım meslek yaşantıma web tasarım, e-ticaret, sosyal medya gibi eklemeler yapmıştım. bunların üzerine kurumsal işleri takip etme, dış ticarete bakma, fuarlarda çeviri yapma, müşteriler ile görüşme, gümrük işlemleri gibi bok püsür bir çok çeşit de eklenince çatlama noktasına gelmiştim.

    benzer yollardan geçip aynı bıkkınlığı yaşayan iki panda olarak bu günkü ortağım ve çocukluk arkadaşımla bir araya gelip "iki panda bir adam ediyoruz biz bu sektörde" dedik ve kendi e-ticaret sitemizi kurduk. ticaret konusunda nasrettin hoca'nın kütükleri 5'e alıp 3'e satıp, aradaki 2 ile de kendi geçimini sağlaması kadar(!) bilgiye sahip olan ben, adım adım sineğin kanadından yağ çıkarıp "yumurta almaya gerek yok, tavuk alalım önce yumutlatır kahvaltı yaparız, akşama da keser yeriz, total maliyet daha az olur" kıvamında bir manyağa dönüştüm.

    her ticari girişim gibi biz de ilk başta ciddi anlamda süründük. yapılması gereken iş fazla, gelir hala yok, harcamalar için kredi kartları tek kurtarıcı... sohbetimiz muhabbetimiz o günlerde çok iyi bir kaç dostun desteği ile işleri hızlandırıp, biraz da uykusuz kalıp ilk ticari atılımımızı gerçekleştirdik. birimiz grafiker birimiz web tasarımcı olunca ortaya çıkan ticari işletme direk e-ticaret oluyor doğal olarak. üreticilerle anlaşmalarımız yaptık, pazaryeri olarak bilinen büyük ticari sitelere giriş yaptık ve kendi e-ticaret sitelerimizi kurduk. böylece tarihler mayıs 2020'yi gösterirken oyuncu kupa'yı ve sevgi haritası'nı açtık.

    o günlerde yükselen pandemi tehlikeli ve başlayan karantina süreçleri de ayrı bir dert olarak omuzlarımıza yüklenmişti. öğretmen olan eşimin dersleri evden yürütmesi, gece 11-12'ye pat diye toplantı koyan ve ev ahalisini çileden çıkartan yöneticiler, telefonla konuşurken avazı çıktığı kadar bağıran alt komşu, meraklı mahalle sakinleri derken adım adım delirmek için tüm bileşenler tamamlanmaya başlıyordu.

    sonra yol haritamda bir değişiklik oldu. sadece e-ticaret ile hareket etmek evi geçindirmek için yetmeyecekti ve elimizde bir imkan daha vardı: "düşük fiyatlı hizmet veren online reklam ajansı" iki panda bir adam etmekten fazlası edebilir dedik ve freelance çalışan dostların da desteğini alarak bir adım ileri gitmeye çalıştık. attığımız adım henüz yere değmedi; ama altı ay önce geliştirmeye başladığımız iş sistemi ve ağı bir noktaya kadar geldi.

    o günlerde canhıraş çalışırken, kulzos ahalisinden tanıdığım ve ailem gibi sevdiğim bir çok kişi "aman ha dikkat, işkolik olma" diye uyardı.
    elbette bir işkolik oldum. öyle böyle değil hemde. tiksindiğim şeye dönüştüm.

    ben ki sabah işe giderken psp'den street fighter alpha 3 oynayan, gün içinde iş arasında kulzos'ta takılıp kalan boşlukta iş bilgisayarından mortal kombat 11'de fatality çeken, akşam eve dönerken 2 bölüm anime izleyen; eve geldiğim zaman iş ile ilgili şeyleri düşünmekten kaçınıp bilgisayarımı yakma pahasına doom eternal oynayan, uyku öncesi mutlaka 2-3 sayfa da olsa kitap okuyan bir adamdım. ben ki herhangi bir yere oturduğumda götüm rahat edene kadar kırk dakika özenle yayılan, elimdeki sigara bitmediği için gelen dolmuşa binmeyip bir sonrakini bekleyen bir adamdım.

    şimdi ise koltuğun ucuna oturduğumu ve bacaklarımı salladığımı belim ağrımaya başlayınca fark eden, sabahları ekrandaki işi halletmeden işemeye ve yüzünü yıkamaya gidemeyen bir deliye dönüştüm. kafam o kadar dolu ki yapılacakları planlamakla ve daha fazlasını üretmeye çalışmakla, sigara içmek gibi mola anlarında kendi kendime konuşarak ürettiğim hikayeleri düşünemez oldum. muhabbet kuşlarımla akşamları yaptığımız dertleşmelere vakit ayıramaz oldum. baş ağrılarım ve göz ağrılarım hatsafhada arttı.

    belirli bir gelir düzeyine ulaşana kadar o kadar çok taviz verip o kadar çok iş yükü üstlendik ki, iki panda aynı anda 5 farklı işi yapıp o sırada telefonla görüşüp müşterilerle iletişim kuracak kadar delirdik. bizimki bir multitasking rekoruydu kendi çapımızda. zaman zaman kendimi aynı anda direksyon sallayan, telefonla konuşan, sigara içen ve müşterilerden para toplayan dolmuş şoförü gibi hissediyordum.

    6 aylık süreyi geride bırakıp arkamıza baktığımızda gördük ki kısa sürede ciddi anlamda ilerleme kaydetmiştik. bir dijital ajansın portföyünü rahatlıkla dolduracak kadar sayıya ve çeşide sahip işler çıkarıp teslim etmiştik ve müşterilerimizin arasında uzun vadeli bizimle çalışmak isteyen, sistemini tamamen bize emanet edenler bile çıkmıştı. elbette bu sırada hayatımızdaki bir çok zevkten ve sorumluluktan feragat etmek zorunda kalmıştık. eskisi kadar bol zamanımız yoktu ve yapılması gereken hala bir çok iş vardı.

    aralık 2020'de işleri bir üst noktaya taşımak için kendimizi ağır bir kampa soktuk. elimizdeki işleri temizledik; yeni ve uzun vadeli anlaşmalar yaptık, yaptığımız işlerde bize destek olması için freelancer arkadaşlarla anlaşmaya başladık... bu sırada kendimizi tamamen dış dünyaya kapattık; çünkü işler başka türlü toparlanmıyordu. boşta kalan tüm zamanı ise ardı arkası kesilmeyen aile ve sağlık problemlerine ayırmak gerekiyordu çünkü.

    pandemi ve karantina süreçlerinin insan psikolojisi üzerindeki olumsuz etkilerinden nasibimizi alıyorduk. ne ben ne de bu işleri birlikte yüklendiğimiz ortağım pandemi koşullarından şikayetçi değildik; tam tersine bizim standart yaşamımız zaten karantina gibiydi. evden dışarı çıkmayı sevmeyen, kendi işini kendi halleden ve en önemlisi "evde olmaktan mutluluk duyan" pandalardık biz; ama herkes bizim gibi evcil değildi. evden dışarıya çıkamayıp da bunalan tüm o "aşırı sosyal" aile fertleri bize sardırdı. dolayısıyla işten arda kalan tüm zamanı da aile fertlerinin isteklerini ve problemlerini karşılamaya ayırdık.

    ne diyordum? hah, aralık 2020!
    hayatımda ilk defa günde 5 saatten az uyuyarak çalıştığım bir dönem yaşadım. kahveyi severdim; ama günde 2 litreye yakın kahve içip üzerine 3 demlik çay gömen bir manyağa dönüştüm. yeme düzenim bozuldu; ama hala şişmanım! az yemek sadece mevcut kilomu korumamı sağladı. rüyamda bile excel tabloları ve fiyat hesaplamaları gördüm.

    unutkanlık başladı! hem de tehlikeli seviyede.
    telefonda konuşurken not ettiğim ve anlık olarak yapmam gereken şeyleri unutuyorum. telefon kapandığı anda aklıma başka bir şey geliyor ve işleri karıştırıyorum. son günlerde azaldı; ama hala tam olarak bitirebilmiş değilim bu problemi.

    2021 başında bu işkolizm krizini bitirmeyi umuyordum; ama ocak ayının sonuna kadar sarktı bu süreç. problemler ve işler, iskender'in düğümü gibi tek darbede çözülmediği için adım adım ilerliyoruz hala. parasından pulundan geçtim, sadece kafa dinleyip sonrasında işleri bir adım ileri taşıyabileceğim bir ferahlığa doğru ilerlemek istiyorum. bu saatten sonra benden daha az vasfa sahip, sadece sermaye sahibi olduğu için "patron" olan andavalların kahrını çekemem. zaten sinir stres sahibi, küfürbaz ve şiddete meyilli bir adama dönüştüm; şu dakikadan sonra bana fırça çekecek patronun ağzına sıçar, masasındaki sümeni götüne sokarım. o yüzden elimdeki işi bir adım öteye götürmem lazım. buna mecburum.

    işlerin benim için bu kadar zor olmasının ve karmaşık ilerlemesinin tek bir sebebi var: "sıfır sermaye"
    biz bu işi tabir-i caiz ise köpek gibi çalışarak sahip olduğumuz bilgi ve biriktirdiğimiz yeteneklerle, yok denecek kadar az bir sermaye ile kurduk. kredi çekmedik, hibe almadık, borç almadık... cebimizde mutfak masrafı için beklettiğimiz para ile kemer sıkıp bu işi kurduk. bu yüzden bir çok girişimci için adım bile sayılmayacak gelişmeler bizim adımızdan büyük bir problem. yoksa ben de bilirim bir ofis tutup, 3-4 işinin ehli uzmanı işe alıp büyük işlerin peşinde koşturmayı. eldeki sermaye bitene kadar illa ki 1-2 büyük iş kapılır ve iş ağı geliştikçe devamı gelir.

    tüm bu karmaşaya rağmen kendimi artık daha cesur ve güçlü hissediyorum. hayata karşı umursamazlığım silindi gitti ve paniklemiyorum artık hiçbir problem için. sağlık problemleri hariç hemen her şeyin bir çözümünü bulacağımdan eminim.

    sadece biraz yoruldum. oturup dinlenmeye, biraz soluklanmaya ihtiyacım var.

    kulzos, hep bir nefes olmuştu bana.
    bir süre uzak kaldım; ama tekrar buradayım.

    ---

    şimdi yazdıklarıma bakıyorum da tepeden buraya...
    zahmet edip de okuyanın gözlerinden öperim.

    rahmetli can yücel gibi diyeyim ben de bitirirken: bu gün de çok kafa siktim!

    :)
    #238982 the ancient one | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    2kişiye özel 
  4. in the name of merlin's beard diyerek başladık haftaya ve yeni işe.

    asgari ücret artışının canhıraş konuşulduğu bu günlerde yeni bir işe geçiş yapmak, bahtımıza düşen ancak bir türlü gelmeyen kutup ayısına "açtım, bekliyorum!" demekle eşdeğer tehlikelere sahipti ve ben, kendim, bizzat bu tehlikenin farkındaydım. zaten bu hayatta ne geldiyse başıma, bilerek ve isteyerek yaptığım şeylerden geldi. bilmeden ve istemeden yaptığım her şeyin sonu güzel sonuçlanırken, mantığımı kullanarak gerçekleştirdiğim tüm işlerin sonunun boka batması, zaman zaman da olsa, "bu terste bir işlik var???" diye düşünmeme sebep oluyordu elbette.

    yine de sevgili dostum 'in de defalarca belirtmiş olduğu gibi hayatımdaki tüm açmazların, çıkmazların ve problemlerin "iki ucu boklu değnek" kıvamında olması sebebiyle "hangi yana düşersem düşeyim fark etmiyor." diyerek mantığımla karar verdiğim yola yürümeye devam ediyorum.

    dün sabahtan geldik başladık yeni işe. daha ilk günden bir çok falso ile karşılaşmış olsam da, yine ben, kendim, şahsen... her zaman yaptığım gibi mantığımı dinleyerek yoluma devam ediyorum...
    #168624 the ancient one | 5 yıl önce
    0kişiye özel 
  5. bir nefeslik rüzgar lazım...
    az kaldı, herşey çok güzel olacak.
    #166618 the ancient one | 5 yıl önce
    0kişiye özel 
  6. son zamanlardaki ruh halim : streamable.com/...
    #136288 the ancient one | 6 yıl önce
    0kişiye özel 
  7. bir mezvudaki düşüncemi/hayalimi/planımı anlattıktan sonra
    yırtık dondan atlar gibi karşı argüman sunmaya çalışan bebelere bazen "sorduk mu yarraaam" diyesim geliyor.
    bazılarının kum havuzunda oynamaya devam etmesi gerek.
    #89873 the ancient one | 7 yıl önce
    0kişiye özel 
  8. hayaller
    vs
    hayatlar
    #81626 the ancient one | 7 yıl önce
    1kişiye özel 
  9. bütçe planlaması önemli şey.
    sıkıntısız bir şekilde tüm faturalarımı ve borçlarımı ödeyip ay sonunu kapatabilmem için her ay en az 2 adet freelance iş bulmam gerekli.
    ancak son 2 aydır işler o kadar durgun ki, ikinci el fotoğraf makinesi alabilmek için ufak ufak kenara attığım parayı bile harcamak zorunda kaldım :)
    şu anda sıfıra sıfır düzlemiş gibiyim hesapları; ama yakında eksiye düşerim bu gidişle :)
    #81625 the ancient one | 7 yıl önce
    1kişiye özel 
  10. inanıyorum ki bahtsız bedevilerin daimi dostu olan kutup ayılarının inlerindeki "hall of the fame" köşesinde benim de fotoğrafım var.
    #80304 the ancient one | 7 yıl önce
    1kişiye özel 
  11. 'in yazısı üzerine 'i dinlemek için spotify'ı açtım.
    "arkadaş aktivitileri" yazan stünda hanımın ismini gördüm; hemen altında ise dinlediği şarkının ismi: "selami şahin - iyi ki varsın"
    #79992 the ancient one | 7 yıl önce
    0kişiye özel 
  12. Kari Rueslatten
    liv kristine
    anneke van giersbergen
    tarja turunen
    Cristina Scabbia
    Sharon Del Adel
    Floor Jansen
    Maria Brink
    ve elbette
    Simone Simons

    'den olup da benim atladığım kaldı mı?
    #66290 the ancient one | 7 yıl önce (  7 yıl önce)
    0kişiye özel 
  13. Uzun zamandır elime kalem alıp yazmadığımı fark ettim.

    Kelimeleri toparlamak zor geliyor. Sanırım belirli şeylere ara verdikçe tekrarlamak zorlaşıyor. Bu yüzden “alışkanlıklar” dediğimiz şeyler de aynı hızla üzerimize yapışıp, yakamızı bırakmakta zorlanıyorlar.

    Klavye ile o kadar içli dışlı olmuşum ki, kalem tutmayı unutmuşum. Bugün bir kurşun kalemi elime aldım ve onun bir kurşun kelam olduğunu fark ettiğimde yaptığım ilk şey koklamak oldu.

    İnsan, özleyen bir varlıktır ve kokular da özlenir.
    #57102 the ancient one | 7 yıl önce
    0kişiye özel 
  14. uzun zamandır kulzos'a girip bir şeyler yazmaktan uzak duruyordum.
    bu bir nevi kendimi cezalandırma yöntemimdi.

    sebebi ise dergi.
    geçtiğimiz ayında dergi fikrini ilk ben ortaya attım. sözüm ona mayısta çıkaracaktık; ama bir türlü olmadı.
    haziran oldu; yaklaşan düğün hazırlığı ve sağlık problemleri sebebiyle ilgilenemedim.
    temmuz oldu; düğün telaşı, iş yoğunluğu, problemler derken kaldı.
    ağustos oldu; önce balayı mevzusu sonra bayram sonrasında benim hastanelik olmam derken vakit aktı geçti.

    velhasıl, üç gün önce desteyi yenide karıp başladım sayfaları yerleştirmeye.
    ve şu anda %98'i bitti.
    bir kaç ıvır zıvır bittikten sonra basıma ve yayına hazır olacağına göre,
    ben de yeniden yazmaya başlayabilirim.
    #56229 the ancient one | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  15. , tüm mitolojiler ve dinler içerisinde en çok etkilendiğim ve en çok sevdiğim "simge" olmuştur yaşadığım 26-27 yıllık ömür içerisinde.

    Odin The All Father / Odin The All-Wise

    Odin, ilk tanrısal varlık değildir, sonuncusu da olmayacaktır elbette; ancak en güçlüsüdür. Gücünün temeli ise dokuz diyarı bir arada tutan yaşam ağacı yani 'in köklerindeki bilgelik kuyusuna, her şeyin bilgisine sahip olmak adına bir gözünü feda etmiş olmasıdır.

    Odin var olmuşların, var olanların ve var olacakların en bilgesidir.

    ***

    Yıllar önce bir aile sohbeti sırasında dayım akıl almaz hatıralardan ve anılardan ve bilgilerden oluşan bir sohbetin odak noktası olmuştu. Akşam boyunca anlattıkça anlatmış, herkesin kendisini dinlemesini sağlamış ve kimsenin kolay kolay ulaşamayacağı bilgileri aktarmıştı. O gün dikkatimi çeken ve beni etkileyen en önemli nokta, herkesin pür dikkat dayımı dinliyor oluşuydu. Bir insanın, diğerleri önünde bu kadar dikkate değer görülmesine ve saygıyla dinlenmesine sebep olan ne kan bağıydı ne de yaş. Tek sebep "bilgi"ydi. O adam, o akşam için salonda bulunan herkesten daha fazla bilgiye sahipti.

    ***

    Zorla götürüldüğüm ve hırsımdan yanıma bir bavul dolusu kitap alıp kendimi kitaplara gömdüğüm bir yaz tatilinde, denize girmediğim için annemden dayak yedikten sonra beni sakinleştirmeye çalışan teyzem bir soru sormuştu: Neden bu kadar okuyorsun?

    Cevabı basitti aslında: Bilmek için!

    ***

    Tek bir konuda her şeyi bilmek mi yoksa her konuda bir parça da olsa bilgi sahibi olmak mı?
    Zaman zaman arkadaşlarımla yaşadığımız tartışmaların temelinde olan bir konudur bu. Her konuda olduğu gibi bu konuda da kendi içimizde iki parçaya bölündük:

    Bir taraf, insanın tek bir konuda uzmanlaşmasını ve en iyi olmasını savunurken, benim de içinde yer aldığım taraf, her şeyin bilgisinden az da olsa edinilmesi gerektiğini savunmakta. Üniversitede başlayan bu tartışmanın sonunda kimse karşısındakini yenemedi; ancak birbirimizi anlamak için bakış açılarımızdaki farklılıkları anladık.

    İnsan, sürekli olarak kendini geliştirmeye meyillidir. Uygun motivasyon ve imkan ile üç senelik standart bir çalışma ile herhangi bir konuda ortalamanın daha üzerinde bir profesyonelleşme sağlanabilir. Tek bir konuda uzmanlaşmayı savunanların argümanları basitti: Hayata adapte olmak ve bir meslek sahibi olmak için, ele aldığın mesleğin en iyisi ol ve en daha yüksek getiri elde et. Haklılardı, Japon tipi bir kişisel gelişim anlayışı için gayet ideal bir durumdu bu. Yaptığın işte en iyisi ol ve herkes seni arasın. Ancak bu, bilgiye ve öğrenmeye aç zihinleri köreltmekten başka bir işe yaramaz diye düşündüm hep.

    Hayatımda en nefret ettiğim ve utandığım şey, bir soru sorulduğu zaman "bilmiyorum" cevabını vermektir. Birisi bana bir soru soruyorsa mutlaka ama mutlaka, tek cümlelik de olsa bir cevabım olmalıydı benim veya insanların sessiz kaldığı anlarda, sessizliği kırmak için anlatacak enteresan bir hikayem olmalıydı.

    Bu yüzden bilmek zorundaydım.
    Bu yüzden öğrenmek zorundaydım.

    ***

    Çocukluğumdan bu yana fantastik olan her şeye, dolayısıyla mitolojilere ayrı bir zaafım oldu.
    Ortaokuldayken Yunan Mitolojisi ve Mısır Mitolojisi üzerinde erişebildiğim tüm kaynakları okumuştum. Lisedeyken Helen Mitolojisi, ulaşabildiğim Afrika Mitolojileri ve Asya Mitolojisine merak salmıştım. Üniversitede ise, çizgiromanların da etkisiyle İskandinav Mitolojisini ezberledikten sonra kendimi Orta Doğu ve Sümer Mitolojilerini incelerken buldum. Sümer'e uzanan her konunu bir şekilde İbrahimi Dinlere bağlanması zaten kaçınılmaz benim için. Sonrası malum...

    Okuduğum ve aklıma kazıdığım tüm bu mitolojiler içerisinde beni en derinden etkileyen karakter, İskandinav Tanrılarının Kralı Odin oldu.

    Odin The All-Wise / Her Şeyi Bilen Odin

    Tek gözünü bilgi için feda eden ve bir kuyunun dibine atan;
    Dokuz diyarı yönetip geleceğe yön veren;
    Her şeyi gören, her şeyi bilen;
    Savaşları başlatıp bitiren;
    Her şeyin babası,
    Her şeyin Tanrısı.

    ***

    Bazen erişebildiğim tüm kitapları toplayarak medeniyetten uzakta bir kıyı şeridine kaçıp gitmek istiyorum. Okuduğum kitapları üst üste koyarak bir ev inşa edip, o evde kök salmak; sahili dolduran kum taneleri kadar bilgim olduğunda ise o evin içinde, kitaplarımla bütünleşerek gözlerimi kapatmak...

    Zırhı ve kılıcı olmayan bir Odin olmak.
    #49247 the ancient one | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  16. eğer bu hayatın sonunda delirmeyeceksem çok üzülürüm.
    bak bu kadar geldik, ramak kaldı... biraz daha sıksalar balatayı yakacağım.
    #48069 the ancient one | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  17. nisan - mayıs 2017 olumsuz gelişmeler:
    -kronikleşmiş işe geç kalma problemi
    -başkalarının yapması gerekenleri bir türlü yapmamasından kaynaklı yaşanan iş tıkanmaları
    -sürekli hasta olan ve durumu düzeltmek konusunda sızlanmak dışında hiçbir şey yapmayan aile bireyleri
    -bıkkınlıktan hiç biri ile ilgilenmeyince başlayan "umursamıyorsun!" sitemleri
    -maddi olumsuzluklar
    -ek iş / freelance iş bulamamak, ek gelir oluşturamamak
    -harcamaların artmaya başlaması ve bu artışın engellenememesi
    -uzun vadeye ertelenen borçlar (çok olmasa da can sıkıyor)
    -içtiğim sigaranın tat vermemesi
    -demliğe küp şeker atan yavşak yüzünden iş yerinde çay içememek
    -son 10 sayfası kalan kitabı bir türlü bitirememek
    -adult arşivimin olduğu harddiskin yere düşürülüp arızalanması

    nisan - mayıs 2017 olumlu gelişmeler:
    -şekerden sonra kahve kremasını da tümden hayatımdan çıkartmak
    -heartstone'da güzel bir deste yapmak
    -wallpaper engine denilen zımbırtıyı bulmak (yeni bir oyuncak çıktı bana)
    -hdd'yi güç bela çalıştırıp arşivi kurtarmak.

    ---------------------
    şöyle yazdıklarımı okuyorum ve kendi kendime verdiğim tepki: i.hizliresim.com/...
    #40317 the ancient one | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  18. ilk okul ikinci sınıftayken kulaklarımda ileri derece işitme kaybı oluştu ve iki kulağımdan da operasyon geçirmek zorunda kaldım.

    yapılan operasyonda (hatırladığım kadarıyla) kulak zarı delinerek iç kısma "tüp" adı verilen bir malzeme yerleştirmişlerdi. operasyon sonrası duyma yetimi tekrar kazanmıştım; ancak bir husus vardı ki, uzunca bir süre hiç bir suretle kafama darbe almamam gerekliydi.

    evi ocağı yanasıca o zamanki ilkokul öğretmenime, annem durumu izah etmesine rağmen, kadın uyarılara pek kulak asmamıştı ve ödevleri eksik yaptığım için üç kez çok ciddi dayak atmıştı bana sınıfta.

    sonuç: geçici (kalıcı olması muhtemeldi) sağırlık ve üst üste dört ağır operasyon daha.
    o zamanki doktorum, adı ibrahim'di hiç unutmam, "şans yüzümüze güldü, istediği kadar müzik dinleyebilirsin bundan sonra" demişti.

    umursamaz bir delinin yüzünden tamamen sağır olmanın kıyısından dönmüştüm. attığı dayağın görüntüsü hala zihnimdedir.

    her neyse; sonuçta %6 işitme kaybı ve zaman zaman duyduğumu anlayamama gibi bir hatıra bırakmıştı bu travmatik olay bana.
    #33828 the ancient one | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  19. Ölüler dans edebilir miydi?

    Ya da bir android, tanrısal güçlere kavuşabilir miydi?

    Uzaktan bakan birçok göze saçma gelse de, bir dağ trolünün kuzeyli bir savaşçıya yaktığı ağıtı dinlerken, zihnimde dolanan tüm imkânsızlıkların gerçek olmasını diliyordum.

    Yıllarca süren çabalamaların, yaşadığım dünyayı donuk bir griye bürümesi çok uzun sürmemiş olsa da, asıl zaman alan benim o griliği fark etmem olmuştu. Çocukluğumdan kalma oyuncaklar, bibloların arasında duran fotoğraflar, duvardaki kurmalı saat, sokaktaki siluetler? 1930'lardan yıllardan kalma solgun ve yorgun, siyah beyaz filmlere benzemişti her şey.

    Işık, üzerine düştüğü cisimlerden yalnızca beyaz rengi yansıtıyordu ve tüm beyazlıklar, karanlıkta kalan siyahlıklarla yoğrularak anlamsız grilere dönüşmüştü.

    Yalnızlıkla yaşanan zamanlarda havanın hep kapalı ve yağmurlu olması, garip tesadüf olmanın çok ötesindeydi. Yüzümü görmek için eğildiğim gölün sularında siyah bulutların yüzdüğünü gördüğümde suçu hiç düşünmeden mevsimlerin kararsızlığına atmıştım.

    Oysa yazın tam da ortasında, gökyüzünün siyah entariler giymiş olmasının altında zamanın yalnızlığı gibi bir sebep yatmaktaydı.

    Gri bir dünya, karanlık gökyüzü, kimsenin yaşamadığına dair kesin inançlara sahip olduğum bir şehir? Boş sokaklarda yürürken binalar arasında yankılanan hüzün, tabloyu tamamlayan son parça olmaktaydı.

    Her anı birbirine benzeyen böyle zamanlarda, etrafı daha fazla kaplamaktan geri kalmıyordu hüzün. Parktaki salıncaktan çay bahçesindeki boş bardaklara kadar her şey ağır bir yük taşır gibi bitkin duruyordu. Pencereden içeri giren rüzgâr, masada duran fincanı devirirken dahi hiç olmadığı kadar zorlanıyordu.

    Kırılan parçaları toplarken parmağımdan damlayan sade kırmızılıkta saklı gibiydi aslında tüm cevaplar. Masanın altındaki o ufak alanda, içerisinde yaşadığım dünyanın parça parça yok olup gittiğini hissediyordum.

    Dört bir yanı kaplayan katı grilik, gökyüzünü esir alan yağmursuz siyah bulutlar ve boş sokaklar, duvarlar arasında yankılanan hüznün en sevdiği misafirleriydi ve hüzün, yalnız zamanların dimi yoldaşı olmuştu.

    Bazı şeylerin değişmesinin sadece istemekle mümkün olmayacağını anlayacak kadar yaşamış sayabilirdim kendimi. Ne tepemde duran gökyüzünü ne boş sokakları ne de ağırlığını her fırsatta hissettirmek gibi sadist hobileri olan hüznü isteyen ben değildim. Kimilerinin dediği gibi basit bir şekilde vuku bulmuştu her şey:

    "Ben yalnızca duruyordum; ve onlar geldi!"

    Yine de bozkırı kaplayan çalılar, en az aynadaki yansımam kadar inanmıyordu olayların bu kadar yalınlıkla gerçekleştiğine. Oysa büyük uğraşlar sonucunda da olsa, çay bardağının yanında duran yarım şekeri dahi inandırmıştım.

    Sebep tekti. Her bir çıkmaza uzanan yollar bende birleşiyordu ya da ben çıkmaza uzanan birçok yolun tam ayrım noktasında duruyordum. Neden, diye sorulsa anlatacak çok şey çıkardı ortaya. Sayfalar hatta ciltler dolucu cümleler kurulur, tüm mürekkepler tükenene dek kelimeler sıralanırdı; ama nihayetinde o kısacık soruya verilecek tüm cevapların kesin toplamı hiçbir zaman dile getirilemeyecekti.

    Yalnızca aynadaki suretlerin duyulmayan seslerinde bulunabilirdi o cevap?

    "Oysa 'Geçenlerde yine bir başımayken...' diye başlayan cümlelerim pek çoktu benim."

    [18.11.2008]

    ***

    bu yazıyı dün gece eski defterlerimden birinde buldum.
    yazdığım zamanları hatırlıyorum.
    bu yazıdan bir hafta sonra, uzun süredir devam eden ağır depresyon yüzünden hayatıma son vermeye kalkışmış; kıl payı başarısız olmuştum.
    uzun bir aradan sonra, gecenin bir yarısında eski hatıraları canlandıran kelimeleri okumak, öldüğü zannedilen bir dostla yıllar sonra tekrar karşılaşmak gibi hissettiriyor.
    #33003 the ancient one | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  20. bazı şarkılar vardır, dinlediğiniz zaman anlamsız bir huzur verir yüreğinize.
    hafiflediğinizi hisseder; günün anlam ve önemi denilen saçmalıkların üzerinize yüklediği gereksiz stres ve telaştan arınırsınız. şarkının tınılarındaki sakinlik kulaklarınızdan girip damarlarınıza karışı; kanınızın taşıdığı oksijenin yanına kurulur ve tüm vücudunuza yayılır. göğsünüzün ortasında bir ateş topunun patlayıp da sıcaklığını parmak uçlarınıza kadar dalga dalga ulaştırır.

    müzik seçimlerimdeki tezatlığı tam da böyle zamanlarda fark ettim. 'in solisti , yalnızlığın açresi bulmuşlar derken veya vazgeçtim ben bu gün 'ü seslendirirken o rahatlama hissinin parmak uçlarıma kadar yayıldığını hissettim. kimilerine göre karamsar ve iç bunaltıcı gelebilecek sözlerin, aslında insanı ne kadar hafiflettiğini anladım.

    , albümlerini yayınladıkları gün, bir şekilde moth into flame parçasını öne çıkarttılar. oysa albümün içinde, diğer tüm şarkılara taş çıkarabilecek bir eser vardı benim için: halo on fire! . şarkının 6:13'ten sonra yer alan melodisi ve james abimizin "helo darkness, say goodbye" sözlerini defalarca tekrar etmesi, rahmetli şarkılarında bile bulamdığım bir huzuru hissettirmişti bana. benzer bir şekilde, tüm seslerin üst üste bindiği ve tabir-i caiz ise kafa ütülemesi son derece mümkün olan lost horizon - pure parçasını dinlerken de kendimi gerşemiş ve aptal bir mutlulukla sırıtırken yakalıyorum. milletin headbang yaptığı şarkılarda, iki parça meze ile bir duble rakı parlatıp efkar dağıtabilecek duruma geliyorum adeta.

    benzer bir şekilde 'ın, genel olarak kasvetli bir hava çizen cain parçasını dinlerken de karanlıktan ziyade aydınlığı hissediyor olmam da, ayarları bozulmuş ve tepetaklak olmuş müzikal algımın bana sunduğu minik hediyelerden birisi ve öyle zannediyorum ki, mine is the grandeur 'u veya lua d'Inverno parçasını dinlerken gaza gelmem, kutupları ters dönmüş müzikal auramın iki yakasındaki problemli eşitliği sağlamakta.

    tahminimce üretim sırasında benim çakralarımı ters dizdiler...
    aklıma başka bir açıklama gelmiyor...
    #32363 the ancient one | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  21. dövüş oyunlarında beni yenebilen tek bir adam var;
    o da ta ebesinin nikahında oturduğu ve gelemediği için oyun oynayasım gelmiyor.
    oysa ne güzel önce oyunda sonra gerçekte birbirimizi dövüyorduk.
    iyi stres atıyorduk...
    #29287 the ancient one | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  22. üç beş yıl kadar önce, üniversitedeki arkadaşlarımdan birisi kindle denilen zımbırtıdan bahsettiğinde, her klişe sever gibi "kitabın kokusu almadan, sayfasını kıvırmadan olur mu yeeaaaa" demiştim. elektronik kitap okuyuculara karşı bu tavrımı uzun bir süre devam ettirdim. ta ki benden yaşça büyük bir arkadaşımın elinde -tesafüden- kindle görene kadar.

    makine üzerine kısa bir sohbetten sonra ona da aynı narayı çekmiştim;
    "kitabın kokusu almadan, sayfasını kıvırmadan olur mu yeeaaaa"

    aldığım cevap ise lafı ağzıma tıkmaya yetmişti:
    "derdin kitabı okumak mı yoksa kitabı s.kmek mi? yok ben kitap okuyacağım, nicelik değil nitelik önemli benim için diyorsan, alacaksın bu aletten bir tane, atacaksın içerisinde dört bin civarında e-kitabı, çevir çevir oku istediğin kadar. kitapların tanesine on lira desen, otuz kitapta makine kendini amorti ediyor ki okuyacağın kitaplara bakılırsa on veya on beş kitapta bile amorti edersin. ama yok ben illa kütüphane kuracağım, kitap fetişim var, okumasam da olsun onlar, para o kadar çok ki her ay yüz elli iki yüz gömerim kitaba diyorsan, o da senin bileceğin iş."

    velhasıl hayatımda yaptığım en güzel, en kıymetli harcamayı yapıp kindle aldım kendime.
    bu makinenin benim ifade ettiği iki önemli durum vardı:
    1-kendi maaşımla kendime aldığım ilk şeydi.
    2-annemin görüp de "ne gereği vardı" demediği ilk harcamamdı.

    şimdi sağda solda e-kitap/e-book okuyucu tartışmalarını görünce, merakımdan girip okuyorum. "yok lan gerçek kitabın yerini tutar mı" diyenleri gördükçe de aklıma, beni kindle almaya iten cevabı hatırlıyorum.

    bu kindle denilen zımbırtı sayesinde "vakit bulup da okuyamıyorum/yanımda kitap taşıyamıyorum" bahaneleri de uçtu gitti.

    ilk önce muazzez ilmiye çığ'ın kitaplarını bitirdim,
    sonra halil cibran'ın ktiaplarını,
    peşinden yüzüklerin efendisi ve silmarillion başta olmak üzere tüm j.r.r.tolkien kitaplarını,
    ardından ahmet ümit kitaplarını...
    son zamanlarda ise ihsan oktay anar'ın tüm kitaplarını okumak gibi bir misyon üstlendim
    ve bu misyonumu tamamlamama sadece bir kitap kaldı.
    i.o.anar sonrasında ise bir kocakarının tavsiyesi üzerine neil gaiman kitaplarına başlayacağım.

    yukarıda saydığım kitapların maddi değerlerini topladığım zaman, çoktan 2-3 kindle parasını çıkarttığımı gördüm geçenlerde.
    "tamam" dedim "bundan sonraki kitapları keyf için okuyabilirim." ^^
    #28216 the ancient one | 8 yıl önce
    2kişiye özel 
  23. zaman yönetimi önemli şey...

    "insanlar nasıl başarıyorlar" dedi.

    "neyi" dedim,

    "hepsine yetişmeyi," dedi. "...iş, okul, ev, kişisel gelişim, eğlence, muhabbet... nasıl yetişiyorlar?"

    "zamanı bölüp birleştiriyorlar ve bazı şeylerden feragat ediyorlar." dedim kahvemi yudumlarken. suratındaki ifadeden yola çıkarak, söylediğim şeyi anlamadığı sonucuna ulaşmak zor olmadı.

    "bak şimdi," dedim sigaramı yakarken. "günde ortalama 10 saatimiz işte geçiyor. bu benim için on iki saate kadar uzuyor biliyorsun. benim etrafımdaki bir çok insan akşam 11:00 sabah 6:30-7:00 arası uyuyorlar. pazartesinden cumaya çalışıyorlar ve bu rutin pek bozulmuyor. akşam eve geldiklerinde yemek, çay ve tv karşısında pinekleme modundan sonra uykuya dalıyorlar ve gün bitiyor. senin hayret ettiklerin ise bu döngü içerisinde sınırları zorlayarak kendilerine zaman yaratmayı başarıyorlar. mesela ben işe gidip gelirken kitap okuyorum ve bir yandan da spotifydaki listeleri karıştırarak yeni şarkılar buluyorum. eve geldikten sonra yemeğimi yiyip, huzura erip kendimi odama atıyorum. sistemin oyun bulmasını beklerken bile arka plandan ikinci bir oyun daha oynuyorum veya birşeyler okuyorum. hiç olmadı aklımda olan şeyleri sözlüklere yazıyorum. oyun oynarken her raund öncesinde, sonrasında, arasında, ölünde, dirilmeye 90 saniye varken bizim elemanlarla mesajlaşıyorum. sonra senin uyku vaktin geliyor saat 10 civarı, ben hem oyun oynayıp hem de seninle sohbet ediyorum. saat 11'den sonra ortalam 1'e kadar internette gezinip veya hikaye yazıp düzenlemelerimi yapıyorum ve yatıyorum."

    gözlerini fal taşı gibi açtı, öyle bakakaldı. "yorulmuyor musun?" diye sordu sadece.

    "hayır" dedim. "elimden gelse uykuyu biraz daha esnetip daha çok işe vakit ayıracağım; ama bir yerden sonra vücudum iflas ediyor o yüzden yapmıyorum."

    "ben eve gelince yemeği zor yiyip, hiçbir şey yapmadan televizyona bakıyorum, saat 11 olmadan da uyuyakalıyorum." dedi.

    sen nasıl başarıyorsun bu kadar düz yaşamayı, diyecek oldum; ama sustum. gülümsedim sadece. hayret etmesi gereken bendim bana göre. bu kadar düz bir hayat benim için delitici olurdu sanırım, diye düşündüm. aynı anda bir çok işi yapmaya o kadar alışmışım ki, sadece tek bir iş yapmam gereken anlar olduğunda sıkıntıdan çatlamaya başlıyor ve bu yüzden neredeyse bir senedir film ve dizi izlemekte zorlanıyordum.

    olayı daha fazla büyütmemek için susmak en iyisi gibi geldi ve ben de bir sigara daha yakıp öyle yaptım.
    #27126 the ancient one | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  24. hayatımın hiçbir döneminde sosyal medyada veya bilgisayar ortamında aldığım "like"larla ilgilenmedim.
    yapacağımı yaptım geçtim hep.
    çünkü hep saçma sapan bir aldatmaca olarak görünüyordu bu "like" işi. hele ki insanların nasıl bağlandığını, "like" için ne kadar kendilerini düşürebildiklierini gördükçe iyice soğudum sosyal medya denilen çukurdan.

    zaman geçtikçe tüm hesaplarımı kapattım ve belirli takıntılarım yüzünden tumblr dışında hiçbiriyle ilgilenmedim.

    ama

    portfolyo yayınlamak için açtığım behance hesabına gelen her "like" beni mutlu etmeye başladı.
    durumu fark ettiğimde, kendi kendimi yadırgadım ve eleştirdim.
    sonra düşündüm ki bu durum farklı, burada gelen beğeniler ve beni gerçekten mutlu ediyordu.

    peki aradaki fark neydi?

    fark, en kısa tanımlamasıyla "amaç"tı.
    behance'de paylaştığım şeyler, herhangi bir sosyal mecrada görülemeyecek, tamamen kendi tasarımım olan, özgün ve işe yönelik şeylerdi.
    oradaki her bir çalışma bana aitti; emeğim, zamanım, düşüncem, hayallerim vardı her bir tasarımda.
    ve benim gibi tasarımla uğraşan, yaratıcı, üretici insanlar bu çalışmaları görüp beğeniyorlardı.
    bu yüzden behancede gördğüm her bir like bildirimi beni mutlu ediyordu.
    her bir beğeni, birilerinin çalışmalarıma göz attığını, incelediğini gösteriyordu.

    eskiden grafik tasarımla uğraşan insanların çalışmalarına baktığım zaman "vay arkadaş, nasıl güzel şeyler yapıyorlar" diyodum.
    şimdi kendi portfolyoma bakınca da sırıtmaya başlıyorum "güzel olmuş yav" diyerek.

    elle tutulur bir şeyler üretmek, gerçekten ayrı bir mutluluk.
    #26473 the ancient one | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  25. "tarihin ötesindeki zaman" deyişine her zaman tav olmuşumdur.

    mistizmin başladığı yeri tarif eder bu söz öbeği benim için.

    tarih dediğimiz, genel tanımlamada "yazı"nın icadıyla başlar; fakat "zaman", tarihle bir tutulamayacak kadar geniş ve farklı tanımlamalara sahiptir.
    insanoğlu, bu gün, sümer tabletlerinde anlatılan mistik ve doğaüstü olayların bile gerçekliklerini çözmeye başladı. anlatımdaki mistizmi söküp, gerçekte neler olduğunu ortaya koydu. bilimsel gelişmelerin ortaya çıkarttığı bu durumum her ne kadar taktir ediyor olsam da, benim gözümde olayın tüm heyecanını bitiriyor aslında.

    mistizm, tanrılar, doğa üstü betimlemler, bu günün insanlarının soyut olarak tahayyül edebildiği; ancak eskilerin somutlaştırmak ve hiayelerle desteklemek zorunda kaldığı tüm o enteresan ve eğlenceli olgular bütünü, bilimsel çözümlemelerin beyaz ışığında "onca uçan kaçan garip olay aslında bu muymuş" dedirten bir basitliğe dönüşüyor.

    oysa dünyanın yuvarlak olduğunu bile bile, boşlukta süzülen bir kaplumbağa sırtındaki dört filin üzerinde duran düz dünya betimlemesiyle haşırneşir olmak, fazlasıyla eğlenceli oluyor benim için.

    tanrılar, tanrıçalar, gökyüzünde gezinen boğalar, seks partilerinden hallice tapınma törenleri, gökyüzünden inip prenseslerle çiftleşen kurtlar (ki zeus'un kaçamaklarını da hesaba katarsak, bu iki durum bestiality'nin ne kadar eskiye uzandığının kanıtıdır bence), demir dağları eritip kendini aşan insanların az daha ötesinde, karlı dağın tepesinde yaşayan ve lir çalan ejderhalar, ortadoğu coğrafyasında kerhane, güney amerikada insan kurban etme alanı kıvamında kullanılan zigguratlarla birlikte etkileşimin az, öz ve garip olduğu; davud'un goliath'a "daş yok mu daş" kıvamında kafa tuttuğu, inanna'nın sahip olup elinde tutamadığı için düşman kesildiği gılgamış'a etmediğini koymadığı, daha da öncesinde marduk'un talmat'ı yenmek için tüm tanrıların güçlerini kendine toplayıp süper saiyan'a dönüştüğü, konacak yer bulamadan sürekli uçan ve bu yüzden ayakları olmayan huma kuşunun sonsuz yolculuğuna devam ettiği zamanlar...

    bu gün burada, bilgisayar başında oturup bir yandan tasarım yapıp bir yandan da bunları düşünmek yerine, ur kentinin bir kenarında güzel kılıçlar ile mızraklar üretip, akşam olunca da zigguratlarda hikayeler dinleyip, ab-ı hayatın tadına varan ve dünyayı orta doğudaki bir kaç şehirden ibaret zanneden bir demir ustası olmayı tercih ederdim.
    #26465 the ancient one | 8 yıl önce
    0kişiye özel