Beğenmek ve beğendirilmek için evrensel baskı uygulandığını düşündüğüm kişi.
Ben şahsen çok beğenmem, çok manâlı derin bir irfan sahibi olduğunu da düşünmem. Rahat geçinmek için otoritelerle arasını her zaman iyi tutmuş bir ulemadır benim gözümde, her feodal toplumda kendisinden ekseriyetle bulunabilir.
bir filozof, bir şair, bir yazar... daha fazlası değil. önüne getirilen 'hz.' ifadesi nedeniyle, insanların büyük bir kısmı kendisini bir ulu, bir dini lider, kutsal bir değer olarak görse de, aslen 'hz.' ifadesi bir saygı ifadesidir.
yazdığı mesnevi, edebi ve felsefi açıdan oldukça değerli bir eser olmakla birlikte, herhangi bir kutsiyeti yoktur. beyitler halinde yazılmış hikayeler ve bu hikayelerden çıkarılması gereken dersler anlatılır ki, altını çizerek belirteyim bu eserde de görünce küçük dilinizi yutabileceğiniz derecede pornografik içeriğe sahip hikayeler bulunmaktadır. onu başka bir entryde, başka zaman örneklendiririm. konumuza dönecek olursak, mevlana yaşadığı dönem itibarıyla siyasi ve ideolojik portföyü de bulunan bir karakter olup, anadolu'da yaşanan moğol istilasına karşı halkın direnmemesi ve moğollara itaat edilmesi yönünde telkinlerde bulunmuştur.
yadırgadığımdan söylemiyorum ancak cinsel tercihiyle ilgili de belirsizlikler vardır. bu husus, birçok yazar ve araştırmacı tarafından dile getirilse de, tarihsel ilerleyiş içerisinde kendisine biçilen dini/kutsi kimlik nedeniyle, günümüz ortalama türk insanı tarafından bu durum kabullenilmemiş (oysa kendisi türk olmadığı gibi, hayatı boyunca hiç türkçe konuşmamış, bütün eserlerini de farsça kaleme almıştır), bilakis bunun mevlana'ya atılan bir iftira olduğu, mevlana'nın dile getirdiği aşkın ilahi aşk olduğu, kullandığı ifadelerin benzetmelerden ibaret olduğu savunulagelmiştir.
mevlana'nın şems'le olan ilişkisi, insanların bu ilişkiyi çeşitli sebeplerle kabullenmemesi ve nihayetinde şems'in öldürülmesi vb. gibi ayrıntıları bir kenara bırakarak,
şems'in konya'yı terk etmesi üzerine mevlana'nın şems'e yazdığı 3 adet mektubu bırakıyorum. baştan sona okuyup, mevlana'nın ifade ve benzetmelerinin uhrevi ve ilahi bir aşka mı ait olduğu, yoksa dünyevi bir aşka mı ait olduğu kararını kendiniz verirsiniz:
mevlana'nın şems'e yazdığı 1. mektup:
''Seni ne huzuru arayanlara, ne huzuru bulanlara, ne de huzurdan kaçanlara sordum. Güneşin sıcaklığını en iyi kim anlatabilir? Sıcaktan düşüp bayılan mı? Hayır, onun aşkı zayıftır. Güneşe yolculuk yapan mı? O da değil, gitse gitse nereye kadar gidebilir ki? Gölgeye sığınanlara ise güneşi hiç sormamalı…
Aşk mabedim… Efendim… Söyler misin? Nedir bu çektiğim acıların manası? Bu ayrılığın esrarengizliği yüreğime saldığın alevlerin lavlaşması içinse yeterince erimedim mi ateş toplarında? Öyle yandım ki;
Sen yandıkça, ben yanayım!
Sen dondukça, ben de donayım!
Yine kehkeşânlara kaçarak mı özleteceksin kendini… özlemlerim, boşluğa atılan kuru karanfiller gibi sere serpe dağılıyor harayellerin, acının koynunda… İçime güneş doğmaz oldu artık sen gittin gideli… Göklere seninle buruç edecektim hâlbuki… Saçlarıma aklar düşmeye başlamış, sırf bu aşkın ceremesinden… serencame gökkubbeye niyaz edecek ve merhamet isteyecek kapılar dahi yüzüme kapanıyor. Sendedir bu boz bulanık sellere kapılan ömrümün mihrap ve minberi… Salâlar benim için okunuyor artık… Gözyaşım seccademde buğulanıyor her seher vakti, ama ne sesin geliyor artık uzaklardan, ne de nefesin…
Ezanlar okunur günbegün ve içli içli… Ama alnımı, alnına değdirmedikçe huzura ermeyecek bir çağıldama örseliyor şakaklarımı… alnımda sanki Dağıstanlı atlılar… Ve ellerim titriyor zaman zaman… Bu divaneliğin ağır tütsüsünü… Ve omuzlarım çökeliyor seni düşündükçe… Unutma, şah eserin olan ben, gün geçtikçe artık viraneye dönüyorum… Ama sen hâlâ bana dönmüyorsun!.. Muradım; Rabbü’l Âlemin; bu sevdanın kadrini ve kıymetini kimseye muhtaç etmesin…
Düşüncelerim, ipliği kopan tesbih taneleri gibi dağılıveriyor sensiz… Şimdi gözyaşlarımdan inci yapmak isterdim sana… Keşke yanımda olsaydın… Kelimelerim şelâleleşiyor ne zaman sana dair bir şeyler yazmaya kalksam… Yanan alnım, müşfik avuçlarına ne kadar da muhtaç bilemezsin… Beni ne kadar ateşe versen de, hiçbir hatıramız küllenemez, bunu bilesin… Zümrüd-ü Anka gibi kendi külümden doğar ve katar katar Turnalar gibi yine kanat vurarak yine revan olurum yollarına…
Gözlerimde bir mahmurluk, sensiz uykularımda arda kalan… Sinemde yumru yumru yutkunamadığım bir sıkıntı… Nefeslerim yetmez oluyor artık şu garip canıma… Ve ben gözlerimi tavana mıhlamış, bir tek seni düşünüyorum… Alnımda boncuk boncuk soğuk terler… Kulağım işitmez oldu artık, sesinden gayri her ne var ise şu âlemde… Göz kapaklarım tutulmuş, hayalin perdelenmesin diye… Artık gözyaşlarımda hasretlik tuzu bile kalmadı acılarımı ılık ılık dindirecek…
Kanım donuyor… Bir de üşümedir işliyor ruhuma apansız… Sıcağın yok ki yanımda… Ve ardından sabah oluyor, yine bin bir eza ve cefa ile kahroluyorum işte! O ayrılıktan kahroluyorum… Biliyorsun, hünkârım sensin… Sevgilim ve mabedim… (sensin). Muradım; yedi göğün mevlâsı; bizi, bu kahırdan azat edesin…
Kelebekler senin yüzünün değdiği bahçelere yayıyor kanatlarını. Şu dar göğsümün kazasından çıkmaya çalışıyorum. Sonsuz genişliklerin sırrı iki dudağının arasında saklı. Bir kelâm söyle ne olur! Her hecenin tınısında duymak istiyorum. Rüzgarlar savursun beni, yağmurların hepsi alnıma düşsün, taşların hepsi göğsüme düşsün. Senin ayaklarını öpen kocaman bir dağ olayım. Çöller savrulsun, dağlar aradan çekilsin, yokuşlar ve inişler bitsin ki yürüğün yollara toz olayım. Çöldeyim, susuzum. Kuyularda Yusuf’um. Sözlerin bana Züleyhâ. Ateşlerde İbrahim’im. Gözlerin ban derya. Sancılar içinde Meryem’im. Bakışın ban İsa. Yaralar içinde Eyyub’um. Hasretin bana şifa. Ölüler içinde bir ölüyüm. Ellerin bana musalla.
Ey kalbimizde olan nur! Gel didinmelerimin ve arzumun sonu gel. Hayatımızın senin elinde olduğunu biliyorsun. Hayatı, kullarını sıkıntı yapma gel. Ey aşk! Ey maşuk! Engelleri aş ve inadı bırak da gel. Ey Hüdhüdlerin sahibi olan Süleyman! Lütfedip de bizi aramak üzere gel.
Ruhlar senin kaybolmandan ötürü inleyip feryat etmedeler; miadını doldur da gel. Ayıplarını ört, iyilikleri saç. Cömert olanların âdeti de böyledir gel. Farsça ‘gel’ nasıl derler? ‘Biya’mı? Ya gel veya bizim davetimize hak ver de gel. Geleceğin zaman muradımız ne de açılır. Gelmeyeceğin zaman da muradımız ne kesat olur; gel. Ey Arabın Kürşadı! Ey İran’ın Kubad’ı! Kalbimi hatıranla fethedersin gel. İçim sana gel deyicidir. Ey varlığından olacak olan varlık, gel.
Gittin ya. Kalsan ne güzel olurdu, gitmişin neye yarar? Sen gittin ama bak senle ilgili olan bir şey bende. Sessizlik bende. Gittin. Heyhat! Pervane’ye döndü narin yüreğim sensizliğinde.
Her yalnız aşık değildir; ama her yanmış aşkın kuyusunda yalnızdır. Ateşinden değil ateşsizliğinden yanmışım diyorum. Ey aşkın sesi, nefesi gel bir an evvel. Dinsin artık kıyametin gürültüsü…''
mevlana'nın şems'e yazdığı 2. mektup:
''Ey dünyanın zarifi! Selam senin üzerine olsun. Benim hastalığım ve sağlığım senin elindedir. Kulun derdinin dermanı nedir, söyle. Bu, eğer alırsam senin dudaklarından aldığım öpücüktür. Eğer vücudumla senin hizmetine ulaşmazsam ruhum ve kalbim senin yanındadır. Madem ki sözsüz hitap oluşmuyor, o halde dünya niçin “buyur”la doldu?
Ah ah! Gönlüm çilem, aşkım, kederim, acım, gönlüm! Sustukça hoş geçimlim, dile geldikçe parlayan alevim. Kopup saçılan gerdanlığında soylu nedimelerini savrulan incileri yere inen hüzünlerim. Aramadan bulduğum yola koyulmuş göçüm. Bir türlü kavuşamadığım, kavuşmaya doyamadığım. Dışında olamadığım, içinden çıkamadığım. Gecelerin hâkimi, gözyaşlarımın pınarı efendim. Tozunu yıkamaya erişemediğim, pasını silemediğim. Karanlığım, Güneş’im. Gönlüm, aziz dostum! Nerelerdesin, ya dön artık yurduna, ya da iki satır yaz bize… Kim gücendirdi senin o nazende yüreğini, hangi kem söz, hangi sinsi nazar seni benden kopardı ey Şems. Varım yoğum sensin. Sen de yoksan ben bir hiçim bilmez misin? Kavline mestân olan Mevlâna’ya ayrılığı hediye etme. Etme Şems.
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme!
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme!
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun, etme!
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme!
Ey ay, felek harab olmuş, alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab, öyle alt üst ediyorsun, etme!
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme!
Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme!
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme!
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme!
Ey cennetin, cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme!
Şekerliğinin içinde zehir, zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme!
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun, sen mavediyorsun, etme!
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen, hırsızlık ediyorsun, etme!
İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme!
Senden önce kitaplarda arıyordum derinliği. Kitaplardan utanıyorum. Sen bütün kitaplardan daha derinsin, sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku.
Karanlıklardayım ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor: bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı… karanlıklardayım… Zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim ve uzaklardasınız.
Ey Şems, sen kalbî bir gözyaşı kadar temiz ve bir çocuk bakışı kadar aydınlık bir insansın. Çöldeki çakallar su içmiş. Kaynağa ne?
Seninle öyle doluyum ki, kafatasım çatlayacaktı. Damarlarımda akan kan, sendin. Göğüs boşluğumdaki kalp senin kalbindi. Damarlarım çatlayacak, göğsüm yarılacaktı. Seni teneffüs ediyordum. Hicran kanatları beni gökten yere indirdi. Oysa seninle kanat çırpıyorduk.
Sensiz her geceyi hummalı yaşadım. Belki humma daha güzeldi. Ne beklisi? Ama uzviyet ne kadar dayanabilir ki bu gerginliğe? Aşka teşekkür borçluyum. Ben o hummanın içinde erimek istiyorum. O alevin içinde yanmak, kül olmak biricik muradım. Kül olmak, ışık olmak, efsane olmak.
Ben senim, sen de bensin. Aynı kokuları, aynı heyecanları, aynı acıları yaşıyoruz. Cennete Araf’tan girilir. Mecdelli Meryem, İsa’nın yaralı ayaklarını gözyaşlarıyla yıkadı ve saçlarıyla kuruladı. Gelsen de yılların yorgunluğuna düçar, yolların dikenlerine bizar ayaklarını yıkayan olsam ey Sertaçım…
Ey Şems’im! Senin hasretin yanında Selahaddin Zerubumun gözyaşları, içimdeki ateşi bir nebze dahi söndüremiyor. İlla sen. Ancak sen. Ah bir gelsen…
Meccanen bir deli gibi yollara düşsem, yalvarsam, ağlasam, çatlasam göklerin sidresine namzet. Sanemler devşirsem şahikalardan, sırf senin için uçurumlar yutsam, fasıl fasıl anlatsam yürek sancımı ve ağlasam. Çatlarcasına ağlasam. Gururum halvethane olmuş desem, hece yok desem. Yollarında üryan olan gözlerimde çiseler umut umut dökülüyor desem. Yine de gelmez misin Şems’im!
Bu sergüzeştin neresindeyim, bilemiyorum. Kah kalkıyor, kah düşüyorum. Ölü şiirlerle yatıyor ve üşüyorum. Bilmiyorum acep var mıdır bu kör uykunun dibi.
Ey Şems, hangi söz gücendirdi nazende gönlünü. Hangi kem göz incitti gece karası bakışlarını da ansızın çekip gittin bilinmez diyarlara. Sen gittin ya bilmez misin bu dostun deli divane dolaşmakta. Gel ey Şems. Sina’da bayılan Musa aşkına, Kudüs’te kan ağlayan İsa hatrına, Medine’de “ümmetim ümmetim” diye feryat eden Muhammed Muhtar nuru çin gel Şems. Konya artık aşk kokmuyor Şems.
“Senin Mevlâna’n”
mevlana'nın şems'e yazdığı 3. mektup:
''Güller Şems diye açmıyorsa, gülün kokusunu neyleyeyim. Ayrılığı ağlatamayan gecenin karanlığını neyleyeyim… Şemssiz sofranın balını böreğini neyleyeyim. Beni kavurmayan acıyı neyleyeyim… Gözümü yakmayan gözyaşını neyleyeyim. Karanlığıma Şems olamayan yâri neyleyeyim, canını yoluma post eylemeyen dostu neyleyeyim. Şems gibi bakmayan gözü neyleyeyim. Yârenin yüreğine merhem olmayan sözü neyleyeyim. Kır kalemimi ey felek! Şems yoksa ne diye devran edersin âlemde. Zerrede âlemi, âlemde aşkı yaşamayan Âdem’i neyleyim.
Sensizliğe alışmak… Her türlü teselli sözü bir ihanet geliyor kulağıma. Ne tuhaf ki dün seni bana kötüleyen diller, bugün sensizliğin efkârındaki Mevlâna’yı teselli için dil döküyorlardı. Her türlü teselli sözü bir ihanet geliyor kulağıma. Parmaklarım alev alev yanıyor. Kâğıt tutuşacak, mektup yanacak diye çekiniyorum. Cehennemden betermiş, seni kazanmak için senden uzaklaşmak.
Kırk senedir beklediğimdin. Geç bulduğumdun. Şimdi yoksun. Daha kaç sene bekleyeceğim. Çöldeki kumlar kadar susuzum. Gelişin nisan yağmuru olsun. Hani dergahımızın havlusuna bakırdan koskoca bir taş koymuştun. Nisan yağmurları dolsun da orucumuzu bin bereketli yağmurla açalım diye. Gönlümün nisan yağmurlarıyla ıslanan gülü açmayacak mısın hâlâ?
Sözlerin kulaklarında hâlâ taze. Kelimeler yıldız yıldız. Cümlelerin mehtapların en şahanesi. Tebessümün geliyor gözümün önüne. Vuslat gibi güzel bir sabah güneş gülüşlerin. Biz birbiriyle genişleyen, kenetlenen ve sonsuzlaşan tek ruhuz.
Gel Şems, ayakların kudüm olsun, kolların rebap, soluğun ney olup vuslat müjdesini üfleyerek gel.
Nasıl bir pınarsın sen Şems? İçtikçe susadığım. Nasıl bir ateşsin sen ey Şems? Yandıkça serinlediğim. Sen görünüşte etten kemikten ibaret bir insan; ama bütün insanlığı kalbinde taşıyan.
Senin yüzünü görmedikten sonra, varsayalım ki yüzlerce dünya görmüşüm, ne çıkar?
Güzelliğini kimlere sorayım senin, say ki herkese sormuşum, kim anlatacak? Sana kavuşmadıktan sonra tut ki cennette ebedîyim, hurilerle eşim, devlet yâr olmuş bana, ne çıkar bunlardan?
Ayrılık bulutu senin ay yüzünü örttükten sonra, o bulut tut ki başıma inciler mücevherler yağdırmış, ne kârım olur bundan?
Şu aşağılık büyücü karı olan dünya, madem ki yok olup gidecek bir gün, tahtını, bahtını, dünya hazinelerini bana bağışlamışlar kabul et, ne olur ki yani?
Senin aşkın yüzünden bütün dünya beni kötülese pervam olmaz, say ki gerçek hakkında yüzlerce yalan söylenmiş, ne önemi olur bunların?
Aşk suskunluğumdu benim! Aşk yangınımdı benim! Aşk vurgunumdu benim! Aşk yazımdı benim! Aşk yasağımdı benim! Aşk itirafımdı benim! Aşk heyecanımdı benim! Tek varlığım ve tek yokluğum… Yaram ve merhemim… Kazanmadığım; ama hep kaybettiğim. Evet, buydu aşk! Özledim, ey Şems özledim. Çık gel Allah aşkına!
Aşkın insanı büyüttüğünü, olgunlaştırdığını da öğrendim artık. Bu yaşıma kadar kimse öğretmedi bana aşkın karşılıksız olduğunu. Sadece gönülden sevenin bu acıyla kavrulacağını, sevilenin ise sevildiğini bilmeyeceğini… Şükürler olsun “Sana” bana hayatta öğretilmeyenleri hissettirdin. Hiç kimse için yapamayacaklarımı yaptım. Pişman mıyım? Hayır, hiç pişman olmadım ve aşkı sonsuzluğuma saklarken bile mutluyum. Hayatımın son basamaklarında bana böyle bir aşkı yaşattın. Seni sevmeme izin verdiğin için teşekkür ederim…''
Mevlana bu dizeleri, kendisini dinlemeyip düşmanlarının tuzağına düşen selçuklu sultanı rukneddin kılıçarslan için dile getirmiştir. deli yürek dizisindeki kuşçu karakteri kendisini dinlemeyip tuzağa düşen yusuf miroğlu için bu şiiri okumuştur.
13. yüzyılda yaşamış İran'lı (türk değil) ilahiyatçı, şair. Geçen bir sohbette mevlevilik tekkesi ve oğlancılık ile ilgili bir şeyler söylediğimde yaşanan şaşkınlık ve hatta kızgınlık üzerine dilimin döndüğünce bir şeyler karalayayım dedim.
Mevlana'dan en çok "aşk" kelimesini duyar ve okuruz. Fakat buradaki aşk'tan kastının ne olduğunu yorumlayabilmek için "ahmet özalp - islam ansiklopedisi" ne biraz göz gezdirerek hafızamı teyit etmeye çalıştım. Ayrıca farklı kaynaklara da başvurarak kur’an’da "aşk" teriminin geçmediğini; daha çok "sevgi" kelimesinin "hubb" olarak ayetlerde yer aldığını gördüm.
"Aşk" tabirine tasavvuf yönünden ilk olarak (bkz: imam gazali) 'nin eserlerinde görüldüğü ve Mevlana'nın da bu şekilde takip edildiğine dair birçok referans var.
Mevlana'nın "aşk" yorumuna istinaden, (bkz: mesnevi )'den birkaç alıntıyı olduğu gibi kopyalıyorum. (Google search)
“Aşk büyüklere baldır, çocuklara süt. O her gemiye yüklenen ve geminin ağırlığından fzla olduğu için batmasına sebep olan son yüktür.” (Mesnevi, C. 3, 4672)
“Aşıkın gıdası ekmeksiz ekmeğe aşık olmaktır./Aşkında doğru olan kişi, varlığa bağlanmaz./Aşıkların varlıkla işi yoktur. Aşıklar karı sermayesiz elde ederler./Kanatları yoktur, alemin etrafında uçarlar./Elleri yoktur topu meydandan kaparlar.” (Mesnevi, C. 3, 3020)
Dolayısıyla aşk'ın kapsamının en azından Mevlana için çok geniş olduğunu söylersek pek de yanılmış olmayız. Naçizane yorumum ise bazen tanrı'yı, bazen ise beşeri bir aşk'ı tarif ettiği yönünde.
Çoğu kaynağa göre Mevlana'nın, Şems ile tanışıklığı 1244 yılında Konya'da gerçekleşiyor. Bu arada aralarında yanılmıyorsam 30 yaş kadar fark da var. Tanıştıkları günden itibaren hemen her anını Şems ile sohbetlere ayırınca, gerek halktan, gerek ailesinden ciddi tepkiler ile karşılaşıyor Mevlana.na'ya Hatta fıkha uygun kıyafetleri giymeyi bile bıraktığını düşünenler oluyor. Büyüyen tepkiler dolayısıyla Şems, 2 yıl sonra Şam'a gidiyor veya kaçıyor. Ama mektuplaşmalar devam ediyor. Ve sanırım kalıcı olarak geri dönmesini sağlayabilmek için evlatlığı olan (bkz: kimya hatun) ile evlendirmek ister. Lakin Mevlana'nın küçük oğlu Alaeddin'in de kimya hatun'a aşıktır.
Bundan sonrası tarihsel doğrulardan ziyade, tevatürlere dayanılarak oluşturulan savlar ile anlatılmıştır çoğu kaynakta. Kimi tarihçilere göre Şems, Alaeddin ve yandaşları tarafından öldürülmüş; kimilerine göre ise Şems, ortadan kaybolmayı tercih etmiş ve bir daha da bulunamamış veya ortalıkta gözükmemiştir.
Ayrıca Şems'in de birkaç sözünü paylaşmak gerekir diye düşünüyorum. Yoruma açıktır;
“Tebrizli Şems altmışından sonra cilveler göreyim, işveler seyredeyim diye , beni yeniden gençleştirdi.” (Muvahhid, 127-128)
"Seni nasıl incitebilirim? Ayağına bir öpücük kondurayım desem korkarım ki kirpiklerimin dikeni ayağına batar da rahatsız eder.” (Makalat, 99-100)
Yine şahsi yorumuma gelirsek; bana göre bir tinsel ilişki yanında, tensel bir ilişki olduğu da ortadadır. Ha bu önemli midir? Bu kadar yazmaya gerek var mıydı ? gibi sorular sorabilirsiniz; benim açımdan zerre önemi olmamakla beraber, Mevlana'nın saçının teline bir zarar verecek bir tutum değildir. Lakin, günümüzde dayatılan ahlak anlayışı ile islami / tarihi gerçekleri de bağdaştırıp, günümüz insanının (siyasilerin, cemaatlerin) ikiyüzlülüğünü görebilmek için yazmak istedim.
Osmanlı'nın kuruluş yıllarında, özellikle Orhan Gazi dönemine dair, esir düşmüş hıristiyanlara karşı gösterilen "cana yakınlık" olduğu da kozmopolit tarihin bir gerçeğidir. 1.Bayezid döneminde ise literatüre geçen "saray iç oğlanları" kurumunun / üyelerinin ise varlığını kanıtlamaya gerek yoktur diye düşünüyorum. Bu ve bunun gibi kimilerine göre marjinal, kimilerine göre gayri ahlaki durum ve tutumlar tüm dinlerde ve tüm uygarlıklarda var olan gerçeklerdir. Ben, sadece gözümüze sokulmaya çalışılan yapay bir ahlak kavramına istinaden bizlerden örnekler vermeye çalışıyorum.
Yoksa papalık kurumunun ortaya çıkış hikayesine ilaveten vatikan'da vuku bulan ahlaksızlıkları, kapital ticaretin tavan yaptığı yerleri de başka bir yazıda anlatmaya çalışırım. Ki eminim sizler de biliyorsunuzdur birçoğunu.
(bkz: ıı. murat) 'ın (bkz: kabusname) 'de yer alan görüşleri ve verdiği nasihat aynen şu şekildedir;
"ve yaz olunca avretlere meylet ve kışın oğlanlara, ta ki bedenen sağlam olasın. Zira ki oğlan teni sıcaktır, yazın iki sıcak bir yere gelirse teni azıtır ve avret teni soğuktur, kışın iki soğuk bir yere gelse teni kurutur vesselam."
Ve en önemlisi bir şeylere şaşırmayın e mi ? Uygarlıklar tarihi, bu ve bunun gibi binlerce gerçekle, şu an akla / mantığa sığdıramayacağınız vesikalarla dolu.
Oğlancılığı eleştirelim, isyan edelim ama öte yandan "ne olursan ol, yine de gel." söylemini de dikkate alalım. E mi ?
Haydi iyi günler.
(Not : Bu girdiyi yazarken kendi bildiklerim, görüşlerim haricinde yararlandığım kaynaklar;) 1- Ahmet Özalp - İslam Ansiklopedisi 2- Türk Şaman Kültürü (Atatürk Üniversitesi Doktora Tezi) 3- Reha Çamuroğlu / İsmail)
tirmizli seyit burhanettin Mevlana'da derin izler bırakır. tirmizi' nin ölümüyle içine kapandığı anda tebrizli şems ile tanışır. Şems'in dostluğu ile yetinir. maneviyatı çok değişir. öğrencilerini ihmal eder ve Şems bu sorumluluk yüzünden mevlana'dan sürekli kaçar.
Mevlana, kendisine halife olarak konyalı kuyumcu selahaddin-i zerkub'u seçmiştir. kendine göre naib, halife olarak kuyumcu Selahaddin zerkub'un ölümünden sonra hüsamettin çelebi'yi seçer. Hüsamettin Çelebi, mevlevilik tarikatının ilk şeyhidir. mevleviliği kurup sistemleştiren ise Mevlana Celaleddin Rumi'nin oğlu sultan veled'tir. Mevlana eserlerinde; vahdet-i vücut, ilahi aşk, tasavvuf gibi konuları işlemiştir. şiirlerini özünden hissederek yazan Mevlana, daha çok farsça yazmıştır.
- Eserlerinden en ünlüsü, en hacimli eseri olan mesnevi, Daha doğrusu mesnevi-i ma'nevi, tasavvufi, ahlaki, öğüt verme amaçlı, hikaye ve ve fabl kullanılan, eğitici ve öğretici bir eserdir. molla cami, bu esere magz-ı kur'an der. tercüme ve şerhleri vardır.
mesnevi'yi okuyan kişilere mesnevi-han denir. Mesnevi 6 cilttir.
diğer bir adı ise hüsaminame'dir çünkü Hüsamettin Çelebi'nin ısrarı ile yazılır. ilk 18 beyit Mevlana tarafından yazılmıştır. sonraki beyitleri Mevlana söyler, Hüsamettin Çelebi yazar. hatime bölümünü Mevlana'nın oğlu sultan veled yazar.
Mesnevi, didaktik ve sürükleyici bir eserdir. bir hikaye anlatırken başka bir hikayeyi hatırlayarak onu anlatmış, aralarda hatırladığı olayları da anlatarak tekrar ilk hikayeye dönmüştür.
- Bir diğer eseri divan'ı kebir, bir başka adıyla külliyat-ı şems, ilahi aşkı, Gönül derdini, sabır ve hoşgörüyü işler. Şems etkisi belirgindir. Bu yüzden şems ve hamuş mahlaslarını kullanır. gazel, terci ve rubailer vardır. eser Şems aşkı ile yazılır, Bu yüzden divan-ı şems, külliyat-ı şems adlarıyla da bilinir. 43000 beyitten fazladır; epey hacimli bir eserdir. aruz vezninin 21 farklı bahrinde, her bahir bir divançe oluşturacak kadar şiir söylemiştir mevlana. Divan-ı Kebir'de rubailerin yanında ince mazmunlar da yer alır.
- fihi ma fih, Türkçesi ile onun içindeki odur. bu eser, Mevlana'nın sohbet konuşmalarından oluşur. 72 bölümdür; 6 bölüm Arapça, diğerleri farsçadır. bölümler bir ayet ve hadis yorumu ya da Mevlana'nın sorulan sorulara cevabı şeklindedir. tasavvuf, ahlak, felsefe konularındadır. sultan veled'in derlediği vakıat adlı sohbetlerden ibarettir.
- mecalis-i seba, mevlana'nın yedi vaazının bir araya getirilmesidir. her vaazda bir Hadise anlatılır. bu eser de farsça-arapçamensur bir eserdir.
- mektubat, dönemin ileri gelenlerine, dostlarına ve oğullarına yazdığı tam 147 adet mektuptan oluşan eserdir. birinin derdine derman olmak için kendisi tarafından söylenip yazdırılmış mektuplardır. Türkçeye abdülbaki gölpınarlı tercüme etmiştir.
- Mevlana'nın mülemmaları ve Türkçe şiirleri Türk şairi olduğunu gösteren ender eserlerdir. bu eserleri hasibe mazıoğlu yayımlamıştır.
kuran'ın mistik ve estetik yorumu olan tasavvuf, 7. yüzyıldaki kuruluşundan bu yana islamiyetin bir parçasıdır ancak ana akım islami alimler tarafından her zaman kabul görmemiştir. mevlana celaleddin rumi katı bir islami anlayışla yetiştirilmiş ve tasavvufla ilk kez, ailesi 13. yüzyılın ortalarında pers ülkesinin kıyılarından anadolu'ya göçü sırasında tanışmıştır. tanrı ile aşk aracılığıyla birleşmek anlamına gelen sufilik kavramı dikkatini çekmiş ve buradan insanın ulvi olanla ilişkisini açıklamaya çalışan bir tasavvuf versiyonu çıkarmıştır. rumi bir sufi tarikatında öğretmen olmuş ve bu sıfatla tanrı ile insan arasında bir aracı olduğuna inanmıştır. genel islam uygulamalarının tersine, ulvi rehberlik için kuran'ın akılcı analizi yerine zikre-ritüelik ibadetler ve ayinler-özel vurgu yapmıştır. gördüğü imgelerle iletişime geçmenin kendi görevi olduğuna inanmış ve bunları şiir halinde yazıya dökmüştür. imgelem felsefesinin merkezi, evrenin ve içindeki her şeyin sonsuz bir hayat akışı olduğu, tanrı'nın da bunun içinde sonsuz bir varlık olarak bulunduğudur. evrenin bir parçası olan insan aynı zamanda bu sürecin de bir parçasıdır ve mevlana bunun içinde bizim yerimizi açıklamaya çalışır.
insanın sürekli bir yaşam, ölüm ve yeniden doğuş süreci içinde-bir döngü olarak değil, ama bir formdan diğerine geçen ve sonsuzluğa uzanan bir devamlılık olarak- geçmiş ve gelecek arasında bağ olduğuna inanır. ölüm ve çürüme kaçılınmazdır , ama bir şey başka bir biçimde var olmak için sona erer, başka bir biçimde yeniden doğar. bu yüzden ölümden korkmamalı eve kayıplarımıza üzülmemeliyiz. bir biçimden diğerine geçişe, manevi gelişmeyle ve ilahi-insan ilişkisini kavramak için mücadele etmekle ulaşılabilir. mevlana kavrayışın mantıktan çok duygulardan geldiğine ve duyguların müzik, şarkı ve dansla geliştiğine inanır. mevlana'nın fikirlerinin mistik elementleri tasavvuf içinde ilham vericidir ve ana akım islam'ı da etkilemiştir. düşüncelerinin bu yönü rasyonalizmin egemen olduğu avrupa'da fazla etki yaratmamışsa da aşkla ilgili mesajı 1960'ların new age değerleriyle çok örtüştüğünden 20. yüzyılda batı'da çok popüler hale gelmiştir. 20. yüzyılda en büyük hayranlarından biri, 1930'larda pakistan islam devleti için savaşan muhammed ali cinnah'ın danışmanı, şair ve politikacı muhammed ikbal'dir.
ok gibi doğru olsam, yayla atarlar beni. yay gibi eğri olsam, elde tutarlar beni. doğruda aç görmedim, eğride tok. eğri yay elde kalır, menzil alır doğru ok.