Page 30 - kulzos dergi - Sayı 2
P. 30
hikaye
Kalbi kontrolü tekrar aklına bırakırken durumu kavramaya Dwain çocukları alıp hanın bahçesindeki bir masaya geçmişti.
çalışıyordu. O onurlu ve adil bir adamdı. Onbeş yaşındayken, yani Çocuklar biraz kendine geldiğinde onlardan ne olduğunu
Dwain ve Qwalin henüz çocukken, kralın sağ kolu unvanını almayı anlatmalarını istedi. Ona hiç benzemeyen ama en az onun
başarabilmiş bir savaşçıydı. Yetiştirildiği tapınağın kurallarına kadar güzel görünen diğer kadını anlattılar. Elinde baltasıyla
her zaman uyardı. O ve onun yoldaşları asla masum köylüleri gelen adamı. Adamın o güzel kadını ve ablaları Zelda’yı nasıl
öldürmezlerdi. Hele bu şekilde, asla. öldürdüğünü. Ve köylerinin en güçlü adamını. O gittikten kısa bir
süre sonra atlılar gelmişti. Köylüler ne yapacaklarını tartışırlarken
Larden ne olursa olsun kontrolünü kaybetmezdi. Geçmiş bunu atlıların geldiğini gören babaları onlardan kilere saklanmalarını
ispatlayan anlarla doluydu. Dwain’in babası onu ruandil’den istemişti. Hiç ses çıkartmamalarını.
kovduğunda bile tepki vermemişti. Uğradığı haksızlığı anlatmaya
çalışmamıştı. Elbet konu Qwalin değilse. Mavi iki misket gibi Dwain çocukları olabildiğinde sakin bir şekilde dinlemiş ve
aşkla parıldayan gözleri ansızın buz kesti. Aklında çakan minik saatlerdir reddetmeye çalıştığı gerçeği tamamen kabullenmişti.
bir kıvılcım tüm bedenini saran bir alev topuna dönüştü. Öfke Çocuklar karınları acıkınca saklandıkları yerden çıkmışlardı.
ve korkuyla karışık bir halde kalbine nüfuz ederken kesilen Onlara yiyecek bir şeyler bulmalıydı. Kendi evleri olan handa
gözyaşları sel halinde geri döndü. Akıntıya katılan kelimeler çocuklar elbet kendi karınlarını doyurabilirlerdi. Ama hanın
dilinden dökülürken anlamsız seslere dönüştü. Dudaklarının duvarında babalarının başsız cesedi asılıyken bu görevi Dwain
titremesi tüm bedenine yayılırken anlamlı ilk cümleyi var gücüyle üstlendi. Yeni bir meşale tutuşturup onlara dışarıda beklemelerini
haykırdı. “Hayır bu olamaz, bu olamaz! Olmaz! Olamaz! Hayır söyleyerek kilere yöneldi.
ablam ölmüş olamaz!”
Kilere girdiğinde hancının ne kadar düzenli bir adam olduğunu
Dwain’in göz pınarları kuruduğunda gün yerini zifiri karanlığa fark etti. Hemen her şey kolay bulunabilecek şekilde ve düzgünce
bırakmıştı. Yaslandığı duvarda sayıklamaları da göz yaşları gibi dizilmişti. Belki de ölen kızıydı bu düzenin mimarı. Ne önemi
sona ermişti. Yanılmış olmak istiyordu. Hana doğru gelirken vardı ki? Dışarıda bekleyen karnı aç çocukların bu hanı beş altı
kalbinde hissettiği boşluk yanılmadığını haykırıyordu. Yine de bu yıldan önce tek başlarına işletmeleri mümkün değildi. Onları alıp
haykırışları dinlemek niyetinde değildi. akrabalarının olduğu bir köye götürmeliydi.
Ya da kendi şehrine. Kafasında bu düşünceler
Bulunduğu yerden kalkıp kapıya doğru gezinirken ablasının intikamını almak için yanan
yöneldi. Onu gören atı mutlulukla kişnedi. ateş bir kenarda durup zihnini aydınlatıyordu.
Atının sırtındaki çantadan bir meşale aldı Biraz ekmek, biraz peksimet, bir şişe şarap
ve onu tutuşturdu. Santor’un hazırladığı ile kileri terk edecekken, şarap şişesini geri
şeylerden biriydi bu. Bilge bir adamdı Santor. bıraktı.
Alev çıkaran her şey konusunda uzman bir
büyücüydü. Kendi çocuklukları geldi aklına. Qwalin ile
şarap mahzenine çatı penceresinden süzülerek
Elinde meşalesi ile hanın basamaklarını tekrar girmeleri. Qwalin aslında hep hayır diyen kişiydi.
çıktı. Ayaklarını kaldırmak bile zor geliyordu “Olmaz Dwain. Yakalanırız.” Ama hiç bir zaman
ona. Sevdiği adamın ölmemiş olmasına, geri Dwain’i geri çevirememişti. İlk kez Dwain, kendi
dönmüş olmasına mı sevinmeliydi, ablasının istediğini değil, ablasının istediğini yaptıkları için
muhtemelen ölmüş olmasına mı üzülmeliydi. çok pişmandı. Onun yanından hiç ayrılmasaydı,
Duyguları karışmıştı tamamen. Duvarda belki bunların hiç biri yaşanmayacaktı.
asılı cesedin yanındaki yazıyı yakından
incelemeye koyuldu. “Ona yardım etmeyenler Elinde yiyeceklerle dışarı adımını attığında
onu öldürenler kadar suçlu bulunmuştur” beklediği manzaradan çok daha farklı bir
Kurumuş göz pınarlarından süzülen minik bir damla pürüzsüz manzara ile karşılaştı. Dört silahlı adam çocukların başında, üç
teni üzerinde keyifle kayıp narin boynunda kayboldu. tanesi hanın merdivenlerinin hemen aşağısında, bir kaç tanesi
hanın çevresinde, bir kaç tanesi ise yolun biraz daha ilerisinde
Derin düşüncelere dalmışken birden bir öksürük sesi duydu. duruyordu. Toplamda yirmiye yakın silahlı adam vardı ve seslerini
Hemen ardından birisinin “shhhh” dediğini. Elindeki meşaleyi duymamış olmasına şaşırarak elindekileri fırlatıp bıçaklarını
sesin geldiği kiler kapısına doğru tuttu. Bıçaklarından birisini çekti. Adamlar da silahlarına davranarak gardlarını aldılar.
sessizce çekip “kim var orada?” diye seslendi. Bir kıpırtı duydu.
Korkuyu hissetti. Konsantre olmak için an itibarı ile çok da “Hey hey hey, küçük hanım, biraz sakin olun” dedi çocukların
faydası olmayan gözlerini kapattı. Önce dışarıda bekleyen atının yanındaki adamlardan birisi. Ya bu grubun lideri, ya da liderin
çıkardığı seslere, sonra kendi bedenin ürettiklerine kapattı aklını. sözcüsü olmalıydı. Diğer adamları gibi deriden yapılmış bir zırh
Dinlemeye başladı. İki kişiydiler. İki minik kalp ve korkuyla nefes giyiyordu. Uzun boylu, uzun saçları sakalları hafif kırlaşmış
alan iki minik beden. Çocuk olmalıydılar. “Çocuklar korkmayın” birisiydi. Sözcü olamazdı, kesinlikle bu sürünün lideri o olmalıydı.
dedi. “Ben size zarar vermem.” Cevap bekledi. Sonra devam etti Dwain bıçaklarını indirmeden konuştu “Kimsiniz ve bizden ne
“Ruandil’in varisi, prenses Dwain Anlet’im ben, size saklandığınız istiyorsunuz?” Bir yandan minik hareketler yapan adamların
yerden çıkmanızı emrediyorum!” her birini tek tek takip etmeye çalışıyordu. Kimin önce harekete
geçeceğini ve kendisinin ilk karşılığının ne olması gerektiğini
Kapıda önce minik bir el, sonra minik bir kafa belirdi. Ardında hesaplamaya çalışıyordu. Arkasını han kapısına dayamıştı ama
bir tane daha. Elinde geldiğince gülümsemeye çalıştı Dwain. içeride de birileri olup olmadığından emin değildi.
Meşale mavi gözlerini ve güzel yüzünü aydınlatıyordu. Onun
gülümsemesini gören çocuklar da yaşadıkları her şeyi unutup “Bizler tüccarız küçük hanım, güzel bulduğumuz şeyleri alır
gülümsemeye başladılar. Anlet kardeşlerin doğasında vardı bu. ve satarız” dedi orta yaşlı adam. O an onun kılıcını çekmemiş
Neredeyse gözle görülebilir, dokunup hissedilebilir bir çekime olduğunu fark etti. “Bu minik çocuklar gibi” diyerek gülümsedi.
sahiptiler. Çocuklar onun ışığının verdiği cesaretle daha da Ağzındaki altın dişler meşalenin ışığıyla parladı. Bir kaç tanesi
sokuldular. Dwain dizleri üzerine çöktü, kollarını açtı ve ikisi sesli, bir kaç tanesi bıyıkaltından güldü adamların. Bir grup
birden gelip ona sarıldılar. Sarılmalarıyla birlikte titreyerek yaramaz çocuk gibiydiler. Çoğu doğuştan hayduttu ama liderleri
ağlamaya başladılar. soylu gibi konuşuyordu. Adam sözüne devam etti: “Aydınlığa gel
28

