Page 28 - kulzos dergi - Sayı 2
P. 28
hikaye
SAVAŞÇI
Ruandil yakınlarındaki köhne bir handı buluşma yeri. Kushat’ın ve su getirin hemen!” diye seslenirken; Qwalin’in gözlerindeki
sağlıklı olduğu dönemlerde gezginler ve tüccarlarla dolup insanın içine yaşama sevinci dolduran bakışları bu kadar yakından
taşan hanın soluk aynaları bu görebilen son insan olacağını bilse,
sonbahar günde bir tane bile yeni mutlaka biraz daha kalıp doyasıya
yüz yansıtmaz olmuştu. Topal Zoltan bakmak isterdi.
ve kızlarının tek geçim kaynağı olan
köhne han, köylüler de olmasa, Qwalin hana geleli bir saatten fazla
onları aç bırakacaktı. olmuştu. Handaki her şey normale
dönmüş, hatta sonradan gelen
Hanın ahşap kapısının önünde köylüler, çenesi düşük köylüler
birleşen üç yol vardı. Doğuya uzanan göstermeselerdi, onu oturduğu
Molead yolu ile kuzeye uzanan karanlık köşede fark edemezlerdi
Ruandil yolu hala görülebiliyordu bile. Bu süre içerisinde genç kadın
ama güneydeki Reoven yolu artık yemekten çok kapı ile ilgilenmişti.
neredeyse tamamen yok olmuştu. Kapı her açıldığında siyah incilerdeki
Ruandil’i çevreleyen orman, eski merak ve heyecanı görmemek
yolu yavaş yavaş yemiş bitirmişti. imkansızdı. Ne yazık ki o süre
boyunca beklediği her kimse,
Yorgun atının sırtındaki savaşçı, uzun gelmemişti. Köylülerden başka hana
süredir hiç nal izi görmemiş yoldan, gelen giden olmamıştı.
sakin adımlarla hana geldi. Elbet o gelene kadar. Köylüler
torunlarına; “Şeytan dünyaya
İki katlı ahşap binanın avlusunda, eski güzel günlerdeki gibi, inmişti!” diye anlatabilirlerdi o anı. Eğer mümkün olsaydı.
gelen yolcuların atlarını ahıra götürmek için bekleyen birisi yoktu.
Olduğu zamanlarda bile Anlet böyle bir hizmete hiç gereksinim Reoven efendisi Thuruvan’ın neredeyse bütün komutanları
duymamıştı. Oredron özel bir attı, sahibi çağırdığında onu almaya korkutucuydu. Glomer Sanduran, yani Thuruvan’ın sağ kolu ise
gelir, o handayken kendi başının çaresine bakabilirdi. Yine de bu içlerinde en ürkütücü olandı. Onu daha önce köylüler arasında
topraklara huzurun hakim olduğu günleri anımsayan genç kadın gören kimse olmamıştı. Yine de onu görür görmez tanıdılar.
hüzünlenmişti. Çünkü o bir efsaneydi. Bir kabus. Çocuklara anlatılan bir
masal kahramanı. Ama en kötüsünden. O yürürken zırhına
Oredron’un yelesini okşayıp, kulağına bir şeyler fısıldadı. Sonra çarpan belindeki baltasının tınısı bile herkesin ürküp bakışlarını
bir kaç basamakla ulaşılan kapıya yöneldi. Qwalin Anlet hanın kaçırmasını sağlamıştı.
gıcırdayan kapısını açıp güneş ışığıyla birlikte içeriye adımını
attığında, han müdavimlerinin kafaları bir emir almışçasına Glomer kapıda belirdiğinde, Qwalin hiç kimsenin takip edemediği
kapıya çevrildi. İçeriye dolan aydınlıkla gözleri kamaşan köylülerin bir hızla yerinden kalkmıştı.
arasında hayatta kalan olsaydı o günü anlatırken kullanacakları
ilk cümle şu olacaktı: “Dünya üzerinde bulunan en güzel kadın Korkunç görüntüsüne hiç uymayan, insanın kulağını okşayan
bizim köyümüze gelmişti” Kapı Qwalin’in arkasında tiz bir yumuşak sesiyle “genç Qwalin” diye seslendi dev adam. Köylüler
melodi ile kapanırken, hiç kimse, yüreklerinde hissettikleri ışığın arasında yükselen “Qwalin mi?”, “Prenses?”, “O bir Anlet”
sebebinin kapının ardındaki güneş mi yoksa içeriye giren yabancı lakırdılarını duymazdan gelerek yürümeye devam etti. Dev ona
mı olduğuna karar veremedi. Yirmili yaşlarının başındaymış gibi doğru gelirken, Qwalin de üzeri testere gibi dişlerle kaplı kılıcını
görünen bu genç kadının sırtındaki kahverengi pelerinin üzerine kınından çıkardı. Gözlerindeki yaşama sevinci veren bakışların
uzanan düz siyah saçlarının parıltısı yanında, pelerinin gizlediği yerini köylülerin daha önce gördüğü o soğuk bakışlar almıştı.
gümüş zırh sönük kalıyordu. Genç kadın; “Torn nerdesin” diye geçirdi aklından, “Dwain,
nerdesiniz?” Yüreğinde hızla büyüyen korku ve endişeye rağmen
Genç kadının zırhının ağırlığı altında gıcırdayan ahşap zemin dimdik duruyor ve donuk bakışları ile kendine adım adım yaklaşan
dışında kimse ses çıkartmaya cesaret edemiyordu. Sanki hepsi, Glomer’i süzüyordu. Kurtulmak için bir seçenek arıyordu. “Düşün
ses çıkartırlarsa büyünün bozulmasından ve bu muhteşem Qwalin, düşün, haydi biraz daha hızlı düşün!” dedi kendi kendine.
güzellikten mahrum kalmaktan korkuyordu. Düşünülecek pek bir şey yoktu. Kendisine yaklaşan devi bu
kapalı mekanda yenmesi çok zordu. Dışarıda belki bir şansı
Yabancı, handaki diğer müşterilerden uzak olan, köşedeki masaya olabilirdi ama içeride bu hemen hemen imkansızdı. “Ölmek
doğru ilerlerken, birden durup hızla arkasına döndü. Kendi istemiyorum” diye bağırmak geçti içinden, “hiç olmazsa onu bir
rüzgarıyla açılan pelerinin gizinden kurtulan parlak zırhın ince bel kez daha görmeden.” Glomer yüzündeki gülümsemeyi bozmadan
kısmından aşağıya doğru uzanan keskin kılıcın soğuk görüntüsü ve konuşmadan yaklaşırken baltasını eline almıştı. Diğer eliyle
ile iki zeytin tanesi gibi duran simsiyah gözlerdeki ürkütücü ifade ise homurdanan köylülere susun işareti yaptı. Tek şansı vardı
içerideki herkesin sessizliğini bozmaya yetti de arttı. Bir süre daha Qwalin’in. Çevikliği ile kapıya ulaşıp kaçmak.
kıpırdamadan duran Qwalin, her şeyin normale döndüğünden ve
kimsenin kendisiyle ilgilenmediğinden emin olduktan sonra yine Aralarındaki mesafe her saniye kaybolurken Qwalin kimsenin
zemine şarkılar söyleterek yürüdü ve boş masaya oturdu. hayal bile edemeyeceği bir hızla saldırdı. Anlatmaya meraklı
köylülerin bu anı dillendirirken “yıldırım ve şimşek çarpıştı”
Yeni müşteriden sipariş alma görevini Zoltan minik kızlarına diyecekleri kesindi. Qwalin’in kılıcı Glomer’in zırhının yan
bırakmadı. Cesaret edebildiği kadar yaklaşıp, genç kadının insanı tarafını sıyırırken çıkan kıvılcımla bir anda sanki bütün duvarlar
kendinden geçiren sesi ve siyah gözlerinin büyüsüne kapılıp aydınlandı.
kaybolmamaya çalışarak işini bitirdi. Kızlarına: “Tavuk, ekmek
26

