Konuşarak yapılan bir eylem/eylemsizlik olduğu gibi en verimlisinin susarak yapıldığı bir hareketliliktir düşünmek. Hareket eden bir şeyler vardır düşünürken. Zihinde kavgalar, sevişmeler, koşmalar, durmalar (durmak da bir eylemdir), öldürmeler, doğurmalar... zihin yoruluyor düşünürken. misal şu an bir şarkı dinliyorken dışarıdan gözlemlenebilen tek hareket birkaç tuşa basıyor olmaktır. Oysaki...
Düşünceyi somutlama ve kalıcı hale büründürmektir yazmak.
Öznenin sonda oluşu ise yazmaya nereden başladığını yine düşünerek bulmanın sonucudur. (Kim?)
Zaman ister; odaklanma, heves ister. Kendin olabildiğin nadir anlardandır. Bir tepkidir; dünyaya, sosyal çevereye tepki eylemidir.
Uzun zaman oldu -düşüncelerimi kelimelerle buluşturmaktan keyif aldığım bu eylemi yapmayalı. yoldaşı olan okumayla da uzaklaştık.
Ucu bucağı olmayan, zihinde bir oraya bir buraya savrulan düşünceleri toparlar, sonunda senin bile şaşırdığın bir bütün haline getirir. İç yaratıcı alanı dış kamusal alana taşır. Duyguları somut ve gerçek kılmaya hizmet eder. Her zaman profesyonel olmak zorunda da değildir.
Büyük büyük hayaller kurdurur; bazen geçmişten, taa çocukluğundan bir anıyı hatırlatır. Bazen Masmavi gökyüzünü, dağınık bulutları, denizin köpüğünü, yeşili, kuşu, çiçeği nasıl anlatsam diye düşünürken mutluluğu; yağmuru, gecenin karanlığını, yalnızlığı anlatmaya çalışırken hüznü yaşatır. Kendin olabildiğin nadir anlardandır. Taviz verdirmez. Öze iner, baskıdan uzak özgürce geldiği gibi ifade edersin.
Neye, nasıl ve neden inandığımızı yansıtmak için ihtimamla seçtiğimiz sözcükleri kullanırız ve bu sözcükler önemlidir. Sözlerimiz (ne söylediğimiz), tarzımız (nasıl söylediğimiz) etkili iletişim kurabilmek için sahip olduğumuz önemli varlıklarımız. Bunları yazarken halil cibran'ın kitaplarını yazarken en uygun kelimeleri bulmak için müsveddelerini 4 yıl boyunca yanında gezdirmesini hatırladım. Öyle kolay "kelime avcısı" ile anılan bir yazar olunmuyor işte.
Hayatı ihtiyacımız olandan çok daha karmaşık hale getirme eğilimindeyiz. İçimizde anlatılmamış hikayeler kalmazsa gerçekten neyin daha önemli olduğunu anlayabiliriz. Çünkü anlatılan hikayeler, gömülü bırakmayı tercih ettiğimiz taraflarımızla yüzleşmemizin ilk adımıdır. Sonraki adım paylaşmaktır ama o da cesaret ister. Kendi gerçeğimizi paylaşırken başkalarının da kendi gerçeğini farketmesini sağlama fikri belki teşvik edici olur. Kısacası yazmak kendini tanımayı, dünyanı anlamayı sağlar; yazmak iyileştirir.
bir motivasyon işi. üzgünlüğün, kederin, öfkenin, nefretin, dargınlığın, mutluluğun, sevincin.. artık neyin derseniz deyin bir duygunun motivasyonu olmadan yazmak pek keyifli bir iş değil. şimdi bu noktadan sonrası tatava, öncesi de tatavaydı. canı sıkılmaktan bağrından kopacak kişiler okusa kalanını iyi olur. koptuğu nokta bu girdi olur belki de sinkaflı sözler savururlar. hem ağızları bozulur hem kulaklarım çınlar da azıcık kıpırdanma olur bende de.
"bir düş gördüm geçenlerde/görmez olsaydım, ah olsaydım." moğollar'ın sivas katliamı için yazdığı bu dizeler kulağımdan hiç gitmiyor son yıllarda. hayatımın fon müziği. motivasyonumu dibe çeken ve başını ezen cümleler. hiç motivasyonum yok. olsaydı da farketmezdi ama biraz motivasyon da fena olmazdı. neyse. düş görür gibiyim sürekli, kovid'in avrupa ayağının ilk yarısını türkiye'de geçirmedim. bulunduğum yerde, kovid haberlerinin yayılmasıyla marketlerin yağmalanması ve tavuk göğsü bulamamam dışında üzüldüğüm bir şey olmadı. taharet musluğu olmadığından peçeteler daha gözde bir hale geliyor öyle yerlerde, allah'tan onlar şirkettendi de götümüzün derdine düşmedik. insanlık yansa sikimde değil. hak ettik. evet yıllarımı bunu düşünerek geçirdim, "hak ettik". şimdi kendini ya da başka kesimleri "biz hak etmedik ya da onlar hak etmedi." diye savunacaklar olur. eyvallah, ben sesimi duyuramadım 10-15 yıldır. ben hak ettim o yüzden. lüzumsuz harcanan her kuruşun makatımızda yaralar açacağını, nefesimizi körelteceğini anlatmaya çalışırken gangnam style dünyayı kasıp kavurdu. bir psy kadar sözümüz geçmedi bir kişiye. halbuki bir kişi bile kardı. neyse salgının ikinci yarısında döndüm ülkeye. evden çıkmamaya bir başladım, o dönemden beri de çıkmıyorum. arada bir bacaklarım kangren olacak gibi olursa, 5 dakikalık mesafelere gezi yapıp dönüyorum. evet, gezi. 2013 mayıs'ı motivasyonumu kaybettiren şeylerden biriydi. şimdi 5 dakikaya sıkışan gezilerim, evlere sıkışan bizler için önemli bir noktaydı. çünkü, sandım ki doğa zulmüne ve sömürüye karşı bir uyanış olacak. 8 yıl önce yaşanacak bir fikir devrimi, bugünleri daha az hasarla atlatmamıza bir sebep olabilirdi. ben bu süreçte bir kilo bile almadım, bununla sinirleri oynayan insanlar varmış. zaten çok streslisiniz, biraz daha streslenin.
çocuk gibi umutluyumdur bazen. sarımsaklı olmayacağını bildiğim yemeği belki son dakika katılmıştır umuduyla kaşıklarım, suratım asılır. ama kendimi yerlere atarak ağlamam. yok işte sarımsak falan. gidip kendin yapaydın yemeği. o zaman devrim olurdu. motivasyonum yok. ülke gündemi canavar gibi. katilleri, hırsızları, mafyaları, yolsuzları, felaketleri... bir bakıyorum sedat peker, bir bakıyorum savaş ay'ın şapkadan ölü tavşan çıkarma videolarındayım. hepsi sinir harbi. az önce kovidin ilk yarısından bahsettim. en azından etrafımı çepeçevre sarmış, nefes alacak doğa vardı orada. burda o da yok. yakınında park, bahçe, orman olanlar şanslı. gidin keyfini çıkarın bence. marmara denizi gibi ölmeden. düş görür gibiyim sürekli, ülkemde deniz ölmüş. şey diyor adam "1500 km öteden benim ne suçum olabilir?" ebenin amı artık ama ya. valla yeter. dünya yansa sikimde değil modunu aktif hale getirmek istiyorum yine ama kımıl kımıl içim. tükürüğümde boğasım var bazı insanları. erol büyükburç hararetiyle sinirlenmek istiyorum. kobe bryant ölünce "ah büyük usta, ühühühü" diye ağlayan adamların -anılarına saygım var tabi- ülkesinin denizi söz konusu olduğunda bıkbık ötmeleri kadar gülünç bir şey yok. yanlış anlamayın ama susmaları daha gülünç. ne geldiyse susmaktan.
neyse işte, cemil özerenayna'dan ayrıldığından beri mutlu sayılmam zaten. dön bak aynaya kasedinin kapağı eridiğinde ağlamıştım. erime sebebi zaten ayrı üzücü. hiç daha taksit taksit girdi hazırlayıp yazmışlığım yok. bunu da tek seferde yazıp yolluyorum. yalnız bir kez cemil özeren başlığına bilgilerimi tazeleyerek taksit taksit yazmayı denemiştim. o zaman da taslaklar bozuldu. yazdığım her şey gitti. bir daha uğraşmadım ben de. nasıl olsun motivasyon...
Yazmak, kişinin kendine zarar vereceğini bildiği duygu ve düşüncelerden kurtulmanın en faydalı yoludur belki de. Kişi yazarken içindeki aptalca hareketler yapmasına sebebiyet verecek şeyleri kağıda veya baktığı ekrana akıtır.
Yazma eylemi sırasında kişi sinirliyse, karamsarsa veya üzülmüşse yazdıkça sakinleşir ;sakinleştikçe yazısındaki edebi kaygı artar ve güzel bir eser çıkarmaya çalışır. Kişinin güzel için çabalaması o anda sağduyusu kısıtlı olan kişiye farklı bakış açıları sağlar ve kişi daha mantıklı karar verebilecek seviyeye gelir. Aynısı heyecanlanılan veya telaşa kapılınan anlarda da geçerlidir. Tek fark burada kişi yazmayla gelen sakinlikle beraber yazı başına göz attığında "ne diyorum lan ben" diyip silkelenme ve karar alma sürecini sekteye ugratabilecek bu duygusal uçlardan kaçınma bilincine erişir.
İşin özü yazalım dostlar; yazmak kısa vadede kişiyi rahatlatırken, uzun vadede bir alışkanlık haline gelip karar alma sürecinizi mantık çerçevesine oturmanıza büyük fayda sağlar.
ekşi sözlük'te 26.08.2003 tarihinde şöyle bir örnekle tanımlamışım bu eylemi. ekşi hesabım kapalı olduğuna göre buraya aynen koyayım.
- hastayım of hastayım! - geçmiş olsun? ne oldu? - geçmez abi bu geçmez. vuruldum ben! - nerenden vurdular lan? kanamıyor biyerin? - öyle diil abi ya. aşık oldum... - aa, ne güzel, kime? - şu kıza, nah ordaki. - hangisi lan? - pembeli olan, sarı eteklinin sağındaki. - bize göre mi sağ, kıza göre mi? - kıza göre. - hmm. adı ne peki? - bilmiyorum ki? - tanımıyosun yane. - yok abi, sadece burda görüyorum böyle. ya abi bakma öyle öküz gibi. - arkası dönük olm görcek deilya. - abi döner bakar görür felan. öküz sanmasın bizi. ahanda dönüyor, bakma abi bakma! - aaa! - ne? - hale lan bu? - hale mi? - evet, bizim hale. - höy? - lan bu benim çocukluk arkadaşım. arada bir görüşürüz. hatta daha geçen hafta görüşmüştük. - hadi ya. - lan bana geçen hafta senin yanında bi çocuk görüyorum onunla tanıştırsana beni demişti. - hadi yaaaa!!! - valla lan, sen olmayasın o çocuk? - hadiiii yaaaaaaaa!!!!! - dur gideyim sorayım. - dur abi dur benim kalbim yerinden çıkacak gibi oldu, biraz kendime geleyim. - peki durdum. valla çok iyi kızdır hale. zaten hep senin gibilerden hoşlanırdı. ama daha kimseyle çıkmadı. senin yanındaki çocuktan hoşlandım dedi bana. tarif de etmişti ama sen olduğunu anlamadıydım. ilk erkeğimin o olmasını istiyorum demişti. o kadar güzel bir kızın bunca sene yalnız kalması zor gibi görünse de öyle. şanslı adamsın valla! - hebe hebe hebe. - zaten senden iyisini mi bulacak. kız bide zengin biliyor musun? m3 kullanıyor. gezmeyi eğlenmeyi sever ama içki sigarası felan yoktur. harika biri yane anlıcan. biz okuldayken az kişi peşinde koşmazdı kızın. ama bak sana kısmetmiş. ehehe. - ... - ne oldu lan? - abi? yazıyosun dimi? - eheheheheheheeaehhaeh. - git öl abi ya. - ehehahea.
özlediğim eylem. özlettirilen eylem. yazabilmek için önce kişinin kendisini özgür hissetmesi lazım. spot ışıkları üzerinizdeyse, bir de söylediğiniz hemen her şeyin tam tersinden anlaşılma ihtimali varsa, bunu yapmak çok zor. çünkü iletişimin yazılı olduğu bir dünyaya ait bir eylem yazmak. haliyle farklı algılanmaya da çok müsait. sanıyorum artık daha çok yapabileceğim.
yazmak kimi insanlar için ihtiyaçtır. beyne dolan düşünceler o kadar farkındalık doludur ki onların yazıya taşması gerekir. bu ister bilimsel bir yazı olsun ister romantik bir şiir...
her düşünce kendi içinde özel ve farklı parçacıklardan oluşan bütünleri oluşturuyor. önemli olan bu bütünlerin nereye ait olduğunu keşfetmek ve ilerlemeye devam etmek.
yazmak, başlamadan önce tasarlamıktır, düşünmektir. bir incelik olmalı, okuyana hissettirmeli. konuşurken ve düşünürken kullanılan dil edebi yazılarda başka anlatım biçimlerine dönüşmektedir.
her yıl bakış açımız, ilgi alanlarımız değişiyor, bir kere hayat çok dinamik. hiç durmak bilmeyen olayları gözlemlemek, analiz etmek ve bunları kalıcı hale getirmek için yazmak gerek.
sadece kendini ifade etmek değildir; birilerinin anlatamadığı acılarını, mutluluklarını da dile getirmektir.
deli gibi yazmak istiyorum. kırgınlıklarımı, sinirimi, üzüntümü hepsini yazmak istiyorum. unutmamak için yazmalıyım. her zaman keskin tutmalıyım savaş baltamı. asla soğumamalıyım, gücümü bir an bile olsa kaybetmemeliyim; çünkü ben yazmazsam savaşamam. mağlup olurum. "bir deneye göre farelerin karınları ve kaslarına saçma yerleştirilmiş. iki ay süren bir gözlem sonrasında kurşunların yol açabileceği etkiler incelenmiş. ortaya çıkan sonuçta kurşun önce kana karışıyor ve böbrek, karaciğer gibi organların iflasına yol açıyor. üremeyi de etkileyen kurşunun, beynin fonksiyonlarını da etkilediği görülüyor. direkt olarak bir zehirlenmeye yol açmayan kurşun vücutta olduğu sürece, yaşam kalitesini ciddi biçimde azaltıyor." işte benim içinde yazmak bu deney gibi. eğer ben yazmazsam zehirlenirim. düşüncelerim beynimi etkilemeye başlar ve işlevlerini yapamaz hale gelir. kalemim kurşun gibidir. kurşunlarım hedefini vurursa çok can yakar. kimi yaralı kurtulur, kimisi de ölür. bilirim çünkü nasıl kullanmam gerektiğini silahımı, ama sadece gerektiği zaman kullanmam gerektiğini bilirim. kullanmam gerektiği zamanda asla çekinmem. kalemim sihirli değnek gibidir. kalbinize dokunur. hiç görmemişsinizdir beni ama beni hayal edersiniz durmadan. hayaller kurdururum sizlere, fikirlerinize açı kazandırırım. bazen küçük bir açı sizleri büyük bir değişikliğe sürükler ama asla mutsuz hissettirmez kalemim. çünkü ben onu asla kötü kullanmam. iyilikle yoğrulmuştur. iyilikle yoğrulan hamur asla kötü sonuçlar vermez. o sizlerin yansımasından oluşur. yazmam sizin için gereklidir. benim içinse hayati. ben yazmazsam yaşayamam. yazdıklarımı okuduktan sonra sizlerse ya sinir olursunuz ya da mutlu.
"yazmak mutsuzluktur. mutlu insan yazmaz." demiş ilhan berk. doğru söylemiş. yalnız kaldığımda bazen şiir, bazen protest parçalar yazıyorum. belki bi' gün burada paylaşırım. insanların yorumu önemli çünkü. neyse, şu lys geçsin birde. t: içindeki kâğıda dökme sanatı.
bir düşüncenin, fikrin eyleme geçerek yazıya dökülmesi. yazmak eylemini konuşma dilinden ayıran en önemli özelliklerinden birisi sanırım duyguların belirli ölçüde törpülenerek istenilen fikir veya metni daha sağlıklı verebilmesidir bu sebeple logosantiriktir.
günlük hayatta karşımızdaki insanın dış görünüşü, mimikleri, duruşu vb etkenler konuşurken bizi büyük ölçüde etkiler. heyecanlanırız, sinirleniriz, seviniriz ve çoğu zaman bu duygu yüklü konuşmalar o an kurmak istediğimiz cümlelerin kurulmasına mani olur bu yüzden duygu dolu sohbetlerden sonra genelde "ah şunları şunları da söyleyecektim fakat o an aklıma gelmedi" veya "ben asıl şu, bu meseleleri konuşmak istiyordum fakat sohbetin gidişatı yüzünden bunları konuşamadık" gibi hayıflanmalar yaşanır, bu sebepten önemli kararları alırken kimileri yazmayı tercih eder çünkü kelimeler duyguların esiri olmadan seçilebilir, düzenlenebilir, hatırlanabilir ve asıl amaca daha yakın bir şekilde ifade edilebilir.
bu eylemi gerçekleştirmede etkin rol oynayan bir husus okumaktır. yazmadan önce metin taramak, kitap okumak ve bu okumalardan sonra mantıklı ve anlaşılabilir bir şekilde yazmak kullanılan dili geliştirir farklı kaynaklar ve durumlar tarandığından kendini daha rahat ifade edebilir.
fakat hemen herşeyde olduğu gibi nankör bir tarafı da vardır bunun, tekrar edilmezse unutulur tekrar kazanılması zaman alır, mesela son birkaç aydır merak edip özellikle belirli bir kısmını okumak haricinde kitap açmıyorum, insanlarla fazla etkileşime girmesem bile politik olaylar ve ülke gündemi yüzünden duygu doluyum, bu sebepten okumaya ayrılabilecek zamanı genelde gündelik dizi, film izleyerek veya oyun serilerini bitirerek geçiriyorum. bu kendi yazı dilimin gözlemlenebilir şekilde bir yozlaşmaya doğru ilerlediğini farkettiriyor, duygu dolu olmanın, bir türlü içten içe kemiren olaylara karşı tepki verememenin yan etkisi yani dingin bir ruh haline girmeni engelliyor.
tabi bunların yanı sıra otosansürün de büyük etkisi var, mesela insan bu denli duyguyu üzerinden atmak için bir takım eleştirileri dilediğince yazmak, üstündeki kini nefreti boşaltmak istiyor fakat yazarken kendini "şunu söylememek gerekir, bunu konuşursam şu olur, bu olayı alegoriyle anlatabilir miyim, şu kelime yerine bunu kullansam mı" diye düşünürken bağlamdan uzaklaşıyor ve sonunda böyle yapış yapış ne anlatmak istediği tam olarak anlaşılamayan, isteyenin istediği yere çekebileceği ve asla tam olarak hedeflenmek istenen düşüncenin yerini bulamayan garip bir metin ortaya çıkarıyor, bu aynı yeni bir dil öğrenirken farklı bir persona yaratıyor gibi, karakterinizin üzerine size yakın gibi görünen fakat tam olarak şekli şemali belli olmayan bir persona yapıştırıyor bu da yeni yazıda otosansür diliniz oluyor.
korkmadan, baskılanmadan, özgürce konuşabilmek ve yazabilmenin mümkün olmasını isterdim fakat tarihe bakınca bunu başaramayan ve yazıları, eleştirileri, romanları dahi öldükten sonra yayınlanan yazarların olduğunu biliyorken bunun ne kadar olası olduğunu sorguluyor insan.
ilham işidir. sözlük yazarlığı da bu işin bir parçası haliyle. elbet oturup bir kitap yazmak kadar olmasa da insan içinden gelmiyorsa yazmaz, yazamaz. çünkü elma başlığını açıp "kırmızı renkli bir meyve" demek bile isteksizken zulüm gibi gelir insana. haliyle zoraki olarak bunu yapmak yazma eyleminden daha da soğutur insanı.
o nedenle kimse kendini soğutacak kadar zorlamasın. yazarım, yazarsın, yazar, yazarız, yazarsınız, yazarlar. önemli olan yaptığından mutlu olmak. sen mutlu değilsen, çevren de mutlu olamaz.
yazmak (I) -ar 1. -i Söz ve düşünceyi özel işaret veya harflerle anlatmak "Büyük bir heyecan, bir haz içinde şu satırları yazıyorum." - Ö. Seyfettin
Söz ve düşünceyi somut kılmak üzere elimizin beyin kıvrımlarından akıp gelen düşünceyi yakalayıp kağıda yapoştormoso diyerek süsleyebilirim belki de yazımı veya yukarıdaki gibi bilimselleştirebilirim de... Peki aslında nedir yazmak? Sevgili merak, bilmemek ben? Belki de bir sanrı sonucu çıkar eylemci olursun, belki ‘herkes bilsin be’ eylemci olarsın, belki ‘şunu yazın jason bey’ derler yazarsın, belki belki... bizi şu maymunluğumuzun dışında kalan %10.456 dna’ mızın olduğunu belirtmek için yazarsın. Sonuç: yazarsın heey gidi dost fakat madem yazarsın yani yazabilirsin, öyle bir şey yaz ki içimizdeki çocuğa “kalk gel burası bıcır bıcır” desin de aydınlanalım! Şu muzip dünyada bıcır bıcır bilgin tocuklardan olak!