Özellikle böyle 2-3 ya da anaokulu öncesi diye genelleyebileceğimiz çocuklar ya da bebeklerin nedense çok dikkatini çekiyorum.
Pek az çocuktan kötü reaksiyon almışımdır. Çoğu yerde bana bakıp gülümsüyorlar, dikkatlerini çekiyorum, yerim ben onları.
Şimdi işimiz insanlarla olduğu için burada kahvaltı salonuna çocuklu insanlar da geliyor çoğu çocuk bana bakıp gülümsüyor. Ben de gidip göz kırpıyorum, aramızda tatlı bir sevgi bağı oluyor kısa da olsa.
Kız çocukları özellikle çok tatlı olduğu için onlarla anlaşmayı ekstra seviyorum zaten. Bizim sülalede de ayıptır söylemesi bazı çocuklar (ki annemler falan benim de öyle olduğumu söylerler) inanılmaz tatlı ve şirin.
Ama böyle şey değil cidden, hani aileden diye normal bir çocuğu çok tatlı diye severler ya, yok harbiden tatlı oluyorlar. Kız kardeşim, teyzemin küçük oğlu, en küçük teyzemin tüm çocukları ama özellikle en son olan minnoş falan inanılmaz tatlı.
Teyzeme de hep şakasını yaparım zaten gitgide daha tatlısını yapıyorsun diye ki en son olan cimcime sapsarı saçlı, mavi gözlü, ördek dudaklı ağzını yediğim bir şey.
Geçende de restoranta bu minvalde bir çift geldi. Önden bana bilgi verildi zaten çok kişi olmadığından ve tek İngilizce bilen eleman ben olduğum için konuşursun vs diye. Sonra adamı eşyalarını alırken gördüm zaten.
Böyle gingerhead 190 yoksa bile ona yakın boyda mavi gözlü yakışıklı bir Alaman abimiz ile, kumral ya da kahverengi saçlı ama yine mavi gözlü ve ortalama TC kadınından tabiki yine uzun bir İspanyol çift gelmiş. Tabiki bu birliktelikten dünyanın en tatlı bebeği diyebileceğimiz yarı sarı yarı kumral ama boncuk mu boncuk gözlü bir tatlılık dünyaya gelmiş.
Bu hafta Salı ve Çarşamba günleri kahvaltıda denk gelip sohbet ettik ve bu cimcime oturduğu çocuk sandalyesinden ikide bir bana dönüp bakıyordu ağzını yediğim. Sonra ismini falan da öğrendim Layya diye telaffuz ettiler ama tabiki bilmiyorum isminin yazılışını.
Çocuk bilingual büyüyormuş, İngilizce de dahildir tabi. İspanyolca ve Almanca biliyor olacak aileden. Muhtemelen çok çok güzel bir kız olacak. Çok güzel bir ailesi var, ebeveynleri falan. Kıskanmadım değil. Bazı insanlar şanslı doğuyor işte gerçekten.
Evet buradan da sınıfsallığa bağladıysam benim balatalar hafiften yanmış demektir artık. Ben en iyisi veda edeyim.
Dış dünya çok acımasız ve zalim. Yaşamak zor iş. Bir çocuğu hayata hazırlamak daha da zor. Hele ki ben tam manasıyla hazır değilken. Ama o saf ve sevgi dolu gözleriyle bakarken dünyadaki en güzel şeyden de öte, güzel olan tek şey.
karanlığa doğru koşandır elinde umutlarla. o umutları kendinin sanar ve sorgulamaz. yüzündeki mutluluk çevresindekilere huzur verir. karanlığa ulaştığında. bakar ki karanlığın içinde hep tanıdığı annesine benzer suratlar vardır. onları her çekişinde başka biri çıkar. tanıdık biri gelene kadar yoklar. bu bekleyiş onu yaşlandırır. o kişiyi bulduğunda ne yapacağını bilemez. bu kararsızlıkla mücadele verirken o bekler. en sonunda dayanamaz ve gider. gittiğinde çocuğun umutlarını da alır götürür. yaşlanan çocuk karanlığa döner ve o tarafa geçer. annesinin onu bulmasını bekler. annesinin umutlarını çalmak için.
Sikicem düz yolda koşuyor bebeler deniz kenarında. Ananeye kaktırmışlar yaşlı ekibin hepsi "düşersiniz de düşersiniz" oradan biri atlıyor "yavrum yapmayın telafisi yok bunun". E yok ananin amı nine teyze.
Sonra oturttu bebeyi verdi siktiğimin eroin tabletini çocuk yutup'da türkçe özürlü bir ergenin oyun videosuna daldı. güvercin nine muradına erdi.
Bir de emekli ilkokul öğretmeniymiş. Boşuna demiyorum "mantığı olanı mumla aranır" diye.
insan yavrusu. geleceğin karakterleri. bir çiçek gün ışığını iyi almıyorsa, toprağı verimli değilse, suyu yetersizse solar. kimisi yılın belli zamanlarında bolca alır suyu, depolar gövdesinde. ama dikenlidir. şartlara göre değişir yapısı. çocuklara ışık lazım, iyi bir ortam lazım, köklerinden yapraklarının damarlarına dağılacak su lazım. her şeyin yeri var, zamanı var. çocukları çocukluktan çıkarmamak lazım. ki çiçek gibi açtıklarında güzel kokular yaysınlar. can suyu; çocuğun eline tutuşturulan tablet değil, sürekli soru soruyor diye yüzüne yapıştırılan tokat değil. ağlamasın diye önüne koyulan yemek değil. sizi oyalamasın diye her isteğini gerçekleştirmek hiç değil. bir çocuğun yüzünü güneşe dönmesi için önce sizin yüzünüzün güneşe dönük olması gerekir. karanlıktan çıkarıp geldiği sorularını aydınlığa kavuşturmazsanız, o karanlıklar birikir, çocuğu esir alır.
içinde büyüdükleri değerler sisteminin ürünüdürler.
birşeyi çaba göstermeden elde etmek, karşı tarafa etkisine aldırmadan hareket etmek, umursamamak daha üstün, daha çekici hale geliyor her gün.
daha önce de yazdım, elemana "üniversiteye nasıl çalıştın?" diyorsun "aaa ben kitap bile açmadım" diye ağır yalan söylüyor gözünün içine baka baka. her lokmasına dikkat eden, haftanın üç günü halter kaldıran tip "yok ya benim fizik doğuştan, öyle spor falan yapmıyorum" diyor. niye? çaba göstermek, emek vermek, sonrasını düşünmek ayıp çünkü. bunları yapmak eziklik. kendiğinden gökten inen şey değerli, onun peşinde koşmak looserlık.
gençlerle konuşuyoruz ortamda, biri reddedilmesine rağmen tekrar kızın peşine takıldığını, sonradan tavladığını anlatıyor, diğeri "ohoo, beni bir kere rededenle ne işim olacak, onun kaybı der bırakırım" diyor. sevgi sandığı şey bile bir "3 verdim- 5 aldım" oyunu olmuş. birine değer vermek, hele ki onun verdiğinden bir tık fazla vermek uymuyor kar-zarar matriksine. empatisizlik "cool" çünkü. siklememek, umursamamak özgüven.
boşanma oranları zıpladı diye şaşırmayın. defteri kebirle bu kadar yürümesi mucize.
bir değer sistemi yayıldıkça bunun radikal uçları, abartılı versiyonları da yayılır. iyice sıkıntılı çocuk bunu alır "iyilik enayiliktir"e çevirir, "haketmek palavradır"a çevirir, "ölsen umurumda olmaz"a çevirir. kedi parçalatırken kediyi de umursamaz, oradaki "aksiyonun" yanında gözü görmez. birini vurduğunda karşısında "biri" olduğunu işleyecek zihinsel fonksiyonları da geliştirmez. bunun müziğiyle, dizisiyle, sohbetiyle beslenir.
"bencil, sosyopat çocuk" sorunu, çocuk sorunu değil aslında.
üst edit: girdinin orijinali silinmiş. pekala, yontalım gönlü olsun herkesin. onlar da sevilsinler.
dikkat ve özenle yetiştirilmesi gereken varlıklardır, sonucuna göre insan olurlar.
şimdi geçenlerde ekşi sözlükte bir başlık açıldı. hamile bir kediyi pitbulla parçalatan çocuklar içeriyordu başlık. çocuklar yakalanmış, tahminen 10-12 yaş aralığında üç çocuk. öncelikle haber linki. bu da görüntüleri.
çocuklardan birinin sarfettiği sözler korkunç, ''ben seni öldürsem bile üzülmem, kediye mi üzüleceğim?'' diyor. bir çocuğun ağzından böyle laflar çıkmasının tek sorumlusu ailesi değil elbette. en büyük yükümlülüğün ailede olduğu kesin olsa da, tek yükümlülüğün aile olmadığı açık. içinde bulundukları yüz kızartıcı kültürün etkilerini derinden yaşıyor bu çocuklar. kuşaktan kuşağa aktarılan kültür değil bahsettiğim.
örneğin: www.youtube.com/... ''şükür ederim rabbime, silahım var bile, sıkarım kalbine.'' hapishaneden görüntüler. leş gibi ortamlar ve çocuklar. minicik çocuğun eline tesbih tutuşturulmuş, sallıyor. izlenme: 80 milyon.
örneğin: www.youtube.com/... ''kafam taşak gibi karnımız aç, napsak şimdi? süper marketten çalsak bi'şey. sosis ve salam. yerim, kafam düşer, ot ister canım. polisten kaçın.'' angara ayazını seveyim senin. yine leş gibi ortamlar, bu kez zenginlikle harmanlanmış. izlenme: 67 milyon.
öncelikle fiziksel atıflar yapmayı hiç sevmesem de, tipinizi seveyim. sonra bunları keyifle dinleyip yayan kulakları seveyim. bunların soundtrack yapıldığı dizileri izleyip övgülere layık gören gözleri seveyim. çocukların aklını zehirlemek basit, ön ayak olan herkesin beynini seveyim. canımı sıkıyor bu işler.
edit: videodaki polisin sırıtışlarını es geçmişim. komik olan neydi? bir hayvanı katletmiş ve gelecek adına çirkin potansiyeller barındıran bu çocukların sözleri gerçekten komik mi geliyor? sorunlarımız bir değil, iki değil. sivrizekalı kaynıyor ortalık.
Bazen bazı çocukların yerine geçmek istiyorum ben. Hayır, çocukluğumu özlediğim için değil, yüklerini almak için. Bazı çocukların hiç de özenilecek hayatları yok çünkü, bazı çocukların yükleri çok ama çok ağır.
Omuzlarında kocaman dertler, gözlerinde hüzün gördüğümde ben o ürkek çocukların, işte o zaman insanlığımdan utanıyorum canım sözlük. koca dünya bakamayacaksak biz size neden yaşıyoruz ki! Yüzünüzü güldüremeyecek, karnınızı doyuramayacak, başınızı okşayamayacaksak ne bok yemeye yaşıyoruz biz! Yahu sokaklar hayatında bir kez bile bir restoranda yemek yiyememiş, hiç taş toprak dışında oyuncağı olmamış, hiç gerçek sevgiyi hissetmemiş çocuklarla dolu. Ne bok yemeye her sabah uyanıyoruz ki biz!
Çok dertlendim sözlük bu sabah. Ne olur bari biz sevelim onları, daha çok sevelim, koruyalım daha da çok. Gülümsetelim.
(bkz: ilber ortaylı ) nın Sabah kahvaltıyı birlikte yapamayacaksanız, iyi geceler diyemeyecekseniz, masal anlatamayacak ya da dua okuyamayacaksanız, akşam yarım saat konuşmayacaksanız çocuk doğurmayın dediği kısmı ayakta alkışlıyorum.
insan canlısının henüz hayata hazır sayılmayan kesimini tanımlamak için kullanılan terim. yaygın yasalara göre herkes 18 yaşına kadar çocuk. ama çocuk olmak tarlada- fabrikada işçi, savaşta asker, filipinler'de fahişe, türkiye'de gelin olmaya engel olmuyor.
sırf bu sebeple ileride bir çocuğumun olmasından korkuyorum. eğer olursa eşimi karşıma alıp "bak hanım çocuk falan bunlar bana göre değil, ben sana hayatında tadamayacağın yemekler yapayım, sen de karşılığında beni bu çoluk çocuk işlerine pek karıştırma" diyeceğim.
muhtemelen boşar beni bu sözler üzerine ama boşamama ihtimali de var.
Çok seviyorum çocukları çünkü dümdüzler. İçleri dışları bir. Bu yüzden de çok masumlar. Onlar çaresiz kaldıklarında, kötü olduklarında ben de iyi olamıyorum, hep iyi olsunlar istiyorum. Başka türlüsü mümkün mü ki zaten?
Bir de yaşları olmasa da yüreği çocuk olan insanları çok seviyorum. O insanlar sayesinde umudumu canlı tutuyorum. Bana bunları yazdıran tüm çocuklar hep var olsunlar, çoğalsınlar.
Bir panik anında ne yapması gerektiği söylenmemesi gereken insancıklar. Dikkat: söylenmemesi gereken!
Dün maalesef ikinci bir örneğini yaşadığım ve faciadan kıl payı dönülen bir olaydan sonra başkalarıyla da paylaşayım dedim.
Öncelikle yolda yürürken çocuğunuzun elini bırakmayın. Hep görüyorum çocuklar önde yürüyor zıplayarak. Anne babası, dedesi ninesi arkadan takip ediyor. Parkta, bahçede, Vs değilsiniz ki. Yolda yürüyorsunuz. Büyük ihtimalle Yaya geçitlerinin önemsenmediği bir yerdesiniz. Kaldırımda yürürken de çocuğun yola inmesini engellemek, bir terslik olursa çocuğu kucaklayıp koruyabilmek adına hep yakınınızda tutun.
Gelelim dünkü olaya. Dede ve 5 yaşlarındaki torun. Dede çocuğun bisikletini ittiriyor, hani şu arkasında ittirmek için uzun sopa olanlardan. çocuk sıkılıp bisikletten iniyor ve dedesinin önünde zıplayarak yürümeye başlıyor. Adımlarımı yavaşlatıyorum çünkü Yol ayrımındayız. Benim bildiğim çocuk oradan koşarak karşıya geçecek, dönüp bize bakacak.
Benim bir gözüm çocukta, öbür gözüm yolda. Çocuk yol ayrımından karşıya geçti, biz halen o dörtyolun öbür tarafındayız. Yol işlek bir cadde sayılır. Otobüs durakları falan var, merkezi bir yer. Dede çocuğa sesleniyor gülerek, oğlum gel buraya falan diyor. Bir yandan da yavaaaaş yavaş bisikleti ittiriyor. Ben hızlandım, Dede benden geride kaldı. Çocuk çok sevimli, karşıdan bana el sallıyor.
O sırada bir otobüs çıkageliyor. Benim kalp küt küt, yığılıp kalıcam oraya ama bi terslik olsa biliyorum ki dede çok geç kalacak, etrafta oyun oynayan çocuklar, yaşlı teyzeler falan var yani yardım edecek kimse yok. O yüzden sakin kalmak için debeleniyorum, ben hızlanıyorum, otobüs yaklaşıyor. Dede otobüsü yeni gördü. Çocuk Ufacık. Şoför çocuğu görmedi haliyle. Otobüs son sürat geliyor. Çocuk hızlı mı hızlı gelen otobüse sonra da bize bakıp gülüyor. Arabaları seviyor belli ki.
Dede bağırıyor: oğlum dur orada, gelme buraya!
Çocuk sizi böyle panik görünce korkacak ve size doğru koşmaya başlayacak çünkü tek güvencesi sizsiniz. O yüzden orada kal ya da buraya gel gibi emirler vermeyin. Orada kal dersiniz, çocuk koşarak size gelmek ister, araba çarpar. Buraya gel dersiniz, çocuktur ufacıktır, koşup yetişemez ve araba çarpar.
Ben içim her ne kadar dolup taşıyor olsa da çocuğa gülümsüyorum ve Aa o ne o oradaki diye çocuğun arkasındaki alelade bir noktayı parmağımla işaret ediyorum. Çocuk gülerek arkasına bakıyor, otobüs kornaya abanmış bir şekilde geçip gidiyor. Otobüs gidince karşımda başını bize doğru çevirmekte olan çocuğu görüp derin bir oh çekiyorum, hem de nasıl oh. Dedenin yaptığı gibi panikle çocuğa gelme demiş olsaydım ne olurdu düşünmek bile istemiyorum. O ufacık beden muhtemelen kaldıramazdı öyle bir kazayı. Dede anne babaya ne derdi, kendiyle nasıl hesaplaşırdı bilmiyorum.
Bunların hepsi bir dakika sürmemiştir bile. Çocuğa seslenişimle otobüsün geçişi arasında da 2 saniye anca var ama o 2 saniye yıl gibi geldi. Çok korkunç bir şeydi, hala elim ayağım boşalıyor aklıma geldikçe.
Beni asıl şoke eden şeyse dedenin bu faciadan sonra çocuğun yanına giderek "sözümü niye dinlemiyosun kerata" diye maytap geçmesiydi. Siz söyleyin, ben mi çok abartıyorum bir çocuğun trafik kazasına kurban gitmesini yoksa Dede mi fazla orospu çocuğu?