kariyerinin henüz başlarında olduğunu düşündüğüm amerikalı yönetmen karyn kusama'nın 2015 yapımı the invitation'ına göre daha fazla dikkat çekmiş, 9 milyon dolarlık bütçesiyle ve tabii ki charlize theron'a oscar getiren monster'ındaki "aileen" rolünü andıran "erin bell" rolüyle nicole kidman'ın kadraj çatlattığı, geçen yılın vasat üzeri filmlerinden biri.
film, yaşlı dedektif erin bell'in geçmişteki hatalarına, çözmesi gereken bir faili meçhul cinayet dosyasına ve intikam yüklü psikolojik durumuna odaklanıyor. bell'in polislikten başka ne boklar yediğini filmin henüz ilk çeyreğinde anlıyorsunuz ve kidman'ın oyunculuğuyla büyülenmeye başlıyorsunuz. kendisinin halen the hours'taki virgina woolf rolünün üzerine çıkabilmişliği olmasa da (ve bence bundan sonra da olmayacaksa da), bell canlandırması müthiş. filmin akışı yer yer flashbacklerle yürüyor. kafa karıştırma amacı güdülmüş burada ama pek işe yaramamışa benziyor. zaten kurgunun bir yerden sonrası tamamen belli olduğu için filmin sonuna kadar sadece birkaç merak kırıntınızı hayatta tutabiliyorsunuz. "gerçeğin laps diye açıklanması" gibi bir şok etkisi ortaya çıkamayacağı için senaryonun akışındaki kronolojik sapmaların kafa karıştırma etkisi de, haliyle, en aza indirgeniyor.
kidman'ın kariyer rollerinden biri olmuş "erin bell". hem plastik makyajla yaşlandırılması müthiş hem de bu yaşlı halini olgunlukla, aksayan bir ayakla tamamlaması nefis. kendisinin destroyer gibi kıyıda köşede kalmış ve oyunculuğunu tam anlamıyla verebileceği, kariyerinde içinde yer aldığı filmlerden daha düşük bütçeli olanlarına vakit ayırmasını isterim. filmi dolduran yan karakterlere can verenler arasında toby kebbell, sebastian stan, bradley whitford, beau knapp, toby huss ve james jordan gibi, görünce "ben bunu bir yerden hatırlıyorum" simasına sahip isimler var. kebbell ve stan'in filmin akıcılığında üzerilerine düşen rolden fazlasını yerine getirmiş olmaları filmi izlerken keyiflenmemi sağladı. filmin 2 saatlik süresi 1 buçuk saat civarında tutulabilirmiş. okuduğum kadarıyla, filmle ilgili en büyük eleştirileri alan kısım süresi olmuş. yukarıda bahsettiğim merak ögesi kırıntılarının filmin sonlarına doğru iyice azalmasına sebep olan da süresi olabilir. beni rahatsız etmedi ama yarım saat kadar daha kısa tutulsaydı, oldukça etkilenebileceğim bir kurguyu izlemiş olabileceğim de filmi izlerken aklıma gelmişti.
bir dedektiflik hikayesi olarak değil, psikolojik çözümlemeli "geçmişin yollarını aşındırmış" insan hikayesi olarak görürseniz, destroyer'dan etkilenmemeniz için bir sebep göremiyorum. kidman'ın oyunculuğunu sevmeyenler bile "erin bell" karakteri sebebiyle kendisine haksızlık ettiklerinin farkına varabilirler belki.