"seri katiller muhakkak yakalanmak ister" gibisinden bir laf var. o yüzden her cinayete muhakkak bir iz, bir işaret, bir ipucu bırakırlarmış. hiçbir şey olmasa, kurbanlarından bir hatıra alırlarmış.
düşünsene öyle bir haldesin. seri katilsin, ipucu bırakmışsın, işaretler bırakmışsın ama kimsecikler anlamıyor. kimse o'nun "sen" olduğunu bulamıyor. üzülmeklerden üzülmek beğen.
burada ve başka sözlüklerde anonim olarak yazıyoruz. kimimiz kimliğini gizlemeden, kimimiz farklı farklı birden fazla kimlikle gelip yazıyor. kimimiz de bir kimlikle gelip daha sonra o kimlik buraya (ya da diğer sözlüklere) küsüyor, ya da bir şekilde ilişiğini kesmek durumunda kalıyor.
zaman oluyor, buradan (ya da diğer sözlüklerden) gidenler, gittikleri yeri unutup siliveriyorlar akıllarından, oh mis. ama zaman oluyor, gidenler başka kılıklarla, başka kimliklerle geliyor. öyle oluyor ki "beni tanısınlar" artık noktasına gelebiliyor kimi insan. "hem açıkça söylemeyeyim kim olduğumu ama hem de ne olur artık birileri beni tanısın, ne olur..."
gidenleri seri katile benzetmiş olmak değil buradaki olay. yaşanan duygular...
neyse, elbette ki şüphelendiklerim de var, tespit ettiklerim de var, öğrendiğimde "hassiktiirr" diye şaşıracaklarım da var. ama bildiklerimi de şüphelendiklerimi de söylemeyeceğim. bilmelerini isterim ki her ne kadar kendilerinin hoşuna gitmeyecek de olsa sırları bende güvende.
bu söylediklerim kulzos'tan gidenler için değil sadece. benim olduğum herhangi bir yerden gidip de başka kimlikle gelen herkesi kapsıyor.
hayır bebeyim, senden bahsetmiyorum. öyle olsa bile asla bilemeyeceksin ya, işin cilvesi de burada.
ah az adam, az adam bildiğini yaz adam tipe baksan urfalı konuştu mu laz adam.
içinden geldiği gibi yazardı eskiden. içinden gelirdi en azından. üşengeçlikten mi, tembellikten mi, keyifsizlikten mi yoksa fazla keyiften mi bilmem. hayat pahalılığından belki. yazmıyor, yazamıyor.
kafanın içinde dönüp duran kelimeler de bir işe yaramıyor haliyle.
Her insan sevgiye muhtaç. Ancak, sevgisinin lütuf olduğunu düşünenlerin sevgisine değil. Çünkü onların sevgisi gönülden gelen bir şey değil. Onların sevgisi, sana bahşettikleri bir lütuf. Allah gibi şükür isterler senden, mütemadiyen. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Kimsenin sevgisi de kimseye lütuf değil.
Sevme beni ya hu! İçinden gelmiyorsa sevdiğini de söyleme.
Evet, sen beni sevdin diye ben Lütufmuşçasına şükrederim, Sen beni sevdin diye sana şiirler, türküler söylerim. İçimde kelebekler vadisi yeşerir, Kurak köyüme can suyu gelir, Ağaçlar çiçek açar, kuşlar uçar Ve işte... Her şey bir anda çok güzel olur.
bataklığın içinde çabalarken batmak... denedim, çabalamayınca da batıyorsun.
halbuki bataklığın kenarına çıkıp elindeki yüzündeki boku silip bi sigara tüttürmek vardı...
ilk zamanlar, o sigarayı tüttüreceğin anların hayalini kuruyorsun. "çok yakın o zamanlar" diyorsun.
Sonra sonra fark ediyorsun ki sadece nefes alıp vermeye devam etmen için bir motivasyondan başka bir şey değil bu serap. yaşamak demiyorum bak, "nefes alıp vermek."
bazen "yeni bir başlangıç?" diyorsun meselâ. her şeye sıfırdan başlamak...
aslında güzel fikir lan.
ama işte bilmediğin bir şey var. yine o bataklıktan geçececksin, yine o bataklığa gireceksin, yine o bataklığa saplanıp, dışarıda sigara içtiğin anı hayal edeceksin.
aslında umutsuzluk değil.
umursamazlık da değil.
ama yine de, selin içinde arabasının içinden çıkarken sigarasını ağzına götüren o dayı gibiyim. ölmedik ya... ölmeyeceğiz de.
yani en azından ölmemek taraftarıyız. "bu da yaşamak mı" dersen onun cevabı göreceli, yine de; en azından nerede olduğunu biliyorsun.
- seviyorum ulan seni beyninin kıvrımlarıyla oynaştığımın az adam'ı... - siktir lan ben seni sevmiyorum. - bok.
"hiç var olmamış olmak" istedi çok kez. hiç var olmamış olma dileği kabul olduğunda bunu anlayabiliyorsa var olmuş olacaktı halbuki. ya da hiç var olmamış olma dileği kabul olduğunda bunu anlayamacaksa; yani gerçekten hiç var olmamış olacaksa bunu kendi de bilemeyecekti. yani aslında aynı anda var ve yok. dileği hem kabul hem değil. varlığı-yokluğu bir.
bu da bizi schrödinger'e, kedi'ye, hiç kimsenin olmadığı yerlerde yıkılan ağaçlara, oradan kuantum fiziğine, oradan da paralel evrenlere götürüyor. bir bakıyoruz ki meğersem her ayrı dileğin kabul olduğu bambaşka evrenlerde az adam. bazılarında az, bazılarında yok adam.
hem vardı, hem yoktu az adam. (az ise vardır az da olsa gerçi. ama işte kuantum; anlarsın ya) olduğu zamanlar da oldu tabii. kimse hatırlamaz... hatırlamasın da zaten. mendebur...
size bu başlık altında çok güzel hikâyeler anlatmaya niyetlenmiştim.
inatla ve ısrarla vaz geçemediğim tek şey, hikayelerin baş rolünde kendim olmam olduğundan mütevellit, bu niyetimi gerçekleştirmem çok çok çok uzun zamanlar alacak gibi görünüyor.
zira başkalarının güzel hikayelerini anlatmak bir yandan işime gelmiyor (yok canım, ne kıskanması), bir yandan da maaşallah dediği üç gün yaşamayan biri olmamdan dolayı içinde güzel şeyler olan yaşantıların içine sıçan ben olmak istemiyorum.
sahi, başkalarına ait güzel hikayeleri, paylaşmayacaksam neden biriktiriyorum? ya da biriktiriyor muyum? kim bilir?
şöyle bir düşündüğümde, başkalarına ait hikâyeler genellikle o başkalarından da başkalarından duyulmuş dedikodulardan öteye geçmediğinden; bu halde başkalarına ait güzel hikâye tanımı da birazcık geçersiz oluyor. Bildiğim kadarıyla dedikodu dediğin şey, başkalarını başkalarına karşı itin götüne sokup sokup çıkartmaktan ibaret.
velhasıl, bu başlık altında sizlere güzel hikayeler anlatabilme arzumun kaynağı aslında o güzel hikayeleri kendim yaşıyor ya da yaşamış olmak istememden kaynaklanıyor da olabilir.
bilemiyorum. aslında biliyorum.
Bilme biliyorum emmeee, sanırım işime gelmiyür.
ee, Bize de kaldı az adam'ın azlığını anlatmak, az adam'ın adam-- yok lan, ne alakası var...
tamam, tamam. gereçekkleri öğrenmek fikri hoşuma gitmiyor. bilmediğim halde bildiklerim yetmiyormuş gibi bir de bunun teyidi eksik kalsın. azlığına ayrı sıçayım, adamlığına ayrı. delirttiniz lan beni.
her şeyin anlamsızlığını bir kenara bırak. ya da bırakma. her şey her zaman anlamsızdı. her zaman anlamsız olmaya devam edecek.
sen de anlamsızsın. anlamaz, anlaşılmazsın.
hayatta anlama, manaya dair tek bir şey bile yok.
yapacak olduğun tek bir şey vardı. köyüne sahip çıkmak. beceremedin.
kimseye kızmanın, kimseye darılmanın, kimseye kırılmanın alemi yok. köyün senindi. köyünün kaderi senin elindeydi. açacak çiçekler, ötecek, cıvıldayacak kuşlar her taşın altından çıkacak börtü böcekler, meyve verecek ağaçlar, akacak serin sular daha bir sürü şey. köyünde var olan ve var olması muhtemel her şey.
hepsi senin eline bakıyordu. yapman gereken şey köyünün akıbetine karar vermekti, çok basit.
yansın istedin, yandı. yok olsun istedin, yok oldu. yine de bırakmadın bu köyün yakasını.
bir insan kaç kere ölür? 1 kere değil mi? be ağzına sıçtığımın adamı, niye bu köyü tekrar tekrar yakarsın?
ne zaman yeşillense bilmiyor musun tekrar yanacak? haydi tamam, sen yanmaya alışıksın da ne günahı var cümle hayvanat ve nebatın?
hesabı sorulmayacak mı sanıyorsun? geçer, gider unutulur mu sanıyorsun? toprak unutmaz. köy unutmaz.
bir başka kere aynı şeyi yaşıyorum. bir başka kere aynı şeyi yaşayacağım. bir başka kere bir canım toprak olacak. elimden gelen de yetmeyecek.
"tırsık"tan beri böyle oldu. "ağzı kokan"dan sonra böyle olacak. nam-ı diğer, "kör'ün kardeşi". ad koymaktan çekindim evet, adını koyduğum benden gidiyor... belki de "beyaz"dan beri, emin değilim.
kedilerin dokuz canı yok. benim kaç dokuz oldu giden, sayamadım. bu kahır çok fazla değil mi ama? bu kahır çok fazla değil mi bana?
kedilerin dokuz canı yok. yavrumun da şimdi sesi yok. aynı filmi izlemiştim, o zaman siyah beyazdı...
bir başka kere aynı filmi izleyeceğim. bir başka kere hüngür hüngür ağlayacağım. keşke her şey filmlerdeki gibi olsa; "yalancıktan" olsa hep kahırlar, "rol icabı" yaşansa acılar. "şakacıktan" ağlasa esas oğlanlar.
başıma geleni biliyorum, başıma geleceği biliyorum yine nefessiz kalacağım. yine salya sümükle boğuşacağım... yine "benim yüzümden" sahnesi çekip yeni mezarlar kazacağım.
kedilerin dokuz canı yok. keşke benim de olmasa.
köyümle derdi ne bu kaderin canımla, canlarımla derdi ne?
öyle bir şey olmayacak. hayır, öyle bir şey de olmayacak. zaten onun öyle olması imkansız da öbürünün öyle olması da artık imkansız.
ne münasebet canım, ne pişmanlığı? ben ki her şeyin en doğrusunu bilen, ben ki hep dosdoğru olan, ne pişmanlığı?
bilmiyor muyuz canım beni? sayısız paaralel evrenlerde sayısız kere aynı şeylerin olduğunu, olmaya devam edeceğini? öyle bir dümdüzlük ki, iki cihan bir araya gelse aynı bokları yiyeceğimi? insan karaktersiz olmaya görsün, yani oluyorsa olsun da olduğunu görmesin.
yine de öyle bir şey olmayacak. çünkü olması için bir sebep yok. hayır, öyle bir şey de olmayacak çünkü olacak olan olurdu, kimse mani olamaz.
orman neden kardeştir? başka çaresi yoktur da ondan*. elini uzatıp yanındaki ağaca vurayım desen 15 sene. o zamana kadar biri gelip seni kesmeyecek de bilmem ne. sahi, sarılmak istesen daha da uzun. hemen yanıbaşında ama bir ömür uzağında. o yüzden belki de sevgili değil, düşman değil de kardeştir orman.
orman neden kardeştir? başka çaresi yoktur da ondan*. dalına konan kuşa "siktir git" diyemeyen ağaçlar üstüne işeyeni lanetleyemeyen çiçekler her an yenilme tehlikesiyle karşı karşıya, börtü böcekler. sağ kalanlar kardeş işte. karnı tok sırtı pek olanlar geçinir kardeş kardeş. bir daha acıkıncaya kadar.
"yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine"
"kardeş" değil, de "miş" gibi bir ormandır belki de nazım'ın dediği.
orman neden kardeştir; söyleyeyim ben sana. orman neden kardeştir? nâzım öyle dedi diye.
*: vizontele (2001) - yılmaz erdoğan - "insan, memleketini niye sever? başka çaresi yoktur da ondan." - Belediye Başkanı
olmadığı kişi muamelesi görmek en başta şaşırtsa da sonra hoşuna gidiyor az adam'ın. ilk başlarda; "nasıl yai?" "ben mi?" "o kadar değerli olan?" "sahi mi?" diye bir şaşırsa da sonra bu muameleye alışıyor, "evet ya, gerçekten birisinin 'en kıymetlisi'yim galiba" diyor. işte, az adam'ın, hayatının içine sıçılacağı dönem de o zaman geliyor.
çünkü gerçek tektir ve değiştirilemez. sen kimsenin bi boku değilsin. kimsenin sikinde falan da değilsin. buraya yazdığın her şey gerçek, "alet çantası"ndan tut da olman gereken kişi hakkındaki gerçeklere kadar. ve buraya yazdığın her şey, "ben biliyorum" lar falan da gerçek. insanın haddini bilmesi güzel şey.
sadece gerçeklerden uzaklaşmak iyi gelmiyor sana az adam. kim olduğunu bil, haddini bil, otur götünün üstüne. insanın haddini bilmesi güzel şey.
yoksa ne mi oluyor? işte her zaman karşılaştığın o şeylerle karşılaşıyorsun. , sana gerçekte kim olduğunu hatırlatıyorlar. sana, gerçekte bir bok olmadığını hatırlatıyorlar. sana "siktir git" demeden "siktir git" demenin milyon tane yolunu buluyorlar. Tamam, bu yaratıcılıkta senin de katkın var ama bu iyi bir şey değil.
herhangi birinin hayatında herhangi bir yer kaplamaya hakkın olmadığını, dış kapının önünde; "lan belki içeri alırlar" dediğin bir dış kapının önünde, adını söylediklerinde dilin dışarıda salyalarını akıtarak minnettar bir "hav" sesi çıkaran gariban bir köpek olduğunu hatırlatıyorlar.
evet, yukarıdaki köpek tarifi o kadar da iç karartıcı, o kadar da kötü bir şey değil. köpekler güzel hayvanlardır en nihayetinde. sadıktırlar hiç olmazsa.
ama kötü olan ne biliyor musun? sen o tarifteki köpek olduğunu her zaman bildiğin halde kendini gerçekten değerli bir şey sanıyorsun da sana "gel kuçu kuçu" dediklerinde üzülüyorsun ya.
öğrendi.
yani, umarım.
umarım öğrenmiştir.
85 yaşında buraya gelip "öğrendi artık" yazmak istemiyorum çünkü.
aslında biliyordu.
her zaman bildi.
gerçekten.
her şeyi, her zaman bildi.
çok da doğru bildi.
inan olsun, bir kere yanılmışlığı yok.
ama işte...
umut dünyası o kadar başka bir şey ki...
Bu yüzden isnanlar manasız, anlamsız şeylern, kişilerin peşinde koşup duruyorlar.
bu yüzden insanlar manasız, anlamsız değerlerin peşinden koşuyorlar.
bir umut...
artık neyin umudu olduğu, koşan kişinin beklentileriyle doğru orantılı.
ama işte umut...
aslında o'na dosdoğru öğretmişlerdi.
adım adım, harf harf, bilal'e öğretir gibi öğretmişlerdi hem de.
ama işte insanoğlu...
o umudun peşinde koşuyor ya...
o olmazlığa bel bağlıyor hani.
2*2=4 evet, bunu herkes biliyor da
neyse, siktiret