her şeyin anlamsızlığını bir kenara bırak. ya da bırakma. her şey her zaman anlamsızdı. her zaman anlamsız olmaya devam edecek.
sen de anlamsızsın. anlamaz, anlaşılmazsın.
hayatta anlama, manaya dair tek bir şey bile yok.
yapacak olduğun tek bir şey vardı. köyüne sahip çıkmak. beceremedin.
kimseye kızmanın, kimseye darılmanın, kimseye kırılmanın alemi yok. köyün senindi. köyünün kaderi senin elindeydi. açacak çiçekler, ötecek, cıvıldayacak kuşlar her taşın altından çıkacak börtü böcekler, meyve verecek ağaçlar, akacak serin sular daha bir sürü şey. köyünde var olan ve var olması muhtemel her şey.
hepsi senin eline bakıyordu. yapman gereken şey köyünün akıbetine karar vermekti, çok basit.
yansın istedin, yandı. yok olsun istedin, yok oldu. yine de bırakmadın bu köyün yakasını.
bir insan kaç kere ölür? 1 kere değil mi? be ağzına sıçtığımın adamı, niye bu köyü tekrar tekrar yakarsın?
ne zaman yeşillense bilmiyor musun tekrar yanacak? haydi tamam, sen yanmaya alışıksın da ne günahı var cümle hayvanat ve nebatın?
hesabı sorulmayacak mı sanıyorsun? geçer, gider unutulur mu sanıyorsun? toprak unutmaz. köy unutmaz.
tamam, tamam. gereçekkleri öğrenmek fikri hoşuma gitmiyor. bilmediğim halde bildiklerim yetmiyormuş gibi bir de bunun teyidi eksik kalsın. azlığına ayrı sıçayım, adamlığına ayrı. delirttiniz lan beni.
size bu başlık altında çok güzel hikâyeler anlatmaya niyetlenmiştim.
inatla ve ısrarla vaz geçemediğim tek şey, hikayelerin baş rolünde kendim olmam olduğundan mütevellit, bu niyetimi gerçekleştirmem çok çok çok uzun zamanlar alacak gibi görünüyor.
zira başkalarının güzel hikayelerini anlatmak bir yandan işime gelmiyor (yok canım, ne kıskanması), bir yandan da maaşallah dediği üç gün yaşamayan biri olmamdan dolayı içinde güzel şeyler olan yaşantıların içine sıçan ben olmak istemiyorum.
sahi, başkalarına ait güzel hikayeleri, paylaşmayacaksam neden biriktiriyorum? ya da biriktiriyor muyum? kim bilir?
şöyle bir düşündüğümde, başkalarına ait hikâyeler genellikle o başkalarından da başkalarından duyulmuş dedikodulardan öteye geçmediğinden; bu halde başkalarına ait güzel hikâye tanımı da birazcık geçersiz oluyor. Bildiğim kadarıyla dedikodu dediğin şey, başkalarını başkalarına karşı itin götüne sokup sokup çıkartmaktan ibaret.
velhasıl, bu başlık altında sizlere güzel hikayeler anlatabilme arzumun kaynağı aslında o güzel hikayeleri kendim yaşıyor ya da yaşamış olmak istememden kaynaklanıyor da olabilir.
bilemiyorum. aslında biliyorum.
Bilme biliyorum emmeee, sanırım işime gelmiyür.
ee, Bize de kaldı az adam'ın azlığını anlatmak, az adam'ın adam-- yok lan, ne alakası var...
"hiç var olmamış olmak" istedi çok kez. hiç var olmamış olma dileği kabul olduğunda bunu anlayabiliyorsa var olmuş olacaktı halbuki. ya da hiç var olmamış olma dileği kabul olduğunda bunu anlayamacaksa; yani gerçekten hiç var olmamış olacaksa bunu kendi de bilemeyecekti. yani aslında aynı anda var ve yok. dileği hem kabul hem değil. varlığı-yokluğu bir.
bu da bizi schrödinger'e, kedi'ye, hiç kimsenin olmadığı yerlerde yıkılan ağaçlara, oradan kuantum fiziğine, oradan da paralel evrenlere götürüyor. bir bakıyoruz ki meğersem her ayrı dileğin kabul olduğu bambaşka evrenlerde az adam. bazılarında az, bazılarında yok adam.
hem vardı, hem yoktu az adam. (az ise vardır az da olsa gerçi. ama işte kuantum; anlarsın ya) olduğu zamanlar da oldu tabii. kimse hatırlamaz... hatırlamasın da zaten. mendebur...
bataklığın içinde çabalarken batmak... denedim, çabalamayınca da batıyorsun.
halbuki bataklığın kenarına çıkıp elindeki yüzündeki boku silip bi sigara tüttürmek vardı...
ilk zamanlar, o sigarayı tüttüreceğin anların hayalini kuruyorsun. "çok yakın o zamanlar" diyorsun.
Sonra sonra fark ediyorsun ki sadece nefes alıp vermeye devam etmen için bir motivasyondan başka bir şey değil bu serap. yaşamak demiyorum bak, "nefes alıp vermek."
bazen "yeni bir başlangıç?" diyorsun meselâ. her şeye sıfırdan başlamak...
aslında güzel fikir lan.
ama işte bilmediğin bir şey var. yine o bataklıktan geçececksin, yine o bataklığa gireceksin, yine o bataklığa saplanıp, dışarıda sigara içtiğin anı hayal edeceksin.
aslında umutsuzluk değil.
umursamazlık da değil.
ama yine de, selin içinde arabasının içinden çıkarken sigarasını ağzına götüren o dayı gibiyim. ölmedik ya... ölmeyeceğiz de.
yani en azından ölmemek taraftarıyız. "bu da yaşamak mı" dersen onun cevabı göreceli, yine de; en azından nerede olduğunu biliyorsun.
- seviyorum ulan seni beyninin kıvrımlarıyla oynaştığımın az adam'ı... - siktir lan ben seni sevmiyorum. - bok.
Her insan sevgiye muhtaç. Ancak, sevgisinin lütuf olduğunu düşünenlerin sevgisine değil. Çünkü onların sevgisi gönülden gelen bir şey değil. Onların sevgisi, sana bahşettikleri bir lütuf. Allah gibi şükür isterler senden, mütemadiyen. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Kimsenin sevgisi de kimseye lütuf değil.
Sevme beni ya hu! İçinden gelmiyorsa sevdiğini de söyleme.
Evet, sen beni sevdin diye ben Lütufmuşçasına şükrederim, Sen beni sevdin diye sana şiirler, türküler söylerim. İçimde kelebekler vadisi yeşerir, Kurak köyüme can suyu gelir, Ağaçlar çiçek açar, kuşlar uçar Ve işte... Her şey bir anda çok güzel olur.
içinden geldiği gibi yazardı eskiden. içinden gelirdi en azından. üşengeçlikten mi, tembellikten mi, keyifsizlikten mi yoksa fazla keyiften mi bilmem. hayat pahalılığından belki. yazmıyor, yazamıyor.
kafanın içinde dönüp duran kelimeler de bir işe yaramıyor haliyle.
"seri katiller muhakkak yakalanmak ister" gibisinden bir laf var. o yüzden her cinayete muhakkak bir iz, bir işaret, bir ipucu bırakırlarmış. hiçbir şey olmasa, kurbanlarından bir hatıra alırlarmış.
düşünsene öyle bir haldesin. seri katilsin, ipucu bırakmışsın, işaretler bırakmışsın ama kimsecikler anlamıyor. kimse o'nun "sen" olduğunu bulamıyor. üzülmeklerden üzülmek beğen.
burada ve başka sözlüklerde anonim olarak yazıyoruz. kimimiz kimliğini gizlemeden, kimimiz farklı farklı birden fazla kimlikle gelip yazıyor. kimimiz de bir kimlikle gelip daha sonra o kimlik buraya (ya da diğer sözlüklere) küsüyor, ya da bir şekilde ilişiğini kesmek durumunda kalıyor.
zaman oluyor, buradan (ya da diğer sözlüklerden) gidenler, gittikleri yeri unutup siliveriyorlar akıllarından, oh mis. ama zaman oluyor, gidenler başka kılıklarla, başka kimliklerle geliyor. öyle oluyor ki "beni tanısınlar" artık noktasına gelebiliyor kimi insan. "hem açıkça söylemeyeyim kim olduğumu ama hem de ne olur artık birileri beni tanısın, ne olur..."
gidenleri seri katile benzetmiş olmak değil buradaki olay. yaşanan duygular...
neyse, elbette ki şüphelendiklerim de var, tespit ettiklerim de var, öğrendiğimde "hassiktiirr" diye şaşıracaklarım da var. ama bildiklerimi de şüphelendiklerimi de söylemeyeceğim. bilmelerini isterim ki her ne kadar kendilerinin hoşuna gitmeyecek de olsa sırları bende güvende.
bu söylediklerim kulzos'tan gidenler için değil sadece. benim olduğum herhangi bir yerden gidip de başka kimlikle gelen herkesi kapsıyor.
hayır bebeyim, senden bahsetmiyorum. öyle olsa bile asla bilemeyeceksin ya, işin cilvesi de burada.
ah az adam, az adam bildiğini yaz adam tipe baksan urfalı konuştu mu laz adam.