the english patient ile en iyi yönetmen oscar'ını kazanmış ingiliz yönetmen anthony minghella'nın 2003 yapımı amerikan iç savaş'ını deşen, epik filmi. charles frazier büyük büyük büyük dedesi "william inman"'dan esinlenerek yazdığı aynı adlı romanla 1997'de "national book award for fiction"'ı kazanmış. amerika'da oldukça büyük bir ödül bu. minghella da romanı filmleştirmiş.
konusu, amerikan iç savaşı sırasındaki bir aşk hikayesinden oluşuyor. inman ile ada arasındaki 19. yüzyıl aşkının araya giren savaş nedeniyle başlamadan ara vermesi ve inman'ın cephede yaşadıkları, filmin büyük kısmında anlatılanlar. filmin yaklaşık 2 buçuk saat sürdüğü düşünüldüğünde, ada ile inman arasındaki romantizm rüzgarlarının iç savaş ile kesilmesinin bu denli geniş bir şekilde anlatılması bir miktar sizi sıkabilir. minghella'nın romana bağlı kaldığını söylediği bir röportajı var. yazar frazier'ın amerika'da "hepimiz tekiz" olgusu yaratmak üzerine inşa ettiği romanı (roman hakkındaki hemen hemen bütün eleştiriler bu kapıya çıkıyor) iç savaşın taraflarını ya da romantizmi değil, savaşın her insanın üzerinde bıraktığı yıkımı hayal ettirmiş okurlara. kazandığı prestijli ödülü de militarist bir bakış yüzünden değil, gene aynı şekilde, savaşın götürdükleri üzerinden değerlendirmek mümkün.
filmin ilk yarım saatine ısınamayabilirsiniz, bu normal. nicole kidman ile jude law arasındaki uyumsuzluk her karşılıklı sahnelerinde gözünüze batıyor, kidman'ın oldukça yapay duran güneyli aksanını her duyduğunuzda hoparlörü kısmak istiyorsunuz, 1800'lerin ilk yarısında amerika'nın güney eyaletlerindeki yaşamın anlatıldığı sahnelerin "lay lay lom" havası kulağınıza eğilip filmi izlemekten vazgeçmenizi fısıldıyor. bu ilk yarım saati "sinir testi" olarak görüp yolunuzu ona göre çizebilirsiniz. zaten filmin bu girişiyle manghella çok fazla olumsuz eleştiri de almış. filme 10 üzerinden 1 puan verenlerin temel dayanağı olan "gereksiz romantizm"in kaynağını oluşturan sahneler de bu kısımda. genel olarak filmdeki romantizmi normal buldum ben; hatta biraz az bile bulmuş olabilirim ama bundaki tek sebep, kidman'ın gerçekten de berbat oyunculuğu.
"epik film" tanımlaması yapılmasını sağlayan savaş ya da savaşla ilgili sahneler çok az ama müthiş etkileyici. kuzeyli askerlerin güneylilerin hendeklerinin altına patlayıcı yerleştirmeleriyle başlayan ve çok da uzun sürmeyen sahne nefisti. aynı sahne, insanlığın ne denli açgözlü, kana doymayan bir yapıda olduğunu çok sert bir şekilde gösteriyor bence.
inman'ın savaş devam ederken yaşadığı maceralar ise, bende romanı okuyormuşum hissi bıraktı. burada frazier'i överken, minghella'nın yan hikayeciklerdeki ustalığını da alkışlamak gerek. filmin afişinde ya da fragmanında bile bulunmayan natalie portman, cillian murphy, charlie hunnam, jack white (evet, the white stripes'ın jack white'ı), ethan suplee ve giovanni ribisi gibi oyuncularla film dolu dolu olmuş. romanı okuyormuşum hissi veren de, temel olarak bu oyuncuların filmin yan hikayelerini yer yer ana hikayenin önüne koyarak; ama ana hikayeye katkılarını da önemsizleştirmeden göstermeleriydi. sadece inman ile ada arasındaki romantizmi izlemek zorunda olmadığınız, yan hikayelerinin içinde kaybolabileceğiniz bir film olmuş. django unchained'in o yoğun anlatımıyla benzer buldum ben.
süresi sizi korkutmasın, güzel film. biraz western tadı, bolca yakın amerikan tarihi, "burada bir sorun var" diyerek izleyeceğiniz gerçekçi olmayan romantizm ve nefis oyunculuklar... filmi böyle özetleyebilmek mümkün. kulzos film topluluğu'nun bu ayki film listesindeydi (kulzos film topluluğu/#95088). izlediğime pişman olmadım. öneririm.