kulzos radyo'da mahmut'un yayınını dinlerken laedri'nin kitap kulübü fikrini ortaya atmasının ardından kurulması planlanan oluşum, aktivite.
sistem şöyle işleyebilir: yönetmen ya da aktör/aktris seçilir. önümüzdeki 1 ay içinde haftada 1 olmak üzere 4 filmi izlenir. ondan sonra da girdiler yazılır. hem kulzos'a girdi kazandırılmış olur hem de film kültürümüz genişledikçe genişler. nasıl?
fikrilerinizi ya yorum olarak ya da girdi olarak yazabilirsiniz. gazamız mübo ola.
bu tip topluluklarda irdelenen eserlerle ilgili olarak yazıların (hepsi olmasa da) dergide de yer alabileceği, hatta tema olarak kapağa da taşınabileceği önerisini getirmiştim daha önce.
böyle bir topluluk sayesinde ortaya çıkacak yorumların derlenerek bir yazı altında "yazarlarımız bu film hakkında ne düşünüyor" şeklinde kısa yorumlarına yer verildiği farklı bir çalışma oluşturulabilir.
oluşturulmasa bile, üzerine bolca yorum yapılabilecek bir film organizasyonunda ben varım!
Bunun müzik versiyonuna da el atılırsa süper olur.
Düşünsenize her türlü janr'dan dünyayı sallamış popüler veya dünyada az bilinen underrated ama müziğin gidişatında rol oynamış, ortak özellikleri kalite olan albümleri yazarlar dinliyor ve yorumlarını aktarıyor. En sevdiğim iş olabilir bu. İnsanlarla müzik hakkında tartışmayı seviyorum çünkü.
Lake buna da bir el at be, hadi yapalım.
Görünce beni oldukça heyecanlandıran bir proje oldu. Lakin böyle güzel bir iş daha yapılmadan neden tartışmalar yaşanmış anlam veremedim. Aslında çok zor değil ortak bir karar vermek.
Mesela şu şekilde olabilir. Ayın başında bu başlık altında bir yazar (öncelikle başlığı açan kişi olduğu için misal lake) seçtiği 3 yönetmeni yazar. Der ki bu yönetmenlerden birinin filmlerini izleyelim bu ay. Sonra diğer yazarlar o girdiye yorum olarak o üç yönetmenden hangisini istiyorsa onun ismini yazar.
En çok oylanan yönetmen ayın yönetmeni olur. Ve en az 4 film olacak şekilde o yönetmenin filmlerini 1 ay boyunca izleyip yorumlayabiliriz. Böylece daha geniş bir film aralığı olur. Ve demokratik olarakta seçimimizi yapmış oluruz. Bir sonraki ay mesela başlıkta ikinci girdiyi giren bonham 3 yönetmen önerir. Biz onlardan birini seçer, böyle böyle devam ederiz.
Hem böylece çoğunluğun istediği olur. Ayrıca isteyen o yönetmenin eski filmlerini, isteyen daha yeni filmlerini izler.
Ne bilim işte bu da benden bir fikir olsun. Her ne olursa olsun katılmak istediğim topluluk.
kasım ayı içinde izlenecekler listesinden (#61424) filmlerini seçip bonham'a bunu iletmiş ve ardından izlediği filmlerle ilgili girdiler yazmış yazarların girdilerinin toplu bir yerde olması için ben not edeceğim. bu girdiyi söz konusu listedeki filmlerle ilgili girdi yazıldıkça günceller, link veririm. olur mu?
kasım ayı içinde izlenmesi önerilen listesi (#61424) ile sevimli, uyuşuk yazarları sebebiyle uyarma ihtiyacı hissettiğim proje, topluluk.
6 yazar kasım ayı film seçim listesinden filmlerini seçip izleyecekti. ayın sonuna 9 gün kaldı, 3 yazarın girdileri henüz ortalıkta yok. müsait olduğunuz pamuk zamanlarınızı seçtiğiniz filmlere yatırıp gireceğiniz girdilerinizi okumak istiyorum. izledikten sonra yazdığınız girdileri bana da hatırlatırsanız, film girdilerini bir yere toplamam daha kolay olur.
aralık için topluluğa katılmak isteyen yazarları da gaza getirmiş oluruz böylece. girdilerinize kuvvet...
kasım ayında izlemelik oldukça uzun bir liste vardı. izleyen izledi, izlenen filmlere dair girdiler de yazıldı. açıkçası yorumların sayı olarak bu işe kalkışırken beklenenin altında kaldığını düşünüyorum. ve fakat halen kasım ayının içindeyiz. son düzlükte bir atak olabilir. henüz çok geç değil.
kasım listesi belirli bir tür üzerinden hazırlanmıştı. bilim kurgu herkesin ilgi alanında olmayabiliyor. bu nedenle aralık için farklı bir öneride bulunmak istiyorum. bir aktris, bir de aktör, mesela jane fonda ve robert redford. ikisi de ilerleyen yaşlarına rağmen oyunculuk kariyerlerini kesintisiz sürdürmekte olan oyuncular. eski filmleri de var yeni filmleri de. birlikte oynadıkları filmler de var. tek başlarına oynadıkları filmler de. komedi de var, edebiyat uyarlaması da, bilim kurgu da, siyasi gerilim de. isteyen istediği tarzı seçebilir. yarın-öbür gün ikisinin de dikkate değer işlerini liste yapıp editlerim*. seçelim izleyelim. he mi?
ocak için de iki yönetmen seçilebilir. nereden tutturursak oradan devam ederiz.
dün akşamki girdiyi editlerim demiştim ama önerdiğim oyuncuların filmlerinden sizler için seçtiğim listeyi ayrı girdi olarak yazayım da başlık uplansın bari dedim. aralık ayı için jane fonda ve robert redford'u önermiştim dün. neden? çünkü hatun güzel, adam da yakışıklı, hiç bir şey olmasa resimlerine bakılır. yok, şaka, iyi filmleri var ikisinin de. nedense ilk aklıma gelenler onlar oldu.
önce jane fonda filmleri:.
cat ballou- 1965. intikam temalı bir western. lee marvin bu filmdeki rolüyle oscar almış. film eski filan demeyin, benden genç.
barbarella -1968. fransız yönetmen roger vadim tarafından çekilmiş. bir dönemin çizgi roman karakteri barbarella'nın uzay maceraları, hafif, keyifli bir fantazi.
they shoot horses, don't they?- 1969 amerikanın büyük ekonomik krizi döneminde yaşanan bir dram, trajedi hatta. insanın içine oturan ağır bir film sayılabilir.
julia-1977, ikinci dünya savaşı yıllarında geçen film lilian hellman'ın bir öyküsünden filmleştirilmiş. filmin ikinci yıldızı vanessa redgrave. üç tanecik oscar almış.
on golden pond-1981. ileri yaşlardaki ebeveyn evlat ilişkisini irdeleyen filmde jane fonda gerçek hayatta da babası olan henry fonda ile baba kız rolünde. bu dahi üç oscarlı bir film.
biraz da robert redford diyelim. redford'un çok fazla filmi var. aktörlüğünün yanında yönetmenliği ve prodüktörlüğü de var. yalnızca oyuncu olduğu filmler arasından bir seçim yaptım. yakın dönem, herkesin bildiği filmlerini de es geçtim.
the great gatsby-1974 f. scott fitzgerald'ın romanından uyarlanan filmin senaryosunu francis ford coppola hazırlamış. leonardo di caprio'dan farklı bir gatsby izlemek isteyenler buyursun. bütün karakterler sağlam ve gayet başarılı. iki de oscar almış.
three days of the condor-1975 cia komploları üzerine bir gerilim. filmin kadın oyuncusu faye dunaway. bir oscar adaylığı var.
all the president's men-1976 watergate skandalının ortaya çıkış hikayesi. olayı patlatan iki gazetecinin yazdığı kitaptan filmleştirilmiş, gazetecileri dustin hoffman ve robert redford canlandırıyor. gazetecilik etiği üzerine ders niteliğinde bir film. dört de oscarı var.
brubaker- 1980 aktörümüz filmde çürümüş sistemle mücadeleye girişen bir hapishane müdürünü canlandırıyor. bir oscar adaylığı var.
the last castle- 2001 bu film bir askeri hapishanede geçiyor. kahramanımız emirlere uymaması nedeniyle hapise düşmüş bir general. sağlam bir direniş öyküsü.
iki oyuncunun birlikte oynadığı filmler de var. bunlardan iki tanesi yeter dedim. biri komedi diğeri dram.
barefoot in the park- 1967 neil simon'ın tiyatro oyunundan perdeye aktarılmış bir komedi. tutucu bir avukat ve yeni evlendiği havai eşinin ev içi hallerine dair bir komedi. hiç kafam yorulmasın güleyim eğleneyim diyenler için. çok da hafife almayın ama. komedi gibi komedi. bizim özel tiyatroların biri de oynamıştı galiba bir zamanlar.
our souls at night-2017 bu yılın filmi. yepisyeni, dumanı üstünde daha. iki yaşlı, dul komşunun ömürlerinin sonunda birbirleriyle kurduğu ilişki üzerine bir dram.
on iki film etti, çeşit çeşit, elbet bir uyan bulunur kafalarınıza. izleyin, yazın. ikisi ile ilgili girdi de yazmışım tesadüfen, siz izleyip daha iyisini yazın.
lake of the hell'den iki oyuncunun daha yeni tarihli filmlerinden öneri geldi. onları da ekliyorum.
robert redford:
- a walk in the woods: 2015. fena değil. yaşlanma bunalımına "doğada kamp yaparım lan!" tepkisiyle karşılık vermek ilginizi çekebilir.
- spy game: 2001. son dönemdeki en iyi işi. kadro iyi, senaryo sağlam. keşke oscar'a da aday olsaydı demiştim.
- the clearing: 2004. gene kovalamacalı, gene adrenalin pompalatma amaçlı bir film. kadro güzel.
- quiz show: 1994. redford'un yönetmenlik tecrübelerinin en iyisi. zaten gerçek bir hikaye. eğer yönetmeni olduğu filmler de olabiliyorsa, bunu şiddetle öneririm.
jane fonda:
- stanley & iris: 1990. fonda'nın romantik komedilerinden. robert de niro da filmin bonusu.
- monster-in-law: 2005: 15 yıl boyunca hiçbir filmde oynamayan fonda'nın yeminini bozduğu film. bence kötü ama seçeneksiz kalırsanız deneyin.
- fathers and daughters: 2015. fonda yan rolde burada. russell crowe ve amanda seyfried'ın oyunculuklarını seviyorsanız, fonda da kreması olacak bu film. film güzel, fonda'nın rolü az.
aralık ayındaki filmlerden seçip izleyecek olanlar hangi filmleri seçtiklerini bana haber verirlerse, bütün girdileri bir yerde toplayabilirim. böylece filmlerle ilgili girdilerinizi okumak isteyenler kolayca erişebilir. ama önce kim, hangi filmleri izleyecek; onun listesini çıkartmak lazım.
edit: kimler, hangi filmleri izleyeceklerine az çok karar vermişler. evet, hem de ayın ilk gününden... geçen ay pek az olan film izleme heyecanınızın artmasına sevindim. liste şöyle:
ayın ortasına geldik ve kimse seçtiği filmleri yazmamış.
ocak 2018 film listesi burada (#67347). filmlerin internetten bulunması oldukça zor. ben sadece la source des femmes'i bulabildim. eğer aynı filmi izlemek isteyenler olursa, mesaj atsınlar bana, yardımcı olayım.
geçen aylarda olduğu gibi, bu ayın filmlerini izleyecek yazarların, seçtikleri filmleri bana da haber vermeleri süper olacak. ona göre listeyi yaparım, izledikten sonra yazacağınız girdileri bir yere toplayabiliriz.
ite kaka birkaç ay boyunca devam ettirdik. geçen ayla birlikte hem ilgi çok azaldı hem de seçilen filmleri izleyen yazarların sayısı dibe vurdu. şubat ayı için liste önerisini de ben yapayım istedim. belki ilgiyi yeniden artırırım böylece.
bu ayın filmleri, yakın dönem türk sineması üzerinden olsun istedim. özellikle 2000 sonrasındaki türk sineması içinde yer alan, ses getiren ya da getiremeyen, beğendiğim, izlediğim ya da izlemek istediğim filmleri aşağıya bırakıyorum. topluluğa katılıp bu ayın filmlerini izledikten sonra girdi yazmak isteyen yazarlar, seçtikleri filmleri bana belirtirlerse, bütün girdileri tek bir yere toplayabilirim.
- kusursuzlar (2014): iki kız kardeş, anneannelerinin ölümü üzerine izmir çeşme'ye gelirler. aralarındaki problemlerin ve hayata bakış açılarının farklılığı nefis anlatılmış. biraz durağan gelebilir size. gene de bir şans verin bence.
- takva (2006): islamiyet'e getirilen eleştiriler açısından önemli bir film. izlemeyen kaldıysa şiddetle öneririm.
- gözetleme kulesi (2012): ıssızlığı ve yalnızlığı anlatan iyi türk filmlerinden biri. pelin esmer'in hem senaristliği hem de yönetmenliği gayet iyidir. bu film de bunun kanıtlarından biri.
- nar (2011): adalet ve inanışlar üzerine iyi bir film. ümit ünal'ın üçlemesinin en iyi halkası bence. diğer filmlerle bağlantıları çok derin değil. o yüzden tek başına da anlam ifade edecektir.
- sen aydınlatırsın geceyi (2013): fantastik mi, dram mı, kara mizah mı; yoksa hepsi birden mi olduğu tartışılan onur ünlü filmi. kafa açan filmlerden. listedeki en riskli film olabilir çünkü seveni çok sevmişti, sevmeyeni de nefret etmişti.
- vavien (2009): yağmur ve durul taylan kardeşlerin çapı oldukça küçük hayatlarda aslında ne kadar büyük dramların saklı olduğunu gösteren filmi. zamanında büyük ses getirmişti. belki izlemeyen kalmıştır halâ.
- korkuyorum anne (2004): hafıza kaybıyla ilgili başarılı bir film. reha erdem'in en iyi filmlerinden biri olarak görüyorum.
- atlıkarınca (2010): gene bir küçük hayatların büyük götürüleri üzerine başarılı bir film. eğer izleyecekseniz, hakkında hiçbir şey okumamanızı, izlememenizi öneririm. bütün büyüsü kaçabilir.
- başka dilde aşk (2009): dilsizlik üzerine güzel film. mert fırat'ın oyunculuğunu en yükseğe çıkardığı film bence buydu. vıcık vıcık aşk filmlerine göre değeri halâ altın gibidir benim gözümde.
- 11'e 10 kala (2009): normal hayatların normal görünen hikayelerini anlatan keskin bir film. pelin esmer'in yönetmeni olduğu film, nejat işler'in en iyi oyunculuk performanslarından birini göstermesi ile de değerliydi. temposu biraz durağan gelebilir size, uyarayım.
10 film oldu. bunlar arasından seçebilirsiniz. izledikleriniz illa ki vardır. ben aklıma gelenleri ve google araması yapıp karşıma çıkan, beğendiğim filmleri önereyim istedim. birçoğunu edinmeniz kolay olacaktır. sıkıntı yaşarsanız haber edin, yardımcı olayım.
seçtiğiniz filmleri bana belirtmeyi unutmayın lütfen. 1 ay sonra görüşürüz.
edit: (laedri'nin önerisiyle) kosmos (2010): izledikten sonra derin çözümlemeler yapılabilecek, temposu ağır olsa da, hayal kurmanıza yardımcı olabilecek bir reha erdem filmi. vizyona girdiğinde genel türk izleyicisine hitap etmemişti.
mart ayının ortasına doğru geliyoruz, ey ahali neredesiniz diye sordurtan topluluk. katılım zaten az oluyor * ama gelenek 5. ayında da devam etmeli diye düşünüyorum. yok mu şöyle filmler listeleyecek güzel bir insan?
mart ve nisan ayları kapsamında akademi ödüllü kadın oyuncu susan sarandon'ın filmlerinden izleyeceklerimiz. kısa kısa filmler, yılları, yönetmenini yazıp listeyi hazırlamış olayım. toplamda 16 tane film ekledim listeye. abarttım galiba. çok filmi vardı ablanın neyse buyrun;
-dead man walking, oyuncunun oscarı kazandığı filmi. 1995 yapımı yönetmen The Shawshank Redemption'dan tanıdığımız tim robbins. sean penn'de oyuncu kadrosunda bulunuyor.
inisiye bir topluluk değildir. aylık film listesinin altına şu filmi izleyeceğim yazmak katılmak için yeterli. buna karşılık izlediğiniz filme dair bir girdi bekleniyor.
mayıs ayını pas geçmiş, haziran ayına zıpkın gibi, fişek gibi, atmaca gibi hazırlanan topluluk.
şaka bi' yana, kaldığımız yerden film izlemeye devam edeceğiz. zaten üç beş kişiyiz; birbirimizi itekleye itekleye bu topluluğu kör topal da olsa, sürdüreceğiz. haziran ayı için fikirlerinizi bu girdinin yorumu olarak yazabilir, topluluğa katılım için başlığa girdi yazarak "ben de varım!" diyebilirsiniz.
haziran ayı listesiyle görüşmek üzere... öksüz koymayın başlığı.
laedri'nin önerisiyle "edebiyat eserlerinden uyarlanan filmler" listesini yapmaya karar verdim.
sayıca çok azız ve genellikle film girdilerini birkaç yazar hariç kimse yazmıyor. bu topluluğun amaçları da hem sözlüğe nitelikli girdi kazandırmaktı hem de topluluk olarak birlikte film izliyormuşuz gibi bir ortam yaratmaktı. eh, her iki amaçta da pek başarılı olduğumuzu söylemek zor. gene de, gittiği yere kadar devam edelim. belki bir aydınlanma yaşanır ve yazarlar akın eder bu topluluğa, kim bilir?
listeyi kendi beğenilerime göre değil, çeşitlilik üzerine hazırladım. yoksa, şu listede hellraiser'ın, watchmen'in olmaması mümkün değildi. illa ki birçoğunu izlemişsinizdir. unuttuklarınıza ya da izlemeyi ertelediklerinize şans vermenizi umuyorum.
- gone with the wind (1939): margaret mitchell'ın pulitzer ödülü de almış aynı adlı romanından uyarlama bir klasik. amerikan iç savaşı ve sonrası hakkında romantizm rüzgarları estiren bir filmdi. clark gable'la tanışma filminiz olabilir.
- to kill a mockingbird (1962): harper lee'nin dünya çapında milyonlarca satmış aynı adlı romanından uyarlama bir dram. romandan daha iyi eleştiriler almış. gregory peck'in yaşlandığında bile değişmeyen delici bakışlarını deneyimlemek, ırk ayrımcılığı ve adaletsizliğin doğurduğu ön yargıların çocuklar üzerinde bıraktığı etkileri gözlemlemek adına iyi bir deneyim olabilir.
- lolita (1962): vladimir nabokov'un, derinlikleri pek de iyi kokmayan bilinçaltından fışkırıp çıkmış aynı adlı romanından uyarlama film. romanı okurken yer yer tiksinme yaşayıp ahlâki çıkmazlara girdiyseniz, film sizi daha da beter etkileyecektir. nabokov'un pedofil olduğunu düşündüğüm için ne roman ne de stanley kubrick yönetmenliğindeki bu film benim için değerli.
- the railway children (1970): ingiliz işçi partisi'nin kurucularından olan, edebi yönü ve dile hakimiyeti etkileyici, genelde çocuk kitapları yazmış edith nesbit'in en bilinen 1900'lerin başında yazdığı aynı adlı çocuk kitabından uyarlanan film. babasızlığı küçük yaşlarından itibaren deneyimlemek zorunda kalmış 3 çocuğun hikayesini anlatıyor. değeri bilinmemiş, başarılı dramlardan biri.
- apocalypse now (1979): joseph conrad'ın kongo'ya yaptığı seyahat notlarından oluşan heart of darknessnovellasından uyarlanan, francis ford coppola'nın godfather ve godfather: part ii'den sonra hem yönetmeni hem de senaristlerinden biri olduğu savaş filmi. vietnam savaşı zamanındaki amerikan askerlerini konu ediyor. henüz izlemediyseniz ama uyarlandığı novellayı okuduysanız, filmin novellaya göre oldukça kötü eleştiriler aldığını hatırlatmak isterim. tek başına ise film, tam bir başyapıt.
- once upon a time in america (1984): harry grey'in the hoods romanından uyarlanmış, uzun süresi (yaklaşık 4 saat) ve oyuncu kadrosuyla dikkat çeken, başarılı suç filmi. yer yer godfather tadı almak mümkün.
- a room with a view (1985): edward morgan forster'ın (e. m. forster) aynı adlı romanından uyarlanan romantik dram. 1990'lı yılları çok başarılı geçirecek olan james ivory'nin rüzgarı arkasına aldığı film buydu. kostüm ve set dallarında oscar alan filmin en sağlam yönü, elbette ki helena bonham carter'ın nefis oyunculuğu.
- lord of the flies (1990): nobel ödüllü ingiliz yazar william golding'in çocuklar ve barbarlık üzerine yazdığı aynı adlı romanından uyarlama film. değeri bilinmemiş filmlerden biri daha.
- wuthering heights (1992): kendi hayatı ayrı garip, kardeşlerininki ayrı garip emily bronte'nin "ellis bell" takma adıyla yayınladığı, ölümünden sonra kardeşi charlotte bronte'nin kendince iade-i itibar yaparak ablasının adıyla tekrar yayınlattığı aynı adlı romandan uyarlanan dram. aslında "uğultulu tepeler"in birçok uyarlaması yapılmış. tom hardy'nin başrolünde yer aldığı 2009 yapımı da fena değil. ama juliette binoche ve ralph fiennes'li olan bu uyarlamasının yerini tutmuyor hiçbiri bence.
- of mice and men (1992): ülkemizde en çok okunan yabancı romanlar arasında ilk sıralarda olan, john steinbeck'in romanından uyarlanan dram. gary sinise'in hem yönetmen hem de başrol oynaması ve kadrosunda john malkovich'i barındırmasıyla öne çıkıyor. henüz izlemediyseniz, şiddetle öneririm.
- great expectations (1998): charles dickens'ın aynı adlı romanından uyarlanan, yönetmeni alfonso cuaron'un yaklaşık 10 yıl sonra children of men ve gravity gibi sükseli filmleri çekmesi için gereken şöhreti kendisine sağlayan, ethan hawke ve gwyneth paltrow'un döktürdüğü romantik dram. "büyük umutlar"ın da gırla uyarlaması mevcut. 1946 yapımı uyarlamasını da listeye ekleyecektim ama bu hali daha etkileyici geliyor bana.
- american psycho (2000): bret easton ellis'in '90'larda yazdığı aynı adlı romandan uyarlama olan, aksiyonu bol, şiddeti yer yer oldukça kanlı, gerilim filmi. christian bale'in oyunculuk açısından en iyi filmi bu olabilir.
- blow (2001): bruce porter'ın otobiyografik ögeler de taşıyan romanı "Blow: How a Small Town Boy Made $100 Million with the Medellin Cocaine Cartel and Lost It All"'dan uyarlanan, johnny depp'in keskin oyunculuğunun ekrana sığmadığı aksiyonlu film.
- the hours (2002): genellikle karıştırıldığı üzere virginia woolf'un değil, pulitzer ödüllü michael cunningham'ın romanından uyarlanan, woolf'un mrs dalloway romanından etkilenmiş 3 farklı nesilden kadının hayatını anlatan, başarılı dram. hem woolf'a bir saygı duruşu olarak hem de başroldeki meryl streep, nicole kidman ve julianne moore'un performanslarından keyif alarak izlenebilecek bir film. moore'un en iyi filmlerinden biri olarak görüyorum.
- cold mountain (2003): charles frazier'ın aynı adlı tarihi romanından uyarlanan, amerikan iç savaşı'ndan yaralı dönen bir askerin eski hayatını yeniden inşa etme hayalini anlatan dram. kadrosunda jude law, nicole kidman, renee zellweger olduğu için beklentisi de çok fazlaydı. law ve kidman arasındaki uyum gayet iyiydi.
- revolutionary road (2008): richard yates'in ilk romanından uyarlanan dram. 1950'lerde küçük bir kasabada yaşayan genç bir çiftin problemlerini anlatan filmin başrollerinde kate winslet ve leonardo dicaprio var. filmdeki sevişme sahnelerini de çeken yönetmen sam mendes o yıllarda winslet'in eşiydi. filmin sadece bu sahnelerle popüler olmasına halâ üzülüyorum.
- the reader (2008): hukuk profesörü bernhard schlink'in der vorleser eserinden uyarlanan, ikinci dünya savaşı ve yahudi soykırımına oldukça farklı bir bakış açısına sahip tarihi film. kate winslet'ın canlandırdığı "hanna schmitz" karakteriyle izleyicinin empati yapabilmesi gerçekten müthişti. henüz izlemediyseniz, şiddetle öneririm.
- where the wild things are (2009): maurice sendak'ın her şeyini yaptığı (çizimler, kapak ve içerik) resimli çocuk kitabından uyarlanan, listenin en neşeli filmi. seslendirmeleri ve animasyonları sadece çocuklara değil, bilhassa yetişkinlere hitap ediyor. benim başucu filmlerinden biridir. kafanız doluysa ve bir şeylerden uzaklaşmak istiyorsanız, bu filmi izleyebilirsiniz.
liste 20 küsur filmden oluştu ve biraz da uzun oldu sanırım. dilediğiniz bir ya da birkaç filmi seçip bana haber verirseniz, listeye sizi de eklerim. seçim listesinin bu kadar çok filmden oluşması umarım sizi ürkütmez; aksine, haziran ayında topluluğa katılım patlaması yaşatır. şimdiden iyi seyirler.
filmleri izledikten sonra, girdi yazmayı unutmayın lütfen. önceki aylarda yapıldığı gibi, ben de yazacağınız girdileri bu listeye eklerim, hepsi bir arada durur.
kör topal yaşamaya devam eden, kulzos bünyesindeki ilk topluluk.
bu ayki listeyi hazırlamak için biraz geç kaldık. hem benim hırsız mevzusu hem zaten topluluğa aktif olarak katılım sağlayan yazarların gün geçtikçe azalması temmuz ayının listesinin bu kadar geç hazırlanmasına sebep oldu. daha önce de yazdığım gibi, "gittiği yere kadar" mottolu topluluğun bu ayki teması "politik ve biyografik filmler" olacak. "ama ben ocak dışıyım, nasıl dahil olurum?" diye düşünenler olabilir (lütfen olsun). onlara çekinmemelerini, bir yerinden tutunup topluluğun trenine atlamalarını öneriyorum. altı üstü film seçip izledikten sonra girdi yazıyoruz, hepsi bu. çok uzun olmamasını umarak başladığım ama biraz "zibilyondan seçmeli*" haline bürüneceğinden emin olduğum liste aşağıda (önce biyografik, sonra politik):
- serpico (1973): polis memuru frank serpico'nun hayatından çok etkilenen yazar peter maas'ın yazdığı kitaptan uyarlama, döneminin en iyi filmlerinden biri. belirli aralıklarla al pacino dozu almak isteyenler için güçlü bir antidepresan olabilir.
- amadeus (1984): o zaman için 16 milyon dolarlık bütçesini gişede batırdığı söylenmiş ama 8 oscar aldıktan sonra adından "başyapıt" olarak söz edilmiş film. besteci antonio salieri tarafından anlatılan wolfgang amadeus mozart'ın hayatını izleyeceksiniz. müzikte başarılı olmuş insanların hayatını anlatan filmler genelde müzikal olur ama bu değil. uzun süresi (2 buçuk saatten biraz fazla sürüyor) gözünüzü korkutmasın, izlerken yağ gibi akacaktır.
- telets (2001): joseph stalin'in, ölümüne birkaç ay kalmış, sağlığı gayet kötü durumdaki vladimir lenin'i ziyaretini anlatan, düşük bütçeli rus filmi. hem stalin'i hem lenin'i kadraja koyma başarısı gösteren rus yönetmen aleksandr sokurov filmden sonra ölüm tehditleri aldığını açıklamış. sokurov'un 2011'de çektiği faust'unu beğenmiş biri olarak telets'ini de önerebilirim.
- diarios de motocicleta (2004): jared leto ile sıkça karıştırılan, amores perros'un octavio'su gael garcia bernal'ın rol aldığı, che guevara'nın yazdığı iddia edilen günlüğünden uyarlanan film. filmin çekimleri başladığında büyük beklenti oluştuğunu hatırlıyorum. müziğiyle aldığı oscar bir yana, palme d'or adaylığı ile de adından söz ettirmişti. izlerken yer yer sıkıldığımı hatırlıyorum. comandante'nin hayatından bir kesit olarak izleyebilirsiniz.
- marie antoinette (2006): "francis ford coppola'nın kızı" etiketinden kurtulabileceğini sanmadığım sofia coppola'nın the virgin suicides ve lost in transition'dan sonraki 3. filmi. hem kuzeni jason schwartzman'ı oynatmasıyla garantici olarak eleştirilmiş hem de kristin dunst'ı oynattığı rol ile dunst'ın kraliçenin ağırlığını ekrana yansıtamayacağına yönelik yıkıcı eleştirilere uğmasına neden olmuştu. ben beğenmiştim filmi. 16. louis ile 15 yaşında evlenmesi ve 19 yaşında kraliçe olması güzel anlatılmıştı.
- the imitation game (2014): alan turing'in almanların enigma'sını kırma denemelerini anlatan film. benedict cumberbatch'in en iyi, keira knightley'nin de en kötü rolünü oynadığı film olabilir. 2. dünya savaşı atmosferini seyirciye pek veremese de, turing'in hayata bakış açısını güzel özetlemiş bir filmdi.
- the theory of everything (2014): stephen hawking'in hem özel hayatına hem de bilime bakış açısına odaklanmış film. filmi izleyen herkes, hawking'in yetişkinliğini canlandıran eddie redmayne'in oscar alması gerektiğinden bahsediyordu, böyle de oldu. felicity jones'un hawking'in eşi jane rolünde ışıl ışıl parladığını hatırlıyorum. nefis filmdi.
- lincoln (2012): amerikan iç savaşı zamanında başkan abraham lincoln'un iç dünyasının ne denli boka sardığını anlatan film. steven spielberg yönettiği için daha çekimlerine başlanmadan pohpohlanmıştı ama filmin daniel day-lewis etkisinin muazzam olmadığını da yazamam. politik film seçenekleri arasında en iyilerinden birisi olduğu kuşkusuz.
- hotel rwanda (2004): ruanda'da tutsiler ile hutular arasındaki bitmek bilmeyen çatışmaları en iyi anlatan filmlerden biri. bir otel müdürünün bu savaş ortamında kimlere yardım etmesi gerektiğini vicdan sosuyla izleyeceksiniz. don cheadle'ın en iyi oyunculuğunu gösterdiği film olmaya devam ediyor. joaquin phoenix'in kameraman rolü de belirleyici rollerden biriydi.
- wag the dog (1997): amerikan başkanlığı seçiminde medyanın ne boyutta propaganda yapabileceği, amerikan halkının ne kadar aptal olabileceği ve tabii ki medya patronlarının ülkeler kriz yaşarken ne kadar çok para kazanabileceğini gösteren film. dustin hoffman ve robert de niro gibi iki büyük isim var kadrosunda. ben oyunculuklar hariç, müthiş bir senaryo olduğunu düşünüyorum.
- gandhi (1982): mahatma gandhi'nin hayatını anlatan, ben kingsley'nin devleştiği, 8 oscarlı film. yönetmeni richard attenborough'un bizzat hindistan'a gidip çekimlerin bir kısmını da orada gerçekleştirdiğini okumuştum. süresi nedeniyle değil (3 saatten biraz fazla sürüyor), gandhi'nin savaşsızlık üzerine verdiği mesajların boyutunun çok fazla yer kaplaması nedeniyle sıkıldığımı hatırlıyorum. halen en iyi gandhi filmlerinin tepesinde yer alması ise gayet normal çünkü ben kingsley bile "yer aldığım en iyi projelerden biriydi" açıklamasını yapmıştı.
10 film oldu, birkaç film daha ekleyecektim listeye ama üşendim. bu liste ağustos sonuna kadar geçerli olsun. içinden seçmek ve izlemek istediklerinizi bu girdinin altına yorum olarak yazın bana.
eylül'de yeni bir listeyle devam ederiz umarım. topluluğa katkı veren nöronlarınızı ve parmaklarınızı odin kutsasın.
edit: biyografik filmlerle ilgili bakınırken, bu nu gördüm. güzel yazılmış. ilgilenirseniz okumanızı öneririm.
temmuz-ağustos ayında lake of the hell'in uzun emekleri sonrası hazırladığı listeden seçtiğimiz filmleri izlememiz nedeniyle bir özür babında bu ay listeyi ben hazırlayacağım. tür-tema konusununda çok zorluk çeksem de en son büyük bir oyuncunun filmlerinden bir liste hazırlamakta karar kıldım. umarım herkes bu seçtiğim oyuncudan memnun kalır. seçtiğim büyük isim 3 oscar ödüllü usta oyuncu daniel day-lewis. öyleyse yavaşça filmlere geçeyim...
- my left foot: the story of christy brown (1989): ilk olarak kendisinin ilk oscar'ını aldığı film ile başlayalım. beyin felçli Christy Brown'ın sadece sol ayağını kullanarak yazdığı romanlar ve şiirlerle irlanda edebiyatında yer edinmesi konu alan bu filmde lewis oyunculuğu ile ders niteliğinde bir performans ortaya koymuş.
- the last of the mohicans (1992): bu filmi izlemediyseniz de müziğini bilmeyeniniz yoktur. bence tüm zamanların en iyi soundtrack'lerinden biri. film amerikandaki ingiliz-fransız çekişmelerinin olduğu dönemlerde geçiyor.
- in the name of the father (1993): 7 oscar adaylığı bulunan bu filmde irlandalı bir gencin haksız suçlamalarla içeri alınması, ardından babasının da aynı muameleyi görmesi sonucu yaşadığı süreci ve babası için olan mücadelesini anlatıyor.
- the boxer (1997): Filmde, gençliğinde geleceği parlak bir boksörken iRA ile bağlantısı olduğu anlaşılan ve bu yüzden 14 yıl ingiliz hapishanelerinde yatan Danny Boy Flynn'ın, tekrar ringlere dönmesini ve art arda aldığı galibiyetlerle kuşatma altındaki Belfast kentine umut aşılamasını seyrediyoruz.
- there will be blood (2007): muhtemelen bu listedeki en çok bilinen ve lewis'in en büyük oynadığı, döktürdüğü, şov yaptığı başyapıt. bu filmle ikinci oscar'ını da cebe koymuştur. üzerine çok okunur, çok yazılır. ben kısa kesiyorum.
- lincoln (2012): geçen ay lake of the hell'de listesine almıştı bunu ama izlemediğimiz için yeniden listeye almam sorun olmaz sanırım. son oscar'ını aldığı film. abraham lincoln'ü canladırmak için kamera karşısına geçip, abraham lincoln'ün kendisi olmuştur. başkan mezardan çıkıp gelse onun kadar gerçekçi oynayamazdı herhalde.
- phantom thread (2017): kendi açıklamalarına bakarsak onun son filmi.(umarım değildir) huysuz bir role bürünmüş lewis bu filmde. yılların terzisi olarak devam ettirdiği işinin yanında kavgalı-gürültülü ilginç bir ilişki içine de giriyor. oscar'ı gary oldman'a kaptırsa da gönüllerin şampiyonu.
8 filmden oluşan bir liste oldu. eylül ayı boyunca bu filmleri izleyip, yorumlarınızı esirgemeyin. katılımın yüksek olması dileğiyle...