islam felsefesinde, kelamdan felsefeye geçişi kindi sağlamış; farabi bunu sistemleştirmiş ve yunan felsefesinden aldığı terimleri islam felsefesine yerleştirmiştir. bu muazzam mirası devralıp baştan aşağı işleyen, sadece kendi coğrafyasında değil batı'da da büyük ün kazanan yüce deha ise ibn-i sina'dır.
ibn-i sina, aristoteles, platon, stoacılar, yeni platoncular ve farabi'nin islam teolojisi ile sentezini yapmış; bu düşünür ve akımlardan yola çıkarak özgün bir felsefe ortaya koymayı başarmıştır.
farabi gibi ibn-i sina da insanın hayattaki amacının, ideal bir şekilde yönetilen bir düzende, kendini geliştirmek ve yetkinleştirmek, bu şekilde mutluluğa ulaşmak olduğunu belirtir. insan zihnini boş bir levha olarak tanır; bu potansiyel, deneyimlerle doldurulur. a priori bilginin varlığını da kabul eder.
kendinden önceki yunan ve islam filozofları gibi düalizmi benimser, insanın ruh ve bedenden oluştuğunu öne sürer. ibn-i sina'nın düalizmi, ruhun insanın özü, gerçek varlığı olduğu, bedenden ayrıldıktan sonra da var olmaya devam ettiği düşüncesini içerdiği için radikal bir düalizm olarak karşımıza çıkar.
etik anlayışı ise tamamıyla sonuç odaklıdır, kişinin eylemlerinin neticesinde meydana gelenlerin iyi ya da kötü olmasıyla ilgilenir.
islam felsefesine aklı hakim kılma yolunda yaptığı katkılar, gazali tarafından şiddetle eleştirilmiş ve islam felsefesinde maalesef gazali'nin zihniyeti akılcılığa galip gelmiştir.