1. 'na bağlı olarak hizmet vermekle yükümlü emniyet teşkilatı personellerinin her biri. bu tanımın içine i de girer, 'ye bağlı olanları da, polisleri de. hepsine polis denir.

    tabiri ayrı olmak üzere, sivil hayattaki herhangi bir üniformalı polis, kamunun faydalanması için düzenlenmiş bütün hizmetlerden ücretsiz yararlanır. bu bir yasa ya da iç tüzük gereği değil (özel durumlar hariç), hukukun da "hiçbir yazılı kaynakta açıkça belirtilmemişse, uygulanabilir" dediği toplumsal kurallar olan örf ve adetlere (daha geniş bir açıklamayla ahlâk kurallarına) bağlı olarak belirlenmiştir. hiçbirinizin otobüse herhangi bir toplu taşıma kartı ile ücret ödemeden binmesi mümkün olmamasına rağmen (aynı polis gibi bir devlet memuru olan öğretmenin bile böyle bir hakkı yoktur. doktorun da, sgk memurunun da yoktur), bir polis üzerindeki üniformanın forsu ile toplu taşıma gibi kamusal hizmetlerden ücretsiz olarak faydalanır. ancak birçok çevik kuvvet memuru ve karakollardaki masa başı işlerine değil de, devriyelere bakan birçok polis memuru bu kamusal alanı kafalarına göre genişletip çevre esnafa da zulüm olmakta. hoş, bunu bu yazdıklarımı okuyan birçoğunuz fark etmiş ama ses çıkartamamıştır, eminim. kör topal bir şekilde para kazanmaya devam etmeye çalışan, göt kadar kapalı alanda halâ eski leri, ları -henüz küflenmediyse- satmaya çalışan mahallenin bakkalına bile musallat olanlarını biliyorum ben. bu girdide anlatacağım ise, 'ın 7/24 açık olan ve en çok iş yapan fırın/pastanelerinden birine de veresiye yazdırmalarıyla alakalı olacak.

    birkaç saat önce, 'ta biraz yüklenmiş ama berrak bir kafayla, eve dönüş yolumda her zaman uğradığım yere, söz konusu fırın/pastaneye gittim. 2 devriyeci polis memuru da arkalarda bir yerde oturup zıkkımlanıyorlardı. ben de bir şeyler aldım, zıkkımlanmaya başladım. benden önce onlar bitirdi ve masadan kalktılar. mekanın içecekleriyle ilgilenen barış abiyle aram iyi; zaten beni de artık tanıdığı için iki muhabbetimiz var. adisyon kağıdına bir şeyler yazıyordu. hesap ödeme kısmı içeceklerin alındığı ya da servis edildiği yerde değil, ilk siparişlerin alındığı yerde. yani, bu içecekçi abinin tutması (hele ki saat gece 12'yi geçmişken) normal bir şey değil. "abi, hayırdır? bu saatte ne adisyonu bu?" dedim. "her zamanki işler ya" diyerek beni geçiştirse de, cevap vermesi için biraz ısrar edince döküldü: "bu gelenler hep bize hesap kilitliyorlar. bu kaçıncı gelişleri hatırlamıyorum ama en az 500 liralık yeyip içmişlikleri vardır. unutmayayım diye bu gecekileri de ekliyorum şimdiden" dedi. bu sırada götler, mekanın önüne çektikleri devletin devriye aracına binmiş, sigara tüttürüyorlardı. (bu cümledeki kelimesi insan uzvu olarak kullanılmış, hiçbir kamu kuruluşuna ve/veya personeline hakaret amacı taşımamaktadır)

    yaklaşık 2 aydır söz konusu polislerin devriye araçlarının bağlı bulunduğu karakola onlarla hemen hemen aynı sayıda girip çıkmışlığım olduğu için (ve belki de öfkeyle birlikte kanımda kaynamaya başlamış alkolden ötürü) içeceklerden sorumlu barış abiye "abi olur mu öyle şey ya? du' ben bi' kıllatayım şunlara" demiş bulundum ve kalktım aracın yanına gittim. birazdan yazacaklarıma benzer şeyleri beni tanımayan birine söylediğimde ya da herhangi bir yerde yazdığımda "götü kalkmış lan bunun" tepkisini sıklıkla duyuyorum ama hayatının en az 25 yılını söz konusu muhitte geçirmiş, oraların eski halini en az benim kadar iyi bilen ve hayatını halen söz konusu semtte geçirenlerin büyük kısmını tanıyan, "izmir'de nerede acaba?" diyenlere adres tarif etmeden önce "ne işin var orada?" diye sorma nezaketini gösteren, yukarıda bahsettiğim karakoldaki memurların en az 5'ini ismen, en az 6'sını da cismen tanıyan biri olarak barış abiye hepimizin dibine incir ağacı diker bunlar abi dedim. devriyenin yanına gittim, eski tip nu uyguladım ve pencere aralandı.

    - iyi geceler. içerde hesabı ödemediniz mi siz? (yürek yediğim anlar şu ana kadarki hayatımın büyük kısmını oluşturuyor)
    + sana ne ki bundan?
    - olur mu öyle şey ya? ben buraya 5-6 yıldır gelip giderim. polis ve dan başka kimsenin hesap taktığını görmedim, duymadım. neden ödemiyorsunuz ki? 2 poğaça, birer çay var zaten.
    + sen bak işine, karışma.

    ve gaza basıp uzadılar, gittiler. ben en azından bi' alırlar, "sen gel bizimle bakalım karakola" atarı yaparlar, "sen devlet memuruna nasıl konuşuyo'n lan?" derler diye bekledim ama sanırım aramızdaki yaş farkı dış görünüşten bile oldukça belli olduğundan dolayı söylediklerimi saygıyla(!) karşıladılar. saat gece 1 olmasaydı, benim evin 2 üst sokağında olan karakola gidip "ne iş bunlar?" diye sorar, haklarında şikayetçi olur, ifade yazdırır, görevi kötüye kullanmadan suçlardım onları. böylelikle hem o mekandaki çalışanlar en azından söz konusu devriye polislerinden kurtulmuş olurlardı (illa ki başka polisler, zabıtalar da musallat olacak oraya) hem de bizim karakola bağlı devriye atanların ikisi bir süre başka yere sürülürdü. eve geldim, 1 buçuk saattir aklımda "gitsem mi lan karakola?" sorusu dönüp duruyor ama iş işten geçti artık.

    otobüse 5 karış suratla binip toplu taşıma kartı kullanmadan seyahat eden, çevredeki küçük esnaftan ufak tefek şeyler satın al(maya)arak hiçbir zaman ödenmeyecek veresiye borcu takan, nereye bağlı olursa olsun; kendisine değil, sına saygı duyulacağına güvenerek türlü türlü olumsuzluklar yapan ("olumsuzluklar"ın yerine istediğiniz kelimeyi koyabilirsiniz) devlet memurlarına diş çıkarın, hesap sorun. zamanında toplu taşımaya binmek zorunda kalmış (ay canım, kıyamam(!)) çevik kuvvetlere türlü türlü laf sokup otobüsten/metrodan inmelerine neden olmuş bir insansanız (ya da bu olaylar size anlatıla anlatıla büyümüş bir nesildenseniz), yukarıda bahsettiğim olumsuzluklardan sonra ses çıkarmamanız onlardan değil, sizden götürecektir gıdım gıdım. bir süre sonra ise "nerede bizim insanlığımız, eşitlik duygumuz?" diye sormaya başladığınızda, ilk olarak aynaya bakmanız gerekir, uyandırayım.

    bütün polisler çiçektir (burası izmir, sene 2013. unutmadım)
    #107803 lake of the hell | 7 yıl önce
    0unvan