1. bu ülkede yapılması artık bir lüks olan, sürekli "tükettiğim şeyleri kendim üretirsem, çok para harcamadan hayatımın eski düzenine devam edebilirim" mantığını gütmekten ötürü keyifle yaşama arzusunun dibini görmüş insanların boğazına çökmüş denilen canavarın engellediği eylem.

    birkaç yıl önce etil alkol ile metil alkol arasındaki farkı dahi bilmeyenler, şimdilerde, neredeyse eve laboratuvar kurup füzyon içki üretebilecek bilgi ve tecrübeye haiz. hangi etil alkol markasının içki üretiminde daha tutarlı tat verdiğini, su/etil alkol oranının 1,3-1,4 civarında kalmasının içilen içkinin neden olacağı akşamdan kalma etkisini hangi boyutlarda azalttığını, özellikle cin ve viski yapımında kullanılan esans (ya da aroma) kalitesi ülke çapında seviyesinin üzerine çıkamadığı için bu içkileri üretmenin "kendime yaptım, siz içmeyin" bahanesi arkasına -daha- ne kadar saklanabileceğini ve en hızlı şekilde üretilip içilebilecek hale getirilmiş içkinin hangi yan içeceklerle birlikte tüketilebileceğini birçok alkolsever biliyor. tekrarlayayım: sadece birkaç yıl önce bakkala girip "bi' büyük beylerbeyi, bi' torba buz, küçük bi' kalıp beyaz peynir ve birkaç avuç da tuzlu fıstık versene ergin abi" şeklinde sipariş listesi verdiğimiz günlerin ne yazık ki sonuna geldik. .

    sadece parası olanın "hanım gel, bi'kaç duble bi' şeyler içmeye gidelim" diyebileceği bir dönemdeyiz artık. cebime 200-300 lira koyup bir meyhaneye hatunla birlikte gidip hesabı öderken gerilmediğim zamanları hatırlıyorum. şimdi ise, bunu 1000 lira civarında yapabilmek belki mümkün olur. artık meyhaneler de, benim gibi, eskisi gibi sık dışarıda içemeyen insanları tekrar mekanlarına çekebilmek için "içkini al, gel" kampanyaları yapmaya başlamış. kişi başı 70 lira verip kendi getirdiğin alkolü içebildiğin yerler alsancak'ta dahi zibil gibi çoğalmış. demek ki, girdinin girişinde de yazdığım gibi, bi' mekana oturup içmek artık ciddi boyutlarda lüks ve zengin müşterilerin sayısı bile gitgide azalıyor.

    keyiflenme amaçlı olarak içmenin oldukça uzağına düşmüş (ya da hayat tarafından düşürülmüş) birkaç yakın arkadaşım var. biri etil işlerinden fena halde iyi anlıyor ama "ben o günü kafamda sileyim, yatağa yattığım anda uyuyabileyim diye içiyorum" mantığıyla içiyor. 1'e 1 su/etil oranında yaptığı rakıdan 4 duble içip yattığında, sabah kalkıp kendisine soru soran çocuğuyla gece oyunlar oynadıklarını hatırlamadığını anlatmıştı. günün en az 15 saatini ayakta geçirmek zorunda olduğu, 2 haftada anca 1 gün izinli olabildiği işinde de neredeyse 20 yıllık tecrübesi var. "banka değil ama bi' şeyler soymak zorundayız b'olm. geçmez böyle hayat" temalı çok fikir ürettik ama mahalle bakkalından çikolata çalmayı dahi vicdan azabı yapacak kadar yufka yürekli piçler olduğumuz için her beyin fırtınası sonunda gerisin geri götümüzün üzerine oturduk. böyle anlarda ise en güzel teselli, elbette ki beynin fazla çalışan kısımlarını içerek uyuşturmak. bu da lüks olunca, fazla çalışmaktan muhallebiye dönmüş beyinlere sahip, iş haricindeki zamanlarında zombiye bağlamış insanlar olarak hayatlarımıza devam etmek zorunda kalıyoruz.

    sıçam böyle hayata. ederi çift haneli liralarda dahi olmayan in 30 lira üzerine çıktığı bir dönemde yaşamayı hak etmek için odin'i çok kızdırmış olmalıyım. yılbaşından önce 1 (sonbahar gibi), yılbaşında da 1 olmak üzere önümüzdeki 3 ay içinde alkole 2 büyük zam geleceğini fısıldayanlar çok. işin kötüsü, büyük kısmı vergi olan, devletin bandrollü olarak sattırdığı market içkilerine geldiği kadar, etil alkolün satış fiyatına da dev zamlar gelecek gibi görünüyor. litresi 15-20 lira olan etil 1 litre olarak bulunamıyor, en az 5 litre olarak satın alabildiğinde ise en az 200 lira bayılıyorsun. evet, o bile pahalı ve evet, tekrar sıçam böyle hayata.

    edit: zamanında "ruhunu bana sat ve ortalama üstü bir maaşın olsun. ama bunu harcayacak enerjin ve zamanın kalmayacağı için bana kızma" mottosunu da sırtına alarak gençliğime çöreklenmek için uygun anı beklemiş plaza insanı olma fikri, girdiyi yazarken aklıma gelip durdu. sikko şirketler ruhumuzu son damlasına kadar emecek diye kendini bir adım geri çekerek uzak durmakla bir duruş sergilediğimi sandığım yerden, "içemiyoh" gibi oldukça basit bir nedenle geri dönecek değilim. aklımdan çık.
    #157901 lake of the hell | 6 yıl önce
    0eylem 
  2. "ağzıyla içmek" kavramının olmazsa olmazı; gecenin 2'sinde, eve geç girilen bir iş gününün sonlarına doğru, duşakabinin teknesinin altından banyo zeminine akan suyun göle dönmesi üzerinde dünya'nın en sikko tartışmalarından birini yaptıktan sonra, biraz uzaktaki yatak odasında tek başına yatmaya terk edilmiş sevdiceğin hıçkırıklarını duyarak içinizde hissettiğiniz eylem. evet; bu girdiyi yazarken bu ruh halindeyim ve fonda "the love me or die" çalıyor.

    uyuşana kadar içme ile sözlük anlamına sahip "içki içme"yi karıştırmamak gerek. 4 bira içtikten sonra gözünün önünü görememesini umursamadan eski sevgilisini metro gibi kalabalık bir ortamda arayıp hıçkıra hıçkıra "ama ben seni çok seviyorum ve bu gece yanında uyumak istiyorum. gelebilir miyim?" diye soran gencecik kızcağızın hissettiklerinin tek mantıksız açıklaması içmesi olabilir. ya da -tanımda da bir kısmına yer verdiğim gibi- güzel bir gecenin sonunda, yorgun argın ve tabii ki de içtiği alkolden ötürü kişiliğini tamamen alıngan hale getirmiş bünyenin, bütün sorunların temel merkezi olarak gördüğü ev kavramına öfkesini aynı evi paylaştığı insan ya da insanlara yöneltmek için ağzından çıkanlara kulaklarını kapatmış bir insan evladına dönüşmüş hayvansı halinin kanında akanından da bahsetmiyorum. aslında, ağzımdaki bakla, götüyle de içse, içen insanın içindeki iyi niyetin (veya ; hukukçulara selam olsun) önünde sonunda ortaya çıkamayabileceği üzerine kuruluydu. şu anki ruh halim bu iyi niyeti tanımlamak için fazlasıyla kötümser ve pişman. gene de, sözlükçü sıfatıma uyayım ve çamaşırları asıp yatmadan önce içki içmenin iyi niyet timsali olarak görebileceğiniz olumlu yönlerinden bahsedeyim:

    + rahatlatır, gevşetir, ön yargıları içilen alkolün asidinde eritmeye çabalar. saatlerce ülke kurtarılan masanın sonu, yakın dostların birbirlerine "eve gidince haber ver"leri, uzak ama yakın olmaya çalışan arkadaşların da "araşalım, paslaşalım, kendine dikkat et"leriyle son bulur. masanın en ucundaki tabakta bırakılmış kaşığın son haydari yudumu bile, gidenlerin arkasından masanın aktif olduğu saatlerde edilen ağır lafları, ağız çalkalama bahanesiyle tuvalette kusmaları, eşin eşe, dostun dosta, düşmanın kine kırdırıldığı anları hatırlamaz; hatırlamak istemez. çöpün dibini boylamayı umutsuzca ve içten içe sevinçle bekler, durur.

    + alkol bünyeye ihtiva ederken önce ayaklarda başlayan karıncalanma adrenalin salgılattığı için masada yer alan bireyi anlık da olsa gülümsetir. bu gülümsemeler, genellikle, bomboş bir mevzuyu yanındakine kısık sesle anlatanlarda ortaya çıkar ve masanın büyük kısmı bu nefis gülücüğü kaçırır ya da paylaşılan muhabbet nesnesiyle ilgili olarak düşünüp yanlış anlar. ben bu gülücük uğruna içen, içtikçe de daha çok gülümseyerek etrafını ışıldatan insanlar tanıdım. hiçbiri de yaydıkları ışıktan haberdar değildi. zaten içkiye bağlı yayılan ışığın kişinin kendisine değil, çevresine faydası dokunmadıktan sonra, kişilik tünellerinde kaybolmuşçasına yürüyen insanın üzerine gelen trenin ışığı ne kadar parlak olursa olsun, illa ki görülmeyecektir.

    + içekapanıkların sosyalleşme filizleri yeşertmesine, sosyallerin de yer yer ortamdan silinerek kendi içlerine dönmesine etki eder. yanındaki insanla muhabbetini koyulaştırdığını anlamadan önce birkaç kadeh yuvarlamış ama eve gidince gene dört duvar içinde hapsolmuşçasına karamsarlığa bürünecek olduğundan bihaber kişi, birkaç saatliğine de olsa, doğuştan sosyal olan kişiyle ruh değiştirir. sosyal olan ise, aslında hayatında her zaman bulunmasını istediği "içine dönebilmiş kişi"yi, gene kendi içine doğru doğurabildiğini görerek mutlu olur ve ruhsal olarak ortamdan buharlaşabilir. bu buharlaşmanın en sevdiğim yönü, neredeyse kafasının üzerinden dumanlar tüten eski sosyal kişinin, kendisine doğrudan yöneltilen ve oldukça keskin bir cevabı illa ki bulunan soruya karşı verdiği "hea?" tepkisidir. tepkinin ardından -varsa- yanaklardaki gamzeleri azıcık belli eden, dudak şeklini koruyan bir gülümseme gelir. böyle anlarda, tabaktaki kaşığın içindeki haydariye bakarak kendi kendine mırıldanmak insanı fena halde rahatlatabilir.

    + tüm vicdan azaplarının, haksız ayrılışların, zamansız kaybedişlerin, değersiz eski arkadaşlıkların ve doğru olduğu çok geç anlaşılmış yanlış hayat hesaplaşmalarının bu güne getirdiklerini birer birer insanın önüne döker. ne sözünü kestiğin insanın sana tek bir bakışının hüznü aklında kalır ne son ayrılık konuşmasını kendin yapmak zorunda kalıp karşındakinin gözyaşlarını boynundaki atkınla silmeye çalıştığın anlar eski sıcaklığını koruyabilir ne dayını toprağın bilmem kaç metre altına gömerken yanındaki kuzeninin "neden?" şeklinde çıkan çığlığı sahip olduğu "eski anı ağırlığı"nı muhafaza edebilir ne ev arkadaşının sen uyurken usta tutarak gizlice söküp götürdüğü termosifonun değeri önemli olur ne de "hiçbir zaman beyaz yaka yavşaklığına bürünmeyeceğim" sözünün arkasında bunca yıldır durmanın bir önemi olur. bütün hepsi, sanki başka birinin hayat kırıntılarıymış gibi önüne dizilir. bu seferki gülümseme, biraz da hayata karşı kırgınlıklar taşır ama gene de mutluluğunu esirgemez.

    mutlu olmak birçok insanın hak ettiği bir şey değil. içmeyin. keşke yasal uyarılardan biri de bu olsa: "içki içmek, hak etmediğiniz mutluluğu size kat be kat verebilir. lütfen dikkatli için. belki de bu mutluluk sizin hakkınız değil, başkasının hakkıdır".
    #162637 lake of the hell | 6 yıl önce
    1eylem 
  3. kafa açar, günlük sorunların yoğunluğunu azaltır, fatura ve kira derdini birkaç saatliğine de olsa unutturur, hayat pahalılığına küfürler eşliğinde beyitler okutur, hayal gücünü besler, "kontrolsüz güç" safsatasını doğrudan, yardımsız ve reklamsız olarak yaşamaya olanak sağlar; hüzünleri, umutsuzlukları, uzak geleceğe dair planları, sevgisizliği, kimsesizliği, sadakatsizliği, paylaşamamayı, kötümserliği, normalleşmeyi kısa vadede giderir.

    : bu girdi, alkol ve alkol ürünlerini teşvik etme amacı gütmemektedir. girdinin amacından sapmış her türlü teşvik, okuru bağlar, yazarını ırgalamaz.

    bu başlığa her yolum düştüğünde çoğunlukla 17-18 yaşlarımı hatırlıyorum. 2 birayla kelle olabildiğim, gündelik hayat sorunlarımın bir elin parmaklarını geçmemesinden mütevellit, hayal gücümün çapını genişletmekten başka hiçbir amacım olmaksızın içtiğim günleri anıyorum. midesizliğin dibini, akılsızlığın kökünü, ahlâksızlığın uzanabildiği son noktayı, samimileşmenin toplumsal normlar dışına çıktığı o güzel ortamları unutmam mümkün değil. şu yaşımda içtiğimde de, sık sık aklıma ilk gençlik anılarım üşüşüyor. müsaadenizle şuracığa kusacağım hepsini:

    - yaş 16-17, öss bitmiş, sonuçlar açıklanmamış ama tamamı nerd olan erkeklerden oluşan arkadaş grubundan kimsenin açıkta kalmayacağı belli. "size gidelim, annenler zaten evde değil. toplaşır, son lise günlerini gömeriz" diyorlar, "tamam, gelin" diyorum. öncesinde sahilde binbir türlü şey içerek mideyi bile isteye kazıdıktan sonra eve geçiyoruz. evde düz duvara tırmanabilecek 10 civarı ergen var; evdeki alkol çeşidi en az 5; likörler, köpek öldürenler, biralar, votkalar ve tabii ki en az boyutta da rakılar. midenin değil, hayal gücünün kararını verdiği dozda içen herkes çakırkeyif oluyor (aslında komada olduklarının farkında değiller). annemlerin ev 2+1, balkonda en az 6 kişi yerde oturup içerken mahlleyi inletiyor. evin içindekilerin çoğu ya sıcaktan ya da kanlarındaki yüksel alkol oranından ötürü ölü gibiler, muhabbet dahi edemiyorlar. "şu likör şişesini yola kadar fırlatamazsın" kağıttan erkekliğinin üzerine dönen goy goy ve sidik yarışı, en son şu noktaya ulaştı: apartmanın 3. katından önümdeki yola (en az 15-20 metre var arada ve söz konusu yola kadar otopark, kaldırım ve kaldırımın dışına park etmiş araçlar var önümde) boş muz likörü şişesi fırlatmış ve şişenin yola dik oturması yüzünden de çıldırmıştım. avaz avaz "böyle bir şey nasıl olabilir yaae?" diye böğürerek üzerimde sadece don varken, yalınayak 3 kat aşağı inip yoldaki likör şişesini kavramıştım. yere eğilerek (ve mütemadiyen küfrederek) şişeyi asfalta doğru savurmuş; yüzümü de asfalta yakın tutmuş, gözlerimi de kırpmamıştım. "o gün kör olmadıysam, evdeki 10 küsur alkollü ve azgın ergeni mahalleli polis zoruyla nezarete attırmadıysa, bundan sonra da bana bi' şey olmaz; odin beni koruyor" diye düşünmüştüm.

    - yukarıdaki olayın olduğu gecenin öncesi, yaşım gene 16-17. sahilde binbir türlü şey içtiğimiz anlar. votkayı köpek öldürenle karıştırıp pet şişeye koymuş 3 kişi çevrelerindeki herkese bu zehirden içirmeye çalışıyor. biri gaza geliyor, "verin lan, hepsini kafaya dikicem" diyor ve koşarak araya girmeme rağmen, yerdeki betonda lise aşkının adını gördüğünü zannedip yeri öpecek kadar içiyor bu zıkkımdan. elimde olan zehir, güç sahibi olan beni çağırıyor: "sen de yeri öpmek ister misin?". "oo yeah" diyerek kafama dikiyorum. 3-4 saniye sonra ağzımdan çektiğim buruşmuş pet şişe, artık bir tıbbi atık halinde; mideme ne gönderdiğimi hissederek ağız dolusu yutuyorum. henüz kana karışması, midemi döndürmesi ve beynimi kifayetsiz kılması için süre bekleyen zehir, bana, sahildeki kayalıklardan aşağı atlamaya çalışan arkadaşlarımı işaret ediyor. birinin üstünde tişört yok, diğerinin altında kotu ve donu. halen ortamı toplamalıyım; bi' koşu donsuz piçi sahilden içeri doğru fırlatıyorum. bu sırada diğeri, beline kadar körfezin yosunlu, büyük ihtimalle kanalizasyon atığı dolu soğuk sularına girmiş oluyor. birkaç saat sonra gecenin kahramanı olacak, henüz dolu olan muz likörü şişesini kanalizasyon artığıyla yıkanmış arkadaşa uzatıp onu da içeri doğru gönderiyorum. herkes kahkahalarıyla bayılmak üzereyken, üzerinde durduğum kayalıklardan baktığım karanlık ege denizi bana "40'lı yaşlarını zaten göremeyeceksin, bu çaba neden? atla içime, bitsin bu eğlence, yıkılsın düzen" diyor. bir arkadaşım "tişörtümün içine kusuyorum olm ben" diye yeri göğü inlettiği için soruya cevap veremeden geceye devam etmeye karar veriyorum.

    - üniversite zamanlarım, istanbul, istiklâl, lisenin yanındaki sıraselviler'e bağlanan yokuşlu sokağın orta bi' yerindeki efsanevi 45'lik'teyim. yaşım 20-21. izbe yerlerin hastası olmayı ablamdan; hem de henüz ortaokuldayken öğrenmişim (bebeğimsin izmir). kalabalık arkadaş grubu, korkunç bir müzik sistemi, oda oda ayrılmış, eski rum evlerinden birinin bara dönüştürülmüş halinin büyüsü; üzerimde simsiyah bir tişört, ortamdan tamamen soyutlanmışım. sadece bira içtiğimi hatırlıyorum ama gece çok uzun sürdüğü için hiçbir şey net değil kafamda (akşamüstü 7 ile gece 3 arası). oturduğumuz loş ışıklı masa genelde 5-6 kişi ama gelenin gidenin haddi hesabı yok (ya da benim kadar içmiş herkes için masanın hali bu). son otobüs saatine yakınca olduğunda, yanımdaki hatun "karşındaki çocuk oturduğumuzdan beri sana sarkıyor, tuvaletteyken dikkat et" dedi. 3 "hastre" ile uğurladım kendisini. kanıma biraz daha zehir ilave ettikten sonra tuvalete gittim, işiyorum. işemeyi btirdiğimde, sağımda x çocuğu gördüm. "nelerden hoşlanırsın sen ya?" sorusu beni hem zehirden arındırdı hem gerçeklik algımı düzeltti hem de mekandaki ve bittabi tuvaletteki loşluğu ortadan kaldırdı. "şunlar, bunlar ya, oturunca konuşuruz, eheh" diyerek hızlıca masaya döndüm. gece bir süre daha uzadı ve eve dönüş başladı. gavurların sabaha karşı olarak nitelendirdiği, bizim türk insanının ise "keşke daha erken buluşsaydık" dediği saatlerde, istiklâl'in bir sağına bir soluna yalpalayarak duraklara vardık. gecenin sonunda kendi adıma ne mutlu son vardı ne gece boyu içtiğim zehrin insanı kötümser hale sokan etkisi kalmıştı ne de x çocuğun duraklara gidene kadar tam arkamda yürüyerek bir şeyler fısıldamasını hatırlıyordum. tek düşündüğüm "ben ne kadar içtim acaba?"ydı.

    - 3-4 yıl önce, belki bir miktar daha az; çocukluk arkadaşlarımla sahilde demlenmişiz, 3 kişiyiz, aylardan ocak-şubat. içim titriyor, parkların banklarında oturdukça götüm üşüyor, içtiğim bira her daim soğuk olduğu için midem "yeter artık, vücut ısını ayarlayamıyorum, içme gari" diyor. birkaç piiz sonrası biri "çorba içek" dedi. benden önce midem "hemen!" diye kükredi. mercimek çorbasını içtim, ardından "piize devam edek" komutuna uyarak birer bira daha parçaladık. çorbadan sonra rahatlaması gerek midem "daha da soğuk bi' şeyler yok mu?" tezahüratına başladı, saat gece 2-3. birayı içiyorum, sigaramı dizimde sarıyorum ama aklımla değil, mekanik olarak yapıyorum bunları, kafam da gayet normal. 10 yıllardır yaptığım rutinleri devam ettirmek, aynı anda merdiven çıkarken sakız çiğnemek gibi hissettiriyor bana; kolay. ama midem üşümeye başladı, sigara dumanları ağzımdan kesik kesik çıkmaya başladı. "ishal mi oldum?" diye düşünürken, oturduğumuz izbe yerin tam karşısındaki çalılıklara doğru koşmaya başladım. üzerine işendiği için ömrü hayal ettiğinden daha fazla uzamış olan çalıya 4 dev adımda ulaştım ama kotumun ve ayakkabımın üzerine de midemin öğütemediklerini püskürtmüş oldum. 2 kere daha aynı işlemi ani bir şekilde uyguladıktan sonra, henüz çeyreği içilmiş birayı da çöp bidonuna fırlatarak eve dönüş yoluna düşmüştüm. kafamda "o çorbacının da, anasının da, ona kredi veren banka memurunun da ellerini öpeyim" serzenişleri vardı. 3 gün midem kendine gelemedi ama ne biraya ne de soğuk havada parkta alkol almaya küfretmedim, küfredemedim.

    aklın yolunun bir olmadığını düşünüyorsanız, kendi hayat tecrübelerinizin yetmediğini düşündüğünüz anlarda bir bilene aklınızdakileri sormak istediğinizde size saf cesaret verecek legal bi' şeyler arıyorsanız, "ben bunu atlatamam" dediğiniz her şeyden sonra bir şekilde ayağa kalkma noktasında büyük sorunlar yaşıyorsanız, birkaç kişilik yakın arkadaş grubunuzun katalizörü, zamkı olarak gördüğünüz bir şeyleri hayatınızdan atamıyorsanız, içki içmeyin. tam tersini yazacağımı düşündüğünüz için de kendi alkolikliğinizi sorgulayın çünkü yukarıda yazdığım anıların hepsi kötü sonuçlanmış örnekler (okuyup keyiflenirken iyiydi, di' mi?). karar sizin.

    not: alkol bütün kötülüklerin anası. ne mutlu bir kez bile olsa onun memesinden emmiş olana. yukarıdaki zorunlu edit baki.
    #191321 lake of the hell | 5 yıl önce
    0eylem 
  4. avrupa'da en düşük oranda iskandinav ülkelerinde gerçekleştirilen eylem. doğu avrupa ülkelerinde ise alkole bağlı siroz oranları hayli yüksek. hakikaten ekonomik refah-alkol tüketimi arasında bir bağıntı var demek ki. bir de doğu avrupa'da evde alkol yapımı yaygın olduğu için alkol istatistiklerini de tam tutamıyorlarmış.

    slav ülkeleri arasında ise konunun lideri tabii ki rusya. tek oturuşta 160 gr. alkolü bünyesine alan insanlar varmış. zaten 40 gr. alkolden aşağısına alkol almak gözüyle bakmıyorlarmış.

    düzeltme:

    gramlar neyi ifade ediyor diyorsanız şu tablo yardımcı olabilir:

    w3.bilkent.edu.tr/...

    0eylem 
  5. Herkeste farklı etkilere yol açabilecek alkol içerikli içeceklerin içilmesi eylemidir. Musevilik ve Hristiyanlıkta da alkol içeren içeceklerin içilmesi yasak olan eylemdir. Aslında alkol islamiyet’te bile başlarda yasak değilken üç beş bilmezin içip içip sağa sola sataşması sebebiyle tanrıyı kızdırıp tanrının tüm alkollü, kafa yapan içecekleri yasaklamasına sebep olmuş. tamamen yasaklanması kademeli geçekleşmiştir.

    Bakınız, bakara 219: "Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Bu ikisinde insanlar için büyük zarar ve bazı faydalar vardır; zararları da faydalarından büyüktür. Sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını. Allah sizin için âyetlerini işte böyle açıklıyor ki düşünesiniz."

    Bu ayette kesin bir hüküm yokken başka bir ayette ise durum kesinleşmiştir. Kesinleşmesine sebep olan şey ise dediğim gibi üç beş zibididen kaynaklanmıştır.

    Maide 90: "Ey inananlar, şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz."
    Maide 91: "Şeytan, şarap ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak ister ancak, vazgeçtiniz artık değil mi?"

    tabi endişe etmeye gerek yok çünkü cennete gidince tüm yasaklar kalkıyor, herhangi bir karın ağrısı yaşamadan istediğimiz kadar içebileceğimiz bir serbesti tanınıyor. yanında bonus da var tabi.

    nebe suresi 31,32,33,34: "Şüphesiz Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler, kendileriyle bir yaşta, göğüsleri çıkmış genç kızlar ve dolu dolu kadehler vardır."

    #166840 iskiski | 5 yıl önce
    0eylem