alt-j'nin taro adlı şarkısı, tarafıma güzel ve özel bir biçimde ithaf edilerek dinletilmişti. yıllar geçti, en umutsuzluğa düştüğüm zamanlarda bu şarkıyı dinlediğimde kendimi çok iyi hissediyorum. mutluyken dinlediğimde daha da mutlu oluyorum. çünkü bana dinlediğimde her zaman, her şeyin geride kalarak sadece birer anıya dönüştüğünü hatırlatıyor. şarkı bana ithaf edilirken hayatımın en güzel günleriyle en kötü günlerini aynı anda yaşıyordum. büyük bir yıkım, bağıra bağıra geliyordu, konfor alanım her yanından dökülüyordu ve ben o yıkıma, konfor alanımın dışına çıkarak, sevdiğim birinin desteğiyle hazırlanmayı tercih etmiştim. bu şarkıyı ilk dinlediğim zamanlarda hayatımda aynı anda çok şey değişti, o zaman "artık bundan daha kötüsü, daha zoru olamaz," derken üzerinden uzun yıllar geçti, çok daha kötülerini, çok daha zorlarını gördüm. ve hepsine rağmen, tüm o zorlukların içinde hep çok iyi zamanlar da oldu, gözlerimizden yaşlar gelene kadar güldük, her şey geri dönüp bakılınca birer tebessüme dönüşüyor çünkü, zor zamanları da "acı acı gülümseyerek" de olsa bir şekilde gülümseyerek hatırlayabilmek önemli, kötü hisleri benliğimize kazımadan, kişiliğimizin bir parçası haline getirmeden, birer bahaneye ya da özre dönüştürmeden, üzerimizden o kötülüklerin akıp gitmesine izin vererek... "zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü." bende hep yan yana yürüdü zamanlar, öyle gerekiyormuş.
ferhan şensoy bir şiirinde "birbirimize tutunalım, o zaman sallansak da düşmeyiz," diyordu, şiirin adını ne yazık ki hatırlamıyorum, o zaten o mısralarda dostluktan ve sarhoşluk yalpalamasından bahsetmişti. ben yine de ferhan ağabey'i dinledim o zamanlarda, çok fena sallanıyordum, tek başımayken kesin düşecektim, ama yanımdakine tutundum, düşmedik. bu şarkı da en değerli hazinelerimden biri. görebildiğim her yerde sürekli gözümün önünde tutmak istiyorum.
"Do not spray into eyes i have sprayed you into my eyes."
sirius'u kendime benzetirdim; kış mevsimini seven, parlaklığını hiçbir zaman yitirmeyen, geceleri gökyüzündeki en parlak yıldız. ayrıca mistik bir büyüleyiciliği var. bu özellikleri kendisinde bulunduran başka birisine sirius'u atfetmiştim, ondan sonra öyle kaldı bende o kişiyle artık görüşmüyor olmamıza rağmen. ben de burada bu kullanıcı adını kullanmak istedim.
Biyoloji sevdası. Hayatım ders çalışmaktan ibaret olduğu için başka bir şey düşünememiştim. Bir diğer nickim ise kimyadan gelmekte. Aslında düşününce ikisi de bitkilerle alakalıymış. Konuyu öğrenirken büyülenmiştim. Hayranlıkla izlenebilecek bir yapıları var. Yaratılışları muazzam.
Bira içerken elimden kayıp düşen soslu fıstık zor bir ihtimal olarak şlop diye şişenin ağzından içeri girer, enteresan bir an olarak aklımda yer eden bu olaydan bir gün sonra ise meta sözlükle tanışırım.
genç ludwig van beethoven'ın büyük bir sanatçı olması için hayatı boyunca ona yardım eden ve ilk hamisi olduğu bilinen kont ferdinand ernst gabriel von waldstein'dan geliyor nickim. kendisi de konta çok kritik durumlarda destek olmuş ve hatta şükranının simgesi olarak bir operasının piyano sonatını konta adamıştır. çağa damgasını vuran insanlardan daha çok sevdiğim bir şey varsa o da onlarda ki bu cevrehi görüp değerlenmesi için elinden geleni yapan insanlardır. yoksa çoğundan haberimiz olmayabilirdi.
Tarihi çok severim. Özellikle Eski çağ tarihini. O tarihte özellikle roma imparatorlarının imparatorluk nişanları vardır. Mesela defne yaprağı ya da meşe yaprağından olan taç takarlar. Meşe ağacı yapraklı taç Zeus'un gücünü temsil eder. defne ağacı da Apollon'u. Tabi Apollon'un Daphne'ye olan aşkı ve daphne'nin ağaca dönüşmesi ise ayrı bir olay. Ben de Apollon'un imparatorluktaki simgesini ve daphne'ye olan sevgisini seçtim. Laurelwreath : Defne çelengi.
inşaat mühendisiyim. Antalya mezunuyum. yaşamayı bir Caretta Caretta'nın yumurtadan denize doğru mücadelesi gibi görüyorum, ve baret takmaktan nefret ediyorum. umarım o denize ölmeden ulaşırım
Bir gün annesi kıza demiş demiş git demiş nenene yemek götür. Kız da mango'dan aldığım ceketi giyiyim de şööyle sahilde bi hava atıyım win win olsun diyerekten almış yemeği çıkmış sokağa. Soracığıma sahilde az biraz turlamış, selfiler çekmiş instagramlara çakmış, feysbukları beğenmiş, tivitler atmış. Hazır demiş denizi görüyorum dur demiş bi duygulu foti çekeyim de afili bi şiir çakayım altına ama yazarını yazmiyim beni beğensinler.
Neyseli kız başlamış nenesinin evine yürümeye, efendim sokaklarda sokak köpekleriylen karşılaş sen. köpekler tabi hav hav. bu da korkup almış taşı atmış köpeklere, la hoşt demiş. Köpekleri kovalamış hep.
Köpekler de demiş senin allahın kitabın yok mu ne kovalıyosun? sen görürsün demiş. Tabii köpekler hızlı bundan. Önceden koşturmuş gitmişler kızın nenesinin evine. Nenesi sokak hayvanlarını çok severmiş, kedidir köpektir beslermiş hep. Sokak köpekleri gelince ay guzularım demiş nenesi almış bunları evine, oynamışler eğlenmişler. Soracığıma nenenin uykusu gelmiş, köpeklerle beraber yatağa girmişler.
Soracığıma bizim kırmızı mango montlu kız gelmiş eve. Bi bakmış nene yatıyo. Nenecim demiş senin ağzın niye büyük? Nenesi demiş köpek o gerizekalı. E kulakların? demiş kız. Kızım yanımdaki köpeğin kulakları o, salak mısın acaba?
Sora nene dayanamamış demiş kak git. Ot geldin ot gidiyosun. Daha köpekle insanı birbirinden ayırt edemiyosun, boş yaşıyosun boş demiş.
Kız da demiş ki ahhh nenecim ah, o da can sen de cansın. Canın candan üstünlüğü yoktur. ikiniz de aynı acıyı çekersiniz aynı derdin altında. Nene özür dilemiş sarılmış kızına, artık bende kal demiş, birbirimize anlatalım öğretelim demiş...
Meğersem kız yolda nenesine gelirken aydınlanmış köpekleri kovaladıktan sonra...
Rahmetli kemal sunal’ın hayranıyımdır. Kendisinin filmi olan Çöpçüler kralı’nı da çok severim. Apti Şakrak o filmdeki başrol olan çöpçü karakterinin adıdır. kendisi saftır ama bir o kadar da akıllıdır. Herkes tarafından sevilen, sevdiğini de kaçırmaya kalkışacak kadar seven bir adamdır. Bir de güzel bir siyasi karakterdir benim gözümde. Bundan dolayı Bu ismi kendime nick olarak kullanmayı uygun gördüm. :)
yani kendimi beğenmişlik gibi olsun istemiyorum ama biraz şahsına münhasır bir tipim zaten herkes bunun güzel bir şey olduğunu da düşünmüyor, sevimsiz karşılandığım da çok oluyor (özellikle ilkokul felaketti.) ve bunun yanında tam da ismimin insanı olduğumu düşünüyorum (adım Nilay) ama gönlüm onun bir ad , bir özne olmasına razı gelmiyor. O bir fiil olmalı. duyduk duymadık demeyin, ben güpegündüz , ulu orta nilaylık yapıyorumun İngilizcesi. I'm nilaying and writing with it.
Ateş Fedya Dostoyevski nin lakabıdır. Petersburg mühendislik okulunda arkadaşları tarafından bu lakap dostoyevski ye verilmiştir. Koyu bir Dostoyevski hayranı olarak nickimi üstadı anmak için atesfedya yaptım. Yazın dünyasına bir daha senin gibisi gelmeyecek büyük üstad Fyodor..
çalıştığım zamanlarda yemek param verilmiyordu, ben de en ucuz diye çiğ köfte yiyordum, artık içim dışım çiğ köfte olmuştu. reklam olmasın diye markanın adını açık açık yazmıyorum ama birçoğunuz biliyordur, evet o markanın adından kendimce başka bir şey uydurdum.
Bir kedim vardı çocukken geceleri ortadan kaybolur gündüzleri de miskin miskin uyurdu hep evde. Ben de gece benimle uyusun ister hep yanıma alırdım ama giderdi yine, gece uyanıp onu göremeyince ağlardım. Sonra sonra çizgi romanlardan, çizgi filmlerden falan esinlenerek kedime kendimce bir hayal dünyası yarattım sanırım. Gece uçup beni kötülüklerden koruduğunu düşünürdüm. Öyle öyle minik patili bir kahraman yarattım gözümde işte. Yıllar önce yaşlılıktan kaybettik dostumu ama anıları ve hayal dünyamdaki yeri hiç yok olmayacak. Anısını yaşatmak ve çocuk ruhumu da yansıtmak için böyle bir nickim olsun istedim.
Vallahi de billahi de bilmiyorum. Sanki böyle arjantinli futbolcuymuş gibi soyadı olan adı da japon asıllı birşeymişçesine kulağa gelen iki kelimedir. Bir anda pat diye çıkmıştır.