I)
üniversiteyi bıraktığım yıl evin penceresinden dışarı bakıyorum, herkes giyinmiş boyanmış sabahın kör vakti arabayla, yürüyerek, bekleyerek biryerlere yetişmeye çalışıyor. simitçi geçiyor, onun da işi var. benim yok.
aradığım insanlar işte ya da derste. sabahın körü dikilen tek işsiz benim herhalde.
II)
ikinci işsilik dönemimde bir nedenle herkeste para var. herkes çok meşgul. cep telefonları yenileniyor. babadan biraz bulan araba yeniliyor. takım elbiseler, akşam akşam çalan telefonlar. milletin toy ve mal zamanı çok mutlu oluyorlar aranıyorum diye. kaç senelik arkadaşlarım yanımda "ya sonuçta biz para kazanan adamlarız, malın iyisini alırız, ufak hesaplara gerek yok" diye bastıra bastıra konuşuyorlar. ya da bana öyle geliyor.
III)
artık şehir de değişmiş. iki ay ucu ucuna yetecek bir para, sona cücük var. ev arkadaşım inanılmaz idare ediyor. ki herifle bir yıldır bile tanışmıyoruz. sonunda başka şehirde iş bulup, büyük kıyağı nedeniyle neyim var neyim yok herife bırakıp uzuyorum.
dersler:
i) yeni işini garantileyip sözleşmeye imzayı atmadan asla işten çıkma. kendini işsiz bırakma.
ii) düzenli olarak sürekli iş ara. piyasayı bil. işler boka sardığında inanılmaz bir avantaj sağlıyor. ayrıca çalışırken iş bulmak daha kolay.
iii) Ne olursa olsun, gerekirse hiç dışarı çıkmamak, bir öğün az yemek pahasına maaşın %10'unu kenara ayır.
Çalışma arzusu ve yetisinde olup, aynı zamanda aktif olarak iş arayan ama geçerli bir ücret karşılığında iş bulamayan bireylere “işsiz” denir. İşsiz bireylerin de bu sosyo-ekonomik durumu yaşamasına işsizlik denir.
Uluslararası çalışma örgütü (ILO) tanımlarına göre işsizlik durumu 3 ana kriterde oluşur.
1-) İşi olmama: Bir dönem içerisinde istihdama katılamamış olanları, 2-) iş arıyor olması: Son 3 ay içinde geçerli iş arama yöntemlerinden en az birini denemiş olanları, 3-) İşbaşı yapmaya hazır olması: İş bulduğunda çalışmayı kabul etmeye hazır olanları kapsar.
TÜİK’e göre ise işsiz bireyler; 4 hafta içerisinde herhangi kanaldan iş başvurusunda bulunmuş ve 15 gün içerisinde işe başlamaya hazır olan ama henüz iş bulamamış kimseleri kapsayan bir tanım olarak karşımıza çıkmaktadır.
Asıl mevzuya girmeden önce dar tanımlı işsizlik ve geniş tanımlı işsizlik tanımlarını da yapmamız durumu daha iyi anlamımıza yardım edecektir. Dar tanımlı işsizlik: TÜİK’in de kullandığı yöntem olan dar tanımlı işsizlik gene TÜİK’e göre 4 hafta içerisinde iş aramış ve 15 gün içerisinde işbaşı yapmaya hazır olanları kapsayan işsiz kimselerin işsiz/işgücü*100 formülüyle hesaplanan yöntemdir.
Geniş tanımlı işsizlik: Gene TÜİK’e göre 4 hafta içerisinde iş arayan ve 15 gün içerisinde işe başlamaya hazır olanlar, iş bulma ümidi olmayanlar, mevsimlik işçiler, iş aramayan ama işbaşı yapmaya hazır olanlar ve eksik çalışanların da “işsiz” bireylere eklenmesi ile aynı formül olan işsiz/işgücü*100 formülü ile bulunur.
TÜİK 2014 yılında işsizliğin tanımında olan 3 ay iş arama kriterini 4 haftaya indirmiş ve o günden beri aynı yöntemle sadece dar tanımlı işsizlik oranlarını açıklamıştır.
Şimdi gene TÜİK verilerine göre 2020 yılının dar tanımlı ve geniş tanımlı işsizlik sayılarına bakacağız. :)
Dar tanımlı işsizlik İşgücü= 30.873.000 İşsizler= 4.061.000 işsiz/işgücü=4061000/30783000*100=13,2 (Tüik hesabı yuvarlama ile doğru)
Geniş tanımlı işsizlik İşgücü= 30873000 işsiz=4061000 iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar=4219000 iş bulma ümidi olmayanlar= 1369000 Diğer= 2850000 Mevsimlik çalışanlar= 107000
Geniş tanımlı işgücü sayısı = İşgücü + iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar + iş bulma ümidi olmayanlar + Diğer + Mevsimlik çalışanlar Geniş tanımlı işgücü sayısı =39.418.000
İşsizler= işsizler + iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar + iş bulma ümidi olmayanlar + Diğer + Mevsimlik çalışanlar Geniş tanımlı işsizler= 12.606.000
İşsizler/işgücü*100 12606000/39418000*100= 31,98 (TÜİK verilerine göre geniş tanımlı işsizlik oranı)
Tabii ki TÜİK geniş tanımlı işsizlik oranını hesaplamıyor. :)
İş arayıp çalışma hayatına katılma niyetinde olup iş bulamama durumu.
Bireyin işsiz sayılması için çeşitli yöntemlerle sınıflandırmalar yapılsa da kişi kendinin işsiz olup olmadığını bilecektir. Örneğin ben, birkaç aydır farklı kanallardan (eş-dost dahil) iş arayan bir işsizim.
Bu süreçte iş hayatına, işçilere, işsizliğe ve liberal ekonomiye yönelik düşünme fırsatı yakaladığım bolca zamanım oldu. Toplumda, ağır şerefsiz bir kimse değilse işsiz bir bireye üzülmeyecek biri yoktur zannediyorum. Haline üzülüp işsiz kimseyi daha kötü hissettirecek saçmalıklar yapma ihtimalini bir kenara bırakırsak (işsiz'in de aşırı alınganlık hastalığına yakalandığı gerçeğini de koyalım bir kenara elbette) işsiz kimseye aklı başında hiçbir insan bu durumla ilgili kötü söz etmeyecektir. Fakat yine bu kimseler, işsizliğin olmadığı bir düzen olamaz mı, daha iyi olmaz mıydı, gibi sorulara götleriyle gülmek suretiyle "hadi oradan" çekecektir. Zira bu öncelikle zaten uygulanamaz bir şeydir sonralıkla da işsizlerin varlığı piyasayı dinç tutar, rekabeti artıracağından nitelikli işçi sayısı artar falan. Mevcut ekonomik sistemde işsiz kalan bir kimsenin işsiz kaldığı dönem boyunca kendini daha nitelikli hale getirebilmesi için zaten işsizlik onun için çekilmez olmamalı, iş aramayı bırakabilecek ekonomik gücü ve güvencesi olabilmelidir. Yani birbirini gösteren örümcek adam, kendini kuyruktan yutmaya başlayan yılan.
Peki bu külliyen sistemsel yalanı senin benim gibi işçi ve işsizler neden en önde savunup da "istemezük" çekiyor? Karbon ayak izi yalanına tutulmamızla aynı sebepten. Bir petrolcü şirketin çıkıp türlü kampanya ve hedef göstermeleriyle dünyada cılkı çıkmış durumda olan karbon salınımı senin benim gibi sade vatandaşında götünde patlamış oldu. Böylece hem bu karbonu allahına kadar gönderenlerin üzerindeki gözler nispeten azaldı hem de sade vatandaşa "karbon ayak izine dikkat ediyor musun? Ben şunu yapıyorum bunu yapmıyorum mutlaka dikkat etmek gerek" şeklinde beyhude iç rahatlatma seansları sunuldu. Doğayı aşırı sevip macfit'ten çıkmamak, yoga yoga deyip ölümüne plastik linklemek falan gibi. Tutarsız, bireysel çıkarcı toplumsal yıkımcı bir döngü.
İşsiz veya işçi kimse de ekonomi politikalarından ve diğer bok püsürden önce ilk olarak içinde bulunduğu konum, yaşam ve kuralların her zaman için olabilecek en iyisi olduğunu düşünmelidir, mevzu bahis sistemin sıhhati için. İşçilerin yılgınlığı ve hakları konusunda içinde bulundukları ataleti beton sol görse çatırdar, tekmil cihan amelelerinin ağzına sıçası gelir.
Elbette işçinin, bu durumda hakkını savunması bir işsize göre daha güçtür. Hak savunusunu sağda solda söylenmek olarak kabul ediyorum, fazlası değil. İşsizlik her ne kadar toplumsal bir mesele olsa da kimse herhangi bir konuda olduğu gibi bu konuda da toplum faydası için çalışmak zorunda değildir. Yine bireyin, toplum için yapabileceği en iyi şey ise her şeyden önce kendini öncelemesidir.
bir insanın hayatında her nasılsa aksi gidebilecek her şeyin rastladığı dönemdir.
bilmem nerden kalan eksik ödemeniz bu dönemde hortlar, ev eşyaları bu dönemde bozulur, bir türlü görüşemediğiniz malum kişi geleceğini söyler, berber ve kuaför gibi işleri salladığınız için saçlarınız bu dönemde çılgınca ve karışık ve hatta manasızca uzar. ayakkabınız bu dönemde pörtler, montunuz bu dönemde yırtılır, kaldırımdaki yamuk taştan çamurlu su bu dönemde üzerinize fırlar, doktor işleri bu dönemde çıkar, gelen iş görüşmesi randevuları hep toplu taşımayla gitmeniz neredeyse imkansız denebilecek yerlerde olur, yakın bir aile üyesinin işleri bu dönemde cortlar...
sabır imtihanıdır. sorgu odasıdır. kişinin kendisiyle papaz olmasını sağlar.
keşke ben de filmlerdeki klişeler gibi, iş arayan sevgili dostlarıma "bunun hayatında ne yapmak istediğini bulması için bir fırsat" olduğunu söyleyebilecek kadar sosyal bir devlette yaşasaydım.
bu süreçteki herkese enerji ve moral diliyorum. "yaşamaz olaydım " adını verdiğimiz lanet dönemin gülerek bile hatırlanmaması, komple unutulması dileğiyle.
ülkedeki genç işgücü potansiyelinin boşa gitmesi durumu.
ülkedeki gelir dağılımının dengesiz olması belki de bu iş gücü potansiyelinin potansiyel olarak kalmasına sebep. herkes üniversite okumak istiyor; mühendis, doktor, avukat olmak istiyor. duvar ustası olmak isteyen yok. niye? parası az. alın teri falan hikaye. istemiyor adam. amelelik mi yapacam diyor, üç kuruş kazancam diye yoramam kendimi..
ilber ortaylı'nın dediğine geliyoruz burdan (bkz:ilber ortaylı/#30941), herkes üniversite okumamalı! kalifiye eleman yetiştirilmeli.
doktorla duvar işçisinin maaşları arasındaki uçurum da ortadan kalkmalı tabi
”işbölümünde insan da bölünür. bütün diğer bedensel ve zihinsel yetiler tek bir etkinliğin gelişmesi için feda edilir.” (engels) işsizlik kapitalizmin ürünüdür. fakat özellikle son 30 yıldır hemen her ülkede işsizlik temel bir sorun olarak gündemin ilk sıralarındadır. “1995′te dünyada işsiz veya gizli işsiz sayısı 800 milyon olarak hesaplanıyordu; 21. yüzyılın başında ise bu rakam 1 milyarı geçti.” teknolojideki gelişmeler, ulaşım ve iletişimdeki adımlar, sermayenin zaman ve mekanla sınırlanmayan bir akışkanlık kazanmasına neden oldu. düşük istihdamlı yeni üretim teknolojileri sayesinde kapitalist piyasa ekonomisi alabildiğine yayıldı, yaygınlaştı; eğitim, sağlık gibi alanların en ücra dalları dahi özelleştirilerek piyasanın iştahına açıldı. esnek üretimin daha geniş ölçeklerde hayata geçirilmesi üretimin örgütlenmesinde önemli bir yer tutmaya başladı. geçici, yarı zamanlı istihdam yaygınlaştı, emeğin ve çalışma koşullarının güvencesizleşmesi aldı başını gitti. geleneksel sendikalar güç kaybederken uzun mücadele yıllarına malolan sosyal hak kazanımları hızla elden kayıp gitmeye başladı. asgari yaşam kaygısının cenderesine o denli sıkışıldı ki, insan olmanın ve insan gibi yaşamanın diğer gerekleri ve bu doğrultudaki talepler tıpkı gelecek ufku gibi neredeyse silindi gitti. burjuvazinin karları azamileşirken, işsizlik devleşti. 2004′te yapılan bir araştırmaya göre abd’de her 100 işletmenin, aynı miktarda üretim için ihtiyaç duydukları işçi sayısı 3 yıl öncesine göre yüzde 10 oranında düştü. “kapitalizmin ‘bugünün karları=yarının yatırımları=öbür günün istihdamı’ şeklindeki vaadinin güncel versiyonu ‘bugünün karları=yarının isşizliği‘”dir (negt). engels‘in “ingiltere’de emekçi sınıfın durumu”nda -ya da charles dickens‘ın “iki şehrin hikayesi”nde- çarpıcı örneklerle altını çizdiği “vahşi kapitalizm” günlerine adeta geri dönüldü. “mavi yakalı” olarak tanımlanan işçi ve emekçilerin işsizliğinin yanı sıra, son yılların toplumsal dengeleri altüst eden gerçeği, zihinsel emek üreticileri olarak bilinen kafa emekçilerinin de (“beyaz yakalılar”) konum kaybı ve işsizlik batağında oluşlarıdır. kafa ve kol emeği ayrışması genel olarak sınıf farklarının ve toplumsal bölünmenin temelidir. emek sürecindeki işbölümü, maddi emekle zihinsel emek arasındaki bölünmeden kaynaklanmıştır: ”işbölümünde insan da bölünür. bütün diğer bedensel ve zihinsel yetiler tek bir etkinliğin gelişmesi için feda edilir.” (engels) marks ve engels‘in kafa emekçilerine dair özellikle de “alman ideolojisi”nde dile getirdikleri yaklaşımları, bu kesimin imtiyazlı konumu kadar “yaratıcılık”larına da işaret eder. aynı zamanda emeğinin ürünlerine yabancılaşmayla karakterize olan bu kesim, 20. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kapitalist üretim ilişkilerindeki farklılaşma nedeniyle kimlik ve konum kaybı içindedir: “abd’de beyaz yakalılar arasında işsizlik oranı 1970′lerin sonunda mavi yakalıların üçte biri oranında iken, 1990′ların sonunda yarısına düşmüştü” (wacquant). alman sendikalar birliği’nin 2009′daki bir araştırmasına göre, lise ve üniversite mezunları arasında iş arayanların oranı son bir yıl içinde yüzde 24.4 oranında artmıştı. zihinsel emeğin kendi içinde farklılaşması, işbölümünün incelmesini de tetiklemiştir. beyaz yakalılar, “altın bilezikleri”nin sağladığı güvenceli ayrıcalıklarını giderek yitiriyorlar. öyle ki, eğilim -seçkin bir azınlık dışında- beyaz yakalıların da işsizlik girdabına daha fazla çekilmeleri yönündedir. “işleri” ve hayatları esnek kapitalizmin gereklerine uygun olarak risk alma, yeniden eğitilme ve niteliklenme süreçlerine (“sürekli eğitim”) doğru itmektedir. goethe daha 1809′da yayınlanan “seçilmiş akrabalıklar” adlı eserinde, “…ecdadımız, gençliklerinde aldığı derslerle hayat boyu gidiyordu; ama şimdi bizim beş yılda her şeyi yeniden öğrenmemiz gerek, şayet tamamen modası geçmiş duruma düşmeyeceksek” diyordu. yüzyılı aşkın bir süreç sonunda uçurumun kıyısına doğru yol alanlar içinde artık “beyaz yakalılar” da büyük bir yer tutmaktadır. işsizliğin yapısallaşması ve iş güvencesinden yoksunluk, beyaz yakalıları da hızla mavi yakalıların saflarına taşımaktadır. beyaz ve mavi yakalı işçilerin -farklı sınıfsal özellikler taşımakla birlikte-, aynı kapitalist cendere içinde hareket etmek, çalışma zamanını yeni biçimler altında örgütleyen aynı düşmanın darbeleri altında varolmak zorunda olunca kaderleri de ortaklaşıyor. neoliberal kapitalizmin esnekliği başa yazan genişlemesi, geçicilik, belirsizlik, “risk alma”nın sözde özgürleştireceği demagojisi ve buna uygun çalışma biçimlerini hayata geçirmede sağladığı başarı sayesindedir. kapitalizmin bayrağı günümüzde, “uzun vade yok” yazan kalelerde dalgalanmakta, mavi yakalılar kadar beyaz yakalılar da bu yüzden hayatı “götürü” yaşamaktadır. türkiye’de çalışma çağındaki her iki kişiden biri iş bulamaz haldedir; işçi ve emekçiler güvencesiz çalışma biçimleriyle kölelik koşullarında hayata tutunmaya çalışmaktadır. esnek ve güvencesiz çalışma neredeyse tüm alanlara yayılmıştır ve ücretli köleler açlıkla, işsizlikle, ölümle burun burunadır. “mavi yakalılar”la “beyaz yakalı”ların ortak kesenleri olduğu kadar onları bölen prangalar da az değildir. “kaybedecek şeyi olmak” bunların başında gelir. “iş” karşısındaki duruşları kadar işsizliğe yaklaşımları, bunun hayatta, ailede ve çevrelerindeki yansımaları, algı biçimleri, tanımları, tepkileri ve çözüm yolları, çözümsüzlükleri ve açmazları da farklılık göstermektedir.