bence bu başlık kişisel başlığım olarak bana zimmetlenmeli.
mağusa'da yaşıyorum. buradaki plajlarda caretta carettaların yumurtlama alanları var. biz de akademisyen ve öğrencilerden müteşekkil bir grup olarak, sabah 5-6 gibi plajlara damlıyoruz, yeni yuva yapılmış mı tespit edip işaretliyoruz, köpekler insanlar vs zarar veremesin diye tel çekiyoruz yuvalara, yavrular çıkmaya başladıklarında da güvenle suya ulaşmalarını sağlamaya çalışacağız. bu arada bazen de ağlara dolanıp boğulmuş kaplumbağa ölülerine rastlıyoruz. rahmetliler pek bir kötü kokuyorlar.
neyse efenim geçen gün yine bir plaj devriyesi esnasında kötü bir koku geldi burnuma: "arkadaşlar ne koktu ya?" diye sordum. bi tanesi böyle hafif gergin "kaplumbağa ölüsü vardır bir yerlerde" dedi. ben "yok kaplumbağa gibi değil, farklı bir koku" dedim. başka bir arkadaş "yok yok, kaplumbağadır kaplumbağa" diye ısrar etti. ben "yok ya, başka bir şey, ne ola ki" diye etrafı araştırarak ve söylenmemi sürdürerek koklaya koklaya yoluma devam ettim ve 5 dakika kadar sonra idrak ettimki kokan bizim hocaymış. millet anlamış da, hocaya çaktırmadan bana açıklamaya çalışmışlar ama işte ben, büyük deha, anlayana kadar ohhooohoooo.
bu sabah da plajda kötü bir koku geldi, "arkadaşlar bir şey koktu" dedim, hoca "bu defa valla ben değilim" diye bastı kahkahayı, "hanımefendi rahatsız olmasın diye yıkandım da geldim bu sabah" dedi. "isabet olmuş" dedim ben de. övgü bekliyor bir de. "doğru konuş bi daha koşuya götürmem seni" dedi. plaj devriyelerinden sonra koşuyoruz da düzenli. sustum ben de, napim. böyle de enseye şaplak bir ortam işte.
5-6 sene önce, şişedeki suyu temiz su zannedip, kalorifer peteği suyu içmiştim.
şişeyi kafaya diktikten sonra da "ulan ne kireçli suymuş" diye serzenişte bulunup birkaç saniye süren south park sessizliğinden sonra acı gerçeği anlamıştım...
o günden sonra da başıboş şişelerden su içmeyi bıraktım.
en yaygınlarından biri telefonla kendini aramaktır.
evde telefon aranır. masaların üstü, koltuklar vs. bulunması mümkün olan yerlere bakıldıktan sonra telefonu çaldırmaya kara verilir. telelfonun rehberine girip kendi ismin aranır, bulunamayınca numara yazılıp aranır. tabii ki meşgul çalar. yapılan aptallık fark edilince kimse görmedi diye şükredilir.
bir defasında yaklaşık yarım saat boyunca gözlüğümü aramaya hışımla devam ederken ayna karşısında gözlüklerimin aslında olması gereken yerde olduğu fark ettiğim anda yaşadığım dalgınlık..
sobanın kovasına kömür koyulur, üzerine odun doldurulur. kapağın kapanıp kapanmadığı kontrol edilmeden çıra ateşlenir ve kapak (sözde) kapatıldıktan birkaç dakika sonra kapağın tam olarak kapanmadığı fark edilir ve başparmakla o kızgın demir kapatılmaya çalışır. insan etinin pek güzel kokmadığı anlaşılana kadar, kapağı kapatmak için kuvvet uygulanmaya devam eder.
yine bir gece açlık tavan yapınca bir parça sucuk çatala saplanmak suretiyle ocakta hafif ateşten geçirilir ve çatalın aynı ısıya maruz kaldığı, demirin ısı iletkenliği akıl edilmeksizin çatal ağza girer. cızırdayan dudaklar fizik kanunlarını hatırlatmakla kalmayıp ne açlık ne uyku bırakır.
insanlar nasıl telefonlarını denize falan düşürüyor hiç anlamıyorum dediğim anda telefonumu uçurumdan aşağı düşürmem/atmam. Ve gecenin bir vakti, korkuluk demirlerinden geçmeye çalışıp hayır alacağım o telefonu yedirmem demem. Ertesi gün tekrar aynı lokasyona gidip telefonu almaya çalışmamız. Ve bu lokasyona tekrar parmak arası terlikle gitmem. @writerofadream
baro başkanıyla mesajlaşırken "sen nasılsın" yazmak istedim; ama bunu autocorrect "sen malsın" olarak düzeltme gereği duydu. beynimdeki autocorrect de "sen malsın"ı "sen nasılsın" olarak tekrar düzeltince "sen malsın" yazılı mesaj baro başkanına gitti. adam "hayırdır bu mesaj" diyene kadar yediğim haltı fark etmedim de, çok eminim ne yazdığımdan. neyse ki başkan rahat bir insandı, anlayışla karşıladı beyinsiz oluşumu.
Askerde bölük astsubay odasında yazıcı olarak görev yapıyordum. Ankara Etimesgut Zırhlı birliklerin en rahatsız insanıydı bölük astsubayımız. Üste selam vermez astı tanımaz, elleri arkasında gün boyu dolaşır durur askeriyede ama görevini layıkıyla yapar. Usta birliğine teslim olduğumda ilk karşılaşmamızdan sonra karar vermiştim, bu adamdan uzak durmalıydım. Tabi askeriye de her şey öyle işlemiyor başka bir girdi de anlatacağım şekilde kendisi beni yazıcı olarak seçti.
Şimdi ki gibi değil o zamanlar, telefon yasak. Ailenle, sevgilinle konuşmak istersen telefon kartı alıp ankesör sırası bekliyorsun. Daha askerliğimiz çok dedim anasını satayım onca ay burada ankesör sırası bekleyecek kadar eşek değilim, en iyisi cep telefonumu içeri sokayım dedim ve soktum. Cebimde gezdiriyor, tuvalette, koğuşta gizli gizli görüşüyordum herkesle. Gün geldi çattı bölüğe yeni gelecek acemi askerlerin bilgilerini sisteme giriyorum, kitlenmişim bilgisayara takır tukur yazarken bir anda telefonum çaldı ama sessizde, bacağımı yaslamışım masaya tirtir titriyor şerefsiz. Arayana ayrı sövüyorum kendime ayrı. Ankara kışında ter atıyor vücudum. Komutan hemen arkamdaki masada sessizliğini koruyor. O anki salaklığım ile ritim tutmaya başladım, ellerimi masaya vurup arap şükrü gibi darbuka çalmaya başladım, ağzımla mırıldanmalar derken hafif kafamı çevirip arkaya baktım. Komutanla göz göze geldik, ruhumu tam teslim ederken tutup geri içime soktum.
Bana baktı, o ses telefondan mı geliyor? dedi. he götüm telefondan geliyor al bak burada demedim tabi. İnkar ettim yok komutanım valla telefonum yok falan dedim ama yer mi lan asker adam bu yalanı, benim gibi kaç tanesi geçmiş elinden. Yemiş gibi yaptı, tamam dedi ve odasından çıktı. Aradan bir kaç gün geçti nöbet değişimi yapıyoruz, nöbete gelen arkadaşlar verdi kötü haberi, *** başçavuş bugün nönetçi herkesi odasına bekliyor, kimse koğuşlara girmesin, arama yapacak. Telefonu koğuş deposunda yorganların arasına sıkıştırıp gittik odasına. Sırası ile isimleri sayıyor, *** çıkar telefonu, yok komutanım. *** çıkar telefonu, yok komutanım diye diye geçiyor sıra, herkes inkar ediyor.
Sıra bana geldi, anvene telefonu çıkar dedi. Komutanım telefonum yok dedim, nerede diye sordu, evde abime bıraktım komutanım dedim. Numarasını ver abini arayacağım ve senin telefonundan beni aramasını söyleyeceğim dedi. Ruhumu bu sefer teslim ettim. Daha çıkar yolum kalmadı, komutan şah çekti ben mat olmayı bekliyorum. Çaresizce numarayı verdim, oda da herkes bizi izliyor, tsubasa gole giderken kaleci ile göz göze gelir ve ağır çekim sahneler yaşanır ya, heh işte komutanla öyleyiz. Numarayı çevirdi, sesi hoparlöre verdi. Telefon çaldıkça gelecek ömrümden -10 yıl azalıyordu, bir telefon ne kadar uzun çalabilir ki?
En sonunda hat düşmedi ve kapandı telefon. Derin bir nefes aldım, kendimi topladım tamam olum yırttın bu işten sakin ol kuyruğu dik tut dedim. Aklımda ise ya abim geri dönüp beni aramışsınız diye sorarsa diye senaryolar var. Neyse ki olmadı ve kısa bir nasihat ve tehditten sonra serbest bırakıldık. Kafa selamı verdim odanın kapısını açtım, komutanın gözünden kaybolduğum an en yakın ankesöre koşup abimi aradım. Telefonu açtı, dedim böyle böyle bir durum var kim ararsa arasın yabancı numarayı açma. Sonra dedim, yahu sen neden bu numarayı açmadın? whatsapp den ekledim tipine baktım, güven vermediği için açmadım dedi.
Dalgınlık ve hayatımdaki bütün şansımı kullandığım bir akşam böyle geçti.
uzunca bir yazı olacak çayınızı kahvenizi biranızı sigaranızı alın ...
bugün benim gibi ebike'cı bir abimle sözleştik. buluşup bir iki bira içip muhabbet edeceğiz maksat o. isten eve gelirken yolda aradı. servisteyim dedim . o da akşam buluşmanın iptal olabileceğini bir işi çıktığını ve erken biterse geleceğini söyledi. tamam dedim ben de tek turlarım dışarıda olacağım ona göre haberleşiriz dedim
Eve geldim üstümü değiştirdim. yemek yedikten sonra biraz sineklenip bisikleti aldım . freebagime cuzdan telefon zippo sigara vs. doldurup çıktım evden.
her zaman ki gibi bisiklet yolundan kampüs içinden geçtim yolda aradı. abim benim işim bitti mekana geçelim dedi. tamam dedim . 15 dk sonra mekanda buluştuk. sohbet vs. derken bir saat boyunca oturduk. birer bira içtik bisikletleri de gözümüzün önüne parkettik. sonra mekandan ayrıldık. o önde ben arkada ulus caddesinde ayrıldık o eve gitti. ben biraz daha turlamak istedim.
yine geldiğim yoldan kampus içinden yokuş aşağı saldım gidiyorum .daha sonra üniversite Caddesinden bisiklet yoluna devam. neticede eve vardım.
kapıda gençten bir çocuk vardı. dedim anahtarın yoksa açayım. tam o esnada freebagime baktım. fermuar ağzına kadar açıktı. dedim sıçtık..
bakıyorum cüzdan yok. çocuk da bekliyor... dedim cüzdan yok ben gittim..
zippo ve sigara duruyor. anahtarlar da. gözlük kabı da duruyor ama cüzdan yok....
güya gideceğim 10 km yaptığım yol boyunca yollara bakarak cüzdan arayacağım ..
seve seve olmasa da maalesef yaptım. tüm gezdiğim sokakları hatırladığım kadarıyla turladım...
sonra üniversite güvenliğine sordum. telsizle sordu o da ama cüzdan bulunmamış. karakol a git dedi. gittim onlara da sordum yine yok...
yine indiğim üniversite yokuşundan inerek bir umut bakına bakına geldim yollara... tam durağın karşısındaki pastaneye sordum. yok bizim cüzdan... sıçtın mavisi her yer.... kredi kartları, kimlik, isyeri pasosu, spor salonu kartı, tümü gitti....
çaresiz eve geldim... bisikleti aşağıda bırakıp dur bir eve bakayım dedim... görünürde yok...
sonra indim bir sigara yaktım sokakta... karşıdaki tekele sordum... ona da cüzdan getiren olmamış...
çaresiz eve geldim. artık kartları iptal ettiririm falan diye düşünürken pantolonun cebine bir baktım...
işin kötüsü ben kasada cüzdanı çıkardım diye hatırlıyorum... halüsinasyon görüyor olmam mı daha kötü... cüzdanın yanımda olduğuna kendimi inandırmam mı bilemedim..
bir yandan sevdicekle telefonda konuşup bir yandan yürürken "benim telefonum yok?!" demem ve karşıdan "ne?!" şeklinde bir şaşkınlık ifadesi gelmesi. sonra telefonla konuştuğumu hatırlamam.
biraz önce.... facebooktan görüştüğüm filipinli falan hatunları tek bir listede göreyim diye grup kurmam. o ziktiğimin grubunun mesajının hepsine gitmesi... yarım saattir hepsinden ayar yemem. lafı çevirmeye çalışsam da kimsenin yememesi.
Sokakta yürürken trafik işaret direklerine bofoslama girmek benim en sık yaptığım aptalca dalgınlıktır. Bu nedenle birkaç kez alnımda şişlik oluşmuşluğu bile var.
Sene 1992, en erken yani, serçemiz vardı 92 model oradan yani, göcekten eve dönüyoruz, babam balık tutalım dedi, böyle balıkçı barınağı gibi bir yer, durduk oltamızı çıkardık sallıyoruz, bir ara sıra bana geldi bir salladım kurşun ile beraber bir şey daha gidiyor, babam anahtarı da attın galiba dedi, baktım anahtar yok, güldük eğlendik (çok saçmaymış), eve minibüs ile döndük diğer haftasonu geldik aldık arabayı. İncacık çocuğa araba anahtarı verilir mi hiç... Tecrübe işte, arabanın anahtarlarını çoluk çocuğa vermiyorum mesela...
Not: anlamayan olur belki dalgınlığı yapan babamdı.
shodou ile uğraşırken bir yandan da kahve içmekteyimdir. "tamam ya bu iyi oldu" deyip kahvemden bir yudum alacakken, aslında bardağın mürekkep bardğı olduğunu son anda fark etmişimdir...
Duşta sabunu kafama sürüp durulanmayı unutmam ve kafam bembeyaz şekilde sokağa çıkmam. Yaşlandın mı bir kaç saatte,iyi besili bir kuşa denk gelmişsin diyeni mi ararsın. Ve eve hemen kendimi atıp katılaşmış saçlarımı anında yıkamam.
bugün yaptığımdır. amacım mecidiyeköy’den bakırköy’e gitmek iken yol üzerinde cevizlibağ’da inip okula gittim. alışkanlık işte. dersler de bitti halbuki. fakültenin önünde inince fark ettim yaptığım aptallığı.
Bir arkadaşım, dışarda arkadaşlarıyla rakı içtiken sonra evine gitmek için motoruna biner. Trafik lambalarında kırmızı ışığın yandığı sırada tam durmak üzereyken aniden kendini yerde bulur. Hayır kaza falan değil tabi ki. Sevgili şapşal ayağını yere koymayı unutur. Ama kafası kim bilir nasıl güzel
Belarus'ta çalıstığım dönem, iğrenç bir mesai gününün sonunda, eve dönerken metro gişesindeki kadına cebimden çıkardığım jetonu uzatıp ağdalı türk aksanına sahip tarzan rusçamla "lütfen bir jeton" dediğimde doğal olarak boş bakışlarla beni süzen kadına içimden niye beni anlamıyor yaaa diye söverken sanki kadın sağırmış gibi jetonu sallayıp daha yüksek sesle "lütfen bir jeton verir misiniz" diye ikinciye sormak ve tam o esnada aslında jetonum olduğunu anlamak. özür dileyip utançtan kıpkırmızı suratla turnikeye yönelmek...
Bu ara ben ve de arkadaş çevremde kelimeleri normal söyleyememe şeklinde vuku bulmuştur.
Ev arkadaşım muhabbet kuşuna muhammed kuşu, cılız bir çocuğa cılık bir çocuk derken(cılık bu arada bizim kuşun çıkardığı sese verdiğimiz isim), bense mavi ay cafeye my via dedim.
En yaranını ise bir arkadaşım yaptı ki, o da şöyle: herif giresun'un piraziz ilçesine brazzers dedi amk ??
Yok mofos, naughty america kanka diyip geçiştirdik biz de.
Yaşlandık işte napacan (kes la veled butonu serbest)