geçenlerde sanatçı bir müşterimin sayfasını düzenliyorum, artık satışa açılacak falan, önemli yani haliyle.
işte kendi minimalist tarzına göre sayfa düzeni falan yaptım, alt metni sonra detaylandırırım diye hızlı hızlı doldurdum, sonra da unutmuşum. bir daha da bakmayınca öyle yayınlamışım? dün gece yarısı kadın mesaj attı bu ne lan diye; işte buyrun.
i.ibb.co/...
Otobüsle yolculuk yapıyordum, aşırı yorgun ve uykuluydum. Sonra ikram anonsu ile sıçradım, muavin soruyor işte ne istersiniz falan.. çay? çay, tamam. şuradan bi püskivit? o da tamam. Adama ''borcum ne kadar?' dedim. Adam anladı mallığımı herhalde ''bizden olsun'' falan dedi güldü. Ben de kızıyorum ''niye sizden olsun canım? param var?!!' Sonra otobüsten inerken aydınlanma geldi ''anaaa..'' diye...
yani aslında bu yazacağım şeye dalgınlık denemez, yapılmış en aptalca mallık falan daha uygun bir başlık olabilirdi.
olay olalı birkaç ay oldu. canım mitsubishi coltumu yeni almışım, evimin önüne güzelce park etmişim. kıbrıs'ta millet rahat, arabalarını kısa süreli bir yere gidecekleri zaman kitlemeyenler falan var. millette ne cesaret var diye düşünüyorum ve ben on saniyeliğine uzaklaşacak da olsam kitliyorum arabamı, türkiye'den gelmiş biri olarak. neyse bir gün çıktım evden gittim arabaya, aa ben de kitlememişim arabayı, kapı açık. "hemen de uyum sağladım hehe" diye gülerek girdim oturdum arabaya; ama anahtar kontağa girmiyor. hay allah, itelerim itelerim girmez. ben uğraşırken adamın biri camımı tıklattı, açtım kapıyı "hayırdır, bir sorun mu var?" diye sordu. yardımı bulunca hemen atladım "anahtarı sokamıyorum, neden anlamadım". adam cebinden bir anahtar çıkarıp uzattı "bi de bunu deneyin isterseniz?" diye güldü. meğer kendi arabam diye adamın arabasına binmişim, ha bi gayret anahtar zorluyorum içeride. iyi ki bi yerine bişe yapmadım arabanın.
Referandum için oy kullanmaya gittiğim sınıfta zarfı alırken kadın telefonunuzu alabilir miyim diye sordu. Bende dalgınlık ile başladım 0543 diye sonra bir sessizlik oldu, kadin hayır fiziksel olarak alabilir miyim fotoğraf felan çekilmesin diye topluyoruz dedi, arkada bekleyen amcalar işte bunlar oy kullanıyor diye bakış attı ben ise utançtan hemen oy kullanıp çıktım.
yıllar önce cep telefonu bir şekilde yatakta kalmış, üzerinde uyuyakalmışım. hızlı aramadan bir şekilde evi aramışım. zangır zangır çalan ev telefonuna uyandım, alo alo? ses gelmeyince işletiyorlar diye sinirlendim. açık kalsın da girsin fatura gerizekalıya diye açık bırakıp tekrar yattım. ev arkadaşım gelip uyandırdı "kızım ev de, cebin de sürekli meşgul, korktum walla" deyince işte o zaman düştü jeton.
santrifüj cihazlarında konan numunenin karşısına aynı ağırlıkta bir tüp daha konur ki santrifüj kuvveti dengelensin, makine yerinde dursun, savrulmasın, bozulmasın.
ben büyük bir dalgınlıkla koymayı unutup cihazı çalıştırdım. burası makul dalgınlık kısmı, herkesin yapabileceği bir hata. aradan 10 saniye geçmeden makineden sesler gelmeye başladı. aptalca dalgınlık ise şu, belki 30 saniye boyunca "allah allah, çamaşır makinem de eski değil ama niye böyle ses çıkarıyor?" diye düşünüp, en sonunda çamaşır makinemi kontrol etmek için kalktığımda evde olmadığımı fark ettim ve dizlerim titreye titreye santrifüjü durdurdum.
Biraz önce ağzımda olmayan sigarayı çakmakla yakmaya çalıştım.
Bir de güzelce yansın diye ağzımda olmayan sigara, ateşe puf puf diye üfleyip içime çekiyorum. Çekerken sigaranın olmadığının farkına varıp kendime acıya acıya gülüyorum. Sen bu hallere düşecek adam mıydın olm? adam mısın lan sen? kimsin olm sen? hayır sen kimsin? ya sen kimsin? olm kimsin sen? hassiktir kimim lan ben? tamam dağıl.
"en" değildir belki, sürekli yaşadığım saçmalıkların bir kısmının toparlanmış halidir. zaten devamlı aklımla bedenim aynı zaman diliminde olmuyor. geçenlerde asla kullanmadığım ev televizyonunun kumandasını günlerce buzdolabının yumurta rafında beklettiğimi fark ettim mesela. rüzgar anteni yerinden oynattı mı diye bakmak istedim de kumandayı ararken karşıma çıktı. -evet 45 dakika sonra buzdolabına bakmak aklıma geldi-
-az evvel elektrikli su ısıtıcısına su doldurup tüpün üzerine koydum ve düğmesine basıp diğer odaya geçtim. beş dakika sonra su nasıl olsa kaynamıştır diyerek mutfakta su ısıtıcısının yerinde olmadığını görünce yaşadığım panik görmeye değerdi. neyse ki tüpü de yakıp evi ateşe vermemişim, aferin bana.
-birkaç yıldır gözlüklerimle duşa girip başımdan aşağı sular aktığı an neden göremiyorum diye sinirleniyorum. neden acaba....? bir defa olursa dalgınlık ama elli defa olursa aptallık artık benimki.
-kendime mısır gevreği almak için mutfağa girdiğimde kedinin mamasının olmadığını fark ettim, kediciğin kabına -nedendir bilinmez- bir adet çakmak, kendime de bir kase dolusu kedi maması aldığımı fark ettiğimde attığım kahkaha karşı köyden duyulmuştur. deliriyorum galiba...
-bir seferinde de okula gitmek için minibüse binerken pofidik tavşanlı terliklerle evden çıktığımı fark etmiştim üniversitedeyken. sağdan soldan uyaran da yok. "pardon hanfendi terlikleriniz ne de pofidikmiş?" dese birisi en azından minibüse o ilk adımı atmazdım. neyse ki müsait bir yerde inip eve geri dönmüştüm. kafa biraz gitmiş sanırım uzun süre önce...
Beykoz'dan Üsküdar'a geçmek için sabah saatlerinde evden çıktım. 2 alternatif yol var; ya sahilden gidip Çengelköy-beylerbeyi trafiğine bodoslama gireceğim ya da Kavacık'tan Tem'e bağlanıp sürpriz bir trafik yoksa Altunizade'den Üsküdar'a ineceğim.
Arabaya bindim, trafiği kontrol etmek o an zor geldiği için navigasyonu açtım dedim nasıl olsa en kestirme yola sokar beni götüm götüm giderim. Kavacık yoluna soktu navigasyon, dedim herhalde tem'den gidicez. Günün planı, radyo ve sabah mahmurluğu derken bir anda kendimi FSM köprüsünde buldum, ulan dedim üsküdar avrupa yakasına taşındı da benim mi haberim yok.
Navigasyonun nereye götürdüğünü bakmak için kontrol ettiğimde şununla karşılaştım.
Aynı kıtada birbirinin dibinde olan 2 ilçe arasındaki seyahatimde 2 kez kıta değiştirerek kendi aptallığımın çıtasını yükseltmiş bulundum.
önemli sayılabilecek bir gün için alsam mı almasam mı diye düşünüp düşünüp yeni bir siyah pantolon almıştım, eskisi grileşmeye başladı diye. Yok ayakkabınla uydur, yok üstü güzel dursun diye de özenmiştim seçerken. hazırlandım, çıktım, günü geçirdim, eve geldim, kendimi eve attım daha doğrusu. Çok sonra “bunun cepleri niye böyle yav” derken fark ettim eskisini giymişim.
Gereksiz bi alışverişi fark etmenin can sıkıcı yollarından biri.
biraz önce bu listeye bir yenisini daha ekledim, şöyle;
bir ressamla ilgili yazılar arıyorum, muhtelif platformlara baktım millet neler yazmış diye, sonra dedim ki bir de kulzos'a bakayım var mıdır ki? açtım bir iki tane var, okudum, sonra en alttaki girdi bayağı dolu, resimler örnekler falan, çok beğendim, favoriye atayım da kaybetmeyeyim dedim. baktım tıklayamıyorum, ne oldu falan, girdiyi ben yazmışım iyi mi? hiç hatırlamıyorum cidden. yazdığımı falan değil ha, ressamı da yani.. yaşlandım anasını satayım.
yorucu bir haftanın sonunda sersem bir şekilde eve gelip -tüm haftayı geride bırakacak arınmanın acelesiyle- elime asetonu alıp makyaj temizleme pamuğuna döküp bir güzel gözümü ovuştura ovuştura maskarayı çıkarmaya çalışmam.
işin daha tuhafı "bu neden böyle gözümü yakıyor" deyip pamuğu iyice bastıra bastıra kirpiklerime sürmem ve çıkmadıkça nedenini sorgulamaya devam etmem. neyse ki keskin kokusu burnuma teşrif etti de eylemi herhangi bir zarar görmeden sona erdirdim. *
Arkadaşlarımın yaşadığı en şahane mesleki dalgınlık örneklerini sıraladım:
1. duruşmaya geç kalınması neticesinde aceleyle duruşma salonuna dalınması, karşı taraf vekilinin (davalı vekili) gelmemesi, davanın kazanılıp duruşmadan çıkılması, patron avukat aranarak müjdenin verilmesi, kaybedilmesi muhakkak olan davanın kazanılmasının ofisçe coşkulu şekilde kutlanması, hoplanması, zıplanması, ofise gidip de duruşma tutanağı alıcı gözle okununca acı gerçeğin ortaya çıkması, yanlış duruşmaya girildiğinin anlaşılması. (patronu gülüp geçmişti.) hani diyeceksiniz, o dosyanın tarafları neredeymiş. bazı davalarda taraflar anlaşınca duruşmaya her iki taraf da gitmez, böylece dava takipsiz bırakılır ve dosya işlemden kaldırılır. arkadaş tam da böyle bir dosyanın duruşmasına girmiş, sonradan o işle bayağı bir uğraşmışlardı. tam nasıl çözmüşlerdi hatırlamıyorum.
2. Yanlış dosyanın temyiZ hakkından feragat edilmesi. bu çok acı olaydı bak. (kovuldu haklı olarak)
3. Ümraniye'deki esas dosyasından talimatla bakırköy'de hacze çıkacak arkadaşın talimat evrakı yerine komple dosyayı alıp bakırköy'e götürmesi, Yetmez gibi Bir de müdürün önüne koyması ve kaç köşesi olduğu belirsiz jetonunun anca o an düşmesi. Neyse ki icra müdürü babacan çıkmış da "al dosyayı ümraniye'ye götür" diye geri yollamış bizim zekiyi. Yoksa meslekten ihraca kadar yolu olan bir mallık bu yani.
Bunların hepsi ankara hukuk mezunu. İkisi zengin koca bulup evlendiler, çalışmayı bıraktılar. Büyük isabet oldu bence. Diğeri erkek olduğu için mesleğe devam ediyordur sanıyorum.
Benim büyük bir mesleki dalgınlığım olmamışsa da başka süper mallıklarım var. Yazıcam bir ara.
Firmanın yeni reklam yöntemleri üzerine patron ile yapılan hararetli bir tartışmanın tam ortasında, adamın samimi konuşmasının gazına gelerek "ya bi siktir git işine kurban olayım öyle reklam mı olur" demek.
Sonrasında iki metrelik olta kamışı ile dayak yemek...
yüzümdeki maskeyi unutup markete gitmem, farketmeden işimi görüp eve dönerdim lakin sebze reyonlarına konulan ayna sağolsun bana orda çıplak okula gitme kabusu kıvamında bir utanç yaşatmıştır, kendimle göz göze geldiğimde gördüğüm şeyin bembeyaz yüzlü çirkin bir adam değil de sevimli hayalet casper olmasını umdum, dizlerimin bağı çözüldü düşeyazdım sonra durdum düşündüm içimde sürekli aynı tekrar: napcam napcam napcam... yapcak bişey bulamayınca hiçbir şey yokmuş gibi marketi gezdim alıcaklarımı aldım kasada ödemeyi yapıp eve döndüm
en aptalcası sayılmaz bende daha ne dalgınlıklar var ama en son yaptığım aptalca dalgınlık şöyle: bilgisayarıma kulaklık bağlı. evde tek olmadığım için, içeride televizyon müzik falan açık olunca, çevirdiğim diziyi duymak bazen zorlaşıyor. o yüzden hep kulaklıkla çalışıyorum.
bugün de kolum tutuk olduğu için telefonuma kulaklık taktım, telefonu elimle kulakta tutmak ağrı yapıyor çünkü. neyse, kalktım mutfaktan kahve aldım, işimin başına tekrar oturdum. kulaklığı taktım ve işime koyuldum tekrar. player'da play'e bastım...
baktım anaaa görüntü oyunuyor ama ses yok. allah allah dedim. player'ın sesini kontrol ettim, açık. bilgisayarın sesini kontrol ettim, açık. başka bir dosya açıp oynatayım dedim, yine görüntü var ses yok. player'ı kapatıp açtım, ıh-ıh yok olmuyor. bilgisayarı açıp kapattım yine olmuyor. demin çalışan şey neden şimdi çalışmıyor? zaten sabahtan beri de apple music uygulamam çöküp duruyor. diğer player'larda denedim. hala ses yok.
başladım teknoloji tanrısına küfretmeye. ** bir yandan sinirden ter döküyorum şıpır şıpır. plan yapıyorum. olmazsa eski bilgisayara geçerim. akşama yetişecek iş var çünkü. google'a yazıyorum forumlarda benzer bir şikayet var mıdır diye.
sonradan fark ettim ki, bilgisayarın kulaklığı diye telefonunkini takmışım.* tabii forumlarda benzer şikayet bulamam. hiç kimse bu kadar şapşal değil çünkü... *