göstermek ve duymak ile birlikte kullanıldığında anlamı korkunçlaşan, bir zorunlulukmuş gibi ağzıma sokulmasından hoşlanmadığım duygu. şundan da nefret ediyorum: "inanmayabilirsin ama saygı duymak zorundasın". he götüm, he; inanmadığı her şeye saygı duyması için yetiştirilen bi' coğrafyadayım ya, ışid'e de, pkk'ya da, akp'ye de, bütün bankacılık sistemine de, said nursi'ye de, fesli deliye de, kendi öz babama da saygı duymak zorundayım. ya bi' siktir git.
trabzonspor'un şampiyonluk kutlamalarını şehir şehir gezerek yapmasının mantıksızlığı sorun değil. "hele bi' gelin de, görün bakalım ne oluyor" kısmı sıkıntı. biraz önce gördüğüm videoda, samsun'un "şirinler"i (samsunspor'un en büyük taraftar grubu) trabzon plakalı araç durdurup kimlik kontrolü yapar gibi yol kesiyor. büyük ihtimalle aracın sürücüsü can güvenliğinin tehlikeye girdiğini sanarak kafayı yiyor ve aracı bu zebanilerin üzerine sürüyor. bi' zebani aracın çarpmasıyla havalanıp yere düşüyor. görüntülerde göründüğü kadarıyla ciddi bi' sorun yaşamadan başka araçların yolunu kesmek için işinin başına dönüyor. her cumartesi şehrinin takımını desteklemek ve sokakta naralar atmak için forma kuşanmıyorsan, bugün de siktir ol git, evinde otur; yol kesmek ne lan. aynı şeylerin farklı versiyonlarını bağdat caddesi için de yazabilirim ama sonrasında bizans mevzusunu götünden anlayanların ağzına meze oluyorum, içim şişiyor. seneye sadece bu ülkenin en büyük 3. şehrinden değil, ege bölgesi'nden hiçbir takım süper lig'te olmayacak ama izmir'deki trabzonspor şampiyonluk kutlamaları ile ilgili bi' haber okumadım ben şu ana kadar. içimden de "umarım göztepe'ye gelmezler, alsancak'ta ne bok yerlerse yesinler" diye geçirdim sadece. çünkü bana ne! sokağa inip yol kesmek, "her şeye duyar kasıyoruz, bi' bok yapmıyoruz, ühü ühü" popülist mantığından farklı bi' şey değil. sen inandığın doğruları başkasına doğrudan zarar vermeden uygulayabiliyorsan, o zaman yanlış yolda olduğunu gördüklerinden hesap sorabilirsin. yol kesersen, magandadan başka bi' bok olamazsın.
ben 2 aydır göztepe ruhen küme düştüğü için maç izlerken kalbim sıkışıyor gibi hissediyor, her maç sonunda ağlamaklı oluyor; 20 sene önceyi hatırlayarak ürperiyorum. başka bir anadolu şehrinin takımı semtimin göbeğinde davulla zurnayla şampiyonluk kutlarsa, içim ezilir, gözlerim kan dolar ama penceremi kapatır, evin içinde moralimi bozmaya devam ederim. aynı davranış modelini yukarıda verdiğim berbat örneklerin hepsi için de söyleyebilirim (akp mitingi, fesli delinin saçmaladığı sözlerin megafonla yayılması, düşündüğümün zıttındaki baba davranışları gibi. pkk ve ışid örnekleri doğru olmamış gibi gelebilir size, sorun yok). saygı göstermek de, saygı duymak da zorunda değilim. sadece hassasiyetimin olumsuz uçlarını nereye ve nasıl yöneltmem konusunda net bir fikir sahibiyim. tutup otobüs taşlamıyor, kulüp binasına yanan çöp konteyneri fırlatmıyor, sadece çocuğu var diye mahallenin gürültü fabrikası olarak işlev gören komşuyu dövmeye çalışmıyor, mitingine katılmak için aldığı paranın miktarından fazla onuru bulunmayan insanlara "neden?" diye sormaları için ısrar etmiyor, mahalleyi gecenin köründe son ses güllü çalarak yavaş yavaş geçen arabadaki serseriye saksı fırlatmıyorsam (ki bunların hepsini yaptım), saygı duyduğum veya saygı duymak zorunda olduğum için değil; kendi doğrularım bunları yapmama engel olduğu ve engel olacağı için tepkisizmiş gibi duruyorum demektir.
peşin not: bunları içimi dökeyim diye yazdım. ne şampiyon olanla ne de bunu çekemeyenle alıp veremediğim var. bunlar beni ilgilendirmiyor, hepsi bu. sosyal medyadaki "saygı duyun la!" gibi sikko tepkiler içimi şişirdi, bu yüzden yazdım. yanlış anlamadan önce tekrar okuyun isterseniz.
karşılıklı ilişki ve iletişimde içinde sevgi barındırmasa dahi bulunması iletişimi güçlendiren, hatta varlığıyla sevgiyi doğurabilen unsur. yakın ilişkilerde; arkadaşlık olsun, aile olsun, sevgili olsun eylem ve duruma saygı bazında baktığımızda yaptığın bir eylem ilişkide bulunduğunuz kişiye zarar veriyorsa ve siz genel olarak bu eylemden keyif alsanız bile aranızdaki şimdiki ve gelecek durumlara da zarar vereceğini öngörüp yaptığınız eylemden vazgeçebiliyorsanız karşınızdaki kişiye ve duruma saygı duyduğunuzu göstermiş olursunuz. ve vazgeçtiğiniz eyleme saygı duyulmasını beklemeniz yersizdir. iletişiminizin ve ilişkinize verdiğiniz değerin o eylemden yüksek olduğunu gösterirsiniz. bu zaruri bir eylem değildir ve saygı duyulmayı hak etse bile iletişimi tökezletecek bir nitelik taşıyorsa vazgeçilebilirdir. aynı şekilde bu kez karşınızdakinin yaptığı zaruri olmayan bir eylemden zarar görürseniz ve karşınızdakinden bu eylemi durdurmasını isterseniz, karşılığındaysa "beni kısıtlamaya mı çalışıyorsun?" "senden izin mi alacağım?" gibi karşılıklar alırsanız duruma ve kişiye saygı duyarak, durumu ve kişiyi daha değerli bularak sevdiğiniz, alışık olduğunuz bir eylemden uğruna vazgeçtiğiniz kişi bencilce bir tutumla bu kez kendi eylemine saygı duyulmasını bekliyordur. siz duruma ve kişiye saygı duyduğunuzla kalırken, karşınızdaki keskin bir öngörüsüzlükle eylemine saygı beklemekle kalır. ikili ilişkilerde saygı bazen fedakarlık da gerektirir. çünkü birinizin öngöremediğini, bir diğeri görebilir. hep, sadece kendini etkileyen durumlara saygı duyulmasını beklemek kelimenin tam manasıyla hodpesentliktir.
Bu coğrafyada en eksik olan meziyetlerden ve en dertli olduğum konulardan.
Hayır benim için saygı öyle içi boş bir kavram değil. Yok efendim büyüklerin yanında düzgün otur, vay efendim yaşlılarla düzgün konuş gibi bir şey değil saygı. Ya da birine bey, hanım diye hitap etmek, bizden makamca üstte olan birinin yanında el pençe divan durmak. Hayır efendim bunlar saygıyla ilgili değil. Evet bir yaşlıya nazik davranmak güzel bir şey ama saygı ile karıştırmamak gerek.
Saygı dediğimiz kavram, aslında özgürlüklerle ilgili. "tüm canlıların" yaşam hakkına, tercih hakkına, özgürlüklerine hoşgörülü olmak ve sınırlarımızı, haddimizi bilmek ile ilgili. Başkalarının hayatlarına müdahale etmeden, yargılamadan, sorgulamadan kabullenebilmek, herkesin kendimiz gibi olamayacağını kabullenmek ve başkalarının mutlu olduğu hayatlarına burnumuzu sokmadan yaşayabilmek ile ilgili. Dünyanın tek sahibinin biz olmadığımızı anlamak ve böyle yaşamak ile ilgili. Saygı önemli, çok ama çok önemli.
Her şeyin bittiği yerde kendini gösteren yegane histir saygı. Bazen yaşanmışlıklar için duyulur, bazen de yaşanmayacaklar için. Saygı, insanların kokusudur.
Sadece yaşla ilgili bir kavram olduğunu düşünmüyorum, saygı kazanılan bir şeydir, benden küçüktür bir şey yapar , bir bilgi öğretir, saygımı kazanır ^^ Bir diğeri, ortalıkta bana abi diyeceksin, ben büyüğüm bana saygı göstereceksin benim fikirlerim senin fikirlerinden önemli diye zorlama güç gösterileri yapar, umrumun ucunda olmaz
karşılılık ilkesi en keskin olan duygu. ha bana kalsa sevgi dahil hiçbir şey karşılıksız olmaz: kısasa kısas/#85581
dikkatli olmak lazım, kaybetmesi sevgiden daha kolaydır. tüm ilişkilerin de kalbidir. ikili ilişkiler bile, saygısız bir sevgiyle yürüyorsa atılgan hızıyla boka sarar.
sadece insan ilişkilerinde gözetilmesi gerektiği düşünüldüğü eksik bir eylemdir. evet, insanlar arasındaki değerleri korumak için belirlenmiş çizgiler çerçevesini oluştururken, sıklıkla unutulduğu; hayvanlara saygı, bitkilere saygı, ağaca-ormana saygı gibi sayılabilecek yaşamsal döngünün içinde yer alan tüm varlıkların- hatta cansız varlıklar da dahil olmalı buna- saygıya ihtiyaç duymadığını ya da onlara saygı duymanın anlamsızlığı üzerine laf ebeliği yapan kalabalık bir kesimin çirkinliğine boğulmuş bir eylemdir.
anlamı ve işlevindeki değeri yitmiş ve ağzının tadı bozulmasın diye mecburiyete dayanan bir durum haline gelmiştir.
İlk üç bölümüyle gayet karanlık tonlarda çekilmiş başarılı bir suç dizisi görünümü verdi. Ercüment çözer ve çaylak aşıkların hikayesi bize çok tanıdık.
erkan can dizinin güven kıraç*açığını kapatmış. Yine de Behzat ç'den tanıdık bi yüz bekliyorum. Memleketimizin suicide squad'ı gibisinden.
yakında yayınlanacak olan yeni blutv dizisi. behzat ç'nin kötü adamı ercüment çözeri konu alıyor, başrollerde nejat işler, boran kuzum ve miray daner rol alırken yönetmen koltuğunda ali taner baltacı oturacak.
ankara cinayet büro ve memduh başgansız bir ercüment çözer ne kadar izlenmeye tahammül edilebilir merak ediyorum. hayattan sillesini yediği için bugünlerde acımasız birine dönüştüğünü izlemeyiz umarım. yayınlanan teaser'da bir hapishane koridorunda şiddetle cezalandırma üzerine derin cümleler kuruyordu ercü. saw serisini andıran bir dizi çıkarsa şaşırmayacağım, üzüleceğim.
ayrıca güven kıraç ve erdal beşikçioğlu'nun mutlaka, en azından konuk oyuncu olarak katılması gereken dijital platform dizisi.
varoluşun başından beri insanlar için en gerekli olgudur. hatta, eğer insanlığın tek ortak bir dini olsaydı, onun saygı olmasını dilerdim.
benim dinlere bakış açım farklıdır, saygı duymakla birlikte. hatta bakış açısından ziyade teorim bile var. şöyle ki, henüz toplum kavramının yeni oturduğu zamanları düşünün. insanlar yeni yeni birlikte yaşamaya başlayıp, ortak alanlarda hareket ediyorlar. tarım başlamış, ufak tefek ticaret dönüyor takasla falan.
aynı zamanda insanın olduğu yerde hile hurda da başlıyor tabii ki. şuankine benzemese de toplumlarda söz sahibi olan liderler var. bunlar ds yönetmeyi öğrenmeye çalışan zeki adamlar.
o zamanlar şuankine benzer devlet sistemini kuramadıkları için, bu insanların toplum halinde yaşarken birbirlerine zarar vermelerini engellemen zor. o halde onları bu yaptıklarının bir cezası olduğuna, bir şekilde hesap vereceklerine, günah sevap defterinin varlığına inandırırsak, birbirlerine zarar vermekten vazgeçirebiliriz.
tüm dinlerin yasakladıkları şeylere bir göz atın, hepsi toplum halinde yaşamak için yapılmaması gereken şeyler.
şimdi, diyelim insanları bunlara inandırdın. artık toplum okay. sen de toplumun başındasın, toprak kavgaları başlamış. e ne lazım? şimdi sana çok iyi savaşan, emrinde savaşarak ölecek askerler lazım. okay, o zaman savaşta ölürsen direkt cennete gidiyorsun diye update getiriyoruz. çok zekice!
tabi toplumlar genişledikçe, bölgelere ve siyasi çıkarlara göre her dine yeni güncellemeler gelip şuanki haline evrilse de, keşke bütün bunlar yerine sadece saygı ve hoşgörüye inandırılsaydı insanlık. cehenneme gitmek gibi soyut bir korkudan ziyade, keşke tamamen başkasına saygı duyduğu için vazgeçseydi zarar vermekten. ya da cennet planları için değil, gerçekten hoşgörüsü için iyilikler saçsaydı etrafa. o zaman daha ikna edici olurdu diye düşünüyorum. çünkü saygı daha somuttur, şuan yaşadığımız hayatta mevcut. huriler belki gelir belki gelmez, her arzun belki gerçekleşir. ama saygı gösterirsen, saygıya inanan bir toplumda kesin saygı görürsün.
duyulması için neden olarak ''yaş''tan başta bir argüman sunamayanlara duyulması da gösterilmesi de gereksiz olan hede. Özellikle de bir konuda fikir belirtip ''bunu yapman gereksizdi, saçmalığın daniskasıydı'' dendiğinde karşısındaki ''terbiyesiz'' ve ''saygısız'' olarak kodlayan bunaklara asla gösterilmemesi gerekir.