herkes başka olur bir başkasıyla serin tutulmuş içeri koyu tutulmuş dışarı yolculuk bu bilinmez getirdikleri yolculukla gençlik arasında çatılmış mitoloji her hikâye oradan geçer dünyaya
yıllar önceydi hani, sahilde uzun bir gece, sabaha karşı, ortalık aydınlanıyorken birdenbire kararlaştırılmamış gözlerle bakmıştık dünyaya sanki derin, kör yorgunluğumuzdan sıyrılıp ilk kez görüyorduk her şeyi büyülenmiştik, şaşkınlığımız korkutmuştu bizi
kısık sesle, daha akşamdan başlar sabahın yolculuğu, demiştin. sanki zaman koyup gitmiş bize burada.
sabahına çekip gittin, ben değildim korktuğun biliyorum sen, zamanın geçtiğini ve dünyanın korkulacak bir yer olduğunu o gece keşfetmiştin.
2 saattir binanın önünde bir kavga var. Kimse kimseye vurmasa da (ki bu çok üzücü) bağırıp çağırıyorlar ve uyutmadılar. Ya bağırayım ya da polisi arayayım dediğimde bu kez dedemle kavga etmeye başladım manyak mıyım diye. Hakkımı savunmak manyaklık mı? Bu düşüncesiz ve kaba insanların bu kez de bana sarmasından korktular. Bu korku hakkımı savunmama engel mi?
Korku, sözlük... Bu ve bunun gibi korkular şu an yaşadığımız Türkiyeyi var ediyor. Kaba ve pis insanlar bu korkudan güç alarak terör estirme hakkını kendinde bulurken haklı olan haklı olduğunu bile bile kısa vadede gününü kurtarabilmek adına susmayı tercih ediyor.
Her korkunun bir gerekçesi vardır. Karınca korkusuyla bile alay etmemek lazım, bizim karşımızda aslan görürken yaşadığımız korkuyu, başka kişi, karınca görürken yaşıyordur. aynen o duyguları hissediyordur... bunu bilemeyiz.
Yaşar kurt'un Öldürmekten, savaşmaktan korkan bir adamı anlattığı antimilitarist şarkısı. Bir anneye yakarış ve isyan.
Korkuyorum anne al beni içine Alışamadım anne al beni yine Büyüdüm anne evler büyüdü Büyüdü papuçlar yollar büyüdü Orduya istiyorlar savaş çıkar diyorlar Silah veriyorlar anne bana öldür diyorlar Yat diyorlar anne kalk diyorlar Beynimi yiyorlar anne beynimi yiyorlar
Kapat televizyonu anne seni de kandırıyorlar Oyunu verme anne Oyuna gelme anne
------------------------- bize türkülerimizi söyletmiyorlar robeson inci dişli zenci kardeşim kartal kanatlı kanaryam türkülerimizi söyletmiyorlar bize. korkuyorlar robeson şafaktan korkuyorlar, görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar. yağmurda çırçıplak yıkanır gibi ağlamaktan, sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar. sevmekten korkuyorlar, bizim ferhad gibi sevmekten (sizin de bir ferhad’ınız vardır, elbet robson, adı ne?) tohumdan ve topraktan korkuyorlar, akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar. ne iskonto, ne komisyon, ne vade isteyen bir dost eli sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine. ümitten korkuyorlar robeson, ümitten korkuyorlar, ümitten. korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam türkülerimizden korkuyorlar.
Duyguları, atmosferi, anıları yaşamak hayattaki en sevdiği şey olan bir insan olduğum için şükredebileceğim nadir şeylerden biri olan hissetmek duygusunu dibine kadar yaşamamı sağlayan mükemmel his, duygu.
Hele bir de gizem ile harmanlanmışsa değmeyin keyfime.
Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu,
üzüntü ile birlikte en saf duygulardan biridir: eğemez bükemezsin, yoğunluğunu azaltmak için büyük çaba sarf etmeni bekler, anlık olarak değişmez, midene oturur kalır ve etkisi uzun süre geçmez, yoğunluğuna bağlı olarak senin onu yönlendireceğin yerde ve zamanda, o seni yönlendirir ve uzun süre pişman olacağın işler yapmana sebep olabilir.
geçen gün birciftgoz'ü havaş'ın kalktığı yere kadar götürdüm. saat gece 2, çok ıssız olmayan ve izmir'in tam da göbeği olarak nitelendirilebilecek cumhuriyet meydanı'ndaydım. bindirdim otobüse, o yola çıktı, ben de eve dönüş yoluna koyuldum. saat 4'e doğru oldu. gideceğimiz mesafeyi henüz benim evdeyken kendisiyle hesaplamış ve neredeyse 5 km gibi bir yol olduğunu görmüştük. "havaş'a giderken elemanı taksiyle götüreyim, dönüşte yürürüm ben tek başıma" diye düşünüyordum ama sohbet, muhabbet ede ede havaş'a bineceği yere kadar gittik, unuttum. saat halâ 4'e doğru. sahilden benim eve dönüş yoluna tabanvay olarak çıktım. konak'ı geçtikten sonra sahilin dibindeki yürüyüş yolu kavis alır ve karayolundan oldukça uzaklaşır. bu kavis yeri denize çok yakındır, ışıklandırma azdır, saat bellidir. elektrik lambalarının otomatik olarak kapanmaya ayarlandığı saatler olduğu için "biri yanıyor, ikisi yanmıyor, gene biri yanıyor, üçü yanmıyor" durumu gerçekleşir. iki yanmayanı yürüdüm geçtim, üç yanmayana yakın bir yerde, sahil kısmına doğru oturduğu yerden bana doğru bakan birini gördüm.
paragraf attım çünkü kendimle ilgili biraz bilgi vermem gerek: henüz 17 yaşındayken gecenin 3'ünde aksaray'da kaybolmuş, sallamalı, eski tarlabaşı kabadayılarının yardımıyla götünü kurtarmış; bu durumun aynısını bir değil, iki kere yaşamış birisiyim. böyle uç noktaları çok genç yaşta tecrübe ettikten sonra, yukarıdakine benzer bir olay anında neler yapabileceğimi az çok biliyorum (sanırım çok biliyorum).
yanmayan elektrik lambalarının birini geçtim, göz ucuyla elemana baktım; bana kitlenmiş halde. ikinciyi geçip çaktırmadan baktım; halâ bana odaklı. üçüncünün biraz uzağında ve sahile doğru oturuyor. adrenalin pompaladım. elemanın oturduğu yerin önünden geçmek zorunda olduğumun bilinciyle, ona yaklaştım. aramızda birkaç adım kala, oturduğu yerden biraz doğrulup sağ elini pantolonunun sağ arka cebine doğru götürdüğünü fark ettim göz ucuyla. aynısını yapıp zaten "dayı anahtarı" olarak adlandırılan, gırla anahtarın toplu halde durduğu ve kemer köprüsüne tutturularak kullanılan anahtarlığıma doğru hamle yaptım. bu sırada, ben halâ hareket halindeyim, yürüyüş hızım aynı, başım dik bir şekilde dümdüz karşıya bakıyor. elamanın oldukça yavaş bir şekilde sağ elini arkasından önüne doğru geri getirmeye başladığını ve elinin boş olduğunu fark ettim. önünden geçip azıcık uzaklaşana kadar sağ arka cebeimde olduğuna inandırdığım kelebektir, sallamadır, sustalıdır, kurusıkıdır; bu hayali şeyi çıkarmaya çalışıyormuş rolü yaptım. arkamdan koşarak bana gelse de benim ondan daha çabuk tepki verebileceğim bir uzaklığa eriştiğimde ise, elimi arkamdan çektim.
bu kısacık anımda, birçok ders gizli aslında. ben bu dersleri henüz çocukken damardan aldığım için ne zaman, ne yapmam gerektiğini biliyorum. ama bilmeyenler olabilir, benim durumuma düşecek olanlar da her zaman olasılık dahilinde vücut bulacaktır.
- tavırlarından şüphe duyup korku duyduğunuz insana karşı dümdüz bakmayın, üzerine doğru gitmeyin. onu fark ettiğiniz anda ne yapıyorsanız, onu yapmaya aynı hızda devam edin (o sırada işiyorsan, aynı hızla işemeye devam et; koşuyorsan aynı hızı koru; sevgilini öpüyorsan, daha da öp). anlık verilen yüksek tepkiler, beklenmedik sonuçlar doğurmaya meyillidir. yukarıda yazdığım gibi bir durumda ise, hesap edilemeyecek çok fazla değişken olduğu için tutarlı olmak ilk hedef olmalı.
- "bu bana salça olacak" diye düşündüğünüz insana yaklaşmaya başlamak zorundaysanız, yaklaşın; yolunuzu değiştirmeyin. şu hep aklınızda olsun: siz o insanı görmeden önce, o sizi zaten görmüştü; karşılaşabileceğiniz duruma o sizden daha hazırlıklı olacaktır. onun bu durumuna yakın bir hazırlık yapmayı düşünün.
- söz konusu olası tehditle aranızda yakın mesafe kalana kadar ilk hamleyi yapan olmayın. cmk'da bile, doğrudan ilk saldıranın suçlu olarak görüldüğü birçok durum mevcut. karşınızdakinin yapabileceği hamlelerin en az üç tanesini aklınızda tutup ona göre pozisyon alın.
- sonlandıktan ya da sonlandırıldırıldıktan sonra, tehlikenin bir anda geçip gittiği fikrine sıkı sıkı bağlı kalmayın; o insan halâ çevrenizdeymiş gibi davranmaya bir süre daha devam edin. yukarıda bahsettiğim bilinmezlerin çok sayıda olduğu durumlarda, en yüksek dozda hazırlıklı olmanın ilk kuralı, -stabil olarak- durum bir süre daha devam ediyormuş gbi davranmaktır. hemen gevşemeyin.
dünkü anımı ben birkaç gün içinde rahatlıkla unutacağım. böyle çok olay yaşadım ve tehditkar olma rolünü dış görünüşüm, tavırlarım ve hazırlığım ile kendi lehime hep çevirebilmişimdir. ama o an aklıma tek bir şey geldi: ya benim hatun da o anda benimle birlikle yürüyor olsaydı, ne yapardım? bunun cevabını veremiyorum. tutarlı olma durumundan bir anda sıyrılıp elemana doğru koşmayı düşündüm ilk olarak. kendimi feda ederek yanımdakini korumaya çalışmak tam benlik bir davranış ama etkisi oldukça tartışılır bir düzeyde kalmaya mahkum. peki, yanımdakini bu adrenalin pompalanmasının kötü etkilerinden nasıl kurtaracaktım? benim tehdite doğru koşmamı "ortamdan uzaklaşma" olarak anlayıp aynısını yaparsa, bu sefer hem kendimi hem de yanımdakini bilinmezlikle sarılı tehditin göbeğine fırlatıp atmış oluyordum. tutarı davranma zorunluluğum sebebiyle, yanımdakine kendi tecrübelerimi anlatacak kadar vaktim de olmadığı için onun neler yapabileceğini de kestiremezdim. "başına gelmeden bilemezsin" durumlarından biri bu işte. "yolda yürürken biri bıçak çekti, yanımda da hatun/ annem/ kız kardeşim/ bu durumlarla hiç karşılaşmamış bi' şeyim vardı, ne yapacağımı bilemedim" özetine sahip gasp olaylarının çoğunda, gaspa uğrayanın düşündükleri, çoğunlukla, yanındakine zarar gelmeden bu ortamdan kurtulmak oluyor. sonuç ise, çoğunlukla psikolojik travmaları da beraberinde getiriyor.
öğüte bağlı, anlatmak istediğini doğrudan anlatabilen bir girdi yazamadığımın farkındayım. gene de, böyle bir durumla karşılaştığınızda tutarlı olma, hızı koruma, soğukkanlı kalabilme, hazırlıklı olma gibi maddelere aşina olmanızı isterim. "karşındakinin üzerinde ne olacağını bilmiyorsun ki abi" mantığı, gerçeğin en soğuk hallerinden biri, evet ama buna karşı bile ucundan azıcık hazırlıklı olmaktan zarar gelmez.
bir iç güdü durumudur. hatta yaşamda kalmak için olmazsa olmaz bir iç güdü durumudur. en sağlıklı ruh hali bu iç güdüyü yönetmeyi öğrenerek güdü seviyesine getiren ruh halidir.
korkular kendi içinde yeni korkular oluşturur. karanlığın sonunda bir aydınlık değil de yeni bir karanlık karşılar sizi. kuyunun dibine doğru süzülürsünüz. kuyunun dibinde korkularınız büyümüş güçlenmiş ve sizin tarafınızdan yenilmez olmuştur. ve sonra korku titretir, diz çöktürür. korkunun kulu olursunuz. ona hürmet eder ona ağlarsınız.
en güçlü ve etkili duygulardan biri. güçlü çünkü yerine göre insana yaptırabileceklerinin sınırı yok. etkili çünkü neyden korkacağımızı hiçbir zaman seçemiyoruz.
İlahi komedya'sında dante korku için şöyle der: "insan yalnızca başkalarına zarar verecek şeylerden korkmalı. Bunun dışında korkuya yer olmamalı ..."
Oysa bizler hep kendimiz/sevdiklerimiz için endişe ediyor ve korkuyoruz. Bu yüzden de gittikçe bencilleşip duyarsızlaşıyoruz. Bir insanın eylemlerini, hiç tanımadığı başkalarını gözeterek gerçekleştirmesi değil midir yüce olan?
Her çağda, her dönemde iktidar sahipleri ve erki elinde bulunduranlar korkmak yerine korkutmayı seçerek hepimizi bu acımasız çarklara öylesine güçlü ittiler ki kurtulamıyoruz bir türlü. Ezildikçe daha da güçsüzleşiyor ve bencilleşiyoruz. O çarklar ki bizim hapishanelerimiz, direncimizi kıran gardiyanlarımız. Neden kurtulamıyoruz? Oysa ki ne kolay insanın insana tutunması.