bir ara istanbul'un da ismi olmuş olan şehir ismi. bu günlerden yadigar olarak urduca ve farsça'da da "rum" olarak adlandırılagelmiş istanbul'un adı.
istanbul episkoposu da (fener rum patriği deniliyor şimdilerde kendisine) "madem ben roma'da yaşıyorum, papa da benim" deyince batılı hristiyanlar ve doğulu hristiyanlar arasında kopuş başlamıştır. kavgaya afrikalılar da katılınca etiyopya kilisesi, kıpti kilisesi gibi kiliseler ortaya çıkmıştır.
bu sebepten ötürü bazı hristiyan peygamberliklerinde roma hedef alınıyorsa, istanbul'u da düşünürüm zaman zaman ki bence bir peygamberlikte roma'dan ziyade istanbul'un kastedildiği çok belli zaten. tamamını yazmayacağım ama babil kraliçesinin roma'daki tahtının denizlere hakim bir noktaya kurulacağı şeklindeki peygamberlik bence istanbul ile ilgili. çoğu hristiyan buna "sembolik" diyor roma'nın denize kıyısı olmadığı için ama istanbul'u hep "konstantinopolis" olarak bildikleri için istanbul'u es geçiyorlar sanırım.
roma'ya iki kez gitmiş biri olarak kendi meşrebimce kentin dokusu tarihi mekanları, müzeleri, kiliseleri, yeme-içme mekanları konusunda birkaç kelam etmek isterim. kente hem türkiye'den hem de avrupa'dan ulaşım oldukça kolay. türkiye'nin uzaklığı nedeniyle uçak zorunlu olmakla beraber avrupa'nın çeşitli şehirlerinden uçak, otobüs ve tren alternatifleri kullanılabilir. bilet alım zamanlamasına ve mevsimine göre pahalılık sırası tren>uçak>otobüs şeklinde. kentin merkezi tren garı termini'den roma'nın her yerine ve başka şehirlere ulaşmak mümkün. kentte iki havalimanı var. küçük olanı ciampino havalimanı kente 15 km, büyük olanı fiumicino(leonardo da vinci) havalimanı ise 45 km. ama her iki havalimanından da kente ulaşım hemen hemen aynı sürede oluyor. çünkü fiumicino'dan kalkan da vinci ekspresi hızlı tren özelliğinde. ciampino'dan ise kent merkezine otobüsler çalışıyor ve trafik durumuna göre ulaşım süresi değişiyor. tabii da vinci ekpresi'nin bilet fiyatı otobüs biletinin yaklaşık iki katı. bunu da göz önünde bulundurmak lazım.
araba kiralamadıysanız roma'ya hangi ulaşım aracıyla giderseniz gidin yolunuz termini istasyonu'ndan geçecek. kalacağınız yere mutlaka buradan kalkan metro veya şehir içi otobüsle ulaşmanız mümkün. kalacağınız yere yerleştikten sonra ilk yapmanız gereken şey kalacağınız gün sayısına göre roma pass almanız. havaalanlarında veya termini'de roma pass'ın satışının olup olmadığını hatırlamıyorum. ama her iki gidişimizde de kartı spagna metro istasyonundan aldığımıza göre herhalde oralarda satış yapılmıyordu. tembellik etmeyip kartın nerede satıldığına bir zahmet internetten bakın lütfen. kart kaç saatlikse, ilk kullanımdan itibaren toplu taşıma araçlarına bütün binişler o kadar saat bedava oluyor. ama daha da önemlisi bu kartın 72 saatlik olanı iki müzeye bedava, 48 saatlik olanı da bir müzeye bedava, kalan müzelere de indirimli girme hakkı veriyor. 72 saatlik kart alıp iki müzeye girmek daha kârlı oluyor. roma'ya ilk defa gidiyorsanız bu iki hakkınızı, coloseo'da ve museo e galleria borghese'de kullanmanızı önerirdim. ama italya bize benzeyen bir ülke olduğundan, roma pass villa borghese'ye hatırı sayılır bir miktar borçlu olduğundan 2019 yazında geçici olarak kartla müzeye girilemiyordu. müze ücreti ise 20 euro'ydu. vatikan müzeleri'nden ve louvre'dan bile daha pahalı olmasına rağmen en sevdiğim barok dönem ressamı caravaggio'nun ve aynı dönemin en önemli heykeltraşlarından gian lorenzo bernini'nin bir çok eseri burada olduğu için 20 euroyu verip müzeye girdik. bu arada 2015'te geldiğimizde roma pass'la girdiğimiz birçok fotograf çektiğimiz müzede fotograf çekmeyi de yasaklamışlardı. dolayısıyla sanatla pek arası olmayanlar ve fotograf çekmezse ölecekler müzeye girmese de olur. villa borghese'nin bahçesi de müze kadar güzel. müzeye girmek istemeyenler bahçenin ağaçlarının gölgesinde serinleyip, çeşmelerinden su içebilirler. bahçenin çeşitli yerlerde cafeler de mevcut. isteyen kahve de içebilir.
coloseo ve il foro romano ise bir bütün olarak gezilebiliyor. coloseo sırasında çok kişi görürseniz gezmeye il foro romano'dan başlayın. alanın içinde oldukça iyi korunmuş antik dönem yapıları mevcut. ayrıca bölgede fransızların arc de triomphe ve bizim istanbul üniversitesi'nin tarihi kapısına ilham olan titus kapısını da görebilirsiniz. isterseniz hemen yakındaki büyük rock gruplarının konserlerinin de yapıldığı circo massimo'yu da gezebilirsiniz. alternatif müze önerim, palazzo barberini. bu müzede caravaggio'nun narcissuss'u ve judith'in holofernes'in başını kesmesini işlediği iki resmi ve yine çok sevdiğim alman ressam hans holbein'ın yaptığı viii. henry portresi var. capitolini ve pamphilj müzelerine de gidilebilir. orada da önemli resim ve heykeller mevcut.
vatikan müzeleri de sanatseverlerin mutlaka gitmesi gereken bir yer. bu müzeleri hızlı biçimde dolaşmak yaklaşık dört saat sürüyor. ben daha önceden araştırdığım ve ikinci kez gittiğimiz için bu dört saati sevgili eşimle beraber oldukça efektif geçirdik. stanze di raffaello(rafael odaları)'ndaki freskler nefes kesici, özellikle de atina okulu. freskte çizilen sokrates, platon, aristoteles, öklid, arşimed, diyojen, epikür gibi karakterlerin hangisi olduğunu araştırın. yalnız birkaç tanesi hariç sanat tarihçileri bile hangi figürün kim olduğunda anlaşamıyorlar bilginize. ayrıca kutsal mekan duvarı olduğu için resme imza atması papa tarafından engellenen raffaello'nun resmin sağ alt kısmına kendisini(alt kısımda sağdan ikinci siyah bereli figür) çizerek imza atması, sanat tarihinin en büyük ayarlarından biri olabilir. michelangelo'nun freskleriyle süslü sistina şapeli de en az atina okulu kadar etkileyici. müzelerin içinde raffaello'nun resimlerini ve antik dönem heykellerini görmeniz de mümkün. tabii caravaggio'nun resimleri ve bernini'nin heykelleri de yine burada sizi karşılayacak. müzeyi gezmeniz bittiğinde aziz pietro bazilikasına geçin. kilisenin hem içi hem dışı çok görkemli. ayrıca michelangelo'nun pieta'sı da burada. isterseniz ek ücret verip çatıya da çıkabilirsiniz. ama biz iki kez gitmemize rağmen çıkmadık. ayrıca fırsatınız olursa michelangelo'nun görkemli musa heykelini görmek için basilico di san pietro in vincoli'ye gidebilirsiniz.
benim gibi caravaggio severlere, özellikle de müzelere para yetiştiremeyen öğrenci kardeşlerime kıyağım olsun. Bir başka görülmesi gereken roma eseri pantheon'un(raffaello'nun mezarı da burada) yakınında fransız aziz louis kilisesi(italyancası chiesa di san luigi francesi)'nde üç adet, piazza del popolo'daki kilisede(basilica parrochiale santa maria del popolo) de iki adet caravaggio resmi mevcut. buraları ziyaret edip beni anarsanız ne mutlu bana.
ispanyol merdivenleri ve trevi çeşmesini hızlıca tavaf etmeniz yeterli. bu iki mekan da fazlasıyla turistik ve kalabalık. ikisinin de çok bir özelliği yok. sadece civardaki binaların oldukça güzel olduğunu söyleyebilirim. buradan hızlıca roma'nın en güzel meydanına piazza navona'ya geçin. meydanın ortasında büyük barok heykeltraş bernini'nin dört nehir çeşmesini göreceksiniz. çeşmenin yakınında oturun, meydanın ve heykellerin güzelliğinin tadını çıkarın. bu meydanda caravaggio'nun bir kadın için düello yaptığı birini öldürdüğü ve şehirden kaçtığı iddiası var. ama ünlü ressamın güçlü biseksüel yönelimi nedeniyle bu düellonun bir erkek için olma ihtimali de var tabii. oradan campo de' fiori'ye geçin. meydanda gözünüze kestirdiğiniz cafelerden birinde oturun, peynir tabağı ve beyaz şarap söyleyin. isterseniz moretti vb. italyan biralarından da içebilirsiniz.
başka bir gün italyanların daktilo veya kremalı pasta olarak adlandırdıkları piazza venezia'daki italya'nın kurucusu vittorio emanuele anıtına çıkın. anıtın terasından roma kalıntılarını izleyin, içindeki müzeyi gezin. en fazla bir buçuk iki saat anıtın tamamını gezmenize yetecektir.
yemek konusuna gelince, benim gibi napoli usulü pizza seviyorsanız adresiniz trastevere'deki la gatta mangiona olmalı. vittorio emanuele anıtının olduğu yerden oraya otobüs kalkıyor ve yolculuk yaklaşık yirmi beş dakika sürüyor. mutlaka karışık kızartma tabağı ve pizza margherita con bufala(manda mozzarellalı margerita) söyleyin. yanında da yüksek alkollü italyan veya belçika birası için. belçika birası la chouffe'u içmenizi öneririm bu arada. ben o kadar uzağa gidemem napoli usulu pizza ayağıma gelsin derseniz trevi çeşmesinin yakınında il buco'ya gideceksiniz. burada pizza ve tonarelli cacio e pepe yiyin, yanında da en az bir şişe moretti içmek şart. zaten lokantada şarap yok. ayrıca rezervasyon da yok. burada yemek isteyen yarım saat önünde sıra beklemeyi göze almalı.
geleneksel italyan yemeği yiyecekseniz ise da felice'ye gitmeniz gerek. burası merkezin biraz dışında, harika fırında kuzu ve fırın patates yapan ayrıca vedat milor'un kitabında ve gazete yazılarında belirttiği üzere karabiberli bir makarna yemeği olan tonarelli cacio e pepe'yi roma'da en iyi yapan yer. şarap için garsondan yardım isteyebilirsiniz. ama bütçeye uygun bir barbera d'asti etin ve makarnanın yanında iyi gider. euro'nun 9 lira olduğu bu dönemde tuzu kuru veya iyi bir miktar burs alan öğrenci kardeşlerim ve iflah olmaz gurme beyaz yakalılar dışında burada yemek yenilmesini ne yazık ki önermiyorum. iki kişi; peynir ve şarküteri tabağı, makarna, et, tatlı yiyip yanında şarap da içerse 1000 liraya yakın hatta aşan bir hesap çıkabilir. dolayısıyla da felice bizim için mazide kalan güzel bir anı, gitmeyenler içinse pahalı bir italyan restoranı olarak kalabilir. iyi ızgara "steak" yemek isterseniz de ristorante argentino baires'e gitmenizi öneriyorum. etler, şarap, mekan çok iyi, işletmecisi arjantinli ve çok sıcak kanlı. fiyatlar orta karar ama euro 9 lirayken yine de pahalı gelecektir.
tatlı konusunda kentin üç önemli tiramisu satan mekanına gitmenizi önermiyorum. gerek roma'da gerekse istanbul'da çok daha iyi tiramisu yapan yerler var. farkındaysanız yerlerin adını bile vermedim çünkü o kadar vasattılar ki hatırlamıyorum. dondurmacıların hepsi iyi. valentino ve frigidarium aklımda kalmış. ama onlardan iyisi de mutlaka vardır.
tüm bu anlattıklarımı yapabilmeniz için tam dört gün roma'da kalmanız gerek. ağır kanlıysanız beş, ben her yeri hızlı gezerim, günde 15-20 km yürüyebilirim derseniz bir ihtimal üç gün kalsanız da yetebilir. dönüşte duty free'den barolo, barbaresco, brunello di montalcino veya amarone della valpolicella şaraplarından en az birini almayı unutmayın. bu da size son kıyağım olsun.
tarih manyağı bir arkadaşla roma tarihi turu için gidip 5 gün kaldık, belli başlı bütün tarihi yerleri ve en zengin müzelerin bir kısmını gezdik. bu şehrin tadı gerçek anlamda gezgin olarak günde 10-12 km yürüyerek çıkıyor.
en büyük eksisi toplu taşıma bilet sisteminin ilkelliği. istanbul'da ta doksanlı yılların başında akbil olayı çıktı, bunlar hala para atılan, kağıt bilet veren 1970 modeli sistem kullanıyor. kredi kartı falan hak getire. polonya'da bile bütün şehirlerde bilet otomatları kredi kartı kabul ediyor, adamlar komünizmden çıkmış olduğu halde teknolojiden geri kalmadı ama italya'nın hali içler acısı. ancak bir istanbullu olarak tarihi dokunun inanılmaz özenli bir şekilde korunmuş olmasını ve şehre yüksek yerlerden kuşbakışı baktığınızda her yerin yeşillik, ağaç dolu olmasını fena halde kıskandım. adamların akbili yok ama şehri cennet yapmışlar monşer.
batı roma'nın başkenti yeşil alan, ağaç doluyken doğu roma'nın başkenti yeşili teleskopla bile göremeyeceğiniz korkunç bir beton cehennemi olmuş. istanbul'a çamlıca'dan baktığınızda elysium filmindeki distopyayı görüyorsunuz, roma'ya san pietro bazilikasının tepesinden ya da palatine'den baktığınızda önemli tarihi binaları rahatlıkla seçilebilen, her tarafı bahçelerle, parklarla, ağaçlıklarla çevrili bir cennet.
bu şehrin en muazzam, en büyülü manzaralarını görmek için fiziksel olarak fit olmanız gerekiyor. en göz kamaştırıcı manzara san pietro bazilikasının tepesinden görünür, oraya çıkmak için 348 basamak merdiveni daracık bir spiral içinde tırmanmanız gerekiyor. son kısımlarına obez bir kişinin sığması mümkün değil. burası biraz tehlikeli olduğundan halat döşemişler, halatlara tutunarak tırmanıyorsunuz. ama o 360 derece panorama manzarası cidden her şeye değer. ayrıyeten her gün 10-12 km tabanvay basıp d'angelo kalesinin terasıydı, palatine tepesiydi, 348 basamaklı san pietro kubbe merdiveniydi derken her gün pizzaları yarım kilo gelatoyla gömseniz bile o kaloriler her türlü çatır çatır yanıyor.
forum romanum'da bazı yerleri ayırmışlar, onları görebilmek için ayrı bir bilet almak gerekiyor. ancak bunu gişede söylemiyorlar, gişede asılı olan bilet fiyatları belgesinde de yok. palatine müzesine girelim dedik, bu ayrı bilet olayını oradaki görevliden öğrendik. görevlinin verdiği broşürde ayrıntılı bilgi vardı. google'da super tickets palatine diye aratınca bulunuyor. bir daha gittiğimde kışın gidip super bilet alacağım.
vatikan biletini online aldığımız için 3 km'lik kuyruğu pas geçtik. millet saatlerce kuyrukta heba oluyor, 3 km derken hiç abartmıyorum ciddi ciddi o kadar vardı o kuyruk.
roma'ya gidiyorsanız mümkünse kışın ortasında gidin, yazın hem aşırı sıcak, hem mahşer kalabalığı, hem de her yerde dünya kadar sıra var. yaz ya da kış ne zaman giderseniz ne yapın yapın, online alınabilen bütün atraksiyon ve müze biletlerini, özellikle de vatikan biletini online alın. kışın kuyruk ve kalabalık yok dediler ama işi sağlama almak en güzeli.
bir de vr turları varmış, bundan da maalesef son günde ve geç saatte tamamen tesadüf eseri haberim oldu. benim rast geldiğim turu spherae isimli bir şirket yapıyordu, ama araştırırsanız başka firmalar da vardır mutlaka. adamlar sizi tarihi mekanlara götürüyor, vr gözlüğünü takıp ören yerlerinin 2000 yıl önceki hallerini görüyorsunuz. bunu tecrübe etmek elzem, bir dahaki sefere artık.
termini'ye 5 dakikadan az yürüme mesafesinde diocletian hamamı ve milli müze var, roma'daki mahşeri turist kalabalığına rağmen orada çok az turist oluyor. birbirinden muhteşem eserlerin sergilendiği 4 kat müze ve çok iyi korunmuş devasa antik hamam binasına rağmen nedense fena halde underrated kalmış. özellikle epigrafi kısmı ve m.ö. 4-5. yy'dan kalma silahlar, zırhlar, eşyalar muhteşem. gerçi bütün müzede muhteşem olmayan şey yok. mezar odaları, mozaikler, fantastik rölyeflerle bezeli lahitler, tam bir tarih hazinesi. avluya açılan odalardan birinde hamam binasının bilgisayar simülasyonu ile 2000 yıl önceki halinin canlandırıldığı video enstalasyonu var, onu izleyip sonra hamamı gezince etkisi çok daha büyük oluyor.
trajan sütununu görmek istiyorsanız yanınızda dürbün getirin, sütunun olduğu yer koruma altında olduğu için fazla yaklaşılamıyor. zaten yaklaşsanız bile üst kısımlardaki rölyefleri çıplak gözle görmek mümkün değil. meraklıları bunu zaten bilir de, dürbün almak herkesin aklına gelmeyebiliyor, o bakımdan hatırlatayım dedim.
kediseverler için, sezar'ın öldürüldüğü largo di torre argentina'nın hemen yanında kedi barınağı var. gidip oradaki kedicikleri sevip barınağa bağışta bulunabilirsiniz. kedi sevmeye gelen turistler bol oluyor.
diğer bir underrated yer cloaca maxima'nın tiber nehrine açılan çıkışı, ama oraya her yerin kalabalık olduğu gündüz vakitlerinde ve grup halinde gidilmesi gerekiyor. arkadaşla gittik ama apar topar iki foto çekip yusuf yusuf modunda kaçtık, çünkü cloaca maxima'nın tam dibinde uyuşturucu bağımlısı hayat kadını olduklarını düşündüğümüz bir grup feleğin çemberinden geçmiş bıçkın abla ve bir eleman iç çamaşırlarıyla oturmuş demleniyordu. ortada bir de tripodlu kamera vardı, artık orada merdiven altı porno film mi çekiyorlar ne halt ediyorlarsa bilemiyoruz, ama ortam çok tekinsiz bir görüntü sergiliyordu. ablalar bize bir laf etmedi, yokmuşuz gibi davrandılar ama yine de fena halde tırstık. gerçi nehir kıyısında sırf onlar yoktu, az ileride balık tutan elemanlar falan vardı ama hatunlar böyle falçatayı çekip adamın karnını yaracak tipteydi.
bu arada cloaca maxima'ya kuzey taraftan inmeseniz iyi edersiniz. kuzeyden doğru gelen merdivenleri umumi hela olarak kullanıyorlar, bütün basamakları öbek öbek boklarla kaplıydı. az daha yürüyüp temiz merdiven bulup oradan inin, tiber kıyısına inen merdiven çok nasılsa.
Alfonso'nun kişisel projesi olarak karşımıza çıkan yapım. Ana akım sinemasının en iyilerinden olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir ismin başyapıtı denilen bir film varmış karşımızda. Filmi henüz izlemedim. geçen gün film gecemizde izlememiz için önermişti arkadaşım fakat film hakkında malumat sahibi olmayan diğer iki kişi izlemeyi reddedip onun yerine "Murder on the orient express"i önerdi. Malum kış ayı, fragman da fotoğraflar açısından çok doyurucuydu. İzleyince editleyeceğim şimdilik diyeceklerim bu kadar
Yönetmenliğini meksika sinemasının en büyük isimlerinden biri olan alfonso cuaron’un yaptığı 2018 yapımı dram filmi. 1970’lerin Meksika’sında siyasi çalkantılar baş göstermektedir. Bu siyasi çalkantılar altında bir ailenin yaşamı bizlere aktarılıyor. Birçok sinema eleştirmeni tarafında film yılın en iyi yapımı olmaya aday.
insanoğlunun gelişimine yürüyerek şahit olabileceğiniz şehir. Roman forum, Pantheon, collesium gibi antik yapılar, aşıklar çeşmesi, st petrus bazilikasi gibi Rönesans zamani yapıları, meydanlar, heykeller vs vs insan şehirde gezerken nereye bakacağını şaşırıyor. Gezmek için en az 4 gün gerekir ki onda bile sabahtan akşama kadar yürümeniz gerekir.