tdk, ''yoksul olma durumu, yoksuzluk, variyetsizlik, sefillik, sefalet, fakirlik'' olarak tanımlamış. Sefilliğin, fakirliğin, sefaletin anlamlarına baktığımızda da yine yollama yaparak ''yoksulluk'' deniyor. Bu, pek bir şey anlatmıyor bize. Yok kelimesine baktığımızda ''bulunmayan, mevcut olmayan''; ''yoksul'' kelimesine baktığımızda '' Geçinmekte çok sıkıntı çeken'' tanımına ulaşıyoruz. Bunlar bir şeyler ifade etse de, yetersiz kalıyor. Yoksulluğu tanımlamak için, daha başka konularda, daha başka yorumlar da yapmalıyız gibi görünüyor.
Yoksulluk üzerine ilk sistematik çalışma yapan kişinin Seebohm Rowentree olduğu kabul edilir. Onun 1901'de yaptığı tanıma göre yoksulluk; toplam gelirin, biyolojik varlığın devamı için gerekli olan yiyecek, giyim vb. Asgari düzeydeki fiziki ihtiyaçları karşılamaya yetmeme halidir. Bu tanım yoksulluğu sadece ekonomik ve biyolojik açıdan ele aldığı için yetersizdir. Çünkü yoksulluğun sosyal, siyasal, kültürel, psikolojik, ahlaki gibi birçok yönü de vardır. Orhan Hançerlioğlu, Siyaset Sözlüğü'nde yoksulluğu şöyle tanımlıyor: ''Yoksul olanın niteliği... Yoksulluk da, varlıklılık gibi, tarihsel bir olgudur. Köleci üretim düzeyiyle varlaşmıştır. Bir zamanlar yoktu, bir zaman sonra da olmayacaktır. Bk. Yoksul, Yoksullaşma.'' Yoksul'u da ''Geçimini sağlayacak gelirden yoksun bulunan...'' Bu tanımda yoksulluğun tarihsel olduğunun altı çiziliyor.
yoksulluğun tarihi binlerce yıl önceye, köleci toplumlara kadar dayandığı için onu yeni bir durum olarak almamamız, kapitalizmle sınırlandırmamamız gerekiyor. yoksulluk, karşıtı olan zenginlikle var olabildiği için, zenginliğin, yani insanın kendi beslenebilmesi için zorunlu olandan daha fazlasının üretilebildiği dönemlere inmemiz gerekiyor ki bu da bilindiği kadarıyla köleci toplumlardır. buradan, yoksulluğun göreli bir nitelik taşıdığına ulaşabiliriz. yani dönemden döneme, ülkeden ülkeye, gelişmişlik düzeyinden gelişmişlik düzeyine değişen bir nitelik taşıyor yoksulluk.
yoksulluk üzerine yapılan temel hatanın onu sadece ekonomik bir kategoriye indirgemek olduğunu düşünüyorum. ya da biyolojik ihtiyaçlarla belirlemek bir hatadır. yoksulluk en başta sosyal bir gerçekliktir. ama daha ötesinde insanın üzerine bir ''yoksulluk kıyafeti'' diken, yüzüne bir yoksulluk makyajı yapan bir gerçekliktir. bir ruh halidir, ihtiyaçların karşılanamaması karşısındaki eziklik halidir. bunu sadece gelir azlığıyla, birtakım haklardan mahrum kalmayla açıklamak zordur. zira yoksulluk kesin çizgilerle belirlenebilen bir şey değil, bir toplumdaki adaletsizlik düzeyiyle, zengin ile fakir arasındaki uçurumla, çalışanlar ile başkasının sırtından geçinenler arasındaki farkla, kimin kimi nasıl sömürdüğüyle ilişkili olan bir şeydir; üretilen toplam değerin nasıl bölüşüldüğüyle doğrudan alakalıdır. yoksulluk hayatın her alanına yansır, her alanına bir damga vurur, bir etiket yapıştırır. o yüzden yoksulluk sınırı denilerek çizilen sınır çok bir anlam ifade etmez. çünkü gerçek bu kadar soyut değil, çok daha somuttur.