1. hayatının bir döneminde lik yapmış yazar.

    üniversite yıllarında cezayir üniversitesi'nin futbol takımında forma giymiş. futbol, onda öyle büyük bir tutkuymuş ki bir arkadaşının "tiyatro mu yoksa futbol mu?" sorusuna, "tereddütsüz futbol!" cevabını vermiş. geçirdiği verem hastalığı onu, bu tutkusundan uzaklaşmak zorunda bırakmış.
    #16158 kesret | 8 yıl önce
    0yazar 
  2. yazarın "düşüş" isimli kitabı için, (bkz: )
    #16161 ma icari | 8 yıl önce
    0yazar 
  3. "hiçbir şey, korkuya dayanan saygı kadar iğrenç değildir." sözünün sahibi varoluşçu yazar.
    0yazar 
  4. "insan bilmediği şeyler hakkında daima abartılı fikirlere kapılır."

    -albert camus
    #38405 the ancient one | 8 yıl önce
    0yazar 
  5. kemalettin kamu' nun amcaoğludur ve "kör baykuş" un babası.
    #38439 idealistkuzu | 8 yıl önce
    0yazar 
  6. Bir ülkeyi tanımanın yollarından biri de orada insanların nasıl öldüğüne bakmaktır

    Albert Camus
    #83296 egzistansiyalist | 7 yıl önce
    0yazar 
  7. İnsanlarla uzun süre yaşayamıyorum, sonsuzluğun payından bana biraz yalnızlık gerek...

    Albert Camus
    #86301 egzistansiyalist | 7 yıl önce
    0yazar 
  8. bazıları felsefenin görevinin yaşamın anlamını aramak olduğuna inanırlar. ancak fransız filozof ve romancı albert camus felsefenin tam tersine, yaşamın doğası gereği anlamsız olduğunu anlaması gerektiğini düşünür. bu ilk bakışta kasvetli bir görünüş gibi gelse de camus mümkün olabilecek en dolu hayatı ancak bu fikri kucaklayarak yaşayabileceğimize inanır. camus'nün bu fikri ilk olarak 'nde ortaya çıkar. tanrıların gözünden düşmüş bir yunan kralıdır ve yeraltı'nda korkunç bir kadere mahkum edilmiştir. görevi devasa bir kayayı iterek dağın tepesine çıkarmaktır, ancak kaya tepeye ulaştığı anda kayarak aşağı düşmektedir. sisyphos kayayı sonsuza dek tekrar tekrar zirveye çıkarmaya mahkumdur. camus bu mitten büyülenir, çünkü hikaye ona yaşamın tüm anlamsızlığını ve saçmalığını kapsar gibi görünmüştür. o, yaşamı esasen anlamsız olan görevleri yerine getirmek için bitmez bir mücadele olarak görür. camus yaptıklarımızın çoğunun kesinlikle anlamlı göründüğünün farkındadır, ama onun önerisi biraz daha inceliklidir. bizler bir yandan yaşamlarımızı anlamlıymış gibi yaşayan bilinçli varlıklarız. öte yandan bu anlamların evrende hiçbir karşılığı yoktur, sadece zihinlerimizde vardır. evrenin kendisinin de hiçbir anlamı ve amacı yoktur;o sadece evrendir. ancak diğer canlıların tersine bizim bilincimiz olduğundan her yerde anlam ve amaç bulan türden varlıklarız.

    camus için saçma, yaşama yüklediğimiz anlamların kendi bilincimizden öte var olmadıklarını anladığımızda hissettiğimiz şeydir. yaşamın anlamıyla ilgili duygumuz ile evrenin bir bütün olarak anlamsız olduğuna dair bilgimiz arasındaki bir çelişkinin sonucudur.
    camus bu çelişkinin ışığında yaşamın ne anlamı olabileceğini araştırır. ancak yaşamın anlamsızlığını ve saçmalığını kabul ettikten sonra dolu dolu yaşayabilecek bir konuma gelebileceğimizi ileri sürer. saçmayı kucakladığımızda yaşamlarımız, evrenin anlamsızlığına karşı sürekli bir başkaldırıya dönüşecektir ve işte o zaman özgür yaşayabiliriz.

    bu fikir yaşamın saçmalığının bilincin doğasında yattığını, çünkü yaşamı ciddiye alsak da bu ciddiyetin sorgulanabileceği bir perspektif olduğunu her zaman bildiğimizi söyleyen filozof tarafından geliştirilmiştir.
    #93764 zeytin | 7 yıl önce (  7 yıl önce)
    0filozof 
  9. Belki de en sevdiğım sözü şudur;

    Yiyecekten ve ateşten yoksun biri için özgürlük hiç de acelesi olmayan bir lükstür..
    #111491 egzistansiyalist | 6 yıl önce
    0filozof, yazar 
  10. "yabancı" kitabının yazarıdır. ilginç olayları bu kadar sade dilde, güzel üslup ile ve her insanın düşüncelerinin aynı olamayacağını veya olmaması gerektiğini çok güzel anlatan cezayir asıllı yazardır. yabancı adlı kitabında bahsettiği olay örgüsü ile ilgili düşüncelerim şu şekilde oldu. her insan farklı karaktere sahip ve bu farklılıklar insanları yargılarken nasıl şekil alıyor. bir insan masum olmasa bile konuşma hakkına daima sahip olabilmeli ve insanlar tarafından bir cani olduğu algısı o kişiye karşı hissettirilmemeli. gaddar dahi olsa insanlar, bedenlerinde bir can taşımakta ve yaptıkları hareketlerin bir sebebi olabilir. bu durumu kitabında anlattığı umursamaz kişi tarafından birinci ağızdan anlatması mükemmel bir etki bırakıyor okurda. "mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir" sözünün önemini yabancı kitabını okuyunca anlayacaksınız. insanların kendine yabancılaşması, kendini bulma çabasını, dinin insanlar üzerinde bir baskı unsuru gibi kullanılmaması gerektiğini göreceksiniz. kısacası mekanikleşen toplumun çarklarından biri olamayan kahramanın, hayatının nasıl değiştiğini ve nihilizm akımının en güzel örneklerinden biri olduğunu fark edeceksiniz. kitabı okumanızı isterim. toplam 130 sayfa.
    #126244 kitapkurdu | 6 yıl önce
    0yazar 
  11. den sonra en sevdiğim ikinci yazar, tüm kitaplarını okudum ama ikinci defa okunabilecek kitaplar arasındadır yazdıkları. edebi çevreler varoluşçu olarak tanımlasalarda kendisi bu etiketlenmeye karşı çıkmış kabullenmemiştir,ünlü düşünürler kierkegaard, nietzsche ve heidegger gibi belli bir düşünce akımının adıyla anılmayı reddetmiştir.
    hatta şöyle bir sözü bulunmakta;

    “bizim bu konuda tuttuğumuz bir taraf yok. şunu unutmamalıyız ki, bir etiket şişede neyin saklandığını bizi söyleyebilir ancak içeriğini tam olarak açıklayamaz.”
    #143213 hobgoblin | 6 yıl önce (  6 yıl önce)
    0yazar 
  12. peygamberim.

    albert camus bir absürdisttir. absürdizm, kendisinin sisifos söyleni adlı denemesinde anlattığı gibi dünyayı anlamaya dayalı bir özlem ve bu özlemin karşılık bulmamasından kaynaklanan çelişkiden doğar. absürdizm, başkaldıran insan ve sisifos söyleni adlı denemelerinde kendisinin de belirttiği gibi daha önceden ortaya çıkmış bir felsefi akımdır. örneğin dostoyevski'nin ivan karamazov adlı karakteri üzerinde çok durur, çünkü camus onu bir absürdist olarak tanımlar ve inceler.

    sartre gibi ateist varoluşçular evrenin içsel, yani yaratılıştan gelen bir anlamı olduğunu reddederler. kierkegaard gibi deist varoluşçular ise, evrenin içsel bir anlamı olabileceği konusuna şüpheli yaklaşırlar. bununla birlikte böyle bir anlamın olduğuna inanılması gerektiğini düşünürler. işte camus gibi düşünürleri varoluşçulardan ayıran temel ayrımlardan birisi buradadır: camus, böyle bir anlamın olduğunu yadsımamakla birlikte, bu anlamın insanlar tarafından anlaşılamayacağını savunur. yani ona göre insan, bu yolda sisifos adlı kral kadar çaresizdir.

    varoluşçulukla absürdizm arasındaki ikinci önemli ayrım ise evrenin içsel ve dışsal bir anlamının olup olmadığını araştırmanın niteliği konusundadır. varoluşçular bu konudaki arayışı anlamsız bulurken, albert camus bu arayışı adeta kutsar. yani, elimizdeki tek değerli şeyin "arayış" olduğunu söyler. ve işte bu bağlamda da onun için mitolojide geçen kral sisifos önemli ve üzerinde durulması gereken bir karakterdir. "taşın her defasında tekrar yere düşeceğini bilerek de olsa, o taşı tepelere doğru çıkarmaya gayret etmek, büyük bir anlam taşımaktır" der camus. işte bu ona göre yaşamaktır.

    benim hep söylediğim gibi, "bir anlamı olması gerektiğini düşünmek bile anlamsız olabiliyorken, o sanatsal gökyüzünde olağanüstü görkemleriyle parlayan yıldızlar tanrı'nın bize sarhoşken yaptığı tatsız bir şakadan mı ibaret?" diye sormaktır absürdizm. gerçeğe duyulan özlemin, teknik ve ilmi bütün arayışlarda bulunamamasıdır. ve albert camus bunu işlemiş, bunu anlatmıştır. anlayana...
    #192838 spinsiz elektron | 4 yıl önce
    0filozof, yazar 
  13. absürdist olan albert camus, varoluşçuluğun tersine bir anlamın olmadığını ve anlam arayışının da gerekli olmadığını belirtiyor gibi gözükmektedir. bu aslında "insan sisifos'u mutlu hayal etmeli." sözüyle belli olmaktadır, zira sisifos'un düşecek olan kayayı sürekli ve tekrar tekrar yukarı çıkarması absürttür, lakin bu absürtlüğü kabul ederek insan mutlu olmayı bilmelidir denebilir.
    sartre ile arası bozuk ölmüştür kendisi. sartre, kendisinin stalin politikalarına karşıtlığı nedeniyle camus'ü fransız komünist partisinden ihraç ettirmiştir. ölümünden sonra sartre şöyle bir yazı kaleme almıştır:
    "altı ay önce, dün bile, "Ne yapacak?" diye soruluyordu. Saygı duymak gereken karşıtlıklarla yaralanmış bir halde, geçici bir süre için sessizliği seçmişti. Ama, ağır ağır geçen ve seçtiğine bağlı kalan ender insanlardan olduğu için, sessizliğin sonu beklenebilirdi.

    Bir gün konuşacaktı. Söyleyecekleri üzerinde tahminde bulunmak yürekliliğini bile bile göze alamayacaktık. Ama, hepimiz gibi, yeryüzü ile birlikte değiştiğini düşünüyorduk: varlığının canlı kalmasına yetiyordu bu.

    Dargındık; dargınlık -hiç görüşmeyecek bile olsak- bir şey değil; olsa olsa, içinde bulunduğumuz dar, küçük dünyada, birbirimizi gözden kaçırmadan ve birlikte yaşamak bir çeşit. Bu, onu düşünmeme, okuduğu bir kitap sayfası ya da gazete üzerindeki bakışını duymama ve kendi kendime "Ne diyor? Şu anda ne diyor?" dememe engel değildi.

    Olaylara ve içinde bulunduğum ruhsal duruma göre, bazen çok sıkıntılı, bazen çok acı olarak yargıladığım sessizliği; ısı ya da ışık gibi, her günün niteliği idi, insancıldı. Kitaplarının -özellikle, belki en güzeli ve en az anlaşılanı olan Düşüş'ün- tanıttığı düşüncelerinin, yanında ya da karşısında olunuyor, ama her zaman onlarla birlikte yaşanıyordu. Kültürümüzün belirli bir serüveni idi bu: dönemleri ve sonucu bulunmaya çalışılan bir davranıştı.

    Çağımızda ve tarih karşısında yaptıkları Fransız Edebiyatı'nda belki en ilginç olan uzun ahlakçılar zincirinin günümüzdeki mirasçısını temsil ediyordu. İnatçı, dar ve saf, duygulu ve sert insancıllığı, çağımızın biçimsiz ve toplu olayları ile, sonucu şüpheli bir savaşa girmişti. Ama, bunun yanında da reddetmedeki inatçılığı ile, çağımızın ortasında, gerçeğin altınlarına ve makyavelcilere karşı, ahlakın varlığını savunuyordu.



    Bir yıkılmaz deyimleme, savunma olduğu söylenebilirdi. Ne değin az okunur, ne değin az düşünülürse düşünülsün, avucunda sıkı sıkıya sakladığı insancıl değerlerle karşı karşıya kalınıyordu: siyasal davranış sorununu ortaya koyuyordu ortaya örneğin. Ya yanından kıvrılıp gitmek, ya da savaşa girişmek gerekiyordu: tek kelime ile, düşünce hayatını yapan gerilim için
    kaçınılmazdı.

    Son yıllarda, sessizliğinin bile olumlu bir yönü vardı; uyumsuzun bu Descartesçısı, ahlakın güvenli toprağını bırakıp, uygulamanın sonucu belirsiz yollarına sürüklenmeyi reddediyordu. Farkediyorduk bunu; sessizliği seçtiği sorunların ne olduğunu da seziyorduk: çünkü ahlak, yalnız başına ele alınırsa, hem devrim yapılmasını gerektirir, hem de suçlar onu.

    Bekliyorduk; beklemek gerekti, bilmek gerekti: sonunda ne yapar, neye karar verirse versin Camus kültür alanımızın belli başlı kuvvetlerinden biri olmakta, çağın ve Fransa'nın tarihini kendince temsilde devam edecekti. Ama konuşsa idi, belki gittiği yolu öğrenecek ve anlayacaktık. Herşeyi yapmıştı -bütün bir eser- ve her zaman olduğu gibi, herşey ortada idi. Kendisi de söylüyordu: "Eserimi bundan sonra yapacağım". Bitti artık. Bu ölümün, kendine özgü bir rezaleti var; insancıl olmayanın, insanlık düzenini ortadan kaldırması bu.

    İnsanlık düzeni, bir düzensizliktir henüz; haksızdır, geçicidir, ölünür orada, açlıktan öldürülünür; ne var ki, insanlarca kurulmuştur, onlarca ayakta tutulmakta ve savaşı yapılmaktadır. Bu düzende Camus'nun yaşaması gerekti; ilerleyen bu adam, bizim sorunumuzu ortaya koyuyordu; kendisi de karşılığını arayan bir sorundu; bizler için, kendisi için, düzeni kuran ve
    reddeden insanlar için uzun bir hayatın ortasında yaşıyordu; sessizlikten çıkması, karar vermesi ve sonuca bağlaması önemli idi. Yaşlanıp ölenler vardır; hep ertelenmiş olup, yaşantılarının anlamı, yaşantının anlamı değişmeden ölebilecekler vardır.

    Ama bizim gibi kararsız, şaşkın olanlar için, en iyilerimizin karanlık geçidin sonuna gelmeleri gerekir. Bir yapıtın nitelikleri ve tarihsel bir anın koşulları, çok ender olarak, bir yazarın yaşamasını bu kadar açıkça gerektirmiştir.

    Camus'yu öldüren kazaya, rezalettir diyorum; çünkü bu kaza, insancıl dünyada, en derin gerekliliklerimizin uyumsuzluğunu ortaya çıkarıyor. Camus, yirmi yaşında iken, ansızın kapıldığı, yaşantısını altüst eden bir hastalıkla, uyumsuzu -insanın budalaca yokluğunu- buldu.

    Alıştı buna, dayanılmaz koşulunu düşündü ve kendisini kurtardı. Bu iyileşmiş hasta, beklenmeyen ve dışarıdan gelen bir ölümle çiğnendiğine göre, yalnız ilk yapıtlarının gerçeği söylediği zannedilebilir. Buna göre uyumsuzluk, ne kimsenin ona, ne de onun kimseye sorduğu sorudur; sessizlik bile denemeyecek, hiçbir şey olmayan bir sessizliktir.

    Böyle olduğunu zannetmiyorum. İnsancıl olmayan, kendini belli eder etmez insanın bir bölümü olur. Durmuş her yaşantı, -bu değin genç bir adamınki bile olsa- hem kırılan bir plak, hem de bütün bir hayattır. Bu ölümde, onu sevmiş olanlar için, dayanılmaz bir uyumsuzluk vardır.

    Gene de bu parçalanmış yapıtı, bütün bir yapıt olarak görmeyi öğrenmek gerekir. Camus'nun insancıllığında, kendisini ansızın alıp götüren ölüme karşı insancıl bir davranış bulunduğu, onurlu mutluluk araştırmasının, ölmenin insanlık dışı gerekliliğini içine aldığı ve zorunlulaştırdığı ölçüde, bu eserde ve bu eserden ayrılamayacak olan yaşantıda, gelecekteki ölümüne karşı varlığının her anını kuşatmak isteyen bir insanın saf ve başarılı girişimini bulacağız. "


    Jean Paul Sartre
    #204233 stirneringozlugu | 4 yıl önce
    0filozof, yazar 
  14. yaşama nedeni denilen şey,
    aynı zamanda çok güzel bir ölme nedenidir de.

    (bkz: )
    0filozof, yazar 
  15. “Kara kışın ortasında içimde galip gelen bir yaz olduğunu fark ettim.” diye yazan harika düşünür.
    #249317 ikincil tekir sahis | 4 yıl önce
    0filozof 
  16. En sevdiğim kitabı "DÜŞÜŞ" Kitabı olmakla beraber; kendisi Aslen Cezayirlidir. Kendisi Dostoyevskinin suç ve cezasını okuduktan sonra yazarlığından şüphe ettiğini söylemiştir. Jean Paul Sarte ile egzistansiyalist akımı birlikte temsil ediyor gibi gözükseler bile Jean Paul Sarte Cezayirli kişiliği nedeniyle akdeniz iklimine kapılıp gittiğini iddia etmektedir Albert Camus'un. İkili arasındaki bir diğer ayrımsa Albert Einstein eksenlidir. Albert Camus Einstein'ın izafiyet teorileri sonrasında "Komünist Varoluşçuluğu" savunan Jean Paul Sartreye Einsteinın asla inkar edilemeyeceğini bu yüzden komünist varoluşçuluğa uzak durduğunu belirtmiştir.

    Ayrıca Albert Camus kendisinin bir filozof olmadığını bir yazar olduğunu ısrarla vurgulamaktadır.
    #294440 egzistansiyalist | 1 ay önce (  1 ay önce)
    0filozof, yazar