"...sır verebileceğim çevre gerçekten çok küçük. belki birkaç tane dışında yakın arkadaş edinmek çok zor olduğundan belki de bu tür ilişkiler kurmak çok uzun zaman aldığı ve birlikte birçok şey yaşamayı gerektirdiği için. babamın her zaman dediği gibi, tabutunu taşımak için sadece altı kişiye ihtiyaç vardır; bu sözün değerini yaşım ilerledikçe daha iyi anladım." alex ferguson, leading
Kamu kurumlarına özgü alışıldık bir formun kapladığım küçücük bir alanından amorf hislerimle yazıyorum satırlarımı. Etrafımı saran bu duvarlar, mobilyalar ve ağlar arasında güç bela düşünebiliyorum. kapalı olmasının çektiği sınırının farkındalığına ermek için kapıya zihnimi dikerek bakıyorum. kamusal mekanda bana kısmi bir özel mekan tahsis eden kapıyla aramda geçen diyalogdan anlıyorum ki bu bir illüzyon; kapının efendisi kamusal bürokrasi. daha önce de anlattığım gibi bürokrasi de kişileri aşar, kapsar, eritir, çözer, baskı altında tutar, manipüle eder.
yaklaşık yarım asırdır modern zamanların dikotomilerinin artık söz konusu olmadığına dair çeşitli tartışmalar yapılıyor. iyi/kötü, özne/nesne, suçlu/masum, kadın/erkek, doğa/kültür, deli/akıllı ve benzeri çiftlerin belirginliklerinin çözündüğü ısrarla ve defalarca anlatıldı, anlatılıyor. karşıt ikililerimizin sınırlarının aşındığı özellikle dijital kültürle birlikte çok daha sık ve yaygın bir anlatıya dönüşmüş durumda. kamu ve özel ya da kamusal alan ve özel alan olduğu iddia edilen zıtlık için de aynı savlar dönüyor. bu ikisi arasındaki farklılaştırılmış epistemolojik ve ontolojik temellendirmede yaşanan çatırtılar, mahremiyet kavramının yeniden ele alınmasını zorunlu kılıyor.
mahremiyetin kabaca aydınlanma öncesi haline ilişkin pek bir bilgimiz yok. fakat genelde geleneksel toplumlarda bireyleşme ve özel alan aşamasına geçiş yaşanmadığı gerekçesiyle o dönemlerde mahremiyetin söz konusu olamayacağı düşüncesi hakim. elde yeterince kanıt olmadığı için tartışmalı bir yargı olsa da mahremiyetin modern anlamının dışında kalan bir uygulama olabileceği az çok tarihi bilgilerle tutarlı görünüyor. ancak burada benim açımdan dipnot değeri olan bir konu var ki o da o çağın insanlarının da en azından düşüncelerini paylaşmakta belirli sınırları olmuştur, olmalıdır.
etimolojisine hiç uğramadan söyleyebileceğimiz gibi on dokuzuncu yüzyıl itibariyle gelişen mahremiyet, çalışmanın ev dışında örgütlenmesi ve ailenin ev içine konumlandırılması ile başlayan sürecin çıktısıdır aslında: birey kamusal alanda çalışır, varlığı ve eylemleri barizdir (görünürdür); birey özel alanda vaktini geçirir, varlığı ve eylemleri o istediği ölçüde mahremdedir (gizlidir). mahremiyetin modern tanımında bireyin düşünceleri ve eylemlerini kendi takdiri doğrultusunda istediği kadar koruması, sakınması, gizlemesi, özelleştirmesi, kişiselleştirmesi hakkını elinde bulundurması manası vardır. mahremiyet, bir hak olarak modern insana bahşedilir, kişisel ve öznel bir deneyim olarak (güya) kişiye ayrılır, onun keyfine /kontrolüne bırakılır. (sevgili foucault, seni hatırladım, evet evet hatırladım, biliyorum evet, evet gözetim, evet başka şeyler de var, hayır yazmayacağım, çık aklımdan pls.). bu şekilde modern dünyada bireylerle özel alanda özerklik tayin edilir. metaforik olarak kapıyı kapadığınız anda ne yapacağınız tamamen sizin tasarrufunuzdaydı, kapıyı açıp açmama hakkınız da size aitti.
ps: kapı çaldı, içeriye statüsü sebebiyle mesafeli bir ilişki dayatan biri girdi, kulzos mahremiyetimi sekteye uğrattı, anlatacaklarım ve hevesim bu haliyle yarım kaldı, belki başka sefere.