En güzel deniz : henüz gidilmemiş olanıdır. En güzel çocuk : henüz büyümedi. En güzel günlerimiz : henüz yaşamadıklarımız. Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: henüz söylememiş olduğum sözdür...
ey ırkım sen bir zaman avrupa'yı titreten istanbul'u fetheden fâtihlere maliktin ateş saçan sahralarda harbeden cengâvere sahiptin bir zamanlar avrupa cehl içinde yüzerken yine sen ey ırkım ilm-i vakte âşina âlimlere maliktin neden bugün avrupa sana meydan okusun neden bugün o cehalet yuvası sana ilim öğretsin
Yol aydınlık. Radyo şarkı söylüyor: 'Ne gelen var, ne haber, gün uzun, yollar uzak .. . ' Neden? Halbuki ben, halbuki biz, haber herhalde ve çok yakında gelecek biliyoruz...
her ne kadar aşkına vefasız biri olsa da, ben hala aşkın elçisi olduğunu düşünüyorum. Öyle ki yazdığı şiirleri en kallavi aşık dahi kaleme alamaz. Bu şiirlerin somut kılınmasına sebep olan şey, Nazım'ın aşkı iyi kavurması diye düşünüyorum.
Memleketimi seviyorum:
Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.
Memleketim:
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendinden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.
Memleketim.
Memleketim ne kadar geniş:
dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
ve güneye
pamuk işleyenlere gitmek için
Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye
utanıyorum.
Memleketim:
develer, tren, Ford arabaları ve hasta eşekler,
kavak
söğüt
ve kırmızı toprak.
Memleketim.
Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven
alabalık
ve onun yarım kiloluğu
pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla
Bolu’nun Abant gölünde yüzer.
Memleketim:
Ankara ovasında keçiler:
kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.
Yağlı, ağır fındığı Giresun’un.
Al yanakları mis gibi kokan Amasya elması,
zeytin
incir
kavun
ve renk renk
salkım salkım üzümler
ve sonra karasaban
ve sonra kara sığır
ve sonra: ileri, güzel, iyi
her şeyi
hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır,
çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım
yarı aç, yarı tok
yarı esir…
İyi bir şair olmanın yanında iyi bir insandır da.
İyi bir insan olması şiirlerine olgunluk katmıştır, renk katmıştır, samimiyet katmıştır.
Memleketini çok sevmesine rağmen memleket Hasretiyle bu dünyadan göçmüştür.
Fakat sen bu memlekette en fazla anılan ve en fazla konuşulan şairlerden oldun nazım, belki bu senin hasretini bir parça hafifletir.
Gözler var: muhabbet. Gözler var: buğdayları güneşli bir harman manzarası gibi bakıyorlar. Ve sonra ikide bir ve sonra yine o göz: inatla ve ısrarla bakan ve yarılmış kaşı ve pınarından sızmakta kan.
komünist olmamda che guevara'yla birlikte ilk katkıyı yapmış, fidel gibi sadece ilk adıyla da hitap edilebilen büyük insanların familyasından büyük şair. biz çocukken adam yayınlarının bastığı sekiz ciltlik şiir kitapları kütüphanemizde dururdu. on dört yaşında bütün ciltleri okumuştum. klasiklerden sonra okuduğum ilk kitaplardı. en değer verdiğim eseri ise çok zekice yazılmış bir şiir-roman olan "benerci kendini niçin öldürdü?"dür. güneşi içenlerin türküsünü de çok severim. ama sağ olsun bütün cenazelerimizde ve anmalarımızda bağıra çağıra şiiri okuyan borazan sesli 68 kuşağından ağabeylerimiz bu şiire dair sevgimi bir miktar azalttı ne yalan söyleyeyim.
nâzım sadece şiiriyle değil, kendi ait olduğu sınıf olan aristokrasiye(her iki taraftan dedesi de osmanlı paşası. o zamanlar osmanlı devletinin bürokratlarının önemli bir bölümünün toprak beyi olduğunu unutmamak gerek.) ihanet edip işçi sınıfının şairi olmasıyla da çok büyük. bu günümüzde neredeyse yaşanması imkansız bir olay. tarihin çarklarının hızlı döndüğü, büyük ekim devrimi'nin etkisinin bütün dünyaya yayıldığı dönemin özelliklerini de göz önünde bulundurmak lazım tabii.
iyi bir şair olması ise tartışmaya açık değildir. isteyen şiirlerini beğenmeyebilir, kendisini ve ideolojisini sevmeyebilir. ama nâzım sadece türkiye'nin değil dünyanın en iyi şairlerinden biridir. sadece, kendisi de büyük bir şair olan, neruda'nın nazım hakkında yazdıkları bile onun ne kadar büyük bir şair olduğuna kanıt olarak sunulabilir. işin komik tarafı edebiyatın en az sevdiğim dalı şiir. bana ne zaman en çok sevdiğim/beğendiğim şairi sorsalar, attila ilhan cevabını veririm. politik yönümü bilenler ve bilmeyenler ilhan'ı nâzım'dan da mı üstün tuttuğumu sorduklarında ise nâzım'ın tasnif dışı olduğunu, zaten o'nun tartışmasız bir biçimde türkiye'nin en büyük şairi olduğunu , o'nu en sevdiğim şair olarak söylemenin gereksiz olduğunu söylerim. dolayısıyla o'nun büyüklüğünü, o kadar içselleştirmişim ki, büyük bir ukalalıkla söylemeye tenezzül bile etmiyorum.
iyi şiirleri olmakla birlikte iyi bir şair olup olmadığı tartışmaya açıktır. işbu iddia türk şiirindeki pekçok isim için geçerlidir. övüle övüle göklere çıkartılan sezai karakoç, necip fazıl kısakürek, cemal süreya, turgut uyar, iyi şiirleri olan şairlerdir ancak iyi şair ne yazık ki çölü andıran türk şiirinde pek azdır.
asaf halet çelebi iyi şairdir. ismet özel iyi şairdir. orhan veli kanık iyi şairdir, attila ilhan iyi şairdir, vesair.
iyi şair olmanın önkoşullarından biri olan özgünlüğü haizdir bu isimler çünkü.
hamiş: entry'de herhangi bir ideolojik önyargı ya da kaygı mevcut değildir. edebiyat, tüm ideolojileri ayağının altına alıp tepeleyecek kadar yüce ve ciddi bir meseledir zira.
üvey kızı anna stepanova, röportajda kendisi hakkında pek bilinmeyen anılar ve anekdotlar anlatmış. oldukça detaylı bir röportaj. link: www.turkrus.com/...
ölümsüz gençliğin şövalyesi, ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına bir yaz sabahı fethine çıktı güzelin, doğrunun ve haklının: önünde mağrur, aptal devleriyle dünya, altında mahzun ve kahraman rosinant'ı.
bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine, hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek, yolu yok, don kişot'um benim, yolu yok,
yel değirmenleriyle dövüşülecek.
haklısın, elbette senin dulsinya'ndır dünyanın en güzel kadını, elbette sen haykıracaksın bunu bezirganların suratına, ve alaşağı edecekler seni bir temiz pataklayacaklar seni. fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun, sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin ağır, demir kabuğunun içinde ve dulsinya bir kat daha güzelleşecek.
ben senden önce ölmek isterim. gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? ben zannetmiyorum bunu. iyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin fedakarlığımı anlıyorsun: vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. sonra, sende ölünce kavanozuma gelirsin. ve orada beraber yaşarız külümün içinde külün ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi oradan atana kadar. ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. toprağa beraber dalacağız. ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak: biri sen biri de ben.
Lakaplari; guzel yuzlu sair ve mavi gozlu dev'dir. Ayrica yasakli oldugu yillarda gecimini saglayabilmek icin Orhan Selim mahlasini kullanmistir. Aksam ve Tan gazetelerinde bu isim ile fikra yazarligi ve basyazarlik yapmistir. O donemde Kendisi Orhan Selim'i ayni adli siirinde soyle tanimlar:
Benim siska Benim ciliz Benim zavalli cocugum orhan selim! Sen Benim, Ne gozum Ne kolum Ne kafamsin Sen Benim, Bir kursun balyasi gibi agir, siska sirtina bindigim Ve alninin teriyle gecindigim Ilk ve son adamsin!
kısaca bende bıraktığı etkiyi özetlemem gerekirse, daha 16 yaşındayken yaşadığı coğrafyanın arabesk kültürünü çözümleyip şu sonuca varmış olması tokat gibidir...
"kalbimde yok bile sana kinim bence şimdi sen de herkes gibisin"
serbest şiirleri kadar çok güzel rubaileri de olan şairimizdir.
sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle. halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var ve âsi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...
"— şarapla doldur tasını, tasın toprakla dolmadan," — dedi hayyam. baktı ona gül bahçesinin yanından geçen uzun burunlu, yırtık pabuçlu adam : "— ben, bu nimetleri yıldızlarından çok olan dünyada açım," — dedi, "şaraba değil, ekmek almaya bile yetmiyor param..."
ölümü, ömrün kısalığını tatlı bir kederle düşünerek şarap içmek lâle bahçesinde, ayın altında... bu tatlı keder doğduk doğalı nasibolmadı bize : bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katında...
ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan : yâkut şarabı billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan... perdesiz, buz gibi odasında uyandı delikanlı, gecikmeyi affetmeyen fabrikanın canavar düdüğüydü uğuldayan...
ben, bir insan, ben, türk şairi komünist nâzım hikmet ben, tepeden tırnağa iman, tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben...
insan ya hayrandır sana, ya düşman. ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun ya bir dakka bile çıkmazsın akıldan...
çürüksüz ve cam gibi berrak bir kış günü sımsıkı etini dişlemek sıhhatli, beyaz bir elmanın. ey benim sevgilim, karlı bir çam ormanında nefes almanın bahtiyarlığına benzer seni sevmek...