-
2019 yılında gösterime girecek olan bir martin scorsese filmi. başrollerinde ise robert de niro, al pacino ve joe pesci gibi isimler oynayacak. -
içerisinde üç adet film barındıran martin scorsese filmi. iki tane mafya filmi ve bir tane de jimmy hoffa filmi barındırıyor.
dönemin çok güzel yanısıtılmış olması hoşuma gitti açıkçası. daha ikinci vatikan konsili kararları da alınmadığı için kilisede latince ayin duymak da hoşuma gitti. keşke o zamanlar doğsaymışım.
aslında filmde anlatılan çoğu şey bildiğim şeylerdi. kennedy'nin küba çıkartmasını mafya zoruyla yapması, yine aynı şekilde mafya tarafından öldürülmesi vs azıcık dönemin ileri gelenlerinin ropörtajları ve yazdıkları okunduğunda bilinen şeyler. quincy jones bile dile getirdi bunları, adamın sektörü müzik olmasına rağmen.
-- spoiler --
elbette hoffa'nın öldürülme şekli tamamen kurgusal. adamın akıbeti hala meçhul, orası ayrı
-- spoiler --
güzel bir dönem filmi olmuş. bir daha böyle bir film izleyemeyecek olmak üzücü. baba oyuncular için de güzel bir final filmi olmuştur herhalde. bundan daha iyi bir filmde oynayacaklarını zannetmiyorum bu yaştan sonra.
-
ı heard you paint houses kitabından uyarlanan, 80 ve 90 kuşağının en iyileri olarak görülen usta oyuncuların oynadığı ve aynı olağanüstülükte bir yönetmen olan martin scorsese'in çektiği filmdir.
80 ve 90 kuşağı'nın bu filme bayılması -ki içinde olmak gurur verici- çok hoşuma gidiyor. Hüzünlü baktığımız eski "güzel" günlerin, sonbahar yaprakları gibi savrularak önümüzden geçip, ıssız, huzurlu, sessiz ve gökyüzünü ortadan ikiye bölen ağaçlı bir yola düşüp, diğer güzel yapraklara karışması tadını veriyor.
Yani filmin konusundan ziyade aslında güzel olan, onlarla büyüdüğümüz insanları tekrar izleyip bir nevi geçit töreninde saygı duruşu yapmak...
Bu sebeple filmin uzunluğu konusunda gayet olumlu düşünüyorum.
Çünkü; filmin uzun ve yavaş olması, oynayan insanların yaşlı halleri, yaşlı insanların yavaş, sabırlı, sakin tavırlarını izleyiciye yansıtıyor.
Tam olarak o yaşı hissediyorsunuz. Hatta uzun yolda araba sürerken De Niro'ya yahu bu kadar yaşlı adamı ne yoruyorsunuz diye kızasınız geliyor ehheh.
Konuyla ilgili olarak, film charles brandt isimli araştırmacı gazeteci yazar bir adamın, frank sheeran'ın itiraflarını kitap haline getirmesiyle başlayan bir yolculuk.
frank sheeran'in, bilen ve susan adam olması çok güzel. Ki Brandt'e anlatırken bile üstü kapalı anlatıyor olması zevkten dört köşe ediyor... "Duydum ki ev boyuyormuşsunuz?", "Evet, aynı zamanda marangozluk da yapıyorum." cümleleri gerçekten keyif verici.
Bir de nihayetinde gerçek olan bir katillik durumu var. Fakat, nedense, mafya, siyasi ve sendika, hukuk arasında, birbirlerini yiyen suçlular için hiç üzüntü duymuyorum, normal bir vatandaş olarak. Aksine, belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan topluluğun, birarada huzur ve güvenle yaşaması, yaşatması için kurduğu devletin, kuralların, kanunların, kurumların yozlaşması, bağzı insanların çıkıp suç işleyerek lüks içinde yaşaması, üretmemesi, sömürmesi, vatandaşa her zaman zarar veriyor ve onu sömürüyor oluşu aklıma geliyor, yiyin birbirinizi ete para vermeyin diyorum.
Evet evet, duygum tam olarak frank sheeran'ın kızının tepkisi gibi...
Lan konuyu çok dağıttık ehheh. Sora da vay efenim yazmıyosun da etmiyosun da bilmem ney.
Filmin ya da kitabın içinde verilen küçük hikaye ve nüanslar beni daha çok etkiledi. Mesela Küba olayı. Neden Kübaya karşı savaşıldığı... İnsanların ne uğruna kimler daha çok kazansın diye öldüğü...
Düşünsenize, x yerde yaşayan normal bir insansınız. Ve bir gün z kişisi sizin yaşadığınız yerden daha çok para kazanmak uğruna, ölmenize sebep oluyor.
Ölmezseniz de ekonomik olarak sürünüyorsunuz...
Yani konu aslında filmin içeriği değil, kimin oynadığı, kimin çektiği...
Neyse efenim, umarım frank sheeran ve diğerleri ettiklerini tam olarak buluyordur öte tarafta.
Bir de şey diycem ehheh, joe pesci'nin "kiliseye gidiyorum" dediği zaman ve hali tam olarak bilbo baggins'in ayrık vadi'den ölümsüz topraklara götürülecekken "ooov yeni bir maceraya hazırım" dediği zaman ve hal gibi değil mi? ehheh benziyorlar da ehheheheh
Uzattım ama ha. Öperim. -
dev kadro, dev yönetmen, haliyle dev film.
al pacino ve robert de niro'yu bir araya getiren film çok yok piyasada. olanlarda da 2 usta oyuncunun birlikte pek sahnesi yok. misal the godfather: part ii'de robert de niro, al pacino'nun babası rolünde ama al pacino henüz olmamışken geçiyor robert de niro'nun hikayesi, o yüzden birlikte sahneleri yok. (yeri gelmişken: o kadar tıfıl robert de niro mu olurmuş yaa.)
yamulmuyorsam ikiliyi tek kare içinde gösteren ilk yapım heat olarak çıkıyor karşımıza. orada da unutulmazlar arasına giren kahve içme sahnesi var sadece. 3 saatlik filmde epi topu 3 dakika, 3 dakika bile değildir.
heat'ten yıllar sonra da righteous kill çekilmiş. bu film sırf ikiliyi birlikte oynattık diyebilmek için çekilmiş sanki. efsane ikili bu filmde her sahnede el ele diz dizeler ama işte film olmamış... bi koşturmaca, bi aksiyon... durun 2 dakika soluklanın da 2 çift laf edin, bi kahve için; yok ı ıh, biz çatışmaya gircez. yafu bu dev adamlar artık yaşlandı zaten, o kadar koşturulur mu?
demek ki neymiş, bu ikiliyi oynattığın filmler uzun olacakmış! Righteous Kill burdan kaybetti. 1 buçuk saat harala gürele geçti gitti, sinemanın 2 efsanesini bir arada izlemenin keyfine varamadık.
bu kadar satır yazdım, daha henüz başlıktaki filmden bahsetmedim iyi mi? tanım yok deyü silinmesin diye ilk cümlemde kondurdum ama tanımı, ehehee.
bu kadar satırı neden yazdım; the irishman filminin önemini daha iyi vurgulayabilmek için.
sinema tarihinin gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından ikisini ve sinema tarihinin gelmiş geçmiş en iyi yönetmenlerinden birini bir araya getirmiş. bu 3 isim dışında da kadroda çok sağlam isimler görüyoruz, hepsini tek tek saymaya gerek yok. (tek hayal kırıklığım harvey keitel oldu. ulen, adamı bi gözümüz gördü bi gözümüz görmedi! madem oynattınız, sadece ce eee dedirtmeseydiniz, biraz daha arz-ı endam edeydi ortalarda. utanmadan cast'te adı geçiyo bi de) neyse işte kadro şahane.
senaryo zaten şahane. kitabı okumadım, kıyas yapamıycam. konu gerçek hayatlara dayandığı için de ilgi çekici. tabi gerçek isimler içermesi hikayenin tamamen gerçek olduğu anlamına gelmiyor. kişiler arasındaki ilişkiler, ayrıntılar falan hepsi kurgu ama sonuçta yaşananlar gerçek hayatta yaşanmış olaylar ve isimler bir dönem amerika'sına damga vurmuş ünlü isimler. kennedy suikasti, bu suikastin altında yatan isimler gerçeği, jimmy hoffa'nın yaşadıkları... vs
bu filmi gözümde önemli kılan bir diğer husus da (aslında yine aynı husustan bahsedicem, biraz daha allayıp pullayayım dedim sadece) al pacino ve robert de niro'yu bir araya getirmiş olan son film olacak kuvvetle muhtemel. malumunuz, ustalar baya yaşlandı. hele al pacino çok çökmüş, üzülüyor insan. başka filmlerde oynarlar illaki ama bir arada zor. martin scorsese'in de son başyapıtı olabilir. son başyapıt nasıl oluyor demeyin, adamın birden fazla başyapıtı var gözümde, napayım. bundan sonra çekeceği bir film bunun üstüne çıkamaz diye düşünüyorum.. (eyyorluyoz işte kendimizce) hepsi 80 üstü adamlar.. joe pesci ve harvey keitel da dahil bu listeye. hatta en yaşlıları harvey. bu anlamda çok geç kalmış bir film bu! (yine konuyu dağıtıcam ama şuna da değinmek istiyorum yaaa: robert de niro ve joe pesci'yi bir araya getirmeden mafya filmi çekeni dövüyorlar. inanmazsanız bakın: (bkz: casino), (bkz: goodfellas), (bkz: the good shepherd), (bkz: once upon a time in america)... daha gider bu) neyse, ne diyordum; çok geç kalmış bir film bu! keşke yıllaaar önce, ustalar bu kadar yaşlanmamışken çekilseydi de makyajla gençleştirilmek yerine makyajla yaşlandırılsalardı. kitap 2004 yılında yazılmış, o yıl çekilse bile kurtarırdı.
filme dair olup da film hakkında hiç bir bilgi vermeyen girdime burada son veriyorum. -
Mafya nedir, Ne iş yapar, hiyerarşisi nasıldır, nasıl çalışır, mafya nasıl olunurun en güzel cevabını veren yapım. Kral oyuncularla birleşince harika bir iş. Hele o şaşkınlık veren final yok mu? On numara film. -
martin scorsese'nin korkunç bir hype treni yaratmasıyla gündeme oturttuğu, "goodfellas 2" benzetmeleri yapılmasını ne yazık ki hak etmeyen, 2019 yapımı, 3 buçuk saatlik suç filmi. filmi çekmek için 10 yıldır uğraşan scorsese bütçe bulamamış, netflix ceo'su ted sarandos 160 milyon dolar ateşlemese çekilmeyeceği bir filmden bahsediyoruz. al pacino, robert de niro ve joe pesci'yi görüp gaza gelenler filmi izlemeden 10'u yapıştırmış zaten. pesci 50'den fazla kere "ben emekli olucam yaae, ne filmi" diye sızlanmış scorsese'ye, güç bela ikna etmişler. bu ayrıntıların hiçbirini bilmeyenler de sosyal medyada filmi övmüş durmuş, şaka gibi. filmin frank sheeran'ın itiraflarından kaleme alınan i heard you paint houses anı kitabından uzaklaşan yerleri de çok. "de niro öne çıksın, ustalara saygı kuşağı popülizm bataklığında boğulsun" istemiş scorsese. eh, amacına da ulaşmış
bütçe olarak değil ama popülerlik olarak istediğini almış bir filmden bahsediyoruz. 92. akademi ödülleri'nde 10 dalda adaylık kazanmış, hiçbir dalda heykelciği kazanamamış. "ceketimi koysam, aday olur" mantığında bir araya getirilmiş kadro ve yönetmen+netflix desteği ile bu kadar adaylık kazanması gayet normal. ben eksilerinden bahsedeyim, filmi övmek isteyenler övsün, bana ne.
- uyarlamaya hakaret: "i heard you paint houses" anı kitabında, sheeran kendi gördüklerini anlatıyor. yani, kendisinin doğrudan görmediği ayrıntılar hakkında sık sık "bilmiyorum, ben öyle duydum" falan diyor. filmde ise, sheeran'ın içinde olmadığı olayların tamamı hakkında bilgi sahibiyiz. olay sadece jimmy hoffa ve joe gallo dürzüleri özelinde ilerlemediği için russell bufalino, angelo bruno, skinny razor ve anthony provenzano gibi kapoların hayatlarına dair de gırla ayrıntı görüyoruz. anıya bağlı değil, scorsese'nin popülizm goy goyuna bağlı olarak ilerleyen bi' kurgu var. filmi izlemeyi erteleyip öncesinde anıyı okumayı tercih etmiş benim gibi izleyiciler için dev bir hayal kırıklığı bu.
- de niro, frank sheeran olamaz: sheeran, görevi gereği ağzı sıkı olmakla beraber, aslında çok konuşan da biri. de niro ise, ağzında laf gevelemesiyle ünlü, biliyorsunuz. sheeran neredeyse 2 metre iken, de niro filmdeki destekli ayakkabılarıyla bile pacino kadar uzun olabilmiş (ki pacino de niro'dan da kısa. bu nasıl olmuş, ben de anlamadım). sheeran-hoffa ilişkisi sheeran'a göre "dostluk"tan öteye gitmemişken, filmde de niro-al pacino arasındaki müthiş uyum "bunlar kan kardeşi" diye haykırmanıza olanak sağlıyor. bu da, gerçek ayrıntılardan gene uzaklaşmayla son buluyor. de niro, filmin neredeyse tamamında cgi ile gençleştirilip yaşlandırılmış. hemen hemen hiçbir sahnede mimiklerini gerçek olarak göremiyorsunuz. sheeran ise, hemen hemen bütün fotoğraflarında gülerken bile gözlerinde bir şeyler saklayan bi' tip olduğunu mimikleriyle gösterebilen bir insan. tüm bu nedenlerle, de niro kötü bir tercih olmuş ama scorsese filmi çekmeyi kafasına koyduğu gibi de niro ve pesci'yi aramış zaten.
- pesci faktörü: joe pesci emekli olmak isterken, scorsese gırla ısrar ettiği için filmde oynamış. pesci'nin isteksizliğini de niro ile birlikte yer aldıkları araba sahnelerinde görmek mümkün. bar ve restoran sahnelerinin bazılarında da karaktere bağlı olmayan bi' isteksizlik yansıyor size. scorsese'nin ısrarlarından haberim yokken bunu ben gördüysem, daha dikkatli izleyiciler gırla küçük ayrıntıyı yakalayıp pesci'nin zorla oynatıldığını bile ileri sürebilir. dev bir eksi de buradan yazmak zorundayım.
- gerçek sheeran bu değil: frank sheeran filmde anlatıldığı gibi bir "anti-hero" değil. ikinci dünya savaşı'nda insanlık suçu işleyip gırla infaz gerçekleştirmiş ("general peyton dedi, öyle yaptım" diyor paso ama piyade onbaşısı generalden nasıl emir alıyor, onu açıklamayı unutmuş), dachau toplama kampı'nda er olarak görev yapan nazileri öldürmüş, savaş esiri olarak alınan nazi askerlerini de "üstlerine bilgi vermeden" infaz etmiş. kendisi açıklamış bunları brandt'e. askerden sonra kamyon şoförü olduğu dönemde de sabıkası hayli kabarık: trafik kazası sonrası 2 adamın çenesini kırmak, yol soran ve aksanı alman olduğunu belli eden bir adamın burnunu kırmak, kızı bir markette reyonu devirdiği için ona kızan market sahibinin 2 elini birden kırmak. bunlar mafya içinde etkin rol almadan önceki suçları. filmin bi' yerinde hoffa'nın anlattığı gibi "24 saatte 26 kere tutuklanma emri verilen bir adam bu". de niro'nun canlandırdığı sheeran, sanki her şiddet eğiliminde bir haklılık payı varmış gibi yansıtılarak seyirciye sevimli gösterilmiş. gerçek sheeran ise, çocukları ne haltlar yediğini kendisi anlatmadan bildiği için onunla iletişimi kesmiş bir zavallı. son yıllarında pişmanlık krizlerine girmesi ve anı kitabını yazdırmayı düşünmesinin nedeni de, aile bağlarını kendi elleriyle koparmış olmasından kaynaklanıyor. baya soğukkanlı bir katilden bahsetmemiz gerekirken, de niro ve son 20 yıldaki en iyi oyunculuğu sağ olsun; anti-hero haline evrilmiş, deadpoolvari bir sheeran gördük 3 buçuk saat boyunca.
ustalara saygı kuşağı olarak izleyip keyif almaya tamam, scorsese'nin 10 yıldır çekmek için deli gibi emek sarf etmesine tamam, scorsese gibi bir ustanın bile kapı kapı dolaşıp bütçe bulamadığı yerde netflix'in fon vermesine de tamam ama geri kalan bütün ayrıntıları (özellikle gerçekten uzaklaştığı uzun sekanslar) için korkunç boyutlarda eleştirilmesi gereken bir film olarak görüyorum. illa irlandalı temasına sahip bir film izlemek istiyorsanız, açın kill the irishman'i izleyin. en azından açık açık "gerçeklerden koptuk ve bu filmi çektik" diyebilen bir yönetmen (jonathan hensleigh) ve kahkaha atacağınız kadar karikatürize edilmiş bir başrol (ray stevenson) izlersiniz.
not: the irishman'ın gözden kaçmaması gereken en iyi performanslarından biri bill bufalino rolündeki ray romano'da. sürece az görünse de, her saniyesini hak etmiş sahnelerin içindeydi hep