martin scorsese'nin korkunç bir hype treni yaratmasıyla gündeme oturttuğu, "goodfellas 2" benzetmeleri yapılmasını ne yazık ki hak etmeyen, 2019 yapımı, 3 buçuk saatlik suç filmi. filmi çekmek için 10 yıldır uğraşan scorsese bütçe bulamamış, netflix ceo'su ted sarandos 160 milyon dolar ateşlemese çekilmeyeceği bir filmden bahsediyoruz. al pacino, robert de niro ve joe pesci'yi görüp gaza gelenler filmi izlemeden 10'u yapıştırmış zaten. pesci 50'den fazla kere "ben emekli olucam yaae, ne filmi" diye sızlanmış scorsese'ye, güç bela ikna etmişler. bu ayrıntıların hiçbirini bilmeyenler de sosyal medyada filmi övmüş durmuş, şaka gibi. filmin frank sheeran'ın itiraflarından kaleme alınan i heard you paint houses anı kitabından uzaklaşan yerleri de çok. "de niro öne çıksın, ustalara saygı kuşağı popülizm bataklığında boğulsun" istemiş scorsese. eh, amacına da ulaşmış
bütçe olarak değil ama popülerlik olarak istediğini almış bir filmden bahsediyoruz. 92. akademi ödülleri'nde 10 dalda adaylık kazanmış, hiçbir dalda heykelciği kazanamamış. "ceketimi koysam, aday olur" mantığında bir araya getirilmiş kadro ve yönetmen+netflix desteği ile bu kadar adaylık kazanması gayet normal. ben eksilerinden bahsedeyim, filmi övmek isteyenler övsün, bana ne.
- uyarlamaya hakaret: "i heard you paint houses" anı kitabında, sheeran kendi gördüklerini anlatıyor. yani, kendisinin doğrudan görmediği ayrıntılar hakkında sık sık "bilmiyorum, ben öyle duydum" falan diyor. filmde ise, sheeran'ın içinde olmadığı olayların tamamı hakkında bilgi sahibiyiz. olay sadece jimmy hoffa ve joe gallo dürzüleri özelinde ilerlemediği için russell bufalino, angelo bruno, skinny razor ve anthony provenzano gibi kapoların hayatlarına dair de gırla ayrıntı görüyoruz. anıya bağlı değil, scorsese'nin popülizm goy goyuna bağlı olarak ilerleyen bi' kurgu var. filmi izlemeyi erteleyip öncesinde anıyı okumayı tercih etmiş benim gibi izleyiciler için dev bir hayal kırıklığı bu.
- de niro, frank sheeran olamaz: sheeran, görevi gereği ağzı sıkı olmakla beraber, aslında çok konuşan da biri. de niro ise, ağzında laf gevelemesiyle ünlü, biliyorsunuz. sheeran neredeyse 2 metre iken, de niro filmdeki destekli ayakkabılarıyla bile pacino kadar uzun olabilmiş (ki pacino de niro'dan da kısa. bu nasıl olmuş, ben de anlamadım). sheeran-hoffa ilişkisi sheeran'a göre "dostluk"tan öteye gitmemişken, filmde de niro-al pacino arasındaki müthiş uyum "bunlar kan kardeşi" diye haykırmanıza olanak sağlıyor. bu da, gerçek ayrıntılardan gene uzaklaşmayla son buluyor. de niro, filmin neredeyse tamamında cgi ile gençleştirilip yaşlandırılmış. hemen hemen hiçbir sahnede mimiklerini gerçek olarak göremiyorsunuz. sheeran ise, hemen hemen bütün fotoğraflarında gülerken bile gözlerinde bir şeyler saklayan bi' tip olduğunu mimikleriyle gösterebilen bir insan. tüm bu nedenlerle, de niro kötü bir tercih olmuş ama scorsese filmi çekmeyi kafasına koyduğu gibi de niro ve pesci'yi aramış zaten.
- pesci faktörü: joe pesci emekli olmak isterken, scorsese gırla ısrar ettiği için filmde oynamış. pesci'nin isteksizliğini de niro ile birlikte yer aldıkları araba sahnelerinde görmek mümkün. bar ve restoran sahnelerinin bazılarında da karaktere bağlı olmayan bi' isteksizlik yansıyor size. scorsese'nin ısrarlarından haberim yokken bunu ben gördüysem, daha dikkatli izleyiciler gırla küçük ayrıntıyı yakalayıp pesci'nin zorla oynatıldığını bile ileri sürebilir. dev bir eksi de buradan yazmak zorundayım.
- gerçek sheeran bu değil: frank sheeran filmde anlatıldığı gibi bir "anti-hero" değil. ikinci dünya savaşı'nda insanlık suçu işleyip gırla infaz gerçekleştirmiş ("general peyton dedi, öyle yaptım" diyor paso ama piyade onbaşısı generalden nasıl emir alıyor, onu açıklamayı unutmuş), dachau toplama kampı'nda er olarak görev yapan nazileri öldürmüş, savaş esiri olarak alınan nazi askerlerini de "üstlerine bilgi vermeden" infaz etmiş. kendisi açıklamış bunları brandt'e. askerden sonra kamyon şoförü olduğu dönemde de sabıkası hayli kabarık: trafik kazası sonrası 2 adamın çenesini kırmak, yol soran ve aksanı alman olduğunu belli eden bir adamın burnunu kırmak, kızı bir markette reyonu devirdiği için ona kızan market sahibinin 2 elini birden kırmak. bunlar mafya içinde etkin rol almadan önceki suçları. filmin bi' yerinde hoffa'nın anlattığı gibi "24 saatte 26 kere tutuklanma emri verilen bir adam bu". de niro'nun canlandırdığı sheeran, sanki her şiddet eğiliminde bir haklılık payı varmış gibi yansıtılarak seyirciye sevimli gösterilmiş. gerçek sheeran ise, çocukları ne haltlar yediğini kendisi anlatmadan bildiği için onunla iletişimi kesmiş bir zavallı. son yıllarında pişmanlık krizlerine girmesi ve anı kitabını yazdırmayı düşünmesinin nedeni de, aile bağlarını kendi elleriyle koparmış olmasından kaynaklanıyor. baya soğukkanlı bir katilden bahsetmemiz gerekirken, de niro ve son 20 yıldaki en iyi oyunculuğu sağ olsun; anti-hero haline evrilmiş, deadpoolvari bir sheeran gördük 3 buçuk saat boyunca.
ustalara saygı kuşağı olarak izleyip keyif almaya tamam, scorsese'nin 10 yıldır çekmek için deli gibi emek sarf etmesine tamam, scorsese gibi bir ustanın bile kapı kapı dolaşıp bütçe bulamadığı yerde netflix'in fon vermesine de tamam ama geri kalan bütün ayrıntıları (özellikle gerçekten uzaklaştığı uzun sekanslar) için korkunç boyutlarda eleştirilmesi gereken bir film olarak görüyorum. illa irlandalı temasına sahip bir film izlemek istiyorsanız, açın kill the irishman'i izleyin. en azından açık açık "gerçeklerden koptuk ve bu filmi çektik" diyebilen bir yönetmen (jonathan hensleigh) ve kahkaha atacağınız kadar karikatürize edilmiş bir başrol (ray stevenson) izlersiniz.
not: the irishman'ın gözden kaçmaması gereken en iyi performanslarından biri bill bufalino rolündeki ray romano'da. sürece az görünse de, her saniyesini hak etmiş sahnelerin içindeydi hep