bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
yaran yanlış anlamalar/#274721 -
bu bir kar hikayesidir.
sabah uyandık, perdeyi açıp bir de baktık ki kar kaplamış her yeri. öyle dizine kadar kara gömülmüyorsun da, arabaların üstündeki karlarla sağlam kar topları yapabiliyorsun; o kıvam.
hazırlandık çıktık yola. bizim ev biraz yukarıda. yokuşu inerken birden yavaşlamak zorunda kaldım çünküm önümde birkaç araba tin tin gidiyor. çocuklar da sordu anne niye bu kadar yavaş gidiyoruz diye. dedim böyleyken böyle. (uzatmıyım işte, yollar kayıyor falan anlattık bişiler) derken önümdeki arabanın önündeki 2 araba kaya kaya gitmekten yoruldu, soldaki sokağa saptılar. vaz geçtiler yani gitmekten. önümdekiyle ben fiti fiti devam ediyoz inmeye, aynadan baktım; bu sefer de arkamdaki arabanın arkasındaki araba kendi etrafında bi 270 derece civarı döndü. sonra nooldu bilmem.. neyse biz sonunda ulaştık ana yola. ana yolda sıkıntı yok tabi, basıyoz gidiyoz.
çocukların okulu da yukarda. bu sefer de ana yoldan çıkıp çocukların okul yolunda gitmeye başlayınca maceralar maceralar. son düzlükte çektim arabayı kenara, inin dedim yürüyoz. botlarımız da kaymayan bot ha! ama yürürken de kayıyor iyi mi.. çocuklar bi panikler gibi oldu. ben güldüm müldüm, idare ettik, eğlenceye çevirdik korkunçlu anları, eheheee. neyse arka kapıdan girdik okula. haydin iyi dersler...
dönüp arabaya varınca kara kara düşünüyorum, ben bu arabayı buradan çıkarabilir miyiiiim, çıkaramaz mıyııııım... az beklesem hava sıcaklığı 4 derecenin üstüne çıkınca yola çıksam, o vakit buzlar erimeye başlar falan... saçma sapan hesaplar. resmen bunu düşündüm yaaa. çok sürmedi beni bu anlamsız rüyadan uyandırdı başka bir araba. o benim çıkmayı gözümün yemediği son yokuştan çıkmaya çalışırken kaldı mı yarı yolda. sonra başladı mı kaymaya. aha dedim bu adamın yolu yol deil, kaç. o korkuyla çalıştırdım arabayı çıktım ben de.
morgase ofisten bildirdi.
kıssadan hisse: kış lastiği iyidir, kullanınız. -
Pazar ve Pazartesi geceleri evin içi korku filmi seti gibiydi. Neden derseniz dışarıdan gelen sesler değme korku filmlerinin efektlerine taş çıkarır cinstendi. Evet, şiddetli lodos fırtınasından bahsediyorum. Camdan dışarı bakıp da görülen şimşekler de bu seslere eşlik edince tam oluyordu. Çocukar bakmadı neyseki camdan.
Pazar gecesi uyku vakti gelince yattık uyuduk, her şey yolundaydı. Amma velakin sabaha karşı fıtı fıtı geldiler yanımıza “anne, baba odamızdan sesler geliyor”. Dedim “rüzgar yüzünden yavrum, gelin.” Yatırdık yanımıza. Yattık ama uyumak ne mümkün. O seslere odaklanınca uyku kaçtı bedenden. Uğultular, ıslık sesleri, takırtılar, tıkırtılar, hışırtılar... Oğlanın konu hakkındaki yorumu: “bu hava durumu neden böyle oluyor ki, insanı uykusundan uyandırıyor.” Hava aydınlandı etti, bi yarım saat falan daldık ama tabi yetmedi. Bütün gün leyla gibi dolanmışlardır okulda gariplerim.
Ertesi gece daha fena oldu. Erkenden de başladı. Daha yatmadan korku saldı bedenlere. Bu sefer çocukları odalarında yatırmaya teşebbüs dahi etmedim. Gerek yok çünkü, çocuklara eziyet etmeye de kendimize eziyet etmeye de… dışarda rüzgar kıyamet, mümkün değil odalarında o sesler içinde uyumaları.
Neyse bitti artık. Dün gece bi Rahat ettik. Umarım tekrarlamaz. -
ekmek arası/#40319
geçenlerde ilk defa yapıp verdim, bayıldılar. o gün bugündür oğlana patlıcan dedin mi "anne ekmeğin içine koyup versene, biz öyle yiyelim" diyo. oğlum patlıcan dedim sadece, karnıyarık yaptım demedim. bamya yemeği var akşama. -
Geçen akşam yemeği salonda yiyelim dedi çocuklar. E hadi yiyelim. Bazen öyle hafta sonu kaçamakları yapıyoruz. Pandemi sayesinde ev içi “değişiklik” arayışlarının sonuçlarından biri de bu. Salonda yerken de film açıyoruz bi tane. Bu sefer eşim the matrix açtı nerden aklına geldiyse… denk geldi muhtemelen. Genelde çocuk filmi açarız.. matrix’i Biz bilmem kaçıncı kere izliyoruz ama çocuklar için bir ilk. sonuna kadar izlemiycez, yemek bitene kadar ve tabi bazı sahneleri atlıyoruz…
izlerken geldik meşhur nokia 8110 sahnesine. Film hakkında hiç bir tüyo veya can alıcı bir ip ucu vermediği için bu kısımları spoiler içinde yazmayacağım. Alt tarafı telefon işte, sonra yere düşüyor falan. O kadar. E bi de artık izlemeyen kalmamıştır herhalde canım filmi.
Neyse işte, neo paketi açtı içinden nokia 8110 çıktı. Telefonla konuştu etti. Eşim tabi bu sırada telefonu tanıtıyor çocuklara, bakın eskiden böyleydi telefonlar, zamanının en sükseli telefonu falan diye. Derken neo elinde telefon çıktı camdan dışarı. Emir o esnada “telefonu cebine koysa ya” dedi. Hah dedik oğlum ne kadar haklı olduğunu az sonra göreceksin. Al düştü işte aşşaa. Koskoca senaristlerin düşünemediğini 5.5 yaşında oğlan görür görmez çözdü, düşecek o telefon, net. Koy cebine! -
çocukların okulunun yanında "orman" dedikleri ağaçlık bir alan var. okul öncesi sınıfları arada oraya götürüyor öğretmenleri. geçen gün yine gitmişler anlaşılan, okul çıkışı oğlum heyecanlı heyecanlı "anne şu ağaçtan neşe palamudu toplayalım hadi" dedi.
toplayalım oğlum, toplayalım da neşemizi bulalım. -
çocuk değil hayata dair bu sefer. (ben kendime bi başlık daha mı alsam)
Geçenlerde ekibimdeki mühendislerden birinin söyledikleri etkileyiciydi. Dedi ki “bazı insanların hayatınıza yaptığı ufak bir dokunuş sizin hayatınızı kökten etkileyebiliyor, hayatınızı tamamen farklı bir yöne sokabiliyor. Ben bunu fark ettim, çok enteresan değil mi” dedi. Dedim evet var öyle insanlar. Saniyelik ufacık bir karar seni ömür boyu etkileyecek bir kelebek etkisi yaratabilir.
Sonra dedi ki “Siz benim için öyle oldunuz.” Hööö? Anlattı
- Biliyorsunuz ben sizin ekibinize geçtiğimde şirkete küsmüştüm. Burada mutlu olmasaydım şirketten ayrılmayı düşünmeye devam ederdim. Belki şimdi başka bir firmada, belki başka bir şehirde olurdum. Eğer öyle olsaydı ve bu şehirden gitseydim şu an eşim olan kişiyle belki de hiç tanışmamış olacaktım, evlenmeyecektim vs… ama öyle değil mi? burada yaşamaya devam etmesem nerden görüp tanışacaktım.
Çöp çatanlığa farklı bir boyut getirmişim meğer ? -
"pandemide ebeveynlik" konusuna çalışmamıştık. çalışmadığımız yerden çıktı. kimse bize pandemide nasıl iyi ebeveyn olunuru öğretmedi. çocuk gelişimi, eğitimi ve psikolojisine dair yazılmış kitapları yere koyup dizsek, burdan aya yol olur ellaam. ama bi tanesi de dememiş ki "karantina günlerinde ebeveynlik şöyle olmalı". eh artık olduğu kadar, olmadığı kader...
ha unutmadan; ironiden anlamayan nesle aşina değiliz. -
motto dediğin bir tane mi olur? bir insanın mottosu tek midir? valla benim birkaç tane var... şiar diyeyim ben bunlara. tamam, şiar.
uzun yıllar önce şiar edindiğim "soğuk hava yoktur, uygunsuz kıyafet vardır." sözü artık görüyorum ki pek çok kişi tarafından kabul görüyor. bu da beni mutlu ediyor. ne yalan söyleyeyim, bunda pandeminin payı büyük.
insanlar artık o kadar bunaldı ki evde oturmaktan... daha doğrusu çocuklar artık öyle bunaldı ki evde kapalı kalmaktan, aileler de artık "ay bugün hava rüzgarlı üşür çocuk, çıkılmaz dışarı" demiyor. "artık havalar soğudu, dışarda oynama devri bitti, bahar gelince çıkarsınız" da demiyor. "aaa bu havada dışarı mı çıkılır, otur oyuncaklarınla oyna" da demiyor. hatta "yağmur yağıyor ayol, ne parkı?" bile demiyor.
şu an her yer kar, bembeyaz oldu sokaklar. karda zaten herkes çocuklarını çıkarırdı, ona bişey demiyorum. ezelden beri kar yağdı mı çocuklar soluğu dışarda alır. o yüzden bu günler istisna ve bu girdinin konusu değil. ben kar yağmayan ama soğuk olan zamanlardan bahsetmek istiyorum.
çocuklar doğduğundan beri "ay üşüyecek çocuk." veya "aayy elleri buz gibi olmuuuş." veya "bu soğukta çıkarmasaydın." lafını çok duydum. her duyduğumda da çocuğun ensesini bi kontrol edip; yani ensesine elimi koyup acaba soğuk mu diye bakıp, sıcak olduğunu anladıktan sonra "yav he he!" diyip geçtim. niye çünkü çocuğun elinin, kolunun soğukluğu bişi ifade etmiyor. soğuktan etkilenip etkilenmediği boynundan, ensesinden anlaşılıyor. sıcaksa, iyi giydirmişim demek ki, üşümüyor diye düşünebiliriz.
şubat ayının sonuna yaklaştığımız şu günlerde çocuklar hala sokakta oynuyorlar. negzel. bütün kış da oynadılar. ne demiştik "soğuk hava yoktur, uygunsuz kıyafet vardır." havaya uygun olarak giydirin çocuklarınızı, salın dışarı. -
her zaman doğal olandan yana oldum. doğal beslenme, hastalanınca gerekmedikçe ilaç kullanmadan doğal yollardan iyileşmeye çalışma, falan filan... çocuklara bebekken verdiğim d vitamini harici hiçbir takviye kullanmadım. multi vitaminmiş, gıda takviyesiymiş, prebiyotikmiş hiç vermedim.
şimdi bu covid bizi de bozdu arkadaş. mart ayında eve kapandık, çocuklara balık yağı ve multi vitamin başladım. içinde beta glukan, çinko, kara mürver ekstresi ve c vitamini olan (ve daha büssürü şey) bir multi vitamin. 2 ay falan kullandıktan sonra yazın vermedim. hem yaz geldi, hemi de evdeyiz zaten, mikroba mı maruz kalıyor sanki çocuklar diye. hem de ara vermek gerekiyormuş bi süre, öyle okumuştum.
eylül gibi yeniden başladım. malum, grip mevsimi geliyor bi de o devirmesin bizi diye. e bi de işe, okula gidiyoz artık, covid devirmesin bizi diye.. e bi de hijyen hijyen diye diye bağışıklığı düşürdük iyice, en ufak mikrop devirmesin bizi diye... riske girmeyem dedik, dayıyoz vitamini, balık yağını.
başta şurup verdim. içeriği daha zengin şurupların ama her gün 5ml ölç de içir zor geldi. bi de ölçü kaşıklarını yıka her seferinde.. hayır yıkamak bişi deil, o balık kokusu çıkmıyor bi türlü. sonra tadını beğendiremiyoz bi türlü.. ben de en sonunda pes ettim, jelibon şeklinde olanlardan aldım. multi vitamin de bonibon şeklinde. şimdi her gün "anne ilacımızı içmedik" diye alıp kendileri içiyolar yemekten sonra.
çocukları geç, kendimize de başladık multi vitamin. -
çoktandır uğramamışız buralara.. çok şey var yazacak da, çok olduğu için başlamak gözümü korkutuyor. bitirecek vakit yok, şimdi yazamam diye.. böyle diye diye aylar geçti. pandemi nedeniyle evdeydin vaktin boldu diyeni döverim! zaman kıtlığının alasını yaşadım şu evde kaldığım dönemde.. neyse ben bi başlıyım da, kenara koyar koyar bi gün bitiririm elbet. (gerçi şu aralar müdürümün dayattığı mottoya ters düşüyor bu ama: "stop starting, start finishing!". biter biter, bu girdiyi de bitiririz evelallah. biz "başlamak bitirmenin yarısıdır" motto'suyla yetiştik.)
mart'ın 2. haftası okulların tatil edilmesiyle birlikte çocuklarla beraber girdik eve. bize de evden çalışın dediler. bu durum benim için 8 haziran'a kadar devam etti. 8 haziran'dan beri de 1 hafta evden, 1 hafta ofisten çalışmaya devam ediyorum.
karantina döneminde evden dışarı burnumuzu bile çıkartmadık neredeyse. market alış verişini bile internetten yaptık çoğu insan gibi. evde 2 tane küçük çocukla bunu sürdürmek çok zormuş onu anladım.
evde kaldığım günlerde hep şanslı olduğumu düşündüm ve çok da "ay bi hava almaya bile çıkamıyorum" buhranlarına hiç girmedim. sonuçta her şeyden önemlisi sağlıklıydım, ailem yanımdaydı, çocuklarımla birlikteydim.. evimde, aç değil açıkta değildim. evden çalışabilme lüksüne sahiptim. daha ne olsun. bunları unutup da "ay bi kahve içmeye çıkamıyorum" veya "sinemaya gitmeyi özledim" diye ağlamak şımarıklık bence, kimse kusura bakmasın.
evet, böyle düşününce her şey çok güzeldi. hayat eve sığdı, depresyona falan girmedik çok şükür. bu kısmı böyle de, bi de madalyonun öbür yüzünü çevirip bakınca diyorum ki: "tamam, rahatımız yerinde, sağlıklıyız ve hiçbir sıkıntımız yok ama bu böyle gitmez arkadaş. daha uzun aylar bu eve kapanma olayı sürdürülebilir bişi değil." kısa vadeli ve geçici bir çözüm sadece. daha da uzasaydı anksiyeteden tut majör depresyona kadar giderdi alimallah.
çünkü niye mi; bi yandan evden çalışmam gerekiyor. bi yandan çocukların her gün sınıf öğretmenleriyle online dersleri var, etkinlikleri var... ikisinin ayrı ayrı her gün okunması gereken kitapları var. ingilizce kitapları ve alıştırmaları var. online ders öncesi hazırlanması gereken malzemeleri var. bazı günler emel'in, bazı günler emir'in ingilizce, beden eğitimi, görsel sanatlar, müzik gibi online dersleri var. alıştırma kitaplarından yapılması gerekenler var. var oğlu var... hepsini yaptırmadım tabi, gönderilen haftalık programların hepsini uygulamaya kalksam sabah 9 akşam 5 onlarla ilgilenmem lazım. (ikisinin okulundan da her hafta program geliyordu) mümkün değil tamamlamam. sonuçta benim de çalışmam gerekiyor. ayrıca ben öğretmen değilim ki arkadaş, ne zoruma hepsini yaptırmak.
tabi bi de bunun sadece iş ve okul kısmı yok. hayatını idame ettirmek için yapman gereken "ev işleri" de var. haftada 1 gün eve temizlik için yardımcı almak ne büyük bi lüksmüş meğer. ondan da kaldık mı mahrum. normalde evde durulmadığı için haftada 1 temizlik de yetiyodu valla, o kadar titizlenecek vaktim yok maalesef. ama bütün gün evde olunca ev de çabuk kirleniyor. sürekli evin içinde geziliyor, çocuklar atlayıp zıplıyor... hiç yapmadıysam 2 günde 1 mutlaka elektrikli süpürge çalıştırdım. hayır bi de evde olunca insanın gözüne batıyor, işe giderken "amaaaan" diyip bırakıp çıkıyordum, evdeyken sıkıysa yapma, gözüme gözüme batıyor. tozu pisliği geç dağınıklık da cabası. mutfak topla, oda topla, banyo topla...
mutfak demişken, o kısım daha da vahim. çocuklar kahvaltılarını okulda yapardı, ben sabah ağızlarına 2 lokma sağlıklı atıştırmalık koyar alır götürürdüm okula. öğle yemeği de okulda, ikindi kahvaltısı da okulda... evde sadece akşam yemeği yerlerdi hafta içi. onda da nadir de olsa "hadi bugün dışardan söyleyelim." veya "hadi bugün dışarda yiyelim" deme lüksümüz vardı. ondan da mahrum kaldık mı. mutfaktan çıkabilene aşk olsun. yemeği geçtim, ekmeği bile evde yaptık. evet, biz de onlardanız. evde ekmek yaptık. sürekli bi yemek hazırla, ye, topla halleri
evdeyken akşamın nasıl olduğunu anlayamıyordum valla. günler çok hızlı geçti. yine de her şeye yetişemedim. evde çocukları eğlemeye çalışma kısmına hiç girmiycem, o başlı başına bi girdi konusu, yazmak için bile enerji toplamam gerek. burada 2 cümle ayırayım sadece: onlar da geç yatmaya başladı bu süreçte. her ne kadar yine uyku rutinimizi yerine getirip yataklarına yatırsam da yatma saati biraz kaydı. sonrasında online derslerin de bitmesiyle ben de tamamen saldım.. e onlar geç yatınca benim kendime ayıracak vaktim de azalıyor tabi.. girdik mi kısır döngüye..
hafta sonlarını evde olduğum günlerden daha çok iple çektiğimi hatırlamıyorum inanın. hafta sonu gelse de dinlensem diyordum.
bazı arkadaşlarım madem karantinadayız diyip evde tadilat olaylarına girdiler, badana boya yaptılar, evin dokunulmadık yerleriyle ilgilendiler, yenilendiler falan. ben anca günü kurtardım. evdeyken şu dolapları bi boşaltıp temizleyeyim olaylarına hiç ama hiç giremedim. günlük işlerimi yetiştirince kendimi tebrik ediyordum.
bi de bu dönemde sürekli bi "evde canınız sıkılmasın" diye yapılan paylaşımlar vardı ya. hani falanca ekitap sitesi 1 ay boyunca ücretsiz, alın okuyun; filanca sitede tüm filmler ücretsiz izleyin, falanca belgeselleri ücretsiz kullanıma açmış izleyin paylaşımları... bi tanesine bile bakmadım, bakamadım. evet çok beceriksizim ve tembelim. günlük hayatı anca sığdırdım eve. ekstra işlere veya ekstra aktivitelere ayıracak vaktim hiç olamadı.
şimdi normalleşiyoruz. maskeyle, mesafeyi koruyarak, ellerimizi sık sık yıkayarak. -
bu akşam kızıma headbang yapmayı gösterdim. sanırım yarın sabah tutuk bir boyunla uyanacağım ve önümüzdeki 5 günü böyle geçireceğim. -
tutunamayanlar’ın 6. bölümünü izlediğimden beri kızımı şöyle uyandırıyorum sabahları:
uyan uyaaaan uyaaaan uyaaaaaaaaan, uyan uyaaaan uyaaan aykız! (ezgisiyle söyleyin)
(bkz: keloğlan) -
bu nedir yahu! kaç gündür hastalık konuşuyoruz...
çarşamba akşamı çocukları aldım okuldan, eve geldik, banyo yaptırdım. oğlan karnım ağrıyo diye ağlamaya başladı. ara ara devam etti bu karın ağrısı. bi buruntu geliyor, ağlıyor, birkaç saniye sonra geçiyor anladığım kadarıyla... akşam yemekte pek birşey yemek istemedi, ben de zorlamadım. çorba içti sadece içine doğranmış ekmekle. midesini üşüttük herhalde diye düşündüm. sıcak su torbası koydum oturduğu yerde beline, battaniyeye de sardım. yemekten kısa bir süre sonra kustu. 1 saat sonra falan kalan çorbayı da kustu ve halsiz düşüp uyuyakaldı. gece bizim yatma vaktimize yakın yine rahatsız olarak uyandı, anne çok susadım dedi.. içti ve suyu da kustu, sonra yine baygın vaziyette uyudu.
o sırada telefonuma bi göz attım, whatsapp'ta sınıf arkadaşlarının annelerinden oluşan bir grubumuz var, ben kurmuştum. oraya bi anne yazmış, "ya bizim kız akşam karnım ağrıyor dedi sonra kustu. sizde var mı bir şey?" diye. aaaa dedim, aynı semptomlar! arkamdan döküldü bütün anneler. hepsi aynı! yuh dedim ya, aynı gün tüm sınıf (2 kişi hariç) aynı hastalıktan devrilmiş. 1 kişi de bir önceki gün aynı şikayetleri göstermiş...
oğlan, sabah ishal şeklinde kaka yaptıktan sonra düzeldi neyseki.
şimdi whatsapp'ta çarşamba gecesinden beri hastalık konuşuyoruz.
- benim kız iyileşti, sizinki?
- bizim oğlanda ateş de var, sizde var mı?
- çocuk çok halsiz, bugün de okula göndermiycem, karnesini alıp eve geliriz.
- bana da bulaştı, hastanedeyim şimdi.
- ay biz de ailecek hasta olduk, çocuk iyileşti ama eşim ve ben yatıyoruz.
yeter ulen!
yetmedi.. cumartesi ablasına bulaştı, aynı semptomlar... pazar günü iyileşti neyseki o da.. pazar akşamı eşim, kusmadı ama bağırsaklar fena.. son kale ben kaldım evde, direniyorum. yıkılmadım ayaktayım.
ay içimi dökeyim dedim. kış kış mikroplar kış kış, yallah virüs yallah!
bilmiş anneden öğütlere geçelim: yemek yedirecez/yiycez diye zorlamayın. haşlanmış patates, yoğurt, muz... booooool boool su içirin, için. bi de bol su için. bi de, su için bol bol. ha bi de su için. bu virüs idrarla atılıyormuş. yatın dinlenin, kafanızı kaldıramıyonuz zaten halsizlikten. karnı ve ayakları sıcak tutmak da iyi geliyormuş. benim sıcak su torbası ve battaniye işe yaramış yane. -
Geçenlerde sevgili @kesret’ten bir tabir öğrendim: helikopter anne! (bkz: helikopter ebeveyn)
Ne demek olduğunu da şu örnekle açıkladı: okulda bir veli varmış, 17 yaşındaki çocuğunun yemeğini yiyip yemediğini sormak için her gün ararmış. (çığlık atan emoji koydum buraya, hem de 3 tane)
işte böyle control freak annelere helikopter anne diyormuşuz efenim. Çocuğun her türlü sorununu kendi sorunu addedip onu her düştüğünde elinden tutup kaldıran anneler. Hadi genelleyelim: ebeveynler.
En korktuğum şey bir helikopter anneye dönüşmek. Dönüşmem ya, süpaneke dinimiz amin, hatta çok çok amin! Öyle şey mi olurmuş yeaa
çocuklarımızın doğar doğmaz öz bakımlarını sağlamak ve onları koruyup kollamakla yükümlüyüz. Bu başlıkta daha önce bi yazmıştım, en aciz varlıklar insan evlatları diye. Doğadaki tüm canlılar doğduktan kısa bir süre sonra yürümeye/uçmaya başlıyor, bizim bebeklerse her bir organı gelişmemiş olarak doğuyor falan filan diye… işte bu yüzden onların her türlü ihtiyacını karşılamamız gerekiyor. 7/24 bize muhtaçlar. Muhtaçlar da güzel kardeşim, bu durum gün geçtikçe, bebekler büyüdükçe, çocukluğa geçtikçe, çocukluktan ergenliğe geçtikçe… vs vs azalıyor! Azalıyor…. Azalıyor... Azalması gerekiyor. Doğal olanı bu. Sen bunu tüm hayatı boyunca yapıcam sanıyorsun, yapma!
- Liseye giden eşek kadar adamın tırnaklarını kesiyorsun, kesme!
- Koşarken düz yolda (herhangi bir tehlikeli durumun olmadığı bir yolda) düşen 3 yaşındaki çocuğu görünce 10 metreyi 5 salisede alıp, gidip kaldırıyorsun çocuğu, kaldırma! Benim çocuğum düşünce ben kenardan izlerken benim çocuğumu da 7 salisede koşup kaldırıyorsun, onu da kaldırma!
- Üniversiteyi bitirmiş, mühendis olmuş evladın telefonda “baba yeaa dişim ağrıyo” dediğinde, “sen ilk otobüsle buraya gel oğlum, ben dişçiden randevunu aldım” diyorsun, deme!
- Ortaokula giden kızını sen yıkıyorsun, yıkama!
- Anaokuluna giden kızının ayakkabılarını sen giydiriyorsun, giydirme!
- “anneeeee, ben bunu boyayamadım yeaaaa” diyen 4 yaşındaki oğlunun anında yanına gidip, “dur ben boyayayım oğlum” diyorsun, deme!
- Cuma günü ilkokuldan ödev verilmiş, siz de hafta sonu şehir dışına çıkmışsınız. Ödevi Pazartesi sabahı çocuğun çantasını hazırlarken fark ediyorsunuz. Çocuğun uyanma saati gelmiş, giyinip evden çıkacak, ödevi yapacak vakit yok. Eyvah! Dünya başımıza yıkılacak! Çocuğum ödevimi yapmamışım diye üzülecek! Öğretmenine mahçup olacak! O zaman alıyorsun kalemi eline, çocuğu uyandırmadan önce ödevi yapıp çantasına koyuyorsun, koyma! (yani ödevi yapma işte)
- 3 yaşındaki oğlunu pedagoga götürdüğünde, bekleme odasında çocuk duvarları yumrukluyor. Pedagogun yanına girdiğinde pedagog soruyor: sen miydin o duvarları yumruklayan diye. Evet cevabını alınca “ama öyle yapmamalıydın” diyor pedagog ve sen bir baba olarak pedagoga sinirleniyorsun, sinirlenme! (tabi duvarı başımıza yıkması gerekirdi oğlanın, onu yapmadığına dua etmek lazım, ne diye kızıyon)
Daha gider bu.. gider de bende doz aşımı oldu, daha fazla devam edemiyciim. Bi su getirin bana, ay fena oldum. Dur cam açayım, ohh hava gelsin azcık -
üniversite yılları.. negzel günlerdi o günler.
geçenlerde üniversiteden bi arkadaş nostaljik bi mail atıp gülümsetti bizi. fotoğrafları görünce garip bir hüzün kapladı içimi* o günleri hatırlamak iyi geldi.
dert yok tasa yok, en büyük derdimiz okeye ya da king'e dördüncü bulmak.
paramız da yok; cebimizdeki bozukları birleştirip vinstın layt alıyoruz, kalanlarla da simit ve çay. her günümüz böyle geçmiyo tabi, saç kavurma yediğimiz günler de az diil, fakir edebiyatı yapmıyoz burda. amaç paylaşımcı ruhumuzu ön plana çıkarmak iş bu girdide..
ne muhabbetler dönmüş be, hey gidi! -
baba: oğlum, sallandınız mı bugün okulda?
oğlan: bizim okulda hamak yok ki baba, nasıl sallanalım??
böyle soruya böyle cevap.
(bkz: 26 eylül 2019 istanbul depremi) -
Bu başlık altında ikinci kez çocuk değil de büyük yazıyorum. Çok zorlarsak dolaylı yoldan çocuk olabülüp. Büyüyünce bak bunlara tikat edin çocuğum minvalinde.. neyse konuya geleyim:
Sürekli “birileri bişey desin de ayar vereyim” modunda dolaşmak yorucu olmalı. Elbette birinin görüşünü benimsemeyebilirsin, beğenmeyebilirsin, sana saçma gelebilir… en doğal ve en normal şey. Ama bunu illa dile getirmek istemek… söylemese içinde patlayacak herhalde. Gerçi asıl mevzu bu değil, tabiki dile getirilmeli istendiğinde. Getirilmeli de biraz edep, adap bilmek de iyi olur hani. Her kelimenin altında bir ima, her cümlede bir laf sokma çabası, her anlatılanda bir ayar verme ihtiyacı olunca bana komik geliyor açıkçası. Gülüp geçiyorum çoğu zaman. Evet çoğu zaman gülüp geçiyorum ama bazen de böyle sinirime dokunuyor. Ne zaman sinirime dokunuyor: sürekli “aynı kişi”, “her konuda” ayar verme modunda olunca. Ama her konuda…
Ha bi de unutmuyorlar bir şeyi. Haftalar hatta aylar önce söylediğiniz bir şey dönüp aylar sonra önünüze çıkabiliyor. “bak sen öyle demiştin ama aha öyle olmadığını gördük” diyor mesela. Ya da haftalarca içinde tutmuş tutmuş, sonra birden yeter diyip haftalar önce söylediğin şeye ayar verme ihtiyacı hissedebiliyor. Bünyeye zarar valla. Beyni bu kadar yormamak lazım. -
akşam yemeği...
çok önemli benim için. belki de takıntı. evde ailecek akşam yemeği yenecek. çocuklar önden karınlarını doyurmayacak. koca işten gelince "ben tokum, yemiycem" demiycek... vs
istisnai durumlar olabilir tabe. anne veya baba işten geç gelmiştir, diğer aile üyeleri çoktan yemeklerini yemiştir... çocuklar veya çocuklardan biri babaannede/teyzede/diğer bir akrabada kalmaya gitmiştir o akşam... dışarı çıkılmıştır... bunun gibi durumlar kaideyi bozmaz.
o akşam yemeği hep birlikte yenecek arkadaş.
çocuklar da bebeklikten beri alıştılar. hiç bir zaman önden çocukları yedireyim de biz rahat yiyelim demedim. ne biliyim işte, aile olmanın gereği gibi sanki benim gözümde. büyüdüklerinde akıllarında yer eden bir şey olsun istiyorum. bi ritüel olarak kafalarında yer etsin istiyorum. çünkü bütün gün çocuklar okulda, biz işte... aile olduğumuzu anlayabileceğimiz en basit anlardan biri akşam yemeği. yemekten sonra da birlikte takılıyoruz ama aynı şey değil. bazen baba bilgisayar başında oluyor, bazen ben. bazen çocuklar animasyon izlemek istiyor, bazen yemek/çamaşır vs gibi işlerden çocukların yanında oturamıyoruz uzun süre. falan filan.. en azından yemek masasında sohbet eşliğinde yemek yeniyor. onun tadı bir başka benim için.
bazen eşim şehir dışındaysa, "hadi yemeğe" dediğimde emel, "anne, babamı beklemiycek miyiiiiz?" diye soruyor. çok hoşuma gidiyor ^-_-^ beyinlerini yıkadım çocukların daha bebeklikten, eheheee -
biri 5, biri 3 yaşında 2 çocuğun oyun oynamasını izlemek çok keyifli. günün yorgunluğunu alıp götürüyor resmen.
emel (5): hadi emir, şimdi bana "hadi gel" de.
emir (3): hadi gel!
emel: bi daha de...
emir: bi daha
emel: ya hayıııır, bi daha "hadi gel" de.
emir: bi daha hadi gel
?!?!??!! -
eskişehirdeyiz. espark’ın önünden tramvaya bindik, eve dönüyoz. tramvay durağa yaklaşırken gelinen durağın adını söylüyor ya... bir sonraki durak “ismet inönü”ymüş.
dijital bir teyze sesi üstüne basa basa “ismet inönü!” dedi. benim oğlan da hemen: “anne, ismet inönü dedi.” dedi. ben de içimden “aferin oğluma, ne güzel duymuş, duyduğunu da anlamış” diye düşünerek, dışımdan da “evet oğlum, ismet inönü dedi” diyorum. oğlan soora ne dese beğenirsin?
anne, ismetin önü dedi. ismetin önüne gidiyo tramvay”
? -
geçen hafta kızımın kreşinden bize ev ödevi vermişler, "çocuğunuz için yeni yıl dileklerinizi anlatan bir mektubu zarf içine koyup bize ulaştırın."
e yazdık, elimiz mecbur.
kızım için ne dilerim, yeni yıl dileklerim ne olabilir diye düşündüm düşündüm... ilk önce sağlık diledim elbette. sağlıklı bir yıl geçirmesini diledim.
sonra ailesi, arkadaşları, akrabaları...vs tarafından çok sevilmesini ve onları çok sevmesini diledim. kendisini hep güvende hissetmesini diledim.
ondan sonra da bu kış kar yağmasını istedim. bol bol kar yağsın, kızım da kar topu oynamaya doysun, kardan adam yapsın, karlarda yatıp yuvarlansın, kaysın istedim. çok istiyor çünkü, "yaz bitti artık kış gelecek" dediğimiz günden beri kar yağmasını diliyor. allahtan bizim burda tepelere yağdı da 2 kere gitti oynamaya. bizim oralara yağmazsa yine gideriz naapam.
soooraaaaa, yazın da bol bol yüzmesini diledim. kumlarda oynamasını; denize, havuza (çok seviyo napayım) girmesini diledim.
bunların dışında da bol bol oyun oynamasını, şarkılar söylemesini, dans etmesini diledim. yeni yeni oyunlar ve şarkılar öğrenmesini diledim.
en sona da standart klişe cümleyi kondurduk: mutlu, sağlıklı, huzurlu, sevgi dolu bir yıl geçirsin... -
oğlan krup oldu.
yine...
9 aylıkken de olmuştu bi kere. şimdi 3 yaşına girecek, bu 2. krup oluşu.
birkaç gün önce nezle olmuştu, burnu akıyordu hafiften. tam geçti derken dün gece azcık azcık öksürmeye başladı. la şindi bu öksürük de nerden çıktı diye düşünüyordum ben de. sabaha karşı uyandım, hırıltılı nefes alıp veriyor, arada da bütün gün karda yatmış gibi öksürüyor. kalktım biraz su kaynattım, oda nemlensin diye koydum odaya suyu.
krupta tikat edilmesi gereken şey gece yattığın oda 18 derece falan olacak, ideal nem oranı da %50-60. bizim oda 20 dereceydi, buhar makinamız olmadığı için nem oranını bilemiycem ama nemlensin diye kaynamış su koydum işte odaya. nispeten rahat uyudu ama yine de 6 buçukta uyandı. e düzgün nefes alamıyo tabi kuzucuk.
kalkınca komşudan nebulizatör istedim, onlarda olduğunu biliyorum çünküm. içine kaynatılıp soğutulmuş su koyup çalıştırdım. bi 5-10 dakika tuttum ağzına burnuna. rahatladı muhtelemen, çünkü uykuya daldı kısa sürede. şimdi öğrendim nebülizatörü kendi tutuyormuş burnuna, uyanıp çorba içmiş, kahvaltı etmek istememiş.
2 güne geçer inşallah. normalde 2 günden sonra azalarak bitiyor krup, umarım bizde de öyle olur.
çok bilmiş anne notu:
krup önemli bi hastalık değil ama bebeklerde solunum yolunu tıkama riski daha yüksek olduğu için küçük bebeklerde çok dikkatli olmak lazım.
virütik olduğu için ilaca gerek yok.
genellikle soğuk algınlığından sonra ortaya çıkıyor. hırıltılı soluma ve köpek öksürüğü denilen boğuk öksürük eşlik ediyor. ha bi de ateş oluyor genelde.
bu virüs üst hava yollarında ödem yapıyor. bu ödem de kişinin rahat nefes alıp vermesini engelliyor, öksürük yapıyor.
tedavisi soğuk buhar! banyoyu buhar odası haline getirmek rahatlatır. soğuk buhar solumasını sağlamak çok rahatlatır. nebülizatör yoksa çocuğu sıkı giyindirip soğuk havaya çıkarmak ve dışarda uyutmak bir çözüm. buzdolabının kapağını açıp solutan var.
soğuk hava soluttuğunuzda 5-10 dakika içinde rahatlamazsa krup ilaçları versin bize diye doktora gitmek lazım. ilaç kullanımını tasvip etmiyoruz ama gerekli olduğunda kullanmıycam diye inat etmenin alemi yok demi. soğuk buhar çocuğu rahatlatmadıysa maalesef kortikosteroidli ilaçlardan kullanmak gerekebilir. solunum yolu tıkanmasın.. -
bizim kız iyice duygusala bağlamış.
geçenlerde elinde hafif bi çizik vardı, okuldan gelince "anneeee, bugün kimse bana geçmiş olsun demediiiiiii." dedi. dedim "kızım ufacık bişey ya görmemişlerdir bile, hem görmüş olsalar da geçmiş olsun demeyi gerektirecek bi durum değil, o yüzden dememeleri normal...." vs bişeyler anlattım. başka bir gün yine benzer bi durum için aynı serzenişte bulundu, ben de yine aynı şeyleri söyledim.
sonra efenim 2 hafta önce ateşlendi, hafta sonu 1 gün kafasını kaldırmadan yattı evde. pazartesi istersen bugün de evde dinlen, okula gitme dedim ama "yok anne, iyileştim ben, gidebilirim. rabia hemşireye söyle, ateşimi ölçsün çıkarsa sana haber verir." dedi. (rabia hemşire okulun revirinde görevli hemşire, çocuklar bayılıyor ona, çok seviyorlar.) çocuk çözmüş olayı, bişey olursa hemşire seni arar diyo bana, tey allaam... neyse götürdüm ben de okula.
bırakırken yavrunun hassiyeti geldi aklıma, öğretmenine dedim ki "yav, mümkünse sınıftakilere benim kıza geçmiş olsun dedirtir misiniz? durum böyleyken böyle...." öğretmeni de güldü tabi, "merak etmeyin, hafta sonu ne yaptıklarını anlatırken emel söyler zaten hasta olduğunu, ben de o zaman tüm sınıfa geçmiş olsun dedirtirim, siz hiç merak etmeyin" dedi. teşekkür ettim.
akşam evde sordum "emelcim sen hastaydın ya hafta sonu, arkadaşların sana geçmiş olsun dediler mi bugün okulda?"
el cevap: anne, tabiki dediler! -
bayadır uğramamışım buralara...
çocukların doğum günü yaklaştı, bizde de hazırlıklar tam gaz. emel artık büyüdüğü için her şeyin bilincinde. doğum günüme çok az kaldıııı diye dolanıyor ortalıkta.
bu sene elsa kostümü istedi. (ne kadar enteresan değil mi?) ben de internetten aldım, geçenlerde eve geldi kostüm. yavrucuk çok sevindi, çok beğendi, sarılıp teşekkür etti hep. ama gel gör ki kardeşi olacak sıpa sen bi kıskan, bi kıskan...
anne ben de diycektiiiiim (g harfini tam söyleyemiyo henüz)
ama anne bu mamiiiiii, ben de diyceeeeeemm (v harfini de söyleyemiyo)
ablası biraz giyip hevesini aldıktan sonra napalım elimiz mecbur giydirdik oğlana da elsa kostümünü. ay bi mutlu bi mutlu, çok sevindi. oğlana kostüm falan almayı düşünmüyordum hiç, daha küçük, gerek yok diye... ama bu tepkisinden sonra ne alsam ne alsam diye internetten bakınırken erkek çocuk kostümlerinden bikaç tane buldum, eşime gönderdim resimlerini hangisini alsam diye... normalde eşim bu tarz şeyler için "boşa masraf yapıyoruz, nerde giyecek, ne gereği var şimdi, daha 3 yaşında" falan gibi tepkiler verir biliyorum. bu tepkileri baştan savmak için resimleri gönderirken "bi tane batman pelerini alıverelim, seviyo ya batman'i..." dedim. eşim ne dese beğenirsin? "yok yaaaa, alacaksan şu mavi prens kostümünü al, o güzelmiş" ben şok. artık bizim minnak oğlan nasıl bi içerlediyse ablasının kostüm sahibi olmasına, babasının bile içi elvermedi oğlunun kostümsüz kalmasına. resmini de gösterdi kendisine.
- bak oğlum, anne bunu alsın mı sana?
+ ben bunu diyeyim baba. maami mi bu? ben bunu beyendim, alalım bunu.
aldık. bikaç gün sonra onun kostümü de geldi. mavi mavi dolandılar evde...
kostüm travmasını atlattıktan sonra geldik hediye faslına.
- oğlum doğum gününde ne alayım sana? ne istersin?
+ pasta isteyim, pasta üfliycem.
kalender kuzum benim.
emel'in hediyesine gelince, o aylardır bekliyo yavrum bebeğini. bi tane bebek görmüştü, eylül ayından beri istiyor. "tamam kızım, doğum gününde alıcam o hediyeyi sana, söz!" dedim. tabi bazen mızırdadığı oldu "ama daha doğum günüme çok vaaaar." diye. dedim "o bebeği doğum gününde alabilirim sana ancak, beklemen gerekiyor" onu da internetten indirimli denk getirdim aldım geçen ay, şimdi arabanın bagajında duruyor, 3 ocak'ta verilmek üzere. daha almadım sanıyor yavrucak. beklemeyi ve sabretmeyi öğrensin demi, her istediğine, istediği anda sahip olamayacağını öğrensin. şimdi o bebeği eline aldığı günki mutluluğunu görmek için ben de sabırsızlanıyorum. ilk istediği gün alsaydım muhtemelen şimdiye kadar bi köşeye atılmış olurdu o bebek. ama şimdi en değerli oyuncakları arasında yerini alacak, biliyorum. satır arasında yine sıkıştırdım araya bi "çocuk eğitimi" şeysi, eheheeee
bi de davetli sorunsalı var. emele kalsa herkesi çağıracak. tüm arkadaşlarını, öğretmenini, akrabaları felan. biz sarayda oturuyoruz çünkü, balo salonumuz 300 kişilik. bi de o kadar kişiye ikram edilecekler için bir catering firmamız var. neyse onda da anlaştık sayılır.
gelsin ocak ayı.