star wars evrenine dünyamızın da dahil olması, imparatorluk subayı olarak çevirmen göreviyle askerlik yaparken darth vader'in denetlemeye gelmesi, "droidler varken neden hala insan çevirmenler var?" diye sorması, "bozuluyorlar lord vader" diye cevap vermem, akabinde asilerin bombalı saldırı yapması ve ortalığın toz duman içinde kalması, öksürerek uyanmam...
mahşer günü, ahirette diğer dinlerden yaşamış tüm insanlarla beraber bir şeyleri bekliyoruz. hava güneşli, deniz kenarı bir yer; parthenon gibi ama daha büyüğünden bir binanın önündeyiz. hindusundan, maniheistine, müslümanından, katoliğine göz alabildiğine insan. "neyi bekliyoruz" diye soruyorum yanımdakine, "şşş birazdan açıklayacaklar" diyorlar. neyse, sonra tuncay özkan çıkıyor parthenon'un kapısından, mikrofon alıyor eline. smokinli bir iki tip gelip ona bir zarf veriyor. "veee beklenen an geldi, kazanaaan" diye şovbize döküyor durumu tuncay özkan; nefesler tutulmuş herkes bekliyor. "yahudileeer" diye bağırıyor ve bir anda yerden biten hoparlörlerden hava nagila çalmaya başlıyor. bir sürü hasidik tipte yahudi, klezmer havalarıyla dans ede ede diğer din mensuplarının yanından geçip gidiyor; müslümanlar ve katolikler bu duruma aşırı öfkelenip, "olmaz öyle şey, nasıl olur, hayır efendim kabul etmiyoruz" diye homurdanıyorlar. hindular ağlıyor, budistler gülüyor, ortodokslar sakallarını kaşıyor. ben, "e şimdi ben ne yapacağım, neyse cehennem yokmuş galiba, ateist olduğum anlaşılmadan araya bir yere kaynayayım" diyorum kendi kendime. kardinal kıyafetli kırmızı bir adam ve imamım biri koluma giriyorlar, lan ne oluyor demeye kalmadan kartal marka bir arabanın içine giriyoruz. ahiret kurtuluş hareketi başlamış, bayrağımız falan var kırmızı. ahirette otobandan geçerken peşimize bir helikopter takılıyor. helikopterin içinde de tuncay özkan var, radyoda canlı yayında anlatıyor "evet kendilerine ahiret kurtuluş hareketi adını veren bir grup radikal açıklanan kararı kabul etmeyeceklerini bildirip olay yerinden kaçmaya çalışıyorlar" diye haber sunuyor. göt göte oturduğumuz arabanın içinde ben yarım göt, sakalı hacı yağı kokan bir imamın kucağında oturuyorum, bir yandan da helikoptere el sallayıp "abi benim vallahi bir alakam yok bunlarla, ne işim olur benim, yahudileri de çok severim, talmud'u okudum, çok beğendim" diye işaret diliyle yalakalık yapmaya çalışıyorum. kucağında oturduğum imam elimi dışarıda görünce kırmızı bir bayrak veriyor, "salla kardeşim salla, herkes görsün, olmaz böyle rezillik" diyor. hay ananı avradını derken uyanıyorum.
Üniversite sınavına hazırlandığım dönem. Evde tek başıma kalıyorum. Bir gece öyle yorgunum ki, mutfağı falan toparlamadan yatıp uyudum.
Yarım saat sonra üzerimde bir ağırlık ile uyandım; yatağımdayım fakat yalnız değilim. Odanın içerisinde havada yüzlerce yarı saydam yaratık yüzüyor. Kalabalık bir alabalık havuzu gibi, birbirlerine sürtünerek uçuşuyorlar ve yüzlerce yaratık var.
bism.. der demez uyandım. Korkuyla gözlerimi açtım uyku falan kaçtı tabi. Gideyim mutfağı toplayayım tezgahta ekmek kırıntısı kaldı ondan öyle oldu diye aklımdan geçiriyorum. Zar zor kendime geldim. Terliklerim odanın kapısında olacak, giyeceğim ve mutfağa kadar gideceğim.
Odanın kapısını açtım, terliklerimin olması gerektiği yerde onlarca çift terlik var. İrili ufaklı, ters yön, çoluk çocuk bir sürü renk renk terlik. Lan!! deyip korkudan yusuf yusuf olmamla beraber arkamdan kalabalık bir gruba ait bir kahkaha koptu ki düştüğüm dehşeti anlatamam.
O korku ile yine gözlerimi aynı yatağın içinde aynı şekilde uyanarak açtım. Yeniden yataktan çıkmak, kapıya kadar gidip kapıda sadece kendi terliklerim olduğunu görmek bile kesmedi. Bir kaç saat kendime gelemedim.
Aradan 21 yıl geçmiş ve henüz bu dereceye ulaşan ilginçlikte rüyam olmamış. Geçen 21 yılda üniversite sınavını kazandım, mezun oldum, iş bulup çalıştım, askere gittim, bitirip geldim. Başka işe girdim, evlendim, şehirler değiştirdim... Bu rüya hala aklımdan çıkmadı.
Hoş, son uyanışın bir uyanış olduğuna da emin değilim. Belki birazdan tekrar aynı yatakta uyanacak, elimi yüzümü yıkayıp 19 yaşımdaki bedenimi dersanede deneme sınavına göndereceğim.
herkesindir çakır keyif bir hali var, binbir çeşit konudan konuşuyoruz. bu sırada yan apartmanın kapısından, sırtında gitarıyla mor ve ötesi'nin solisti harun tekin çıkıyor.
"hop! harun abi!" diye sesleniyorum. bakıp gülümsüyor. "bir derdim var şarkısı kafamın içinde yankılanıyor abi!" diyorum.
"dertlere bu kadar kafa takma." diyip yürümeye devam ediyor.
"ama dört senedir yankılanıyor abi!" diyorum sarhoş kelimelerle.
"ultravizyona(!) git mutlaka..." diyor ve hızlanıyor.
"vizyonumuz o kadar geniş değil be abi..." diye bağırıyorum arkasından.
hangi sebepten olduğunu bilmediğim bir sebepten ötürü tayvan'dayken iki çin ülkesi birbirine savaş açtı. ben de çhc'ye gıcık olduğumdan tayvan hükümetine gönüllü hizmette bulunmak için başvurdum. daha önce türkiye'de askerlik yaptığım için olsa gerek kabul ettiler.
benim görevim adanın kıyı hattını sürekli gezerek devriye atmak oldu. herhangi bir çıkarma/sızma durumunda telsizle gerekli mercilere bilgi vereceğim.
sonra bana motosiklet verdiler bir tane, "bununla gezeceksin" dediler.
hayatımda motor kullanmadığım için de "ne var lan, deneye yanıla öğrenirim" dedim.
motoru bir türlü çalıştıramadım ya la...* kaohsiung sahillerinde motoru elimle gezdirdim.*
hayır kimse de demiyor ki "abi dur öğreteyim" falan diye. verdiler motoru elime öyle kalakaldım...
hafta sonu vikings 5. sezon izledim. ondan önce de the last kingdom 3. sezon izlemiştim hafta içinde.
rüyam beklendiği gibi. elimde kılıç kalkan, savaş alanındayım. taarruz emri veriliyor ve ben var gücümle koşmaya başlıyorum. o esnada arkadan annem sesleniyor. "oğlum koşmadan oynayın, terleyeceksiniz" gerisini anımsamıyorum. rüyanın o noktasında koptum çünkü.
rüyamda batman, robin ve batgirl ile istanbul'un orta halli semtlerinden birinde rahmetli erdal tosun'u ziyarete gidiyorduk. Seksenlerden kalma esyalarla dolu bir evde otururken hep birlikte yanımıza erdal özyağcılar da geldi, bize katıldı. o sırada zerrin tekindor elinde tepsi ile bize kahve getirdi. kahveleri içtikten sonra batman efkarlandı ve balkondan atlayıp batmobile gitti. biz de sırasıyla atlayıp arabanın arka koltuğuna geçmeye çalıştık ama batman gaza basıp bizi beklemeden uzaklaştı. bir kac blok peşinde koşturduktan sonra yakalamanın mümkün olmadığını anlayıp yakınlarda bulunan bim'e girdik. batgirl "irmik helvası yapalım, güzel olur" dedim. malzemeleri aldık, ama depo kapısından çıkıp batman ailesinin ikonik kanca atan tabancaları ile baska bir binanın üzerine doğru uçtuk.
Rüyamda ejderhayla savaşıyordum ejderha kükrüyor ateş püskürtüyordu.
En son elimdeki kalkanım dayanamadı ve eridi ejderha ile göz göze geldim ve ejderha daha çok kükremeye başladı ve ben korkudan uyandım.
Fakat ejderhanın kükreme sebebi yan koltuğumda horul horul horlayan babamdan kaynaklıymış.
O horlama şiddetini artırırdıkça rüyamdaki ejderha daha çok kükremiş.
bir süredir birkaç ufak sağlık sorunu nedeniyle istediğim kadar sık kahve tüketemiyorum. geçen gün rüyamda fazlasıyla ürkütücü, animasyon yerler gördüm. aslında her yer yemyeşil, çok güzel bir güneş var ama güneş dahil her şey kahve içmenin onları ne kadar mutlu ettiği ve sağlığa ne kadar iyi geldiğiyle ilgili şarkılar söylüyordu. don't hug me i'm scared'vari olan bu rüyanın nerede korkunçlaşacağını gergin gergin beklesem de, "oh, kahve sağlıklıymış" ikna olmuşluğuyla bir hayli rahatlamış halde uyandım.
olay albayla başlıyor, daha yazar olduğundan haberim yok. adam spider-man, bizim şehirde. apartmanın birine yapışmış, ben de uzaktan izliyorum. bir olay var ama hatırlamıyorum. pat diye yere düşüyor. düştüğü yerde, 2 kadın yatıyor. bir tanesi kalkıp bağırmaya başlıyor örümceğe. çekip gidiyor sonra. olayı uzaktan izleyen ben "ne bağırıyo bu şimdi" diye sinirlenip örümceğe yardıma gidiyorum. koluna girip bir yere getiriyorum. getirdiğim yerin yapısı acayip. yarısı roma döneminden kalma, büyük kolonlar var evin bir kısmında. yarısı da öğrenci evi. ben ve örümcek dışında 4 kişi var evde. hepsinin kafasının üstünde niki yazıyor. 1 kişi dışardan, onu tanımıyorum. örümceğin maskeyi çıkarınca da albay yazıyor tepesinde.
gelip mevzuyu anlatmaya başlıyoruz. alfred çikolatalı bisküviyle kahve getiriyor hepimize. yalnız herkes normal de, petra'nın kafası kağıttan. bildiğin profil fotoğrafı var baş kısmında. bir şekilde anonim kalmayı başarmış. bisküvileri kıtırdatıp kahvemizi yudumlarken dışardan gelen seslere uyandım.
ankara'da, sıhhiye ordu evinin çay bahçesinde oturuyorum.
hava güzel, insanlar dışarıda geziyor. hafifi bir esinti var. tavla oynuyorum ve yeni teknolojik gelişmeler hakkında sohbet ediyorum... ... ... ... ... godzilla'yla.
Uzayda koloni kurmaya başlamışız. Yeni yeni böyle western filmlerdeki gibi tek caddeden oluşan bi kasabamsı bir şey kurulmuş. Ama vizyonsuzluk o ya caddede bildiğin baya şok market var. Erkek arkadaşımla marketten bir şeyler alıyoruz şans eseri kasiyer kadın tanıdık çıkıyor muhabbete başlıyoruz.
Kadın: Buralar yeni yerleşim çok fazla insan yok daha.
Blanche: Öyle gibi, zaten sokağın yarısı daha açık bile değil.
Kadın: Daha düzenli müşterimiz bile yok. 1 senedir sadece karşı yere taşınan bi adam var.
Blanche para üzerini alır ve çıkar.
Erkek arkadaşıma dönüp: "Buralar değerlenir bak ileride" diyip 3. dalga kahveci açmaya kararı veriyoruz.
İşin komik kısmı klasik toyota corollaya binip atmosferi geçip eve geliyoruz falan. Sanıyorum biraz popom açıkta kalmış. *
Edit: harf kaymış.
Edit 2: uyku sersemi Türkçeye yeni bir harf katmışım. *
a tale of two cities'deki şarapçıya gitmek, istenilen içkinin adını telaffuz edememek, şarapçının (kadın olan ama) bir ton fırça atıp dükkandan kovması.
bu girdiyi girmemden iki gün önce gördüğüm bir rüyaydı. sebebi neyse artık...
Nadiren gördüğüm gerçekçi detaylara sahip rüyalardan biri.
Aynı ekipten olduğunu bildiğim üç arkadaşım sol önümde yarı yürür, yarı koşarak ilerliyoruz. Şehrin içindeyiz; trafik, araçlar, insanlar var.
Bir şey başımın arkasına çarpıyor ve yere düşüyorum. Çenem asfalta çarpıyor.
Yerdeyken başıma çarpan şeyin yoldan çıkarak takla atan bir otobüs olduğunu görüyorum. Tepemden geçerken dönüyor, motorunun sesini duyuyorum. Yere çarpıyor, asfalt üzerinde kıvılcımlar çarparak sürükleniyor. ilerideki arabaları parçalayıp savuruyor ve tabelalara çarparak durabiliyor.
Ayağa kalkıp kaza yapan otobüse koşuyorum. Etraftaki arabalar savrulmuş, bir tane sarı renkli taksinin kapısı kopmuş. İçindeki taksi şoförü hala hayatta ama... İki kolu da dirsekten kopmuş. Kapının olduğu taraftaki sol gözü yok; çenesi parçalanmış, yüzünde sallanıyor. Kolları olmadığı için emniyet kemerini çözememiş, tek gözü ile bakıp yardım istediğini belli ediyor.
Onu kurtarmaya çalışıyorum ama yırtılan kaportanın keskinliği nedeniyle başarılı olamıyorum. Adama yardım edemiyorum. Çevreden benzin, mazot ve antifriz kokuları geliyor. Etrafta kıpırdayan insanlar var, bazıları kendi imkanları ile çıkmaya çalışıyor, ayağa kalkmaya çalışanlar var. Etraftan koşup yetişenler de var ama şokun etkisi ile öylece bakıyorlar.
Sonra gücümün tükendiğini hissediyorum. Gözlerim kararıyor. O an henüz acı hissetmeye başlamamış olduğumu anlıyorum. Elimi başımın arkasına götürüyorum, sıcak kan ile ıslanıyor. Asfalta sürten çenemin acısı da hissedilmeye başlıyor.
Gözüm kararıyor ve yere çöküyorum.
Sonra her şey donuyor. Tüm hareketler, tüm insanlar, her şey.
Sevgi dolu bir ses benimle konuşuyor:
"Üç yerde hata yaptın. Önce kendi sağlığını kontrol etmeliydin. Ekip arkadaşlarını kontrol etmedin. Kurtulma şansı olmayanlarla vakit kaybetme."
Çok saçma olduğunu biliyorum, okuyup zamanınızı çaldıracak olabilirim ama, Rüyam’da bir mekâna giriyordum, mekân market tarzı ama sanki para değil takas sistemi geçiyordu. Dört arkadaşım ve ben sıra bekliyorduk elimde de iki paket tost ekmeği vardı, sıra bana geldiğinde kadına istanbul halk ekmek ambalajını göstererek, bu ekmeklerin gelecekten geldiğini söylüyordum ve bana karşlığında ne verebileceğini soruyordum. Başta kadın teklifi pek sıcak karşılamasa da ordaki e-sigara (vape) gözüme çarpıyor ve ekmek karşılığı onu istiyordum. Kadın tam elini uzatırken de bir anda vazgeçip, bana sadece gönlünden ne koparsa ver diyordum. Kadın etrafa bakıyordu ve masa altından aniden playstation 4 çıkarıp koca kutuyu masanın üzerine koyuyordu. Şoka girmiş bir halde “oğğhaaa laaa “ tepkisiyle aleti alıp, ellerindeki diğer ekmeklerle sıra bekleyen arkadaşlara, hadi çabuk çıkalım yürüyün diyordum. Dışarı çıkar çıkmaz arkadaşlardan birinin bir anda arabası spawn oluyordu ve hemen ona atlıyorduk. Daha kontak çalışmadan da markettekiler ekmeklerin normal bir tost ekmeği olduğunu anlıyor ve bizi kovalamaya başlıyorlardı. Arabayı kullanan arkadaşta sürüş esnasında tost ekmeği yiyordu ve virajlarda yan koltuktaki arkadaşa tutsana şunu diye veriyordu.
Buradan sonra ise aniden uyandım ve garip bir ruh hali ile kahve yapmaya gittim.
2 hafta önce gördüklerimden biri bunlara örnek oluşturabilir. Rüyamda beni kovalayan iki kişi vardı, biri biraz salaktı ondan kaçtım ama diğeri aşırı zekiydi. En son yeşil bir alana geldik,beni bıçaklayacakken ben bıçağı elime aldım ve başladım yerde yatan adama saplamaya. Santim santim, milim milim gövdesinde saplıyorum bıçağı ama adam "beni öldüremezsin" diye bağırırken gülüyordu.
Geçen sene Mayıs aylarında da şu adamdan dayak yiyordum, beni hep dövüyordu, iyi kaçamadım diye vuruyordu, uyuyorum diye vuruyordu. Valla çok acımasız.
Bir kere de evimizde her yerin yıkıldığını, yerlerin tamamen kitapla kaplandığını ve bu dağınıklık arasında annemle babamın yüzüme kitapla vurarak "seni öldüreceğiz" nidaları attıklarını görmüştüm.
Her zaman vahşetle dolu rüyalar değildir bunlar. Kendinizi bir gemiyle gezegenlerin arasında kürek çekerken de görebilirsiniz, rüyalarınızda renk değiştirebilirsiniz, içinde bulunduğumuzdan çook farklı bir evrende olabilirsiniz. Bu da keyif vericidir tabi.
-elimde ejderha işlemesi bulunan altından yapılma iki revolver ile hamamönündeki evlerin arasında beni öldürmeye çalışan bir grup reptilian tipli adamdan kaçıyordum.
-lucifer* ile karşılıklı oturup çay içip muhabbet ettik. belki de hayatımda en net hatırladığım rüyadır. her bir diyalog aklımda. lucifer'da tam constantine filmindeki gibi, beyaz takım elbiseli, karizmatik, ağırlığı hissedilen cinsten... çayı da bol demli içiyordu kırk yıllık tiryaki gibi. sanırım çok fazla ghost dinledim bu aralar, sürekli ismini zikredince ziyarete geldi. uyandıktan sonra iki gün boyunca tüm konuşmayı kendi kendime tekrarladım, en son defterime yazdım.
-Sub-Zero'nun clanı lin-quei'nin tapınağını ziyaret ettiğim ve sake içtiğimiz bir rüya görmüştüm; ama net hatırlamıyorum. en son quan chi gelmişti tam o anda annem uyandırdı*
-kral olmak için fatih kull'a saldırdığım bir rüyam vardı. hatırladıkça gülerim. adam beni baltasıyla ikiye ayırmıştı. tüm vücudumda bıçak ağrılarıyla uyanmıştım. işin ilginci fatih kull, kristal şehrin kralıdır; ama biz iskoçya krallığı için savaşıyorduk.
-en son geçen hafta sonu, darh vader ve venom'la*, rektörlük binasının çatısında mangal yapıyorduk.
Bunu anlatmisimdir muhtemelen. Her gece rüya görürüm ama hadesle cehennemde karşılıklı çay icerken aniden bunun boynuna sicrayip ense köküne cakiyi sokmak suretiyle öldürdüğüm akabinde bize taze cay getirmekte olan türbanlı karısını eterle bayiltip kaçırdığım fantastik rüya gibisini görmedim. Bu rüyanın başında da cehenneme bisikletle indigimi hatirlatmak isterim. İşin garip tarafı ulan ne bisiklet surebiliyorum ne allaha inanıyorum ne çay severim ne türbanlıyla isim olur anasının amı yani. Absürd bir şeydi. Normalde yaratiklarla falan dovusurum zombi keserim ama bir mantık çerçevesine oturtabilirsin bunları bi nebze. Bu çok ayrıydi.
dünyaya bir asit yağmuru yağıyor, aynı zamanda yüksek miktarda radyasyon içeren bir yağmur bu. sadece seçilmişler kurtulacak ve başka bir galaksideki koloniye gidebilecek. buraya kadar kıyamet günü klişeleri ve geçen yüzyılda çok tutan sci-fi klişe senaryosundan ibaret ve fakat rüyayı ilginç kılan mercedes 403 otobüs ile uzay mekiğine kadar seyahat ediyor oluşumuz. vizyonsuzluğumun kafama kafama vurduğu anlardan bir yenisini yaşadım böylece uyandığımda.
Ellerim... Mat metalden yapılmış bir zırhın içerisinde. Hayır ellerim değil, tüm vücudum zırh içinde.
Taştan bir taht üzerinde oturuyorum. Çevremdeki insanlar korku ile bana bakıyorlar. Yorgunluk... Ağır bir yorgunluk var ve kemiklerim ağrıyor. Bedenim acı çekiyor, güçsüzüm ve zayıfım.
Korku ile bakan gözler... En çok korku yaka paça getirdikleri yaşlı bir adamın gözlerinde. Dehşet ile bakıyor. Yanında 7-8 yaşlarında esmer bir erkek çocuğu var. Çocuk yerde diz çökmüş, yaşlı adam ise ayakta; fakat elleri arkadan bağlanmış.
Yaşlı adamın yüzünün yıllarca güneşe maruz kaldığı kırışıklıklarından ve koyu renk teninden anlaşılıyor. Üzerinde beyaz, belki beyaz ama kirden rengi koyulaşmış bir entari var. Kalın iplerden dokunmuş bir kumaştan yapılmış.
Yaşlı adam dehşet içerisinde bana bakarken ben de çocuğun gözlerine bakıyorum. Olur. Bu çocuk olur. Onay veriyorum.
Ben çocuğun gözlerine bakmaya devam ederken etraftaki herkes kaçarcasına ortamdan uzaklaşıyor. Yaşlı adam, sağından ve solundan koluna girilen iki tane iri kıyım adam tarafından sürüklenirken yalvaran sesi taş duvarların arkasında uzaklaşıyor.
Yorgun sağ elimi havaya kaldırıp, işaret parmağımla çocuğa doğrultuyorum. Zırhla kaplı kolumu zorlanarak kaldırırken, çocuk da ayağa kalkmaya başlıyor.
Sonra bir anda... Görüntü değişiyor.
Ben ayağa kalkarken karşımda siyah zırhı ile taştan bir taht üzerine oturan varlığın bana doğru uzattığı eli kucağına düşüyor. Çakala benzer yüzünün ve uzun kulaklarının olduğu zırhlı başı omzuna düşüyor.
Ağrılarım geçmiş, taze bir beden içerisinde ayağa kalkarken, mat siyah zırh ile kaplı inpu'nun * ölü bedenine bakıyorum.
almanya'ya gitmişim. kuzenimle markete gidiyoruz, abur cubur bir şeyler alıyoruz. sonra kasaya gidiyoruz. kasada bir kız duruyor 25 cent diyor. ben de buna karşılık hangisi diyorum, hepsi diyor. ben hepsi mi 25 cent Türkiye'de olsa falan fiyatta olur diyorum, kasada ağlıyorum. bana gülüyorlar. sonra çıkıyoruz. kuzenime burada djarum satılıyor mu diyorum. satılıyor diyor. tamam burada ucuzdur, gitmeden bol bol alayım o zaman diye cevap veriyorum.
Kar,kış,kıyamet... dışarda bir köpekle karşılaştım. Lan dedim korkutayım şunu da çekilsin yolumdan çünkü biraz böyle sinirli gibi.. tam yerden bi parça kar aldım, top yapıp atıcak gibi yaptım kaçtı. Tabi aslında bir şey atmadığımı anladığı anda bana dönüp birdenbire iki ayağı üstüne kalktı ve “siz insanlar kendinizi çok zeki sanıyorsunuz herhalde” dedi. Şok oldum ama bu küçümser tavrına da acayip uyuz olmuştum. “Aynen öyle biz insanlar sizlerden çok daha zekiyiz” dedim. Tam o anda “göstercem ben sana zekiyi” diyip üstüme atladığında uyanmıştım... evet bilinçaltımda foseptik çukurunda uzun yıllar geçirmiş fularlı yaşlı bi lağım faresi var shhsns