Liberalizm, her şeyden önce iktisadi ve siyasi sistemler olarak ayrı ayrı incelenmesi ve değerlendirilmesi gereken bir sistemdir.
Bir kere iktisadi / ekonomik liberalizm; kapitalizm, nepotizm ve mafya, diğer bir ismiyle ahbap / çavuş ekonomisini fikren maskeli olsa da, pratikte destekleyen / yol veren bir sistemdir.
insan hakları evrensel bildirgesi ile de bireysel özgürlüğü teminat altına aldığını iddia eder. Şöyle ki
* "bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar."
* "hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz."
gibi.
Tüm bu ideolojik fikirler bütününe ve kuramsal taahhütlere hiçbir birey ne ahlaken, ne de bir yönetim sistemi olarak itiraz etmez. Fakat tüm bu iyi niyetli ütopyaları gerçekleştirmek; bizzat yine iktisadi liberalizm 'in sunduğu, savunduğu ve koşut saydığı parametrelerden oluşan bu sistem ile imkansızdır. Geçmişte köle diye tabir edilen sınıfın emeği sömürülürken, şimdi ise insanların fikirleri / mevcut zekaları / eğitimleri; özetle bireyler bir bütün olarak sömürülüyor. Ki kol gücüne bağlı emek sömürüsünün devam ettiği de yadsınamaz bir gerçek. Otomasyon sistemleri, robot teknolojisi gibi teknolojik devrimler ile sözde daha iyi / daha adil ve ütopik bir dünyanın bizi beklediği iddia edilse de, yakın gelecekte robotların, bizzat kendisini üreten insanların iş akdi feshini gerçekleştireceğini 4 yaşında maymun biliyor.
Tamamen soyut taahhütlerden oluşan liberalizm, mülkiyet sorununu göz ardı ettiği için hiçbir zaman daha özgür / daha adil bir dünya hayalini gerçekleştirecek bir sistem değildir. Daha doğrusu Kolektif özgürlük için muhakkak ama muhakkak tabana yayılmış bir sistematik düzenden bahsetmek gerekir. Bu 'devlet' i kutsallaştırmak değil; bilakis Sosyalistlerin öncelikle mülkiyet sorununa parmak basmaları bir nebze olsun bu itirazların sebebini açıklamaktadır.
Ayrıca liberalizm' en en büyük defolarından bir diğeri ise demokrasi ile çelişmesidir. Son 20 yılda Türkiye'de de reformüle edilerek ve seçim vaatleri olarak duyulduğu zaman toplumsal bir gülümsemeye yol açacak savların / taahhütlerin, pratik uygulamada siyasi erk ve kapital sahibi zümreler tarafından ne şekilde acımasızca yürürlüğe koyulduğu da ortadadır. Fazla uzağa gerek gitmeye gerek yok.
rasyonel irrasyonalizm' in dediği gibi; cahilliğin bedeli, okumanın bedelinden düşük olduğu için seçmenler oy pusulasındaki tercihlerini mantıklarına göre değil; yanlış'a dayalı halüsinasyonları neticesinde yaparlar. Bu da belki de en büyük toplumsal paradokstur ama bir nebze olsun çözümü de avrupa birliği ülkelerinin bir kısmında görülebilir.
Dolayısıyla şahsi tavsiyem; politik demagojiye girecek ölçüde sistem değerlendirmesi yapmadan önce, muhakkak karşılaştırmalı üstünlükler teorisi , mutlak üstünlükler teorisi gibi en temel iktisadi kuramların ortaya çıkış sebeplerini ve dönem dünya siyasetini araştırmakla beraber; güncel modern teorilerle harmanlayarak nihai bir mantığa ulaşmanızdır.
Hani deriz ya; insanın zikri neyse, fikri de odur diye. Liberalizm, insan değildir ve zikrine de güven olmaz, fikrine de.
modern liberalizmin doğduğu geliştiği yerin İngiltere olmasında benim kanaatimce yönetici elit ile halkın farklı kökenden gelmesi bir hayli etkili olmuştur. Roma'nın Britanya'dan çekilmesinden beri bu bölgeyi yöneten asillerle, halk çoğunlukla farklı kültürlerden gelmiştir. Ango-Sakson göçleri sırasında asiller bu Cermen savaşçılarken, yerel Briton onların tebaalarını oluşturmuştur. Zamanla Sakson kültürü zamanla bu Kelt tebaayı asimile etmiştir, bu arada Saksonlar da Britonlar gibi Hristiyanlaşmış böylelikle yeni bir Britanya kültürü yaratılmıştır. Bu yeni kültür ilk olarak Danimarkalı Vikinglerce sonrasında Fransa'ya yerleşmiş Vikinglerin yönettiği feodal Normandiya düklüğünce boyunduruk altına alınmıştır.
Yabancı asillerin boyunduruğu altında İngiliz halkının ve ironik bir şekilde Anglo-Norman asillerinin, yönetimde temsil edilmenin önemini, devlet yani mutlak güç ve tebaa arasında ilişkiyi, Kral John gibi tiranların bu temsil haklarını nasıl elinden alabileceklerini öğretmiş ve bu ivmeyle libaralizme giden yol açılmıştır.
Bu aşamadan sonra Britanya'da ne despot mutlakiyetçi Fransız kralları, Rus çarları, ne faşist veya sosyalist diktatoryalar yer bulamamıştır. Avrupa'nın fanatizminden uzak kalarak Pax Britannica'yı emin adımlarla ilerlemişlerdir.
Türklerin de eğer benzer refaha kavuşması arzulanıyorsa, bu devlet ile tebaa ilişkisini anlaması, ota boka vatan sağolsun demek yerine taleplerini iletmesi daha doğru olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti maalesef kurulduğu tarihten bu yana ne siyasi ne ekonomik refahın olduğu bir dönem yaşamıştır ancak buna karşın halk ekonomik ve siyasi belirsizliğe rağmen halk kendi talepleri doğrultusunda ülkeyi şekillendirmek yerine mutlak gücün korkarak seslerini çıkarmamışlardır.
Bireysel özgürlük üzerine, bireyin özgürlüğünü, özerkliğini hukuka bağlı devletçiliğine bağlı olarak kurulan siyasi ideolojidir. Liberalistlere göre tüm bireyler eşit haklara tabi tutulmalıdır; rüşvetçilik söz konusu dahi olamaz, din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalıdır. (bkz: laiklik)
en basit tanımıyla “bireysel özgürlük”tür. Düşünce, ifade, inanç, ticaret yapma, mülkiyet edinme ve siyaset yapma özgürlüklerini kapsar. Yakın tarihimizde de çok partili hayata geçiş döneminde deneme örneği mevcuttur. (bkz: serbest cumhuriyet fırkası ) ekonomide devletçilik yerine liberal ekonomiyi savunmuştur.
solcu, yağlı saçlı, kirli sakallı, 3 öğün patates yiyen, ter kokan kişilerin bok atmaya çalıştığı ideoloji. ne gariptir ki kendileri bu ideolojiyle yönetilen ülkelere göç etmek için can atarlar. halbuki onlara kuzey kore, çin, venezuela müstehak.