1. 'nun 1989 yılında yazıdığı roman. türkçesi şebnem susam saraeva çevirisiyle ve günden kalanlar adıyla 2015 yılında tarafından yayınlanmış. okuduğum ikinci ishiguro romanı. ilk okuduğum idi ondan sonra yazarın müptelası oldum zaten.
    konuyu dağıtıyorum ama söylemeden edemiyciim. @zarathustra godot ile kulzos radyonun chat odasında defaten tartışmışlığımız vardır. bazı kitapların filmleri çok eksik kalıyor bana göre. ona göre ise kitap ayrı, film ayrıdır ve karşılaştırmak yersizdir. yine de okuduğum kitapların büyük kısmından yapılan filmler hayal kırıklığıdır. burada ayırıcı bir nokta var tabii, kitabın niteliği. bir kitap olay örgüsü ağırlıklıysa filme çekilirken fazla bir kayıp olmuyor. romanları, serisi, serisi bu nedenle gayet başarılı. ama bir kitap ne kadar iç diyaloglarla doluysa, yer alan kişilerin duygu dünyalarına ne kadar iniyorsa uyarlaması da o kadar zayıf oluyor. kendi kanaatim tabii bu. her türlü tartışılır.

    ishiguro bilindiği üzere japon asıllı ingiliz bir yazar. çok köklü iki edebiyat geleneğinin mirasını birleştiriyor edebiyatında. yazarı nobel edebiyat ödülüne taşıyan en önemli unsurlardan biri budur kanaatimce. bir de bütün eserlerinde kitabın sonuna kadar olan biten her şeyi sarmalayan bir gizem vardır. tuhaf bir örtüklük. her hangi bir bilgiyi okura hazır lop bir şekilde sunmaz, satır aralarına gizler. okur, küçük kırıntıları birleştirerek bir bütün oluşturur zihninde.

    gelelim ishiguro'nun romanına. ne kadarı spoiler olur sınır nedir pek kestiremiyorum o nedenle fazla ayrıntı vermekten imtina edeceğim. kitapta baş karakter bir ingiliz malikanesinde kahyalık yapan stevens. 1950'li yılların birinden geçmişi anlatıyor. yirmiler ve otuzları. bu dönem ingilterenin sosyal düzeninde kırılma yaşadığı bir dönem. büyük araziler, bu arazilerin sahibi lordlar, malikaneler, malikanelerde yatılı yaşayan servis sektörü. yüzyıllar boyunca kemikleşmiş bir şekilde yaşanan bu düzen çökmeye başlıyor birinci dünya savaşından sonra. stevens kendi hikayesini anlatırken bu çöküşü gözlemliyoruz bir yandan. diğer yandan bu hizmet sektöründe çalışanların sistemi ne kadar içselleştirdiklerini ve görevlerini ne kadar kendi varlıklarının önüne taşımış olduklarına tanık oluyoruz. yaşanamayan aşklar, arkasından gözyaşı dökmenin bile ayıp sayıldığı kayıplar var. görev bellediği bir düzene sadakatinden ötürü kendi özüne karşı son derece acımasız davranan, insana dair duyguları hak etmediğini düşünen bir kahya. bütün bu ruhani vahşetin yaşandığı dönemin epey uzağında, ellili yıllarda bile iç muhasebesini yapmakta başarısız kalan, neyi sorgulayacağını bilemeyen bir insan var.

    peki bunlar filmde var mı? bana kalırsa yok. film kahyanın hikayesi kadar malikane sahibinin hikayesine de odaklanıyor. romanda malikane sahibinden bahseden bölümler dahi kahyanın ağzından aktarıldığı için bütün bunların aslında kahyanın hikayesi olduğu ve okura olaylardan çok onun olaylara bakış açısını aktardığı idrak edilebiliyor.
    ben önce kitabı okudum. filmi daha sonra izledim. bu nedenle film kendi başına gayet başarılı olmakla birlikte beklentimi karşılamakta bir miktar eksik kaldı. ama filmi izleyip de beğenenler nasılsa izledim diye kitabı es geçmemeli. çünkü kitapta daha fazlası var.
    #237683 laedri | 4 yıl önce (  4 yıl önce)
    4film, roman