-
Hemen kesip atayım, 2017nin en önemli sinema olayıdır.
Konu sinema olduğunda "en iyiler" listesinde mutlaka kendisine yer bulan, hele ki söz konusu bilim kurgu ise o listelerin ilk üçünde mutlaka ama mutlaka olan, türün kaderini ve çizgisini belirlemiş, çok önemli bir film blade runner.
Abarttım mı? Belki... Benim için en önemli filmdir kendisi sonuçta.
Remake modası baş gösterdiğinden beri bok edilmiş bir çok film var. İlk aklıma gelenler robocop ve total recall. Açıkçası blade runner içinde benzeri bir senaryo belirmişti kafamda devam filmi yapılacağını okuduğumda, o nedenle neler oluyor pek takip etmemiştim. Ta ki bugüne kadar. Bugün filmin ilk teaser trailerını izledim ve kadrosuna şöyle bir göz gezdirdim.
Öncelikle şu isim: roger deakins
Yaşayan en önemli görüntü yönetmenlerinden birisi. 13 oscar adaylığı var. Konu blade runner gibi kara film kökenli bir film olunca, hiç kuşkusuz ki bu kadar usta bir görüntü yönetmeni seçilmiş olması direkt artı puan atmosfer konusunda. Kaldı ki filmin yönetmeni de denis villeneuve. Özellikle sicario atmosfer konusunda ne kadar başarılı bir yönetmen olduğunun net göstergesi, prisoners ve özelliklede enemy de blade runner türevi kafa karışıklığına mahal veren filmler açısından bana kalırsa onu nolan'dan sonra en uygun aday yapıyor bu film için. Halihazırda en büyük numarasını, ridley scott'un ilk filmde ortaya çıkardığı eşsiz los angeles atmosferini devam ettirmekte göstermesi yetecektir. bu arada saydığım bu üç filmin görüntü yönetmeni de roger deakins.
Kısacası, özellikle sinematografi tarafında son derece stilize bir iş çıkacağı ortaya, gün gibi ortada. İşin içinde ridley Scott 'da var ki, bu da (danışmanlık yapıyorsa gerçekten) konunun ele alınışı yönünde ilk filmin yakalanabileceğinin göstergesi.
Oyuncu kadrosundaki ilk isim ryan gosling. Drive' daki performansı gözümün önüne geldi, kafamda hiç bir soru işareti yok. jared leto da kadroda gözüküyor, daha ne olsun! Harrison ford'da kaldığı yerden deckard olarak devam ediyor. Yani, oyuncu kadrosunda da sıkıntı yok...
(belki prisoners ve enemy'de çalıştığı jake gyllenhaal 'da çok uygun olabilirdi bu filme, kim bilir)
Nihayetinde ben çok umutluyum. Belki ilk film gibi taşları yerinden oynatmayacaktır blade runner 2049, ancak çok çok iyi bir fim geldiği krsin gibi gözüküyor. -
Müthiş bir oyuncu kadrosuyla ekimde vizyona girecek olan film. jared leto, ryan gosling, harrison ford başrollerinde oynuyor. Ve fragmanı bile doyurucu bir filmin geleceğini göstermekte. -
Sanırım bu sene en çok beklediğim film, özellikle de ghost in the shell'in yarattığı hayal kırıklığından sonra.
Filmin yaratacağı etkiyle ilgili üç seçenek var tabi orjinalinin ilk gösterildiği yıllarda karşılaştığı tepkiler düşünülecek olursa. Ya orijini gibi değeri sonradan anlaşılacak ve külte dönüşecek zamanla, ya ilk çıktığında baya baya ses getirecek ve olmuş dedirtecek, ya da bir çok yeni çevirim gibi olmamışlık tadı verip tarihin tozlu sayfalarındaki yerini alacak.
Açıkçası ilk izlediğimde hakkını vermesem de, üst üste seyredebileceğim derinliğe sahip bir film olmasını yeğlerim kendi adıma. -
bu filmde yine rick deckard rolünde harrison ford'u görecek olmak heyecanlandırdı.
jared leto'yu da ayrıca pek bi severim (bkz: requiem for a dream).
çok az kaldı, 6 Ekim'de Amerika'da gösterime girecek. 35 yıl olmuş ilk film çekileli. Sıkı bir film geliyor, hissediyorum. ilk film gibi kült olması dileğiyle -
Oyuncular sağlam ama bana patlar gibi geliyor. İlk film çok iyiydi. Bu kadar iyi olmasaydı tatmin ederdi. Şimdi matrix'in remake'i yapılsa ne kadar beğenilebilir ki. -
bugün basın gösterimi vardı. filmde sansür olduğu söyleniyor. eğer doğruysa (yani teknik bir açıklaması yoksa) gerçekten skandal. pipi gözüküyor diye film sansürlemek 30 yıl öncesinde kalmadı mı? umuyorum sinema kopyalarında bu tip saçmalıklar yoktur.
bahsi geçen sahneler:
1
2
dip not: filmle ilgili yorumlar çok iyi. -
Sony pictures "yerel kültüre saygı" bahanesiyle filmdeki bazı sahnelere dijital müdahalede bulunmuş, daha doğrusu sansür uygulamış.
Oldukça şevk kırıcı ve işgüzarca bir hareket. -
İlk filmin ardından, hikayenin bıraktığı yerden fazla boşluk bırakmayacak biçimde devam eden 2049, izlerken doğal olarak ilk filmle karşılaştırmaktan geri duramadığınız bir film. villeneuve sinemasına aşinaysanız biraz da bu gözle izleyeceğiniz, sinematografi adına ilk filmin üzerine farklı –daha doğrusu daha büyük- bir dünya yaratmış ve roger deakins’in de en iyi işi olmuş açıkçası.
Filmin üzerine saatlerce yazılabilir; bunu yaparken ilk filmden ayrı olarak sembolizm meraklılarını doyuracak kadar malzeme çıkacağını sanmıyorum ancak, görüntü yönetmenliği ile birlikte teknik manada son yıllarda izlediğim en iyi film; açıkça söylemek gerekiyor ki, film bir elmas edasıyla ince ince işlenmiş.
Sinemadan ayrılırken, içimde interstellar, inception, arrival, her ve hatta daha da eskiye gitmek gerekirse matrix’de yaşadığım doyumu yaşadım. Size matrix gibi sinemadan çıktığınız anda yaşam üzerine felsefi sorgular yaptıracak bir film değil muhtemelen, ancak konuyu işleyiş ve yaratılan atmosfer saydığım bu filmler gibi çok da alışık olmadığınız bir dili barındırıyor ve filmden ayrıldığınızda dolu dolu aksiyon sahneleri izlememiş, hayatı sorgulatacak mesajlar duymamış olsanız bile sinema adına belirli bir doyuma ulaşıyorsunuz; hatta itiraf etmeliyim ki 3 saate yakın süresine rağmen filmin tadı damağımda kaldı.
Böyle bir filmi anlatmaya nereden başlanır bilemiyorum. blade runner’ın cyberpunk kültürüne yaptığı etkinin (katkı değil, doğrudan etki) bu filmde karşılığı ne olacaktır bilmek zor. İlk filmde yaratılan dünya, daha dar bir açıyla, kısıtlı planlarla izleyene ulaşırken, bu filmde daha geniş açılarda gördüğümüz dünya, ilk filmdekine nazaran etkileyiciliğini kaybetmiş görünüyor. Kendi adıma blade runner’da karşılaştığım dünyanın görsel olarak daha tatmin edici olduğunu söyleyebilirim. 2049 ise daha büyük planlarda, daha büyük bir dünya sunarken size detaylara odaklanmanızı zorlaştırmış ve ancak planlar ufaldığında ilk filmdekine benzer –şaşırtıcı- sahneler yakalamanıza olanak vermiş. Bu, uzun süresi ve zorlayıcı hikayesi göz önüne alındığında yaratılan dünyanın görselliği ile ilgili olarak kafanızda bir bütün oluşturmanıza engel oluyor. Elbetteki şunu göz önünde bulundurmak da lazım; bu bir devam filmi ve blade runner’ın bıraktığı izler üzerine kurulmuş durumda, blade runner ise, ilk izlediğimizde –yaşınız elveriyorsa- bir tokat gibi inmişti yüzümüze.
Söylemek istediğim şu; ilk filmde j. f. sebastian’ın kendi oyuncaklarıyla doldurduğu apartman dahi filmle ilgili analizlerde kendisine yer bulurken, 2049’da mad max: fury road’da olduğu gibi yaratılan dünyanın bütünü içinde kendinizi kaybederken, daha ufak planlarda ilk filmdekine benzer bir odak noktanız (pek) yok.
Bu elbette ki sinematografi adına bir başarısızlık falan değil, izleyenin kişisel tercihi ile ilgili bir yorum. Kullanılan renk paletinden yaratılan atmosfere, kostümlerden kullanılan mekanlara kadar bu filmin çok fazla karşılığı yok sinemada. Benzeri bir özenin gösterildiğini hatırladığım son örnek, yukarıda da örneğini verdiğim son mad max, fury road.
Üstüne basarak söylemeliyim; şu satırları yazarken dahi filmin yarattığı atmosfer aklımdan çıkmıyor. İki filmin yarattığı dünyalar arasında, sunum farklılıkları olmasına rağmen, 2049 da kesinlikle beyninize kazınmış bir görsellik sunmakta. Buna en büyük etkiyse, süresiyle doğru orantılı ağır kurgusu, uzun planları ve hans zimmer elinden çıkmış etkileyici müzikleri. İlk filmde vangelis tarafından yapılmış film müzikleri, sinema tarihinin en etkileyici işlerinden birisiydi; bu film içinde rahatlıkla söyleyebilirim ki, özellikle geniş planlarda size sunulan dünyanın içinde kaybolurken zimmer tarafından yazılmış müzikler kesinlikle kurguyla birlikte hareket ediyor ve aklınıza kazınıyor. Geriye dönüp sahneleri hatırlarken, müzikler de kulaklarınızda yankılanıyor. Atmosfer, içinize böyle işliyor işte 2049’da...
Blade runner, sinema versiyonundan ridley scott’un kendi kurgusuna gelene kadar, deckard’ın replicant olup olmadığıyla ilgili bir soru işareti barındırıyordu. Versiyonlar arasındaki bu kati farklılık, senarist ve yönetmenin de üstünde ortak payda da buluşmadığı bir noktaydı bildiğimiz kadarıyla. 2049 ise, hikayesini ilk filmin versiyonlar arasında bıraktığı bu muğlaklığı yönetmen kurgusu (final cut) özelinde verdiği cevap üzerinden yürütüyor. Elimizdeki filmde, kim replicant kim değil cevabı daha net veriliyor. Kesin olan şu ki, felsefi altyapısı göz önünde bulundurulduğunda özellikle de rutger hauer’ın hayat verdiği roy karakteri filmin mottosuna (insandan daha insan) çok daha derin bir yorum katmaktaydı. 2049 ise bu mottoyu filmin başından sonuna kadar çok daha kör göze parmak işliyor. Belki konusu da göz önünde bulundurulacak olursa, tersini düşünmek olanaksız. Lakin bu bilinçli gözüken seçim, filmin Hollywood tarzı sonu da göz önünde bulundurulacak olursa ilk filmin tersine, konu kapanmış etkisi yaratıyor ve distopik bir evren içerisinde sizi sonuyla ters orantılı olarak mutsuz ediyor.
Gerek blade runner, gerekse 2049 konu – hikaye açısından bilim kurguya uzak değilseniz çok şaşırtıcı değil. Filmlerin en büyük numarası, bu hikayelere kattığı felsefi derinlikleri yanında bunu size sunuş şekli. 2049, ilk filmdeki hikayeyi doğurganlık meselesiyle bir adım daha öteye taşıyor. Film ilerledikçe ryan gosling’in hayat verdiği joe’nun endişeleri ve umut ettikleriyle insan olmaya ne kadar yaklaştığını görüyoruz. İlk filmin tersine bu kez, başrol üzerinden birçok çıkarım yapmak olası ve ne yazık ki bu kez elimizde bir roy yok. filmin başında, dave bautista’nın hayat verdiği sapper morton’un (karakter oldukça başarılı bu arada) dile getirdiği “mucize” kavramıyla, doğurganlık meselelerini zorlayarak birbirine bağlamak olası ancak din temalı sonuçlara ulaşmak da bu noktada varılabilecek bir sonuç. Açıkçası filmin felsefi altyapısını zorlamak için birkaç kez izlemek daha mantıklı. Kendi adıma, filmin yarattığı müthiş atmosfer içerisinde kaybolmayı, zorlayıcı okuma atraksiyonlarına girmekten daha keyifli buldum.
-- spoiler --
iki replicant’ın çocukları olması, bu çocuğun peşine düşen başka bir replicant’ın ipuçlarını sürerken bu çocuk olduğuna inanmaya başlaması ve “dizayn” edilirken kendisine yüklenen misyonun dışına çıkarak özgür iradesiyle kararlar vermesi ve hatta aşık olması; altında bir çok okuma yapılabilecek bir hikaye olsa da, yaratılan görselliğin, dünyanın, atmosferin bu hikayenin üzerine çıkmış olması filmi birkaç kez daha izlemeyi zorunlu kılıyor.
-- spoiler --
Bu noktada şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Aksiyon dolu olmamasına ve uzun süresine rağmen 2049, çok kısa zaman aralıklarıyla tekrar tekrar izlenebilecek bir film bana kalırsa. Blade runner, yani ilk film ise buna pek elvermiyor. Burada 2049’un çok da başarılı bir kurguya sahip olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla. Açıkçası film tempo, hikaye ve süresiyle başarısız ellerde fiyaskoya dönüşebilecekken, kurgu filmden kopmanıza engel oluyor. Hemen eklemeliyim; denis villeneuve her işini gözü kapalı izleyebileceğim bir yönetmen ve bu film de bunu perçinliyor. Aynı nolan gibi, bilmeden izleseniz dahi karşınızdaki filmin, stilize estetiği, ağır temposu ama akıcı kurgusuyla bir Denis Villeneuve filmi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz.
İlk filmde sean young – harrison ford arasındaki uyumlu gerilim sinema tarihinde gördüğüm en iyi aşk hikayelerinden birisine yol açmıştı. İki oyuncunun arasındaki gerilimden kaynaklanan bu eşsiz aşk hikayesinin benzeri 2049’da da joe – joi arasında da yakalanmaya çalışılmış. "Makine – daha da fazla makine" formülüyle karşımıza çıkan bu aşk ise, ilk filmdekinin tersine gerilimden beslenen “tutkulu” bir erotizmden çok duygusal bir aşk hikayesine dönüşmüş durumda. Bunda da ana etmen ryan gosling ve joi rolü için seçilen ana de armas’ın böyle bir film için fazla yumuşak kalan uyumu. Joe – joi arasındaki ilişkiye tanık olmaya başladığınızda aklınıza eğer izlediyseniz her filmi gelecektir bir ihtimal. açıkça söylemeliyim ki, luv rolünde izlediğimiz sylvia hoeks, bu filmde yaşanacak herhangi bir replicant aşkı için ryan gosling’in karşısında olması gereken oyuncuymuş. Filmin hikayesinden kaynaklanmaktan çok, doğal bir çekim var iki oyuncu arasında ve bu ilk filmdekine benzer bir etki yaratabilirmiş. Aynı şekilde, ryan gosling ve teğmen Joshi (robin wright) arasında geçen sahneler de, özelliklede joe’nun evinde geçen, oldukça iyi.
-- spoiler --
Filmin, cgi olarak teklediği en önemli sahne sean young’ın, yani rachael’in tekrar karşımıza çıktığı sahne. edward james olmos ve Harrison ford’un yaşlılıklarıyla karşımıza çıktığı bir filmde, sean young’ın da kanlı canlı karşımıza çıkması pek garip gelmezdi bana. Hoş, deckard’da cgi’ın kalitesizliğine zaten tepkisini “gözleri yeşildi, olmamış bu” diyerek gösteriyor ama olsun…
-- spoiler --
Blade runner’ın, türün adı her ne kadar the terminator’de konmuş olsa da tech noir içinde eşsiz bir mücevher olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Film noir ve bilim kurgu’nun bu kadar iyi harmanlandığı başka bir film örneği vermek istediğimizde elimizde zaten fazlaca seçenek yok. 2049’un bilim kurgu tarafında sundukları zaten tartışılamaz ancak film noir tarafında da hakkını vermek, bir iki kelamdan fazlasını edebilmek için tekrar okumaya ihtiyaç olabilir. Gerilimin yer yer müthiş yükseldiği filmin bu açıdan abisiyle karşılaştırmasını yapmak için de iki filmi arka arkaya bir iki kez izlemek gerekebilir. Bu kadar klinik bir izlemeye ihtiyaç var mıdır, orası da meçhul.
Sonuç olarak, başta da belirttiğim gibi son yıllarda izlediğim en doyurucu filmlerden birisi. Tekrar tekrar izlendiğinde hikayesinde bir çok ayrıntı bulunabileceğine eminim. Filmi izledikten sonra, yaşadığım heyecanın üzerine yazdığım bu yazıyı, sakinleştikten ve belki dvd’ye düşüp tekrar izledikten sonra güncelleyeceğim; ama emin olduğum nokta şu ki, yarattığı atmosfer, müzikler ve görsellik hakkındaki düşüncelerim değişmeyecek film hakkında; tek kelimeyle mükemmel… -
black out 2022 youtube
2036: nexus dawn youtube
2048: nowhere to run youtueb
adında, üç kısa film çekilmiş 2019 yılından sonra yaşananları anlatan. -
sinemasına gidip izleyememiştim çok da takip ettiğim bir bilim kurgu evreni değildi blade runner ama sansür mansür dediler 3 saat dediler üşendim bekledim daha şimdi izledim bitirdim. atmosferi çekimleri gerçekten güzel bir film ama 3 saat olması sebebiyle bir daha açıp izlemem şahsen. bence kült olmayı da başaramadı. sansür haberleri olmasa kendi izleyicisi dışında kimsenin dikkatini bile çekmeyecekti. sonunda ufak bir twist olması hoş olmuş ama benim için tatmin edici bir şekilde bitmedi film. benim için tek olumlu yanı ana de armas'ı tekrar görmek oldu. -
Filmi ilk izlediğimde yani Sinema perdesinin karşısında, denis villenevue’nun yarattığı dünyanın görsel büyüsü içinde kaybolduğumu ancak filmi ikinci kez izlemek için televizyon karşısına geçtiğimde anlayabildim. Bu ikinci seyirde bir çok taş yerine otururken sadece görsel açıdan değil hikaye açısından da son derece iyi bir film olduğunu tekrar hatırladım blade runner 2049'un.
İlk olarak söylemeliyim ki Film aynı öncülü gibi çok iyi bir dedektiflik hikayesi. Bu da onu dahil olduğu tech noir alt türünün en iyi örneklerinden birisi yapmakta bana kalırsa.
-- spoiler --
Ryan gosling'in canlandırdığı Joe’nun gizemini çözmeye çalıştığı “mucizenin” peşinden koşarken yakaladığı ipuçlarından deckard’a ve en nihayetinde filmin finalinde “mucizeye” ulaşmasını izlerken iyi bir dedektiflik romanı okur gibi hissettim kendimi.
Filmin en çok eleştiri aldığını hatırladığım süre konusunda söyleyebileceğim; joe’nun joi ile olan ilişkisinin hikayeye çok da bir katkısı olduğunu sanmıyorum. Aynı durum Wallace içinde geçerli. Evet, hikayenin içinde anlamlı bir misyonu var wallace’ın ancak durağan ve sıkıcı –adeta monoloğu andıran- diyalogları filmden koptuğum tek an(lar) oldu. Öyle ki wallace’ın işlevini ancak filmi ikinci kez izlediğimde anlayabildim.
Jared leto’nun yarattığı karakterin yani wallace'ın zaten durağan bir oyunculuğu olan ryan gosling’in varlığıyla birlikte filmin üçüncü erkek karakteri Harrison ford’u filmin espri unsuru haline getirdiğini düşündüm ara ara. Aynı baygınlık joi’de de varken robin Wright (joshi) ve elbette ki Sylvia hoeks (luv) kesinlikle kusursuzdu.
Ryan gosling’in durağan oyunculuğu dedim ama onun ifadesiz olsa da suratında görebiliyorum vermek istediği duyguyu. deckard’ın bir oğlu değil de kızı olduğunu, haliyle kendisinin mucize çocuk olmadığını anladığı anda yaşadığı hayal kırıklığını optimum mimikler seyirciye yaşattığı andan filmin sonunda deckard’ın kızı olduğunu anladığımız anadan (rüyacı doktor), hafızasındaki hayalin gerçek olduğunu öğrendiği anda yaşadığı üç saniyelik patlamaya kadar kendine has oyunculuğunun joe’ye yakıştığı fikrindeyim.
-- spoiler --
Kısacası uzun süresi ve ağır kurgusuna rağmen yarattığı görsel dünyanın yanında benim ancak ikinci izlemede tam farkına varabildiğim harika dedektiflik hikayesiyle de tekrar izlenmeyi kesinlikle hakeden bir film blade runner 2049.