1. Başlangıçta bir bisiklet üzerinde, iki yanı gür ağaçlar ve yer yer villalar ile dolu olan bir yolda, bisiklet yarışı yaparken buldum kendimi. Yanımda iki bisikletli daha var. Birisi benim patronum, diğeri ise iş yerinden tanıdığım bir büyüğüm. Yarışmanın birincisi araya farkı koyup uzaklaşmış, geride kalanlara da biz farkı koymuşuz. Üç kişi, ikincilik amacıyla basmaktayız pedallara.

    “E hadi artık biraz hızlanalım” diyor patron, yol hafif rampa bir kısma gelince.
    “O zaman ben gidiyorum önden” deyip hızlanıyorum ve bitiş noktasına doğru asılıyorum pedala.

    İşin garip yanlarından birisi şu ki o an için rüyada olduğumu biliyorum; ama benim aklım ikinciliği kaptırmamakta. Pedala yüklendiğim andan itibaren bitişe kadar olan tüm yolu, etraftaki ağaçları ve evleri net bir şekilde hatırlıyorum.

    Yarış, üç katlı, bahçesinde yan yana iki havuzu bulunan bir villada bitiyor. Yolun sonundaki son ev şeklinde, rampanın bittiği yerde villa. Kısa bir süre tüm yarışçıların gelmesini bekliyorum, bu sırada yarış birincisi kızla sohbet ediyorum. siyah renkli, boyun hizasında kesilmiş küt saçları olan ve siyah bir kemik gözlük takan; kısa boylu ve iri zeytin taneleri gibi gözleri olan bir kız. (Çok ama çok yakından tanıdığım birisi bu kız; ama gerçek hayatta kim olduğundan tam olarak emin değilim. Hatırlayamıyorum.)

    Sahne değişiyor…

    Herkes gelmiş ve yarış sonrası parti başlamış. Herkes havuzda, ortam baya kalabalık. Delicesine bir eğlence var etrafta; alkolün de etkisiyle hafif bir brazzers partisi havasına giriyor ortam. Gariptir, milletin üzerinde şort, bikini vs. olmasına (veya olmamasına) rağmen ben kot pantolonum ve dream theater baskılı t-shirtümle durmaktayım suyun içinde. Havuz baya derin, kendimi suyun içine bırakıp dibe oturuyorum; ama garip bir şekilde suyun altında da nefes alıyorum. Bir canım arkasından dünyayı izler gibi, suyun yüzeyinde eğlenen insanları izliyorum bir süre.

    Dipte otururken içime bir his çörekleniyor. İyi tanıdığım bir his; “Ne yapıyorum lan ben bu insanların arasında” hissi… Öyle zannediyorum ki ortamda herkesin takıldığı birkaç kişi var ve kimsenin benim orada olduğumun farkında bile olmamasından kaynaklanıyor bu his. “Gidip uyumak en güzeli” diye mırıldanıyorum. Sağ tarafımdan, havuzun diğer köşesinden bir ses geliyor beni onaylayan; ama kafamı çevirip bakmıyorum kim olduğuna.

    Sahne değişiyor…

    Uyanıyorum ve villanın içindeyim; ikinci katta duran odadan çıkıp salon ve mutfağın açıldığı bir holde duruyorum. Ağaç dalları camlardan içeri girecek kadar uzun. Villa dışarıdan çok lüks dursa da içi sevimli köy evleri gibi döşenmiş. Hava oldukça ferah ve kuş sesleri duyuluyor dışarıdan. Mutfakta, masanın yanında duran uzun sedirde rahmetli Zeki Alasya’ya çok benzeyen bir polis memuru oturuyor. Beni çağırıp anlamadığım birkaç soru soruyor, ben de:

    “Yarıştan sonra millet eğlenmeye başladı, ben de sıkılıp odaya çıktım ve uyudum. Olan bitenden haberim yok.” Diyorum. gerçekten de bir olay olmuş ve benim zerre kadar bilgim yok bu konuda.
    “Yani millet dışarıda coşarken sen çıkıp uyudun öyle mi” diyor suçlar bir tavırla.
    "Evet" deyip başımı sallıyorum

    Tam bu sırada, yarışı kazanan kız geliyor merdivenden çıkıp. “Öyle derin uyuyordu ki eğlencenin kendisi oldu bizim için. Milletle bunun bir sürü fotoğrafını çekip internete attı” diyor küçümseyerek. Telefonu elime alıyorum, gerçekten de internette bir sürü fotoğrafım ve videom var. Ben uyurken akıl almaz şekillere sokmuşlar beni ve dalga geçmişler. O sırada ortak kullanılan bir mesajlaşma programındaki yazışmaları görüyorum. Herkes benimle dalga geçip aşağılıyor.

    Bir anda öfkeden deliriyorum. Uyuduğum odanın kapısının arkasında asılı olan bornozun kemerini alıp kızın boynuna sarıyorum ve öldürmek için sıkmaya başlıyorum. O kadar sert sıkıyorum ki, kızın bir anda nefesi kesiliyor, yüzünün rengi değişiyor. ağzımdan resmen köpükler saçarak kızı tekdit etmeye başlıyorum ve kemeri daha fazla sıkıp yukarı kaldırıyorum. kızın ayakları yerden kesiliyor ve gözleri yukarı doğru kayıyor. bu sırada ortamda bulunan bir kaç kişi kızı elimden almak için bana doğru koşuyor.

    Sahne değişiyor…

    Kendi evimdeyim. Salon kapısının girişinde duruyorum. Muhabbet kuşlarımdan beyaz olanı salona çıkmış yine; ama salonun penceresi açık ve pencere pervazında duruyor. Dışarı kaçarsa asla yakalayamam ve dışarıda hayatta kalamaz. Nefes bile almadan duruyorum ve içimden, tekrar kafesinin bulunduğu odaya uçması için dua ediyorum; çünkü insanlardan korkuyor ve hareket ettiğim anda kaçacak. Uzun uzun gözüne bakıyorum kuşun.

    O sırada hissettiğim kalp çarpıntısı ve korkuyla karışık çaresizliği tarif etmem imkansız.

    Beyaz mubiş birkaç kez öttükten sonra odaya doğru uçup kafesine giriyor. Koşup tüm camları kapatıyorum ve kafese gidip biraz seviyorum muhabbet kuşlarını.

    sonra uyandım.
    "sabah oldu neden telefonun alarmı çalmadı" diye düşünürken telefonun saatine baktım ve "ananı avradını..." diye bağırarak yataktan fırladım. nasıl uyuduysam duymamışım telefonun sesini. metroda olmam gereken saatte ben yatağın içindeydim. çok şükür geç kalmadım işe...
    gariptir, dün gece aşırı yorgun olmama ve çok geç yatıp sadece 4 saat uyumuş olmama rağmen kendiliğimden uyandım bu sabah ve kendimi gayet zinde hissediyorum. sanırım rüyada bile olsa spor yapmak iyi geliyor insana :)
    #62520 the ancient one | 7 yıl önce
    0anket