masumiyet'le birlikte değerlendiriyor çoğu yerde ama bu yanlış bir karşılaştırma. masumiyet içine çökmüşlüğün filmiyse, kader her zaman aranılan tek gerçeğin hikayesi olabilir. kader'in uzun yıllara yayılan, her zaman şehir değiştiren aşk hikayesinin içsel ağırlığını her birimizin iç dünyasında yaşaması öngörüsünü de yapan demirkubuz, yollar ve kapanmayan kapıların "takık" olmayla bir düşünüldüğü zaman ortaya çıkan derinliğini de anlatıyor. bekir'in iç karartan monologu, uğur'un filmin tamamına egemen olan "ben başımın çaresine bakarım" özgüveni, cevat'ın göstermelik sahiplenişi, zagor'un başına buyrukluğun kutsal kitabını yazmış olması ve otelci irfan'ın "çevrene hakim olmak sadece gözlerinle yapabileceğin bir şey değildir" mottosunu hayatına yansıtması aklımdan çıkmayanlar. sonunu kendi kendime deli gibi eleştirmiştim ama demirkubuz'u ilk kez deneyimleyecek olan izleyiciler için böyle bir son hem demirkubuz sinemasını tanımak açısından değerli hem de bu sinemanın değerlerini özümsemek için "her zamankinden" hissini içe çekmek açısından önemli olduğundan ötürü bir şey yazmayacağım.
filmin doğrudan umutsuzluk ve çaresizlikle ilgili olduğuna dair alt metinlerin demirkubuz sinemasındaki en yoğun halini izlemiş olabilirsiniz. yeraltı'nda da bu "hiçbir şey yapamama" ve "kendini akışa bırakma" hissini iliklerime kadar hissetmiştim. kader'in "seçimlerimi geçmişim yapıyor ama bunda benim kontrolümün olmadığını kimse iddia edemez" yargısının ağırlığı altında paramparça olmak da mümkün. yeraltı ile arasındaki en büyük fark bence bu.
demirkubuz sinemasına giriş için genellikle masumiyet ya da bekleme odası önerilir ama kader de seçeneklerden biri olabilir. berbat istanbul hayatı, varoş izmir geceleri, aile zoruyla hayatları şekillenmiş, kendi hayatları hakkında söz sahibi olmaktan bihaber bireyler, "takık"ların hayatlarımızdaki önemi ve tabii ki umutsuzluğun kesif kokusunun daha net hissedildiği bir demirkubuz filmi izlediğimi düşünmüyorum.