Eğitim sektörü çalışanlarının en fazla duydukları bir numaralı cümledir. Halkımızın birçok şeye bakış açılarının yanlış olduğu gibi eğitime de bakışın yanlış olması sonucunda ortaya çıkıp yaygınlaşan bir söylemdir.
Halk Okumayı her şeyin üstünde tutar, okuyana çok saygı gösterir; baş tacı eder. Okuyanın; okuyup derslerinde çok başarılı olan için bu başarı, bir nevi zeka ölçütü olduğu düşünülür. dolayısıyla derslerde sıkıntı yaşayan çocukların anne babaları için bu düşünüş halkı ister istemez bir bahane üretmeye, bir kalkan üretmeye zorlamıştır. Anne babalar bu söylemi dillendire dillendire kendilerini de koca bir yalana zamanla inandırır. Çünkü “acaba benim çocuğum cidden yapamıyor mu, yoksa bizimki a… mı?” şeklinde düşünmek anne babalar için en zor olan şeylerin başında gelir. Bu düşünüşün beyinleri kemirmesindense ortada mutlaka bir suçlu aranır ve bulunur.
Bu duruma sebep olan, insanların sadece derslerde başarılı olanları zeki saymasının nedeni nedir peki? Şöyle açıklamaya çalışalım: Eğitimdeki özelleştirmenin çok kontrolsüz yapılması ve eğitimcinin “eğiten” bir birey değil sadece “öğreten” bir “mekanizma” olduğunun benimsenmesidir. Aile, çocuğunun hangi alana yetenekli olduğunu tespit etmeden, tespit etmişse bile bir alanda iyi olduğunu düşünüyorsa: “o halde derslerde başarılı olmaması için hiçbir sebep yok, demek ki ya okul okul değil ya da öğretmenler iyi öğretemiyor; o halde benim çocuğumun burada işi olmaz. ben çocuğum için en iyisini düşünürüm ve çocuğumun da en iyi eğitim alacağı yer özel okuldur.” Der ve düşünceyi pratiğe döker.(İmkanı olmayan aileler ise en iyi devlet okulu araştırması yapıp ona göre kendince bir yol bulmaya çalışır. herhangi bir yol bulamayan ailelerin çocukları da “hayat okulunda” kısıtlanmamış bir şekilde yolunu bulup esnaflık, ticaret, siyaset gibi bilumum alanda zekalarını bir şekilde kanıtlarlar.)
Pratiğe dökülen düşüncelerin neticesinde soluk alınan özel yerde ise ticari kaygı ön planda olduğu için çok büyük oranda 50 puan ortalamasını geçemeyen çocuklar 70-80 hatta 90 ortalamalara çıkar. Yıl içerisinde yapılan öğretmen-veli toplantılarında da öğretmen ve veli çocuğu göklere çıkarma yarışına girer, hatta çift taraflı “kapasite var ama çalışmıyor” şeklinde sahte bir ilişki ile çocuk el birliğiyle aslında köreltilir. sene sonu yapılan resmi bir sınavdaki başarısızlık bile bu durumu gölgeleyemeyip “zaten bizimki heyecan yaptı, hem o akşam uyuyamadı” gibi bir bahane daha üretilir. anlayacağınız üzere söylem bir kısır döngü oluşturmuş.
Şu beğenmediğimiz demir perde ülkeleri bile çocuklar ilköğretim çağında yeteneklerine göre okullara yönlendiriliyordu ki hala öyledir. Düşündükçe yazılacak çizilecek çok şey var ama sanırım önce söylemlerimize çeki düzen vermeliyiz.