şimdi "aaa olur mu "komşu komşunun külüne muhtaçtır diye atasözümüz var" diyenler olacak. e, "tohumlar fidana, fidanlar ağaca" diye şarkımız da var ama "çocuklar yürüyemiyor" bahanesiyle millet ormana yol yapıp büfe dikme peşinde. bu ankete ikinci cevabım da orman zaten.
türkiye'de fena komşularım olmadı, sese tahammül eden, aşure getiren... ama bunun misliyle ruh hastası oğlu ruh hastası vardı. dışarıda 1-2 manyak dışında denk gelmedi, ama şunlar denk geldi:
new jersey: kapının bir bölümü kırıktı. yan komşum (adını bilmiyorum) kapımı çalıp, soyadımla hitap edip kapıyı tamir edebileceğini söyledi. inanmadım, tamam dedim. adam haftasonu geldi, o bölümü söktü, evine götürdü. 3 saat sonra tamirli halini taktı. malzeme parası bile almadı. Oranın sağcısı bu adam. hani göçmen düşmanı falan denilen.
arkadaşlarla bir müstakil evi paylaşıyorduk, iki yan komşu "siz buralara alışık değilsiniz" diye kendi evinden sonra bizim kapının önünün karını temizledi her karda. "yaw nolcak" diyenler için şöyle bir iş. ya mahçup oluyorum, adam surat soğuktan mosmor "bir daha duymayayım" diyor. daha adımızı bilmiyor lan bunlar. öküzüz çünkü, taşınınca kendimizi komşulara tanıtmamız adetmiş.
hani bura amerika bak. hani diyorlar ya insanlar çok bencil, herkes paranoyak, komşusunu vuruyor, yardımlaşma yok falan. ha ora işte.
isveç: siteye geçtik millet "mahallemize hoş geldiniz" diye kendini tanıtıyor (Taşınırken yardım edenlerleri geçelim) , köpek özlediğimi söyledim, kadının biri bir sabah köpekleri kapmış gelmiş "gezdirmek ister misin?" diye. ben öküz olduğum için "ehi ehi gezdirme işini bana mı yıkcan" gibisinden şaka yaptım. kadın bir üzüldü, bombok oldu. akşam mail attı " çok üzgünüm öyle anlaşıldım" diye. yok abla, medeniyet çarptı sorun bende. sonra bununla, bazen çocuğuyla, kocasıyla (evet bizde olsa...) yürüyüşe çıktık. ilk günden, gökten arkadaş. o "yaşlı, aksi isveç'li" de karikatürlerdeki gibi değil. sadece kriterleri var. öyle arkadaşım da oldu, on numara dedeydi.
hani soğuk ya iskandinav insanı, arkadaş olunmaz, istemezler. o iyice otursun diye anlatıyorum.
kanada: arkadaşın ailesi gelmiş, komşusu geliyor, "hoşgeldiler" deyip eve davet ediyor, iki kelime zor ingilizce konuşan tipleri bir saat bahçesinde ağırlıyor. ben de misafirim o sırada. öbür komşu çimlerinin sarardığını görmüş, "fıskiye çalışıyor mu?" demiş. bizimkilerin fıskiyenin varlığından haberi yok. adam bizimkiler mal mal bakarken 5 saat uğraşıp hale yola koydu fıskiyeleri. parçaları cebinden harcadı.
hani hepimiz emekli olsak, akşama kadar selamlaşsak, bir derece. yok abi bekara, öğrenciye, sosyal tümsekleri düzleyecek anası, babası, eşi olmayana, işe gelip işe gidene bu muamele.
bunun 10 katı var cebimde daha da uzatmıyorum. yılışıkla, birbirinin hayat biçimine burnunu sokmayla samimiyeti, akşama kadar boş konuşmayla iyi ilişkiyi, zora gelmeyeceği konularda gösteriş yapmakla yardımlaşmayı karıştıranlar "bizde komşuluk çok" derler. ya da hakikaten çok, bana mucize eseri tersine manzara denk geldi.
halk değil, devlet merkezli yönetim kaynaklı yaşam kalitesidir.
her konuyu siyasete vurma diyenler bir düşünsün. insan ruhu küçük mutluluklar ve büyük hedeflerden beslenir. devlet gücünün insan refahından önemli olduğu bir ülkede, küçük mutluluklar yaşamak imkansızdır. maddi sıkıntılar gününün nasıl geçeceğini belirler. fazla vergi, düşük maaş bireyi daha mütevazı seçimler yapmak zorunda bırakır ve yaşam kalitesini düşürür.
ülke sınırları içerisinde seyahat etmek bile lüks, somut teknolojik uğraşlar vergiler yüzünden imkansız hale geldi. mutfak masrafı zaten pahalıyken, dışarıda yemek kendini şımartma şekli oldu.
ben çok siyasi bir adam değilim. sadece içinde bulunduğum şartları değerlendiriyorum. şuanki politikamız, devleti uluslararası mecrada güçlü göstermek için, kendi iç sıkıntılarımızda boğulmaktır.
Halk tabanında para ve tabanda refah olmazsa eninde sonunda tavanada sıçrar eninde sonunda bu Lidya icadı birim her şeyden mahrum bırakır ve kollektif mutsuzluk kaçınılmaz olur bu da sizi parayla yapabileceğiniz her şeyden mahrum bırakır.
Akıl mahrum oldugu en önemli nokta , Bilinçsiz göç dalgası istanbula geliyorsun elde bir şeyin yok, asgari ücretle işte çalışıyosun yani ne gerek var. Sırf istanbulda yaşıyorum demek için yaşayan insanlar var görgüsüzlüğe gel mk. Adam telefonda diyor mercimek, bulgur çuvala koyun gönderin. E bunun nesi istanbulda yaşamak bunun ismi istanbulda hayatta kalma mücadelesi ve adam dayanamıyor kendinin eşinin cocugunun hayatini bok ediyor. Dudullu-ümraniye varoş mahallesine gidip gördüm köy hayatını istanbula entegre etmeye çalışıyolar.
asgari ücretle ev geçindirmek. doya doya leblebi dışında kuruyemiş yiyebilmek. aylık bir ev alışverişi yapıp kasada oha dememek mindful olabilmek. (bkz: mindfulness) sıfır arabayı alırken içinin acımaması. ülkenin bir başarısıyla gurur duyabilmek. filenin sultanları hariç :)