en çok da kurgusunun gerçekçiliğiyle ve tasvir ettiği ''yeni insanlar''ıyla adamı büyülüyen, gözünü açan kitap...
devrimci demokrat diyebileceğimiz nikolay çernişevski'nin petrapavlovsk zindanlarında mapus yatarken ve dört ay gibi çok kısa bir sürede kaleme aldığı bu roman; o günlerde rusya'da nüvesel halde bulunan narodnizmin beslendiği en önemli ilham kaynaklarından biri, adeta ilmihali olacaktır... dili, akıcılığı, kurgusu, karakterleri ve işlediği mesaj yönünden o kadar güçlü bir romandır ki her sayfasında okuru biraz daha düşündürür, sarsar ve dönüştürür; sırf bu yüzden bile tekrar tekrar okunmayı hak eden bir başyapıttır. meşhur anarşist devrimci emma goldman'ın anarşizme yönelmesi dahi ilkgençliğinde bu kitabı okuması ile başlamıştır.
her biri birbirinden ilginç rüyalarıyla başkarakter vera pavlovna'nın kadın özgürleşmesi, bireysellik, özgür aşkın yanı sıra toplumsal eşitlik ve özgürlük üzerine inşa ettiği ve anarko feminizmden nüveler taşıyan derin ve bilge hayat görüşü; lopuhov'un sayfalar boyunca tek tek açıklamaktan asla bıkmadığı ve her haliyle bireyci anarşist max stirner'i andıran rasyonel egoizmi, varlıklı ve aristokrat bir aileden gelmesine rağmen bütün bu imtiyazlarından bilerek ve isteyerek vazgeçip ''halka giden'' proto-narodnik rahmetov'un becerikliliği, çevikliği, gözü karalığı, adanmışlığı ve idealizmi; sırılsıklam aşık olduğu veroçka'nın kankası lopuhov ile evlenmesinin çelişkisini yaşayan kirsanov'un öğrenmeye, öğretmeye ve üretmeye olan bitmek tükenmek bilmez açlığı, katerina vasilyevna'nın serveti toplumdaki bütün çürümüşlük, yozlaşmışlık, pislik ve bozukluğun kaynağı olarak görmesi ve hatta bu yüzden babasının servetini batırmasını da sevinçle karşılaması... bunların hepsi bir tarafa, veroçka'nın* anarşist bir iç işleyişe sahip konfeksiyon atölyeleri ve atölyedeki terzi kızların elbirliği ile deneyimlediği komün hayatı üzerine bile cilt cilt kitaplar yazılır!
o veroçka ki sayesinde bir roman karakterine aşık olmak ne demekmiş, öğrenmişizdir... şüphesiz ki o, en asil duyguların insanıdır, candır ve canandır. keşke gerçek olsaydın da boynuna atılıp sarılırken öpseydim seni, sonra oturup saatlerce uzun uzun konuşsaydık seninle her şeyden! biz seni daha görmeden sevdik... tapılası kadın!
Rus yazar (bkz: çernişevskiy)'nin dört ay gibi bir sürede Petropavlovsk Zindanında yazdığı romanı. Rus toplum hayatı üzerinde yarattığı sarsıntı büyük olup (bkz: dostoyevski), (bkz: tolstoy,) (bkz: kropotkin) ve (bkz: lenin)'e kadar pek çok yazar ve önder bu kitabı konuşup tartıştı. Evrensel Basım Yayın) tarafından basılan kitabın ön girişinde çevirmen M.Beyhan'ın bir yazısı var ve dikkatimi çeken kısımları oldu. Kitap hakkında kısa bir bilgi veren çevirmen neyle karşılaşacağımızı aktarıyor ve Lenin'den alıntı yapıyor:
Nasıl yapmalı? üzerine ileri geri sözler eden menşevik N. Valentinov'a Lenin'in 1904 yılında Cenevre'den verdiği karşılık çok sert oldu:
"Ne dediğinizin farkında mısınız siz? Bakın açıklıyorum: Nasıl yapmalı?'ya ilkel, yavan, zayıf demeye kimsenin hakkı yoktur! Yüzlerce insan bu kitabın etkisiyle ilerici olmuştur. Çernişevskiy ilkel ve yavan şeyler yazmış olsaydı bu hiç mümkün olabilir miydi? Örneğin benim ağabeyim bu kitaba vurgundu; ben de vurgunum Nasıl Yapmalı?'ya. Beni derin bir biçimde ikinci bir kez sürmüş, çapalamıştır bu kitap. Sorabilir miyim, ne zaman okudunuz siz Nasıl Yapmalı?'yı? ağzı süt kokarken okuyanlara bu kitabın vereceği bir şey yoktur. Genç yaşlarda okunduğunda anlaşılamayacak denli derin düşüncelerle dolu ve çetrefildir Çernişevskiy'nin kitabı. Sanırım ilk kez 14 yaşındayken okumaya çalışmıştım Nasıl Yapmalı?'yı. Hiçbir yarar sağlamayan, üstünkörü bir okumaydı bu. Ağabeyimin idam edilmesinden sonra Çernişevskiy'nin romanının onun en sevdiği kitap olduğunu bilerek yeniden elime aldım Nasıl Yapmalı?'yı ve bu kez birkaç gün değil, birkaç hafta sürecek bir okumaya giriştim. Ancak o zaman anlayabildim derinliğini. Öyle bir iki atımlık değil, insana yaşam boyu yetecek bir baruttur bu kitap. Hiç zayıf bir kitabın böylesine güçlü etkisi olabilir mi..?"
Not: Okudukça anekdot paylaşacağım. Uzun bir süreye yaydım. sindire sindire okuyorum..
" ilericiler yenilmişlerdi. ama yenenler, her yengiden sonra hep olduğu gibi, bölünmüşlerdi." syf. 19
"herkesi memnun bırakan bir sonuç çok sağlam bir temele dayanıyordu, bu yüzden de tutucular tam bir zafer sevinci içindeydiler. " syf. 19
"yoksuluz biz, ama emekçiyiz, güçlü kollarımız var. cahiliz, karanlıklar içindeyiz, ama aptal değiliz ve aydınlık istiyoruz. okuyup öğreneceğiz ve bilgi bizi kurtaracak; çalışacağız ve emeğimiz bize varlık sağlayacak. bu iş böyle olacak, yaşayan görecek.
ça ira, qui vivra, verra.
kabayız, ama kabalığımızdan yine kendimiz çekiyoruz. bir yığın kör inançla dolu kafamız, bunun da acısını biz çekiyoruz ve bunun farkındayız. mutluluğu arayacağız, insanlığı bulacağız ve hepimiz iyi olacağız. bu iş böyle olacak, yaşayan görecek
bilgiyle donanmamış emekten verim alınmaz. başkaları da mutlu olmadan biz mutlu olamayı. aydınlanacağız ve varlıklı olacağız; mutlu olacağız, kardeş-bacı olacağız. bu iş böyle olacak, yaşayan görecek. öğreneceğiz, çalışacağız; şarkı söyleyeceğiz, seveceğiz; dünya cennet olacak. yaşamaktan sevinç duyacağız, bu iş böyle olacak, o günler gelecek, hepimiz göreceğiz o günleri.
donc, vivons, ça bien vite ira, ça viendra, nous tous le verrons." syf 20 -21
"güzel okurum benim, bu yazarın yağlandırıp ballandırma için hiç mi hiç zamanı yok, çünkü o sürekli olarak senin kafandaki karmaşanın, olayları kavrayışındaki karışıklığın sana ve başka bir yığın insana nasıl gereksiz acılar çektirdiğini düşünüyor. sana bakınca hem acımak, hem gülmek geliyor içimden: kafan incir çekirdeğini doldurmaz ıvır zıvırlarla öylesine dolu ki, bu seni güçsüz yapıyor, hem de kötü. insanlara karşı böylesine kötü olduğun için sana dargınım; oysa insanlar sensin: bu durumda nasıl oluyor da kendine karşı böylesine kötü olabiliyorsun? sana karşı ileri geri konuşmamın nedeni bu. ama senin kötülüğün, kafanı yerinde kullanmayışından kaynaklanıyor. bu bakımdan da sana kızarken sana yardım etmek zorundayım." sy. 27-28
"ey güzel insanlar, güçlü, dürüst, yetenekli insanlar! siz bir süredir görünmeye başladınız aramızda, ama artık sayınız az değil ve hızla çoğalıyorsunuz. eğer okurum siz olsaydınız, bütün bunları hiç yazmazdım; eğer siz daha ortaya çıkmamış olsaydınız, ben de daha bunları yazmaya başlamazdım. siz daha çoğunluk değilsiniz, çoğunluk değilsiniz ama okurlarım arasında da varsınız, bu yüzden de ben şimdilik yazmak zorundayım." syf.28
"madem öyle, madem şimdiki düzende yaşanmaz diye buyuruyorlar, neden kendileri yeni, yaşanası bir düzen kurmuyorlar peki? syf. 41
“ beni hayalcilikle suçluyor ve hayattan ne beklediğimi soruyorsunuz! Ben ne kimseye egemen olmak isterim, ne de kimseye boyu eğmek! Ne aldatmak isterim, ne de ikiyüzlülük etmek! Bana hiç gerekli olmadığı halde, sırf başkaları tavsiye ediyor diye herhangi bir şeyi elde etmek için onun bunun sözünü dinlemek de istemem. Ben varlığa alışkın değilim. Başkaları varlıklı olmayı iyi bir şey olarak görüyor diye neden ben bunun benim için de iyi olacağını düşüneyim ve varlıklı olmanın yollarını araştırayım? Ben sosyeteye girmedim, ‘sosyetede parlamak’ nasıl bir şeydir, bilmem, bilmek de istemem… başkaları sosyetede parlamayı güzel bir şey olarak görüyor diye neden ille ben de böyle düşüneyim ve bu uğurda birtakım özverilerde bulunayım? Bana hiç de gerekli olmayan bir şey uğruna değil kendimi feda etmek, en ufak bir hevesimden bile özveride bulunamam! Ben bağımsız olmak ve bildiğim gibi yaşamak isterim. Bana gerekli olan bir şey için her türlü özveride bulunabilirim, gerekli olmayan şeylere ise sahip olmak istemem. Bana gerekli olan şey nedir, şimdilik bilmiyorum. Bana, gençsiniz, daha hayatı bilmiyorsunuz, zamanla değişirsiniz, diyorsunuz. pekâlâ… değiştiğim zaman değişmiş olurum… nasılsa değişeceğim diye neden şimdiden değişeyim? Gönlümün çekmediği, istek duymadığım şeyleri istemiyorum ben! Şimdi ne mi istiyorum? Düşünsenize bir, dün sabah uyandığımda sizi seveceğimi bilebilir miydim? Ne dün sabahı! Sizi görüp sevmemden iki saat önce bile sizi seveceğimi bilmiyordum… sizi sevince içimde neler duyacağımı?... şimdi de öyle, bir erkeği sever miyim, seversem içimde neler duyarım, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, özgür yaşamak istediğim! Kimseye bağımlı olmadan yaşamak. ‘benim için şunları şunları yapmalısın!’ diyememeli hiç kimse bana! Kimseye bir şeyler borçlu olmamalıyım yani. Başkalarını bana karşı tavırları için de aynı şekilde düşünüyorum, yani ben de kimseden bir şey istemem, kimsenin özgürlüğünü bir milim olsun daraltabilecek bir istekte bulunmam. Hem kendim özgür olayım isterim, hem de başkaları özgür olsun.” Syf. 62-63
“hem başak başaktan olur, hiç kimse tek başına varlığını sonsuzcasına sürdürüp gidemez ki…” syf. 80
“ben yoksulların ‘dünyada bir tek yoksul kalmasın’ arzusunu paylaşıyorum. Bir gün gelecek bu arzu gerçekleşecek, er ya da geç öyle bir yaşam biçimi kuracağız ki, dünyada yoksul kalmayacak; ama…” syf.95
“çok güçlüdür nişanlım, dünyada her şeyden ve herkesten güçlüdür. Ama biz şimdi nişanlımı bir yana bırakalım. Kadınlardan konuşuyorduk… ben yoksulların ‘dünyada yoksul kalmasın’ arzusunu tümüyle paylaşıyorum çünkü benim nişanlım yoksulların bu arzusunu er geç gerçekleştirecektir. Ama kadınların ‘dünyada bir tek kadın kalmasın’ arzularını paylaşmam mümkün değil, çünkü bu hiçbir zaman gerçekleşemeyecek bir arzudur, olmayacak bir şeye de niçin katılayım? Ama benim başka bir arzum var, keşke bütün katınlar benim nişanlımla dost olsalar!... çünkü nişanlım dünyada pek çok şeyi, hatta her şeyi düşündüğü gibi kadınları da düşünüyor. Kadınlar benim nişanlımla dost oldular mı, benim de kadınlara acımam için neden kalmamış olacak. Öte yandan kadınların ‘ah keşke dünyaya erkek gelseydim!’ biçimindeki yazıklanmaları da kendiliğinden sona erecek ve bu sayede nişanlımla tanışan kadınların durumu erkeklerle kıyaslandığında, daha kötü olmayacaktı.” Syf. 96
“ canın ne isterse yapmak, içinden geldiği gibi yaşamak, kimseden bir şey istememek, kimseden bir şey istemek durumunda kalmamak! Ben işte böyle yaşamak istiyorum!” syf. 97
“gördünüz mü bunun sevgi olmadığını siz kendiniz söylüyorsunuz. Böyle bir sevgi basit bir duygudur, tutku değil. Peki tutku olan sevgi nedir? Tutkuyu basit duygudan ne ayırır? Gücüdür tutkuyu basit duygudan ayıran şey. Tutkuya göre çok, ama çok zayıf olan basit duygu size ‘onun acı çekmesine neden olmaktansa, ölürüm daha iyi’ dedirtiyorsa, bundan bin kez daha güçlü olan tutku size neler dedirtecektir? Tutku size şunları dedirtecektir: ‘ondan kesinlikle böyle bir şey istemeyeceğim gibi, onun benim için ancak kendiliğinden, seve seve yapacağı ve kendisi için hoş sonuçlar doğuracak bir şey dışında girişimde bulunmasına bile izin veremem, böyle bir şeye izin vermektense, onun benim için bir şeyler yapmaya kendini zorlamasındansa, öleyim daha iyi.’ Ancak size bunları dedirten tutku, sevgidir. Yoksa böyle olmayan bir tutku, yalnızca tutkudur ve sevgiyle hiçbir ilgisi yoktur. Şimdi, size söyleyebileceğim her şeyi söylemiş bulunduğum için buradan ayrılıyorum.” Syf.99
dipnot: henüz yazamadığım bir çok alıntı var. devamı gelecektir.