-
Matematiksel evrende, tek bir yanlışı doğru kabul etmek, geri kalan her doğrunun yanlış hale gelmesi demektir.
yani "sadece burada bir istisna olsun" diyemezsiniz, tüm evren başınıza çöker, tüm teoremler, kurallar, çıkarımlar, bilinen ne varsa... varılan her sonuç çöpe gider, hiçbiri kendini kurtaramaz.
russell'ın dediği gibi "iki artı iki üç etseydi, ben papa olurdum". olurdu gerçekten.
Carrol bir matematikçiydi ve yazdıklarına bakınca belki şaşıracağımız bir şekilde, hayatını mantık üzerine kurmuştu.
yazdıklarının çoğu, özellikle alis harikalar diyarında, yukarıdaki kadidenin masallaştırılmış halidir. Tavşan deliğinden geçtiğiniz, mantığın ufak bir ögesini dışarıda bıraktığınız anda varacağınız evrenin, önceki mantık evreniyle ve hatta kendi içinde tutarlı olmasına olanak yoktur. yarım fincan çayı, bardağı dikine keserek ikram ederler, hiç sorun yokmuşcasına karıştırıp içersiniz.
Matematik bir dildir ama konuşma dili, matematiksel mantıktan çok uzak, aslında bir parçası diğerini tutmayan, yapısı ve parçaları arasındaki ilişki çağrışımsal olan bir düşünme sürecidir. Carrol bunu son derece ilginç buluyordu ve matematiksel mantığa uymayışını, eserlerinin itici metodu haline getiriyordu. Özellikle ingilizce, -dünyanın her açıdan en düzensiz dili olarak- kendisi için eşsiz bir hazineydi.
mesela, henüz bildiğimiz anlamda küme teorisi ortaya atılmamış olsa da, mantıkdaki dışlama kurallarından bir non- being, (kendisi) olmama üzerine söz oyunları kullanırdı:
- there are three hundred and sixty four days when you might get un-birthday presents’.
- doğmama günü hediyesi alabileceğin 364 gün var. (devam kitabından)
daha uzatmayacağım. alis harikalar diyarında'daki cebir konusunda da bir sürü yazı var, dönemin en iyi incelenmiş yazarlarından sonuçta.
alışılmış bir kolaycılıkla, kitabı salt sembolizm üzerinden okumak (kraliçe ingiltere kraliçesidir, güller güllerin savaşıdır vs.), kitabın ana meselesini es geçiyor. sosyo- politik Mesaj aramadan önce, varlığı kavrama metodlarımızın çakışmasını ve çatışmasını aramak gerek kitapta. -
tarihe ışık tutan bir romandır.
sanırım kimse merak etmemiştir, mad hatter karakteri hakkında, "neden bu şapkacı deli?" diye.
şöyle ki, eskiden şapka yapımında civa kullanılıyormuş. civaya maruz kalan şapkacılar da bir süre sonra deliriyormuş. bu sebeple de şapkacı karakter deli. -
alice harikalar diyarında, lewis carroll tarafından kaleme alınan; satır aralarında çok güzel anektodlar, insanı sorgulamaya ve düşünmeye itekleyen noktalar barındıran bir kitap.
bir çocuk kitabı gibi görünse de, aslında herkesin okuması gereken bir "başlangıç" kitaplarından bir tanesi.
hayatınızın her döneminde, kitabın içerisinden farklı bir anlam ve ışık çıkartmanız mümkündür. böylesine geniş bir açıya sahiptir alice harikalar diyarında'nın anlattıkları.
geçen hafta bir kez daha okudum kitabı baştan sona. en son üniversiteye başlamadan okumuştum ve bu sefer hem daha çok güldüm hem de daha çok düşündüm.
----
"burada oturacağım" dedi uşak, "yarına kadar."
tam o anda evin kapısı açıldı ve kocaman bir tabak havada kayarcasına uşak'ın kafasına doğru gelerek burnunu sıyırıp geçti ve arkasındaki ağaçlardan birine çarparak parçalandı.
"...ya da belki de öbür güne," diye neredeyse aynı tonla, sanki hiçbir şey olmamışçasına devam etti uşak.
alice, sesini iyice yükselterek, "içeri nasıl gireceğim?" diye sordu yeniden.
"ondan önce şu soru geliyor, anlarsın ya," dedi uşak, "içeri girecek misin ki?"
----
uşak'ın ve alice'in arasında geçen bu konuşma da uşak'ın işaret ettiği nokta, aslında tüm hayatımıza yön verirken kullandığımız paradigmaların ve karar yumaklarının bir adım öncesinde, hepsinden daha da önemli bir soru bulunduğunu hatırlattı bana.
"...içeri girecek misin ki?"
bir şey yapmaya çalışıyorsun; ama daha önemlisi bunu istiyor musun?
----
"cashire pisisi," diye başladı konuşmaya çekine çekine, bu hitaptan hoşlanıp hoşlanmadığından pek emin değildi. neyse ki, kedinin yüzündeki sırıtış biraz daha artmıştı. "tamam o zaman, demek ki durumdan hoşnut," diye düşündü ve devam etti. "lütfen söyler misiniz, buradan ne tarafa doğru gitmeliyim?"
"bu daha çok nereye varmak istediğine bağlı," dedi kedi.
"neresi olursa olsun..." dedi alice
"öyleyse ne tarafa doğru gideceğinin önemi yok," dedi kedi.
"bir yere varayım da, gerisi önemli değil," diye ekledi alice, ne istediğini daha iyi anlatabilmek için.
"kesin, bir yere varırsın," dedi kedi, "tabi yeterince yürürsen."
----
cashire kedisi ve alice arasındaki bu diyalog, hayatım boyunca okuduğum en basit, en güzel ve en ufuk açıcı diyaloglardan birisidir.
kitabı ilk okuduğumda 10-11 yaşlarımdaydım ve o zamanlar sadece cashire kedisinin deli olduğunu düşünmüştüm. şimdi ise hem deli, hem de mükemmel bir yol gösterici olduğunu düşünüyorum. -
hakkında ne söyleyebilirim diye düşündüğüm kitap. mesela çocukluğumda bu kitabı okudum mu hatırlayamıyorum ama hatırlayamadığım için de okumadığımı düşünüyorum. zaman zaman televizyonda ya da bazı yazılarda ya da bazı şarkılarda kitap hakkında parça parça bazı bilgilerle karşılaştım ama vb. sözü uzun tutuyorum ya da tutacağım ama "Alice harikalar diyarında" kitap okumak konusunda benim açımdan bir "ilk" olduğu için önemli benim için. kitabın ilk sayfalarından bir alıntı paylaştıktan sonra, kitabın bendeki basımındaki yayınevi ve çevirmeni hakkında da kısaca bir şeyler demek istiyorum bir de
-- spoiler --
"alice kapıyı açınca fare deliğinden daha büyük olmayan küçük bir geçide açıldığını gördü. dizlerinin üzerine çöküp bu güne kadar görüp görebileceğiniz en güzel bahçeye çıkan geçitten baktı. o karanlık salondan kurtulup rengârenk çiçek tarhlarının ve serin suların aktığı ırmakların arasında dolaşmak için can atıyordu, ama kapı aralığından kafasını bile geçiremiyordu. "kafamı geçirebilsem bile," diye düşündü zavallı alice, "omuzlarımı geçirmeden hiçbir işe yaramaz. ah, keşke bir teleskop gibi iç içe geçip küçülebilseydim. nereden başlayacağımı bilirsem sanırım bunu yapabilirim."
lewis carroll (yayınevi: kızıl panda / ingilizce aslından çeviren: aslı balmumcu)
-- spoiler --
çeviri kitaplarda yayınevi ve çevirmen elden geldiği kadar araştırılmalı ve kitabın en iyi basımı ya da çevirmeni hangisiyse kitap ona göre seçilmeli aslında bence. ama kitabın bendeki versiyonunda böyle bir durum söz konusu değil çünkü kitap hakkında ne ön araştırma yaptım bu konuda ne de seçici davrandım. kitabı fuarda uygun fiyatlı ve paket halinde satılan kitaplar arasında satın aldım.
bunu niye yazdığıma gelirsem paylaştığım alıntıda daha ilk cümlede yazım açısından cümlede bir kelime eksik: "alice kapıyı açınca kapının...." ve kitabın çevirmen bilgisinde "kitabı ingilizce aslından türkçeye çeviren" ya da sadece "çevirmen" yazılacakmışmış gibi vs.
kitabı okurken kitabın hemen hemen her cümlesinde gülümsüyorum bir de. cümlelerin her biri ince zekâ örnekleri. öyle işte.