hayatımızda olanları yazdığımız şey. hay yapacağım tanıma soksunlar.* direkt tdk'dan kopya çekeceğim bundan sonra. daha kötü olamaz ya. bütün girdilerimin ilk cümlesini moderasyona ithaf ediyorum.*
biraz önce sevgili bir badimle* yazışırken hatırladım kendi günlüklerimi. çocukken ana baba zoruyla tutmuştum, ilkokul yıllarından bahsediyorum. memlekete bir gidişimde yanımda getirdiğim zımbırtılar arasındaydı. genelde şöyle şeyler yazmışım: "Sabah 7'de kalktım. Kahvaltıda 3 zeytin, 1 yumurta, 1 parça peynir yedim. kahveli süt içtim" bayağı bildiğiniz 3 sene boyunca yediğim içtiğim her şey günlüklerimde yazıyor. bir kişi de dememiş ki "bebeğim duygu düşüncelerini yaz şu defterlere." saçmalamış durmuşum.
neyse kimse demeden de çözmüşüm bir noktada nasıl günlük tutulacağını tabi. ergen istenc'in günlükleri. oy dağlar. ne diyeyim kendime vallahi bilemedim. o zamanki kendime de değil bak, sorun şimdiki kendimde. eskiden zekiymişim ben yahu, ne ara ne geldi başıma da salaklaştım hiç bilmiyorum. bu günlüklerden birinde, ergen dertlerimin hemen peşi sıra şöyle bir cümle yazmışım:
"buradan 30 yaşındaki istenc'e sesleniyorum: gülme! biliyorum bu dertler sana çok basit, anlamsız geliyor; ancak vaktiyle senin için önemli olduğunu unutma. 30 yaşında olduğun kişi olduysan, bugün çektiğin bu ergence dertler sayesinde, bilesin!"
işin tuhaf yanı şu: 35. yaşımı tamamlamama birkaç ay kaldı ve 16 yaşımdaki o dertlerim hala bana çok önemli geliyor. oysa ergen istenc'in öngörüsü bunları çoktan aşmış geçmiş olduğum, artık bu dertlerle dalga geçmeye başladığım şeklindeymiş. neler neler beklemişim kendimden de hiçbirini becerememişim. 30 yaşında çok bilge bir insan olacağımı falan sanıyordum ben ergenken. niye olmadı ki? yemin ederim 16 yaşındaki le deuxieme sexe okuyup çektiği derdin küçümsenecek bir şey olduğunu düşünen istenc'e vardığım noktayı izah edemem. ağzıma zıçar.
tüm hayat koşturmacası arasında durup kendimi dinlememi sağlayan eylem. bazen doğru ve gerekli bir soru bazen de o soruların cevabı gelip konuyor sayfaya, hem kendini hem de başkalarını dinlemenin yegane yolu oluyor benim için günlük tutmak. bir de sürekli telefon bilgisayar kullanırken unutuyoruz kalem tutmayı kağıda deymeyi hoşuma gitmiyor bu kadar teknoloji ben de alıyorum kurşun kalemimi alıyorum defterimi yazıyorum da yazıyorum :)
aslında buralarda da tutuyoruz. geçenlerde, yeni kafama takıldığını sandığım bir mesele hakkında, bir yıldan uzun süre önce buraya birşeyler karaladığımı farkettim. zaman algısının şekilsizliğine karşı çimentodur günlük.
dedemin sadece kendi yaraları üzerinde denediği otlar ile ilgili bir günlüğü vardı mesela. sonradan bağışladı babam. Bu insanlar günlük tutsaydı bambaşka bir dünya sunacaklardı bana. hayat derdini on kat sert yaşadıklarından akıllarının ucundan geçmemiş. şöyle aile avukatı, kasası falan olan eski usul aristokrat olmayı sırf bu yüzden isterdim, günlüklerimin öldükten sonra, sevdiklerim tarafından açılmasını vasiyet edebilmek için.
liquidambar orientalis-sığla ağacı'nın halk arasında bilinen adı. bu ağaçtan elde edilen sığla yağı ecza ve kozmetik sektöründe kullanılır. reçinesi kiliselerde tütsü olarak yakılır ki ona da günlük denir.
herkesin aslında doğru kişinin okuması umuduyla tuttuğu şey.
insanı çok rahatlatır. düzenli günlük tutabilen insanlar geriye bakıp, yazdıklarına tahammül edebilirlerse zamanla büyük duygusal tepkiler vermenin anlamsızlığını kavrayabilirler. "geçen sene ne çok sinirlenmişim, oysa geçip gitmiş" diye diye.
en basit günlük basit bir txt dosyası oluşturularak tutulabilir. az yer tutar, her ortamda açılır, rahat taşınır.
tarih ile uğraşmak istemeyenler bir txt dosyası açıp içine büyük karakterle .log yazıp kaydetsin. artık her yazdığına otomatik tarih atılacaktır.
küçükken tutardım. hemen hemen her günün sayfasını "çok ders çalıştım, hiç tv izlemedim, ödevlerimi tamamladım..." ifadeleri ile doldururdum. sonrasında ise hemen tv karşısına geçip çizgi film izlerdim. annem ve babamın işten gelme saatleri yaklaştığında günlüğü salonun bir köşesinde bırakıp odama geçerdim.
"günlük" oğuz atay'ın ölümünden on yıl sonra, yazarın günlüğünün yayımlanması sonucu ortaya çıkan kitabın adıdır. kitap, oğuz atay'ın düzenli yazılmamış olmakla birlikte hayatının son yedi senesinde tuttuğu günlüklerden oluşmaktadır. kitapta, oğuz atay'ın hayatının son yıllarındaki yalnızlığının ve anlaşılamama duygusunun yazar üzerindeki etkisi görülür ve kitap aynı zamanda yazarın bazı eserlerinin yazım aşamasına da tanıklık eder. kitabın giriş cümleleri, yazın alanında -özellikle de oğuz atay okurları için- efsaneleşmiştir denilebilir,
"selim gibi günlük tutmaya başlayalım bakalım. sonumuz hayırlı değil herhalde onun gibi. bu defteri bugün satın aldım. artık sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni; dert ortağım olsun. "kimseye söyleyemeden, içimde kaldı, kayboldu," dediğim düşüncelerin, duyguların aynası olsun. kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. canım insanlar! sonunda, bana, bunu da yaptınız."
bir yazın türü olarak günlükleri kişisel günlükler ve edebi günlükler olarak ikiye ayırabiliriz. yalnız bazı durumlarda -günlük tutan kişi bir yazar ya da sanatçıysa- kişisel olarak tutulan günlükler daha sonra yayımlanarak edebi günlük haline gelebilmektedir. günlükler yapıları itibariyle "özel"dir ve bu yüzden "günlük"ler, günlüğü tutan kişilere mahsustur, günlüğü tutan kişinin izni olmadıkça kesinlikle günlük tutan kişilerin günlüklerine dokunulmamalıdır. bu kural (edebi günlükler haricinde) yasal değil ahlaki bir kuraldır.
günlüklerle ilgili bir nokta daha, günlükler adından da anladığımız gibi genellikle gün gün yazılır ama bu durum günlük tutan kişiye herhangi bir kural ya da zorunluluk dayatmaz. çoğu günlük gün gün değil kişilerin yazmak istediği günlere göre yazılmıştır ve günlüklerin en önemli özelliği yazılan yazılarda, yazılan yazıların yazıldıkları tarihlerin belirtilmesidir. günlükler, bizim kaleme aldığımız kişisel tarih kitaplarımızdır diyebiliriz bu yüzden.